Kırım ve Kafkas Tarihçesi

Kırım ve havalisinde öteden beri Cengizli sultanları yani Cengiz Han neslinden ve  ırsen tahta çıkan hanlar ilhanlı olup, bağımsız olarak hükmedegelirken Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin zamanında Osmanlı Devleti’nin himayesine girmişlerdir. Bunun sonucunda  giderek bağlılık ve tâbiliği artan Kırım ülkesi zamanla Osmanlı ülkesinin bir parçası olmuştur.

Bunun hakikat ve ayrıntılarını bilmek için Kırım hanlarından bazılarının hal tercümelerini bilmemiz gerektiğinden, aşağıda bazı meşhur Kırım Hanlarının hal tercümelerini sunmaktayız.

Kırım Hanlarının isimlerine “Geray” lafzininin ilâvesi önceleri âdet değilken hicrî 841 [milâdî 1438] yılında tahta çıkan ve 30 yıl kadar hüküm süren Hacı Geray Han’dan** sonra örf ve âdet olmuştur. Tatar hanları, sultanları ve âyânı eski bir âdetlerine göre süt emen çocuklarını ergenlik çağına kadar kabilelerden birinin terbiyesine vermekteydiler.

Hacı Geray’in babası olup, soyu yedi göbekte Cengiz Han’a ulasan Giyaseddin Sultan da bu âdet üzere “Geray” kabilesi tarafından yetiştirilmişti. Geray kabilesinin ileri gelenlerinden Devletgeldi Sûfî’nin hacdan döndüğü gün oğlu dünyaya geldiği için “Hacı Geray” adini koymuştur. Böylece kendini yetiştiren kabilenin adını ve Devletgeldi Sûfî’nin hacc-i şerîfini anmak ve yüceltmek istemiştir. Zaman gelip Hacı Geray tahta geçince Devletgeldi Sûfî bu olayı ona anlatmış ve Geray kelimesinin Cengiz Han neslinden sultanların (Kırım Hanlarının) isimlerine ilâvesini istemiştir. Yerinde görülen bu istek üzerine Geray lâfzının hanların isimlerine ilâve olunması bir âdet olmuştur.

Açıklama

Kabileler arasında gönüllü akrabalığa (karâbet-i rizaiyyeye) pek ziyade riayet edilir.

Bir çocuk hangi kabileden süt emmişse ona mensup sayılır ve o kabile de onun destekçisi olur. Bu örf gereğince Kırım Sultanlarının da çocuklarını Çerkes kabilelerinden birine besleme vermeleri kadîm âdetlerdendi. ibretnümâ-yi Devlet adli tarihçede yazıldığına göre Çerkes kabileleri Kırım Hanı’nin çocuğunun dünyaya geldiğini duyduklarında bir  sahrada toplanırlardı. ihtiyarları huzurunda yapılan bu toplantıda içlerinden bir hatunu dadılığa seçerler ve yanına “sipah” ve “özden” ve başkalarından bir kaç yüz kadar süvari vererek Kırım’a gönderirlerdi. Gidenler üç gün Kırım Hanı’nin misafiri olurlar, ancak Kırım Hanı’nin mutfağından bir şey yemezlerdi. Yanlarında getirdikleri, un, bal, “gumul” ve “boza” ile hem kendilerini idare ederler, hem de Han’a ve dairesi halkına bu yiyecek ve içeceklerle ziyafet verirlerdi. Daha sonra içlerinden birini Han’a elçi olarak göndererek, bu cemaatle Kırım’a gelmelerinin maksadının Han’ın yeni doğan oğlunu besleme almak maksadına dayandığını ve almayınca gitmeyeceklerini bildirirlerdi. Örf ve âdet gereği bu istek mecburen kabul olunur ve çocuk anasından ayrılarak dadı olarak seçilen hatuna verilince Çerkesler memnun bir şekilde yurtlarına dönerlerdi. Çerkesler o çocuğu kendi çocuklarına tercih ederler ve terbiyesinde asla kusur etmezlerdi. Çocuk yedi yasına gelince ata binip inmeyi, kaçıp kovalamayı, kavga ve savaş sanatını öğretirlerdi. Süt anası ve süt babası o çocuğa azar kabilinden bir şey söylemez ve onu fıtratı üzre yetiştirirlerdi. On beş yasına gelince babasına teslim zamanı gelir ve ne zaman isterse, hemen yeni elbise ve silâh ile donatılıp süslü bir ata bindirilirdi. Süt babası çocuğu alıp yine ayni şekilde Kırım’a götürülürdü. Kırım’da yine önceki gibi üç gün kendilerini idarelerine ve Han’ın halkına ziyafet çekmeye yetecek miktarda yiyecek ve içeceği yanlarına alırlardı. Bahçesaray’a vardıklarında yine kazanlarını kaynatıp üç gün Han dairesine ziyafet çekerek, bu şekilde Han’a oğlunu teslim ederlerdi. Han da onların hepsine bol miktarda, meşin, sahtiyan, tüfek, yay, kilabdan ve çuha hediye eder ve Çerkesler de bunları aralarında paylaşıp yurtlarına dönerlerdi. Kabile âdetlerine göre, isimleri anıldıkça düşmanlarına korku salmak için Cengizlilerin çocuklarına yırtıcı hayvan isimleri verirlerdi.

Kırım hanlar ve sultanları bir kabile tarafından yetiştirildikleri için göçebeliğe alışık olurlardı. Lüzumsuz külfetlerden vâreste bir şekilde, sırtlarında yalnız birer kat elbise bulunup eskiyinceye kadar onu giyerler, değişecekleri zaman yanlarındaki adamlardan birinin elbisesini alıp giyinirlerdi. Çıkardıkları elbiseyi bir daha giymezlerdi.

Tatar halkı ise bütün bütün göçebelik ve sadelik halinde bulunduklarından, yanlarında çok az miktarda yiyecek, içecek ve giyecek taşırlardı. Ne zaman Han tarafından “Filan gün filan yerde bulunasınız” diye kabile ihtiyar ve mirzalarına yarlık yazılsa, Tatar kavmi hanlarına pek ziyade bağlı olduklarından derhal istenilen miktarda süvari belirlenen yerde hazır bulunurdu. Görevlendirildikleri yeri yağma ve talan ederlerdi.

Çapula gidişlerinden bir kaç gün önce hayvanlarına binerler, idman için hareket günlerine kadar hayvan sırtından inmezler. Her nefer kendi yedeğinde üç-dört beygir ile sefer eyler.

Hayvanları çoğunlukla karları ve buzları eserek buldukları ot ve kökler ile beslendiği gibi, kendileri de darı unu ve at yüreği yağından yapılmış “talkan” denilen hamurdan dağarcıklarına aldıkları miktar ile yetinirler. Bunun için Tatar askeri diğer ordular gibi mühimmat ve sair külfetlere muhtaç olmayıp, hemen irade olunan yeri vururlar. Sular donup her tarafı yağmalamanın kolaylaşması için küçük çocuklara dua ettirirler. Göçebe toplum olmaları itibarıyla, gece ve gündüz yağmaya çıkarlar, uzak yerleri talan ederek bol miktarda eşya ve esir elde ederler. Esirler hakkında asla acıma ve şefkatleri olmayıp, pek ziyade eza ve cefa ile istihdam ederlerdi. Bundan dolayı Rusya halkı Tatarlardan korkar ve titrer. Rus devleti Kazan’i zabtettikten sonra dahi Tatarların yağma ve hasârından kurtulmak için Kırım hazinesine senelik bir vergi vermeye mecbur kalmıştı.

Tatar Hanları şer’î hükümlerin uygulanmasına özen gösterirler ve ulemadan en değerlilerinden birini dolgun maaş ve bol tayinâtla kadıasker seçerlerdi. Bu kişi tahsis edilen gelirden başka kimseden ücret almaz ve kabile içinde ona yardim edecek fakihlere kadılık görev verirdi. Daha sonraları Kırım Hanları ve sultanları bu eski usûlü terk etmişler ve kabilelerin kadılık yetki belgeleri alınıp satılan ticarî bir is haline gelmiştir. Bunun sonucunda hanların ve sultanların güvenlik islerine hile karışmış, bunlar sefahate eğilim göstermişler ve hareketlerinde tam bir ağırlık görülmeye başlanmış, bu durumda da kendilerini düşmanlara karsı korumaya dahi kudretleri kalmamıştır. iste Kırım hükûmetinin bu yüzyıllarca süren muhtelif durumlarının özeti olmak üzere bazı Hanlarının hal tercümeleri aşağıda sunulmaktadır.

Mengli Geray’ın Osmanlı Devleti’ne ilticası

Cengizliler sel gibi akıp, her diyara sefer etmeye başladıkları zaman bunlardan bir grup Hazar Denizi’ni dolaşarak Kazan ve Ejderhan’ı zabt etmiş ve Rusya’yı haraca bağlamıştı. Kazan’ı da hükûmet merkezi yapmışlardı. Bunların bir kolu da Kırım’ı feth etmiş ve orada hükûmet etmeye başlamışlardı. Giderek Kazan Hükûmeti zayıflayınca Kırım’a bağlı gibi durmaya başladılar. Ancak sonra Kırım Hükûmeti de zayıflayınca Osmanlı Devleti’nin himayesine sığınmaya mecbur oldular. Şöyle ki:

Hicrî 871 [milâdî 1466-1467] yılında Hacı Geray Han vefat edince yerine oğlu Mengli Geray Han Kırım Hanı olur. Üç ay kadar hükûmet ettikten sonra amcazadelerinin kendisine karsı asker çıkarması üzerine vuku bulan bir çok muharebelerde yenilerek Cenevizlilerin elinde olan Mangup kalesine sığınmış ve canını kurtarmıştır. Daha sonra taraftarları toplanarak kendisini yine Kırım’ın iç kesimlerine getirirler. Bu sefer yapılan savaşı Mengli Geray Han kazanır. Böylece tekrar tam bağımsız bir şekilde Kırım tahtına oturur. Ancak amcazadelerinin kendisini rahatsız edeceklerini bildiğinden, devlet ileri gelenleri ile istişare ederek, bütün cihan hükümdarlarının sığınma yeri olan Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin himayesine iltica ile başındaki gaileyi atlatma kararını alır. Bunun için derhal Padişah tarafından, Karadeniz sahillerindeki Kefe, Taman ve Mangup kalelerinin feth edilmesine himmet buyurulduğu takdirde kendisinin bu hususta cansiparâne bir şekilde gayret ve çaba sarfederek Osmanlı Devleti’ni destekleyeceğini Fatih Sultan Mehmed Han hazretlerine arz eder. Padişah da ona tuğ, alem ve sair meliklik nisanları gönderir. Bundan sonra adı geçen kalelerin Osmanlı Devleti tarafından feth edilmesine yardim eden Mengli Geray Han’ın vuku bulan harekâtı ve makbul hizmetleri dolayısıyla kendisine Padişah tarafından Nevâzisnâme-i Hümâyun [taltif etmek amacıyla verilen belge] gönderilmiştir.

Daha sonraları II. Bayezid hazretleri Akkerman ve Kili kalelerini feth ettiği zaman Mengli Geray Han’a da Padişahça hizmetlerinden ve o muharebelerdeki celâdetinden dolayı mükâfat olmak üzere Padişah tarafından beyaz kadifeli samur kalpak, altın islemeli üsküf ve çeşitli hediyeler ihsan edilmiştir. Ayrıca Turla [Dnyester] nehrinin sahillerinde Tatar askerinin feth ettiği Balta, Tombasar, Fosan ve sair kalelerin etrafındaki arazileri de Kırım Hanlığı’na vermiştir. 

Kalgaylik Rütbesinin ihdâsı

Adı geçen Mengli Geray Han düşman üzerine gaza ve sefere çıkacağı bir zaman “Kırım’a kimi kaymakam bırakırsınız?” sorusuna “Oğlum Muhammed Geray kalsın” diyecek yerde Tatar lisanıyla “Oğlum Muhammed Geray kalgay” demişti. Kendi seferden sağ salim dönünceye kadar hükûmet eden oğlunun, kendi dönüsünden sonra hükûmet lezzetinden bütün bütün uzak kalmasına gönlü razı olmadığından onu “Kalgay Sultan” ünvanını verdi ve gümrük gelirinden belli bir maaş bağladı. Kırım’ın kasabalarından Akmescit’i ona merkez olarak tahsis ettiği gibi, civardaki Karasu’yu ve çevresini de bağlayarak Muhammed Geray’i veliaht olarak tayin ettiği hususunda Padişah’dan da bir berat aldı. Bundan sonra Kalgaylık bir mansıp olup, her Kırım Hanı’nin bir Kalgay nasbetmesi âdet olmuştur. Mengli Geray vefat edip Muhammed Geray Kırım Hanı olunca kardeşi Bahadır Geray Sultan’ı Kalgay yapmıştır.

Saadet Geray Han’ın Hal Tercümesi

Bahsi geçen Muhammed Geray Han on sene kadar Kırım’da hüküm sürmüş ve vefatından [milâdî 1523] sonra kardeşi Saadet Geray Han Kırım Hanı olup dokuz sene kadar hanlık yaptıktan sonra, hanlıktan feragat ederek İstanbul’da ikâmet etmiştir.

Şehzade Yavuz Sultan Selim hazretleri Trabzon Valisi iken bazı sebeplerden dolayı Kefe kalesine gittiğinde, Mengli Geray Han’ın sarayında konaklamış ve Rumeli tarafına giderken de Mengli Geray Hanzade sözü edilen Saadet Geray’ı da yanına almıştı. Bu sebeple Saadet Geray hayli müddet hazar ve seferde Şehzade Selim’in yanında bulunduğundan, Yavuz Sultan Selim Osmanlı tahtına çıktıktan sonra kendisine maaş ve tayinât bağlanmış ve müreffeh bir hayat yasamıştı.

Hicrî 930 Muharrem’inde [milâdî 1523 Kasım-Aralık’ı] Muhammed Geray Han’ın vefatı haberi İstanbul’a gelince, Saadet Geray’a Kırım hanlığı tevcih edilip Osmanlı donanmasıyla Kırım’a gönderilmişti. Kırım’a vardığında, sürekli hanlık iddiasında bulunan Muhammed Geray’ın oğlu Gazi Geray Sultan’ı Kalgay nasbetti.

Ancak bir müddet sonra kardeşinin çocukları ona karsı kıyam ettiklerinden ve beş yıl kadar aralarında çatışmalar sürdüğünden, Saadet Geray tahttan feragat ederek hicrî 938 Sevval’inde [milâdî 1532 Mayıs’ı] İstanbul’a yerleşti. Ebu Eyyub-u Ensârî [Eyüp Sultan] civarında altı sene kadar ikâmet ettikten sonra vefat etti ve Hz. Halid civarında defnolundu

Sahip Geray’ın hanlığı

Mengli Geray Han’ın oğlu olan Sahip Geray, kardeşi Muhammed Geray’ın hanlığı zamanında, Kazan hanı içim Han çocuksuz ölünce yerine Cengizli sultanlarından birinin nasb edilmesi buranın ahalisi tarafından arz ve istida edildiğinde Kazan Hanı nasb edilmişti.

Beş sene kadar geliri olmayan bu mansıpta duran Sahip Geray, hac yapmak bahanesiyle Kazan hükûmetine kardeşi Mahmud Geray’ın oğlu Safa Geray’ı kaymakam bırakarak kendisi Anadolu’ya geçip İstanbul’a geldi. Kanunî Sultan Süleyman Han hazretleri tarafından ihtiyaçları için kendisine sâliyâne, tayinât ve zeamet verilip İstanbul’da refah içinde ikâmet etmekte idi. Bu sırada Saadet Geray Han’ın tahttan feragatinden sonra Beş ay kadar kendiliğinden idareyi eline alan İslâm Geray Sultan sonunda bu suç teşkil eden macerasından vazgeçtiğinde İstanbul’a bir ariza takdim etmiş ve 939 Rebiyülevvel’inde hanlık mensuru Sahip Geray’a verilmiştir. Sahip Geray’a bu münasebetle samur bir kalpak ile iki sorguç, mücevherli bir sadak, kıymetli taslarla bezenmiş bir at, kapaniçe tabir olunan samur kürk elbise ve murassa bir kılıç ihsan olundu ve Han tebcil edildi. Bundan başka, ulûfe ve vazifeleri Halife’nin kesesinden olmak üzere 60 nefer topçu, 300 nefer cebeci, 1000 nefer sekban, 40 nefer müteferrika, 30 nefer çavuş, 60 nefer serhlû denen tımar ve zeâmet erbâbı da maiyetine tayin olunarak Sahip Geray ile beraber Kırım’a gönderildi.

Kırım ülkesi Rusya eline geçinceye dek, Kırım hanlarına Osmanlı Devleti tarafından “sekban akçası” namıyla verilegelen meblağ, zikrolunan neferlerin ulûfeleri olarak, ilk defa Sultan Süleyman merhum tarafından verilmişti.

Sahip Geray Han bu vechile Kırım’a varıp tahta çıkınca, İslâm Geray Sultan’ı önce kalgay yapmış, sonra da idam ettirmiştir. Kalgaylığa da böylece Saadet Geray Han’ın oğlu Ahmed Geray Sultan’ı getirdi. Ancak ondan da emin olamayınca çok geçmeksizin Ahmed Geray’ı da katlederek Emin Geray Sultan’ı kalgay nasbetti.

Altı nehir yani Cem, Cayık, İtil (Volga), Kuban, Ten [Don] ve Özü [Dnyeper] nehirleri sahillerinde çadırlarda yaşayan Tatarları Kırım’a getirip onlara arazi vermek ve iskân etmek işbu Sahip Geray’ın eserlerindendir.

Sultan Süleyman Han hazretleri Osmanlı ordusuyla Bogdan ülkesine geldiklerinde Sahip Geray da Tatar askeriyle onun hizmetine girmiş, daha sonra Nemçe [Avusturya] seferlerinde oğlu Kalgay Emin Geray Sultan bu hizmette bulunmuştur.

Devlet Geray’ın ilk hanlığı ve Rusya’yı Haraca Bağlaması 

Devlet Geray Han, Mengli Geray Han’ın oğlu Mübarek Geray Sultan’ın oğlu olup, babası Mübarek Geray Sultan Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinde vefat etmiştir. Devlet Geray, amcaları Muhammed Geray ve Saadet Geray Hanlar tarafından yetiştirildi. SaadetGeray Han’ın hükümdarlığı sırasında kalgaylık rütbesine nail olmuşken, İslâm Geray vakasında Saadet Geray ile İstanbul’a gelerek, Sultan Süleyman’a intisâb etti. Bu münasebetle seferde ve hazerde şerefli hizmetlerde bulundu ve Padişah’ın iltifatına mazhar oldu. Bu durumdan rahatsız olan zamanın Kırım Hanı Sahip Geray Han onu Osmanlı sarayı civarından uzaklaştırmak için bahane aramaya başladı. Halbuki bu esnada bir takım olaylardan dolayı Sahip Geray Han Padişah’ın gözünden düşmeye başlamıştı. Yine bu sıralarda Kazan Hanı Safa Geray vefat edince Sahip Geray, Devlet Geray’ın Kazan Hanı nasb edilmesini Padişah’dan istedi. Bu bahane ile Devlet Geray’ı Osmanlı sarayından uzaklaştırmaya çalışıyordu. Ancak Padişah Sahip Geray’ı azlederek yerine Devlet Geray’ı Kırım Hanı nasb etti. Kırım’a giden Devlet Geray, Sahip Geray Han ve evlâdını katlederek Kırım tahtına oturdu.

Devlet Geray Han’ın ömrü savaş ve mücadeleyle geçmiştir. O gaza ve cihaddan hiç bir vakit geri durmamıştır. Hattâ Rusya devletinin başşehri olan Moskova’yı kırk gün muhasara ettikten sonra ele geçirmiş ve hazinelerinde mevcut olan hadsiz miktarda nakdi aldığı gibi, Tatarca “tiyis” denilen cizye bedelini her sene Han hazinesine yollamaları şartıyla sulh akd etmiş olduğu Kırım tarihlerinde kayıtlıdır. Şair tabiatlı bir insan olan Devlet Geray’ın söyle bir beyiti de vardır:

“Yakasin şad çâk iden her bir gülün
        Gülsen içre nâlesidir bülbülün.”
        Yirmi yıl hükümdarlık yaptıktan sonra hicrî 985 [milâdî 1577] yılında vefat eden
Devlet Geray Han’ın yerine oğlu Semin Mehmed Geray han nasb olunmuştur.

Nureddinlik Rütbesinin ihdâsı

II. Mehmed Geray babası Devlet Geray’ın yerine Kırım Hanı olunca oğlu Adil Geray’ı kalgay nasb etmişti. O sırada zuhur eden sark seferinde Adil Geray esir düşüp ardından düşman elinde vefat etti. Bunun üzerine Mehmed Geray Han, boşalan kalgaylık makamına oğlu Saadet Geray’ı nasb etmek istediyse de, yaşı daha büyük olan kardeşi Alp Geray Sultan bu makama talip oldu ve kalgay yapılması gerekti. II. Mehmed Geray Han oğlu Saadet Geray Sultan’ı teselli için onun yanında yetiştiği Nureddin Mirza’ya izafeten kendisine “Nureddin Sultan” ünvani verdi. Böylece yeni bir mansıp ortaya çıktı ve hanlara mahsus olan gelirden yeteri kadar bir irad buraya ayrıldı. Ayrıca Padişah tarafından da ona berat verilerek ikinci veliahd kabul olundu. Bundan sonra bu rütbeyi alanlara “Nureddin Sultan” denilmeye başlandı ve bunlar bu şekilde akrânından ayrıldılar. 

Hutbelerde Kırım Hanı’ndan Önce Padişah’ın isminin Okunması

İslâm Geray babası Devlet Geray Han’ın hanlığı zamanında rehinlik mansabıyla İstanbul’da tutuluyordu. Gerek Kanunî Sultan Süleyman Han hazretlerinin, gerekse II. Selim hazretlerinin saltanatları döneminde gözde olan İslâm Geray, III. Murad hazretlerinin döneminde gözden düşmüş ve Konya’da ikâmeti seçmişti.

II. Mehmet Geray Han yedi sene hanlık yaptıktan sonra bazı nedenlerle azledilince İslâm Geray Han, Konya’dan çağırılarak Kırım Hanı nasb edildi. Hicrî 997 [milâdî 1584] yılında Kırım’a varınca sâbik kalgay Alp Geray’ı makamında tutup, oğlu Mübarek Geray Sultan’a da Nureddinlik mansabini verdi. 

Lâkin çok geçmeksizin Mehmet Geray’ın oğlu Saadet Geray’ın Nogay emirlerinden Esenî Bey yardımıyla topladığı ve silâhlandırdığı Tatar askerleriyle Kırım’a giderek Bahçesaray’a hücum etmesi üzerine İslâm Geray mecburen Kefe kalesine sığındı.

Durum İstanbul’a bildirilince Kefe Beylerbeyi İslâm Geray’ın maiyyetine memur oldu. Endal denen yerde yapılan savaşta galebe İslâm Geray Han tarafında kaldı ve Saadet Geray firara mecbur kaldı. Bu olay, “Kildi İslâm’ı bi-avnillahi kavî Sultan-i Rum” mısrası ile tarih düşürülmüştür.

Bu suretle İslâm Geray Han tahtını ve idaresini güçlendirmişken Bucak havalisinde yaşayan Nogay kabilelerinin Bogdan reayâsının mal ve hayvanlarına zarar verdiklerinin Padişah tarafından duyulması üzerine, söz konusu malların geri alınması hususunda hattûi hümâyûn sâdir oldu. Bu durumda, gerekenin icrası için İslâm Geray Han Bucak tarafına gitti. Han görevini tamamladıktan sonra Kırım’a dönünce bütün Kırım vilâyetlerinde ve bağlı yerlerdeki cami ve mescitlerin minber ve mahfillerinde Padişah’ın adının Kırım Hanı’ndan önce zikredilmesini emretti. Böylece Kırım’da da Osmanlı Padişahlarının adlarının hutbelerde Okunması İslâm Geray Han’ın eseridir. Nihayet İslâm Geray Han üç
yılı aşkın bir süre hanlıktan sonra hicrî 996 [milâdî 1588] yılında vefat etti. Ömrünün çoğu İstanbul’da geçmiş, üç padişahın hüsn-ü nazarına mazhar olmuş, akilli ve istişareye önem veren bir kişiydi.

Hanağalığı Hizmetinin Ortaya Çıkması

Bu görev Bora Gazi Geray Hanin zamanında ihdas olunduğundan onun hal tercümesini aşağıda sunuyoruz:
        Bora Gazi Geray Han adi geçmiş olan Devlet Geray Han’ın oğludur. Büyük kardeşi II. Mehmed Geray (Semin Mehmed Geray) maiyyetiyle sark seferinde iken Acemlere esir düşerek Kahkaha kalesinde yedi yıl esir kalmıştır. Celâdet ve şecaâti Acem büyüklerince müşahade edildiğinden, bazı şartlar ve kayıtlar altında serbest bırakılması
kendisine teklif ve beyan edildi. O zaman bir rubaî okuyarak gönlünde yatanı ortaya koydu. Bu rubaî Sah Abbas’in kitapçısı Sâdikî’nin Tezkiret-üs Suarâ’sinda zikr edilir ki şöyledir:

“Nâbûd-i gam ve sâdi-i hirmân bûde
        Zenîgûne gozeste tâ ke dorân bûde
        Mâ tecrobe kerdîm ke der molk-i somâ
        Râhet heme der gal’e ve zendân bûde”

Yedi yıl mahbus kaldıktan sonra bin bir güçlükle hapsedildiği kaleden bir yolunu bulup kaçarak Erzurum valisinin yanına vardı. Orada bir müddet kaldıktan sonra ülkesine gidisi kardeşi İslâm Geray’ın vefatına tesadüf etti. Hicrî 996 [milâdî 1588] yılında uhdesine Kırım hanlığı buyuruldu. Kırım’a vardığında kardeşi Feth Geray’a kalgaylık ve diğer
kardeşi Adil Geray’ın oğlu Baht Geray Sultan’a nureddinlik tevcih ettiği gibi, emekdarlarindan Ahmet Aga’ya kethüda ve vekîl manâsına Basağalık ünvanini verdi. Zamanla bu hizmetle istihdam edilenlere “Hanağası” denilmiştir.

Hanağası Osmanlı Devleti’ndeki ihtisap nâziri muadili bir makam olup, narh ve bazı zabıta islerine nezaret ederdi.

Sultan III. Mehmed Han hazretleri Eğri’nin fethi için sefere çıktığında adi geçen Feth Geray Sultan Tatar askerleriyle birlikte Padişah’ın hizmetinde bulundu.

Bora Gazi Geray Han secî’ ve bahadır olmasının yanisira fen ilimlerinde bilgili ve üç dilde şiir ve nesir yazmaya muktedir, kalem ve kılıç sahibi muhterem bir hükümdardı. Padişah’ın hocası Sadeddin Efendi’ye manzum mektupları ve kazaskerlerden Ganizâde Nâdirî Efendi’ye münseâti ve nesir yazıları vardır. işbu aşağıdaki çok kıymetli gazel onun mucizeli kalemine aittir:

Gazel
“Râyete meylederiz kamet-i dilcû yerine
Tuga dil baglamisiz kâkül-i hosbû yerine
Teves-i tîr ü keman çikmadi dilden asla
Nâvek-i gamze-i diduz ile ebrû yerine
Süreriz tigimizin zevk ü safâsin her dem
Sim-tenlerle olan lezzet-i pehlû yerine
Gerden-i tûsen-i Zîbâda kotas-i dilbend
bağladı gönlümüzü zülf ile geysû yerine
Severiz esb-i hünermend-i sabâ reftâri
Bir perîsekl sanem bir gözü âhû yerine
Gönlümüz sâhid-i zîbâ-yi cihâda verdik
Dilber-i mahrûh-u ve yâr-i perirû yerine
Seferin cevri çok ümmid-i vefa ile veli
Olduk asüftesi bir sûh-i cefacû yerine
Olmusuz cân ile billah gazâya tesne
Kanini düsmen-i dînin içeriz su yerine”

aldığı mal ve ganimetlerle Gazikermen adında bir kale inşa etmiştir. ismini böylelikle de bıraktıktan sonra, hicrî 1016 Sâban’inda [milâdî 1607 Kasım/Aralık] yılında yakalanmış olduğu vebadan kurtulamayarak vefat etmiş ve Bahçesaray’da defn olunmuştur.

        Son Dönem Kırım Hanlarının Ahvâlinin icmâli 

Zikredilen Kırım Hanları hakkında yukarıda anlattığımız Kırım Hanları eski Cengizli hanların soyundan olup, Bunların her biri hanlık makâmını yüceltmiş ve ilhanlı soyunu süslemiş olan güzel kimselerdir. onların devri geçtikten sonra, ekseriya Kırım Hanı olanlar rahatlarına ve sefahata düştüklerinden ve bazen de Cengizli Sultanlarının yönetime
ehil olmayanları Kırım Hanı nasb olduklarından, Cengizli Hanlarının eski nâm ve şanları eksilmeye ve Tatar kavminin tabiatlarına uyuşukluk ve rehâvet hastalıkları girmekle Bunların eski şöhretleri azalmaya başlamıştır.

Bundan başka Tatar kavmi içine anlaşmazlıklar ve nifak girmiş, dış düşmanı yenmek söyle dursun, kendi memleketlerini idare ve muhafazaya iktidarları kalmamıştır. Rusyalılar bu halleri fırsat bilip, Kırım hanlarına taahhüt etmiş oldukları cizye bedelini vermekten imtina eder olduktan başka, itil nehri civarındaki Kazan ve Ejderhan’i gereği gibi emniyet altına almışlar ve sonunda Kırım’ı dahi tazyik etmeye başlamışlardır. Hattâ Rusya devleti önceleri gerekli muameleleri için Kırım hanlarına müracaat edegelmişken hicrî 1088 [milâdî 1679] yılında Kırım Hanı nasb olunmuş olan Murat Geray Han şuursuz ve sürekli sarhoş olduğundan dolayı Rusya elçisini uygunsuz bir şekilde tahkîr ettiğinden, bundan sonra Rusya elçileri Kırım’a gelmemişlerdir. Bunun yerine Rusya devleti işlerini Bender valileri aracılığıyla yürütmeye ve giderek İstanbul’a elçi göndermeye başlamıştır. Hicrî 1148 [milâdî 1736] yılında Rusya ordusu Kırım’a hücum edip Orkapısı’ndan yarımadaya girerek, ülkenin başşehri olan Bahçesaray’la diğer kasaba ve köyleri yakıp
gitmiştir.

Her ne kadar bu asırlar esnasında Rezmî bahadır Geray Han, II. İslâm Geray Han, Hacı Selim Geray Han ve II. Devlet Geray Han tahta çıkıp mümkün mertebe kayıpları telâfî etmişlerse de, onların vefatlarıyla yine eski haller ve karışıklıklar avdet edegelmişlerdir. Bu yiğit mizaçlı dört han son dönemlerin Cengizli Hanlarının yüceleridir.
Bunlar, Bora Gazi Geray Han ile hicrî 1185 [milâdî 1773] yılında Kırım Hanı olan Sahip Geray Han arasındaki yirmi sekiz kadar Kırım Hanınin içinde şöhretleri ile temayüz eden ve önde gelen hanlar olduklarından hal tercümeleri sunulmaktadır:

Rezmî Bahadır Geray Han’ın Hal Tercümesi

Sultan IV. Murad hazretlerinin zamanında Tatarlar içinde türlü karışıklıklar ve kavgalar olduğu, insanların öldürüldüğü ve namuslara tecavüz edildiği ve bu gibi nice fenalıkların yapıldığı bir sırada hicrî 1047 Muharrem’inde [milâdî 1637 Haziran’ında] Kırım Hanı nasbedildi. Rezmî bahadır Geray Han ismiyle müsemma* ve hareketleri Padişah’ın tabiatına uygun bir han olduğundan, Kırım’a geldiğinde eşkıyayı ezip yok etti ve düzeni sağladı. Daha sonra, Rusyali’nin o sıralarda Kırım hanlarına veregeldigi cizye bedelini göndermekte tereddüd etmesi üzerine derhal özel bir memur ile kesin ve şiddetli emirler yazıp yolladı. Böylece, Rusyalılar Han’ın şiddetli gazabından korkarak cizye bedelini bazı hediyelerin de ilâvesiyle göndermeye mecbur oldular. Ancak Rezmî bahadır Geray Han’ın ömrü kısa olup, dört buçuk yıl hanlık ettikten sonra hicrî 1050 [milâdî 1641] yılında vefat etti.

Bu han güzîde eserler bırakmış bir hükümdar ve güzel sözlü bir şair olup, şu gazel ona aittir:

Gazel
“Hattûi sersebzînin üstünde eder yer zülfün
Çemen üstünde biten sünbüle benzer zülfün
Ebrûi sîrâbsifat perde-fiken hursîde
Tfitâb-i rahne sâye salar ter-i zülfün
Bas kaldirdi yüze çıktı sipâh-i hattin
Fitne vehmiyle düşüp ra’seye titrer zülfün
Sakinir ol gül-ruhsâri esen yellerden
Sanma tahrîk-i sabâdan yüzün örter zülfün
Nice mümkin gire Rezmî-i gedânin eline
Genç hüsnün seni ejder gibi bekler zülfün”

II. İslâm Geray Han’ın Hal Tercümesi

Bahadır Geray’ın vefatından sonra çok geçmeksizin Rusya devleti cizye vermeyi reddetmisse de, hicrî 1054 [milâdî 1644] yılında Kırım Hanı nasb olunan II. İslâm Geray Han önce isyan etmiş olan bazı kabileleri bastirdiktan sonra nureddini olan Adil Geray Sultan’i cizye bedelini tahsil için Tatar askeriyle Rusya üzerine gönderdi. Adil Geray Sultan Rusyalıların o zaman başşehri olan Moskova şehrine kadar Rusya memleketini yağma ve tahrip etti. Bunun üzerine Rusyalılar sulh bedeli olarak altmış bin altın kıymetinde kürk ve çeşitli hediyeler eşya ile kırk bin altın nakit verdikleri gibi, her sene taahhüt ettikleri cizye bedelini göndermek şartıyla barış yaptılar. Bundan başka İslâm Geray Han ile Lehler arasında şiddetli bir muharebeler olduğu ve Bunların neticesinde Lehlerin yenilerek, Beş kıta top ve iki yüz bin altın ve seksen bin kuruşluk “riyal” verdikten sonra her sene cizye bedeli göndermek üzere sulh akd etmiş oldukları bazı Kırım tarihlerinde kayıtlıdır.

II. İslâm Geray Han tedbirli ve gayet bahadır ulu bir handı. Kâh bizzat kendisi giderek ve kâh kalgay sultani veya nureddin sultani yollayarak gazadan geri durmamış ve Kırım’ı çok çeşitli ganimetlerle doldurmuştur. İlk zamanlarında İstanbul’a gelerek Boğaziçi’ni mesken tutmuşken yer selefi IV. Mehmed Geray Han’ın kendisini çekememesine binaen Rodos adasına sürgün olunmuştu.
Sonradan bazı devlet büyüklerinin sefaatiyle Rodos’san İstanbul’a getirilip, çok geçmeden Kırım Hanı nasb olunmuş ve on sene kadar hanlık yaparak yukarıda anılan değerli hizmetlerde bulunmayı başarmıştır. II. İslâm Geray Han hicrî 1064 Sevval’inde [milâdî 1654 Ağustos/Eylül’ü] vefat etmiştir.

Hacı Selim Geray Han’ın Hal Tercümesi

Hacı Selim Geray Han Sultan IV. Mehmed, Sultan II. Süleyman, Sultan II. Ahmed, Sultan II. Mustafa ve Sultan III. Ahmed olmak üzere toplam Beş Padişah zamanında devlet hizmetinde bulunmuş, padişahların saygısını kazanmış, akilli ve bilgili bir ulu handır. Dört defa Kırım Hanı olmuş olup her defasında takdire lâyık hizmetlerde bulunmaya muvaffak olmuştur. Özellikle ikinci hanlığında Kırım’a hücum eden Rusya ordusuyla üç gün aralıksız muharebe ve mukatala etmiş, nihayetinde tam bir zafer kazanmıştır. Otuz kıta top ve binden ziyade esir aldıktan başka, Rusya askerini hudutlarına kadar takip ettikten sonra hicrî 1100 Sevval’inde [milâdî 1689 Temmuz/Ağustos’unda] Avusturya seferine memur olmuş ve bu seferde Üsküp civarında vuku bulan hayırlı gazavâti tarih sayfalarını süslemiştir. Hattâ bu hizmetleri Padişah nezdinde makbul olduğundan, ertesi yıl ilkbahar başlarına kadar Edirne tarafında istirahat etmesi için Edirne’ye davet edilmiştir. iste sair Sâbit Efendi’nin Hacı Selim Geray Han’ın eski gazavâtini anlattığı medhiyeler Edirne’de bulunduğu esnada kaleme alınmıştır.  Dördüncü defa Kırım Hanı iken hicrî 1116 yılı Saban’inda [milâdî 1704 Aralık’ında] tahtan feragat etmiştir. Kaptan ve kaymakam olan Küçük Osman Pasa Hacı Selim Geray Han’ın kölelerinden olup, bunun gibi bakmış olduğu nice köleleri bu şekilde yüce makamlarda istihdam olunmuştur. Kırım’da, İstanbul civarında ve diğer yerlerde olan eserleri ve hasenâtı da çoktur.

II. Devlet Geray Han’ın Hal Tercümesi ve Kırım’ın Son Zamanlardaki Durumu

II. Devlet Geray Han dostunu seven, düşmanını mahveden, şecaat ve celâdetle akranları arasında temayüz etmiş bir hükümdar olup, iki defa Kırım Hanı olmuştur.

İkinci hanlığı esnasında kendisine verilen görev üzerine kış mevsiminde Rusya diyarına saldırmış ve bir kaç palankalarını ele geçirerek, binlerce esir aldıktan sonra hicrî 1123 [milâdî 1711] senesi Prut nehri yakınlarında Deli Petro ile Baltacı Mehmed Paşa arasında vuku bulan savaşta çok kıymetli hizmetler görmüştür. Ondan sonra Kırım’ın durumu günden güne bozulmaya ve Tatar’ın savlet ve sebatları bütün bütün sona ermeye başlamış, düşman ise günden güne güçlenerek nihayet hicrî 1195 [milâdî 1781]* yılında Rusya Kırım’ı tamamiyle istilâ etmiştir.

Her ne kadar Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Kırım Rusya tarafından boşaltılmışsa da, söz konusu antlaşmanın şartları gereğince Kırım ve havalisi halkı yine manevî açıdan Rusyali’nin zorbaca tahakkümü altında kalmıştır. Bundan sonra ne şekil aldığı malûmdur.

Kırım Hanlığı’na bağlı kabul edilen Çerkezistan, Kafkas dağlarının önemli bir bölümü olduğundan, Kafkas dağlarının coğrafî durumundan aşağıda biraz bahsetmek münasip görülmüştür.

        Kafkasya’nın Bölümleri

“Kûh-i Kaf” da denilen Kafkas dağı Karadeniz kenarında vâki Anapa kalesinden başlayıp kuzeybatıdan güneydoğuya doğru uzanan Hazar Denizi sahilinde bulunan Bakü kalesinde son bulan büyük dağ silsilesinden ibarettir. Bir ucundan diğerine dek 290 saatlik mesafe olup, doğru bir hat üzerinde hesap olunursa 212 saatlik bir mesafe eder.

Bu havalide yaşayan muhtelif milletlerden Çerkez, Lezgi ve Gürcüler gibi bazıları bu dağların asil yerlileridir. Eski Yunan cumhuriyetlerinden itibaren müelliflerin verdiği bilgiler bu yöndedir. Kafkasya’da yasayan halklardan bazıları ise Hazret-i Muhammed’in hicretinden iki-üç yüzyıl önce büyük Tataristan’dan güneye ve batıya hücum eden indî, Got, Hun, Alan, Hazar, Çeçen, Kumuk ve Avar milletlerinin bakiyyeleridir. diğer taraftan, kuzey ve batıya hareket eden Selçukluların dönemlerinde sinir muhafazası için iskân ettirilmiş olan Türk taifeleri de vardır.

Kafkas dağı iki bölüm olup, doğu* bölümü Çerkezistan’dir. Ortasında olan en yüksek yerlere Elbruz dağı denilir ki Dağıstan ile Çerkezistan arasıdır. Kafkas dağının kuzey tarafında Çerkes cinsinden ve Kafkasya’nın en eski ve asil yerlisi olan Kabartay ahalisi ve güney tarafında Gürcü taifeleri vardır. Bütün Kafkasya dört kıtaya ayrılır ki bunlar, Çerkezistan, Kabartay, Dağıstan ve Gürcistan’dır.

Çerkezistan kıtası batıda Karadeniz sahili ile sinirli olup güney tarafı Gürcistan’a bitişiktir. Kuzey tarafı Kuban nehri ile sinirli olup, doğu tarafı Kafkas dağının en yüksek tepesi olan Elbruz dağına yani Dağıstan’ın bati sınırına uzanır. Bu kıtanın tahminen yüz bin haneyi geçen ahalisi, Şapsıg, Batra, Çekib, Ubih, Beslini, Nakogay ve Sebilde adlı sancaklarda ikamet eden muhtelif kabilelerden ibaret olup baslıca iki taifeye ayrılır. Birisi Çerkez taifesidir ki ekserisi bu kıtanın güney tarafında yani Gürcistan tarafında sâkin olup Kuban boyuna yayılmışlardır. Diğeri de Abaza taifesidir ki bunlardan ekserisi güney tarafta yani Gürcistan tarafında sâkindirler.

Bu kavimlerin çoğunluğu din ve devlet nedir bilmezlerdi. Sultan I. Abdülhamid’in
zamanında, Ferah Ali Pasa Çerkezistan Valisi iken İslâm dini oralarda gereği gibi
yayılmıştır.

Kafkas dağının ikinci bölümü olan Kabartay -ki Kabarti ve Kabarte seklinde de yazılır- kıtasıdır. Bu kıta Karadeniz’e ulasan Kuban nehriyle, Hazar Denizi’ne dökülen Terek nehrinin kaynakları arasında Kafkas dağının kuzey tarafında Dağıstan ile Çerkezistan arasındaki az-çok kare seklindeki alanı kapsar ve Çerkeslerin bir büyük ve güzîde kabilesi olan Kabartaylarla Nogay, Karabulak, Os ve Tegalur adli kavimlerden ibarettir. 70.000 haneye ulasan ahalinin çoğunluğu Sünnîdir ve büyük ve küçük Kabartay olmak üzere iki kısma ayrılır. Osmanlı Devleti Küçük Kaynarca antlaşmasıyla bu kıtadan feragat etmişse de, din ve mezhep birliği hasebiyle manevî bağları kopmamıştır. Bu memlekette Kazbek adi verilen, yüksek dağın yakınlarından Kafkas dağının beri tarafına geçilmesi çetindir. Derbentlerden oluşan bir yol vardır ki, Rusyalıların kuzeyden Gürcistan’a güzergâhları yalnız bu yoldur. Ancak bir taraftan Çerkes ve diğer taraftan Çeçen halkının hücumundan korktuklarından, buradan geçecek olduklarında daima bir takım süvari Kazak askerlerini beraberlerine almaya mecbur kalırlar. “Kazbek” sözü “Gazi Beg”in bozulmuş halidir ki Çerkesler Gazbek ve Gazbek de derler.

Kafkas dağının üçüncü kıtası Dağıstan memleketidir ki Kafkas dağının Hazar tarafındaki parçası olup, “Dak” kavminin bazı aşiretlerinin ismine izafeten Dağıstan adini almıştır. Bu kıtanın her kösesinde birbirinden farklı kavimler yasar ve her tarafında çok farklı diller konuşulur. Bu yüzden Araplar bu kıtaya “Lisanlar dağı” (Cebel-i Elsine) adini vermişlerdi. Bu kıta üç kısma ayrılır ki bunlar Orta Dağıstan, Kuzey Dağıstan ve Güney Dağıstan’dır.

Orta Dağıstan denilen bölge bağımsız ve serbest yasayan muhtelif milletlerin yurdu olup, Avar, Andalal, Kuysubuy, Onkiratal, Ankirat, Bakulal, Çamalal, Sinide, Sonda, Salatav, Andi, Künbed, Subut, Çeçen ve Galas adi verilen büyük ve küçük sancaklardan ibaret olarak ahalisi takriben yüz bin haneye ulaşır. Cümlesi Sünnî Müslüman olup etrafında bazı ufak putperest taifeler de vardır.

Kuzey Dağıstan, Hazar Denizi sahili ile Kafkas dağının eteklerindeki bölge olup Kuba, Tabasaran, Derbent, Gazi Kumuk, Haydak, Akusa, Tarhu, Küre ve indirey, Yahsay adli sancaklardan ibarettir. halkı Lezgi ve Türklerden müteşekkildir ve cümlesi Sünnî Müslümandır. Takriben yüz bin haneye bâliğ olular. Hazar Denizi sahilindeki ovalarda tarım ve hayvancılıkla geçinirler. Derbend kalesi, Bâb-ül Ebvâb, Bâb-ül Hadîd ve Temirkapı denen kaledir. Bu bölgedeki Buynak memleketi hâkimine Samhal adi verilir.

Güney Dağıstan, Kafkas dağının güney eteklerinde olup Çar, Bilekan, ilusu, Seki, Eres, Kabala, Sirvân, Bakü ve Salyan adli sancaklardan ibaret olup, ahalisinin toplamı yetmiş bin haneye bâliğ olur. Bu sancaklardan Salyan ve Bakü şehirlerinde on bin hane kadar Şiî, Şirvân ve Seki taraflarında on bin hane kadar Ermeni mevcuttur. Geri kalan elli bin hane Türk ve Lezgi kavimlerinden ibaret olup, tamamı Sünnî’dir. Bakü ve Selyan şehirleri Hazar Denizi’nin sahilinde olduğundan, Acemistan ve Dağıstan arasındaki ticaretin merkezi konumunda olmuşlardır. Bu sebepten, buralarda Acemler yerleşmişlerse de, Dağıstan’ın asil yerlilerinin manevî nüfuzları altında mahkûm olagelmişlerdir.

Kafkas dağının dördüncü kıtası olan Gürcistan memleketi, Kafkas dağının güney tarafında olup doğuda Dağıstan’ın güneybatı siniri olan, Kanak nehriyle ve güneyden Borçali denilen Müslüman Kazak aşiretleri, Gümrü, Ahıska sancakları, Acara dağı ile batıdan Karadeniz sahilleri ve kuzeyden Kafkas dağının Çerkes memleketine bitişen yüksek tepeleri ile sinirlidir. Ahalisi Gürcü, Os, Esvan ve Ermeni taifelerinden müteşekkil olup, son zamanlarda Rus ve Almanlar da buralara yerleşmiştir. Bütün bu milletlerin nüfusu yüz bin haneye ulaşır. Bunlardan sekiz bin hane kadarı putperest olan Os ve Esvan taifesidir. Bunlar sarp dağlarda yaşayıp Dağıstan ve Çerkezistan arasında sıkıştıklarından bir hükûmete bağlı değildirler. Gürcistan’da on dört bin hane kadar Sünnî Müslüman haricinde geri kalan ahalinin seksen altı bin hanesi Hıristiyan dinindedir. Gürcistan ile Dağıstan’ın güney tarafı Ermenistan olup iki kısma ayrılır. Bir kısmı Erzurum ile Van tarafları olup Osmanlı Devleti’ne bağlıdır. diğer kısmı ise Gence, Karabağ, Hoy ve Revân sancaklarıdır ki İranlıların yönetimindedir. Ancak Acemler arasındaki karışıklar arasında, her biri bağımsız birer hanlık olmuş ve hicrî 1190 [milâdî 1776] yılında Osmanlı tarafına meyletmeye mecbur olmuşlardı.

İşte Gürcistan iki bölgeye ayrılır ki birisi asil Gürcistan denilen, Tiflis hanlığıdır ve hükûmet merkezi Tiflis’dir. Bu bölge çoğunlukla İran’a bağlı idiyse de hicrî 1190 [milâdî 1776] yılında Tiflis Hani olan ıraklı Han Osmanlı Devleti’ne bağlanmayı ve onun himayesine girmeyi kabul etmişti. Ancak, Rusyalılar Kabartay taraflarına yerleşerek, tarif olunan yollarla buraları ifsâda başladılar. Bunun üzerine, ıraklı Han Rusyalı’nın hile ve desiselerine aldanarak necat ve selâmeti Osmanlı Devleti himayesini terk edip Rusya himayesine girdi.

Gürcistan’ın diğer bölgesi Açikbas, Megrel ve Gürel dadyanliklari yani beylikleri olup Karadeniz sahillerine kadar uzanır. Kutais, Bagdatçik ve Özürget şehirleri bu kıtayı oluşturur. Bu bölge öteden beri Osmanlı Devleti’nin parçası sayılmıştır.

Velhasıl Kafkas ahalisinin çoğu Müslüman olup, kuzeyden ve güneyden hücum eden Acem ve Rusyali’nin bazen tesirinde kalmışlarsa da, genellikle Osmanlı Devleti’nin himayesine mazhar ve Osmanlı hilâfetine bağlı olmaları hasebiyle Osmanlı Devleti’ne eğilimli olagelmişlerdir.

        Kafkas Diyarının bazı geçmiş Olayları

Hz. Ömer’in hilâfeti döneminde hicrî 22 [milâdî 644] yılında Araplar İran ülkesini feth ettikleri esnada İslâm Ordusu kumandanı olan Surâka bin Amr Azerbaycan’ı feth eylediği zaman Bekr bin Abdullah ile Abdurrahman bin Rebia’yi Albanya’nın fethine memur etmişti. (O zaman Dağıstan tarafına Albanya denmekteydi.) Bekr bin Amr ve Abdurrahman’i öncü olarak yollayıp, kendisi de arkadan Albanya bölgesine hareket etti.

Şirvân’a yaklaştıklarında, Fars melikleri neslinden olan Şirvân hakimi Şehriyâr gelip Kafkas dağının kuzeyindeki Alan ve Hazar adli Türk taifelerinin bu taraflara hücumlarını önlemek şartıyla aman dilediğini Surâka’ya arz etti. Surâka da bu isteği makul görerek Hz. Ömer’e bildirdi. Hz. Ömer’in buna cevaz vermesi üzerine, bu şartla Şehriyâr’a aman verildi.

Surâka’nin vefatında yerine Abdurrahman bin Rebia tayin olundu. Abdurrahman bin Rebia Dağıstan’ın bir çok yerini fethederek halka İslâm’ı telkîn etmiş, Ayrıca Gürcistan hükümdarlarından cizye alarak barış yapmıştır.

Dağıstan tarafında bu yeni fetihler yayıldı. Derbend’in mübarek bir yer olduğuna dair bazı hadisler rivayet olunduktan başka oranın zabtı güney memleketlerinin emniyet ve asâyişi için gerekeceğinden ashâb-i kirâm hazretleri gaza için akın akın o tarafa gidiyorlardı.

Kâtip Çelebi’nin Cihannümâ’da yazdığına üzere, Emevîler döneminde Mesleme bin Abdülmelik o diyarlara gaza etmiş ve halkı İslâm’a girmiştir. Daha sonra Derbend’i alıp, kuzeye doğru bir hayli yerleri feth eyledi. Hattâ Behram Çûyîn neslinden Muhammed bin Yezid Şirvân ve Temirkapi valisi iken bir aylık mesafedeki bir alana hükmederdi. Fakat hicretin 118. senesinde [milâdî 796] Hazar taifesi Derbend’i alıp ehl-i İslâm’ı bozdu. Bu savaşta 140.000 kadar Müslüman şehit olup, İslâm’da misli görülmemiş bir vaka zuhur etti.

Hazar “Huzâr”in hafifletilmiş bir sekli olup büyük bir Türk kabilesinin adidir. Uzun müddet sahillerinde yasayan bir kabilenin adına mensubiyetle anılan bu denize, Kaspi Denizi, Bulgar Denizi, Dilem Denizi ve nihayet sözü edilen Hazar kavmine nisbetle “Hazar Denizi” denmiştir. Ancak en yaygın olan Hazar Denizi’dir. Ancak bu taraflarda galat olarak
gırtlaktan gelen “H” ile “Hazar” denmektedir.

İşte bu Hazar taifesi büyük bir kavim olarak iki yüz seneyi aşkın bir süre Araplarla savaşmışlar ise de nihayet Araplar galip ve muzaffer olmuşlardır. Söyle ki: Hicret’in 200. senesi [milâdî 815-816] Kureys kabilesinden ve Hz. Hamza soyundan Şeyh Ebu ishak ve Abbas bin Abdülmuttalib neslinden Şeyh Muhammed kendi çocuklarından ve akrabalarından iki bin kişilik bir orduyla Harameyn-i Serifeyn’den çıkıp, bir müddet Şam ve Mısır taraflarında dolaştıktan sonra o hengâmede dâr-ül harb olan Çerkes diyarına girmişlerdir. Bir çok muharebelerden sonra Çerkeslerin beyleri olan Emir Azal’i katlederek mülklerini ele geçirip, ailesini ve çocuklarını da esir etmişlerdir. Daha sonra Dağıstan’daki Kaytak memleketinin emiri olan Gazanfer’i öldürerek ahalisine İslâm’ı kabul ettirmişlerdi. İşte bu gaziler Kumuk diyarını da zabt ederek, Dağıstan’ın güney ve kuzeyinde olan Hazar taifesinin çoğu köy ve kasabalarını ayaklari altina almışlardı. onların halefleri ise Kırım’ı da feth etmişler ve kısacası Dağıstan’dan Kırım’a kadar olan ülkelerin ahalisini ya barışla ya da zorla İslâm dinine davet etmişlerdir. Bu cihetle Kabartay ve Besni gibi pek çok Çerkes kabileleri de bu sıralarda İslâm olmuşlardır.

Araplar 420 yıl kadar Kafkas memleketinde hükmetmişlerdir. Abbasî halifeleri devrinde bu bölgeyi Azerbaycan ve Ermenistan valileri yönetmişlerdir. Daha sonraları hicrî 454’de [milâdî 1062] Selçuklu sülâlesinden olup pek çok fütuhât ile rütbe ve mevkiini yükselten Meliksah  babasının ve atalarının izinden giderek zabt ettiği yerlerde isyan ve ihtilâlden emin olmak için gerek Anadolu topraklarında, gerekse Gürcistan hududundan başlayarak Hazar Denizi kıyılarına kadar Albanya yani Dağıstan ülkesinde bir çok Türk taifelerini iskân ettirmişti.

İki yüz seneden fazla Anadolu, Sam ve İran taraflarında böylece hükûmet etmiş olan bu Selçuklu hânedânını ezip perişan eden Moğolların yani Tatarların zuhurundan yaklaşık yüz sene önce Menuçehr Sah ortaya çıkmıştı. Menuçehr Sah Güney Dağıstan’daki Şirvân ülkesinin başşehri olan Semahi şehrini hükûmet merkezi yapmış, bayrak kaldırarak bağımsızlığını ilân etmiş ve büyük Tatar hükümdarlarını taklîden “hakan-i kebîr” ünvaniyla şöhret bulmuştu. Ondan sonra Selçukluların bir şubesi olup “Sirvânsahlar” diye tanınan Şirvân sultanları ortaya çıkarak, Ermenistan’ın bazı yerlerini de Güney Dağıstan’a katarak hükûmet etmişlerdir. O zamanlar Şirvân tabirine Dağıstan’ın kuzeydoğusu ve güneyi dahildi ki Orta Dağıstan ve kuzeybatısındaki memleketler Avar ve Çeçen taifelerinin meskenleriydi. Aslında bunlar Sirvânsahlara itaat etmezlerdi. Ancak İslâmiyet dolayısıyla daima muharebelerde beraber bulunurlardı. O vakit Gürcistan hükümdarları da bazen Sirvânsahlara, bazen de Konya Sultanlarına tâbi gibi geçinirlerdi.

Moğol ve Tatarların güney ve kuzeyden Türkler üzerine hücumları esnasında ve sonra Türkmenlerin Azerbaycan ve Ermenistan’da bağımsızlık bayraklarını kaldırdıkları sırada, gerek Sirvânsahlar ve gerekse Gürcistan hükümdarları bunlarla kâh savaşırlar, kâh Konya sultanları gibi bazı hediyeler göndererek barış içinde geçinirlerdi. Hattâ hicrî 800 [milâdî 1397-1398] yılında Şirvân Sultani olan Şeyh İbrahim bin Sultan Muhammed bir çok savaşta Timur ile beraber bulunmuştur. Bu şekilde Şirvânşahlar dört yüz yıl kadar hükûmet ettikten sonra hicrî 942 [milâdî 1535-1536] senesinde Sahrûh bin Ferruh bin Şeyh Sah erişkin yasta değilken Şirvânşahlar tahtına çıktı. O sırada, Akkoyunlu Türkmenlerinin şeyhi iken, Azerbaycan’daki Erdebil şehrinde Şia mezhebini yaymış, kendisi ve müridleri on iki imamın kolu olduklarını bildirip anlatmak için baslarına on iki şeritli kırmızı saldan yapılmış derviş tacı giydiklerinden Kızılbaş olarak anılan Şeyh Haydar-i Safevî’nin soyundan Birinci Sah Tahmasb Şirvân tahtının böyle küçük bir çocuk elinde kalmasini fırsat bilerek bu ülkeye asker sevk etti. Dağıstan ahalisi ile hayli vakit muharebe ettikten sonra nihayet gâlip gelerek Sahrûh’u ve Şirvân ileri gelenlerini katl ve idam ile büyük hazineler ele geçirmiş ve Şirvân sultanları da böylece ortadan kalkmıştı.

Her ne kadar Sirvânsahlar neslinden bazıları Kuzey ve Orta Dağıstan’da bağımsız olarak hüküm sürmekte olan Kaytak, Alan, Avar ve Kumuk Hanlarının yardımıyla bir müddet muharebe etmişler ise de, bir fayda elde edemeyerek kırk bir sene kadar Güney Dağıstan Kızılbaşların hakimiyeti altında kalmıştır.

Tatarların hücumları esnasında Kuzey Dağıstan da ezilmiş ise de sonunda ahalisi istiklâllerini geri almışlardır. Söyle ki, Cengiz Han Dest-i Kıpçak’ı, Moskof vilâyetini ve sonra da bütün İran memleketlerini zabt ettiğinde, Dest-i Kıpçak ve Moskof’un nizami Temirkapi’nin ele geçirilmesine bağlı olduğundan Cengiz Han orasının zabtına giriştiğinde Temirkapi ahalisi karsı koymuşlar ve ayaklanmışlardı. Bununla birlikte Cengiz Han büyük oğlu Çağatay’ı çok sayıda Tatar askeri ile oraya göndermiş ve ahalisini bir hayli katliama maruz bıraktıktan sonra yerlerine bir çok Tatarlar iskân etmiş, Çağatay’ı da üzerlerine han nasb ve tayin eylemişti. Yüz sene sonra ortaya çıkan Timur Temirkapi derbendini zabt ettiğinde kendisine dost ve bağlı geçinen Toktamis Han’a teslim etti. Bir zaman sonra Toktamis Timur’a isyan etti. Bunun üzerine Tebriz ve Şirvân taraflarında seferde olan  Timur, bir kaç defa Temirkapi üzerine Tatar askerlerini sevketmis, ancak bozguna uğramıştı. Timur Şirvân ve Tebriz gailesini halletmesini müteakip, Gürcistan hükümdarlarıyla da muharebe ederek muzaffer olduktan sonra gelip Toktamış’ı ele geçirdi.

Onu tahttan indirerek yerine güvendiği birini han nasbetti. Ayrıca Tebriz, Gilân ve bazı İran memleketlerinin idaresini de oğlu Mirza Miransah’a verip Temirkapi taraflarını da ona kattı.

Miranşah’ın halefleri bir müddet bu havalide hükûmet ettikten sonra, yukarıda yazmış olduğumuz üzere Akkoyunluların meydana çıkarak Dağıstan taraflarını da istilâ etmeleriyle Timur soyunun buralarda hükûmetleri ortadan kalktı. Böylece, Kuzey Dağıstan ahalisi istiklâllerini kazanmış oldu. Bunlar kendilerine Cengiz soyundan bir han nasb ederek ona “Samhal” adını verdiler.

Sultan III. Murad zamanında Acem üzerine sefer ilân olunup da, Sadrazam olan Mustafa Pasa ordu-yu hümâyûn ile İran üzerine hareket edince maiyetinde bulunan Özdemir Osman Paşa’yı da bir miktar asker ile Dağıstan tarafına göndermiştir. Osman Paşa da Semahi ve Bakü taraflarını zabt edip, Sirvânsahlar hanedanından Sultan Burhan’i
Sirvânsah nasbetti. Fakat Sultan Burhan’in nüfuz ve istiklâli olmayıp, Osmanlı Devleti’ne dayanmakta ve ona tâbi bulunmaktaydı. Osman Pasa kuzey taraflarında da nüfuz kazanmış ve Samhal’in kızıyla evlenince de Derbend’i yine Samhal’a bırakmıştı. Osman Pasa’nin o havalideki nüfuzunu çekemeyen Lezgilerle savaş vuku buldu ve nihayet hutbeyi Osmanlı padişahları adına okumaları, Acem seferi zuhurunda Kırım tarafından gelecek otuz bin kadar Tatar askerini memleketlerinden geçirerek Osman Pasa tarafına yollamaları, kendileri de zahire ve silâhları Osmanlı Devleti’nce verilmek üzere bu Osmanlı askerlerine yardim, refâkat ve maiyyet etmeleri, eski âdetlerine göre nasb edecekleri samhallarina hiç kimse müdahale etmemesi, ancak Padişah’ın muradı olursa kendisine tuğ, alem, kılıç ve kaftan gönderilmesi ve Osmanlı ülkesine gelip giden tâcirlerinden gümrük, bac ve diğer rüsûmât alınmaması şartıyla Osman Pasa ile Samhal arasında bir anlaşma yapıldı ve barış tesis edildi. O vakit bu şartlara her iki taraf da uymuşlar, hattâ Adil Geray Han otuz bin Tatar askeri ile Samhal memleketinden geçmiş ve refâkatinde Dağıstanlılar da olduğu halde Osman Pasa tarafına gelmişlerdi.

Daha sonra adı geçen Sultan Burhan’in vefatı üzerine yerine oğlu Ebubekir geçti Bu sırada Anadolu tarafında Celâlîler ortaya çıkıp Osmanlı Devleti bu gaile ile meşgul bulunduğu bir dönemde, İran Şahı olan Şah Abbas bunu fırsat bilerek Dağıstanlıları aldatarak yoldan çıkardı. Bundan dolayı, Osmanlı askerleri o havaliden beri tarafa çekilmeye mecbur olmuşlardır. Ondan sonra, Sah Abbas Dağıstan Samhali ahalisini celb için her sene hanlarına ve beylerine kıymetli elbiseler ve hediyeler gönderdi. Bu suretle, Acemler Dağıstan’ı benimseyip kendi ülkelerinden addeder oldular. Dağıstanlılar ise onların bu hediyelerine surre ve bir nevi vergi nazarıyla bakıp, bir engelden dolayı bunun gönderilemediği vakitlerde İran topraklarını yağmalarlardı. Hattâ, Afganlıların ortaya çıkışıyla Acemler sarsıntıya uğrayınca Dağıstanlılar kuzeyden gelerek Şirvân ve Revân eyaletlerine hücum ile “Biz bu sene surremizi almadık” diye bir çok Rusya tüccarının mallarını yağmalamışlardı.

Acem’in bu ihtilâli esnasında Rusyalılar da Temirkapi taraflarına saldırmış ve daha sonra Tahmasb Şah’la yaptıkları anlaşma ile Derbend, Bakü, Gilân eyaleti, Mazanderân ve Esterâbâd Rusyali’ya verilmiştir. Rusyali’nin bu taraflara yerleşmeleri Osmanlı Devleti için zararlı olduğundan dolayı (ilâc-i vâkia pîs ez vuku bâyed gerd) deyimince Sultan Ahmed devrinde Gürcistan memleketinin başşehri olan Tiflis kalesi Osmanlı Devleti tarafından  zabtına girişilmiş ve Şirvân ülkesinin idare merkezi olan Semahi şehrine de Osmanlı Devleti tarafından hâkim nasb olunup, o havali ahalisine bir düzen verilmiştir. Bu cihetle, Karadeniz sahillerinin keşfine mahsus memur ve mühendisler gönderilerek bazı kıyılarda kaleler inşası münasip görülüp, özellikle Fas kalesi inşa edilmiş ve oradan Tiflis’e yol açılmıştır. Böylece, donanma ile Fas’a giden mühimmâtın Tiflis ve Dağıstan’a yollanması kolaylanmıştır. Lâkin, daha sonraları Nadir Sah zuhûr ederek gerek Osmanlı Devleti ve gerekse Rusya tarafından zabt olunmuş yerleri geri aldı. Fakat Dağıstan halkı Kafkas ahalisinin en cesur ve kahramanları olduğundan Nadir Sah da buralarda istediği gibi hüküm süremeyip bu taraflarda pek fena bir hezimet görmüştü.

Nadir Şah’dan sonra Acem’in ihtilâli iki kat artınca bu tarafın halkı bittabî Osmanlı Devleti’ne iltica etmiştir. Sultan I. Mahmud devrinde Dağıstan’ın zabtı düşünülmüş ve bu tasavvurlar Sultan I. Abdülhamid’e kadar zihinlerde dolaşmıştı. Er-geç Kafkas kavimlerini kendi tarafına çekerek Rusya’ya karsı bir kuvvet tedariki konuşulmuş ise de, vakit ve hal buna müsait olmamıştır.

 


* Osmanlıcadan günümüz Türkçesine aktardığımız bu risâlenin asli ünlü Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Ahmed Cevdet Pasa tarafından Kırım ve Kafkas Tarihçesi baslığıyla kaleme alınmıştır (ikinci baskısı: İstanbul 1307). Ahmed Cevdet Pasa bu risâlesini esas olarak Halim Geray Sultan’in Gülbün-ü Hânân adli tanınmış eserine dayanarak yazmıştır. Burada sunulan risâle metninin sadeleştirilmesinde aslına sâdık kalınmış ve her hangi bir kısaltmaya gidilmemiştir. Metinde geçen ülke, bölge, şehir ve sair yer isimleri, bugün farklı olarak adlandırılsalar dahi eserin otantikliğini bozmamak gayesiyle söz konusu terimler aynen muhafaza edilmiştir (Hazırlayanın notu).

** Hacı Geray Han Kırım Hanlığı’nın asil kurucusu sayılmaktadır. 1438-1466 yılları arasında hüküm sürmüştür (Hazırlayanın notu).
  Saadet Geray Sultan I. Selim’in kayınbiraderi idi.

* “Rezmî” sıfatı, savaşla ilgili manâsına gelir (Hazırlayanın notu).  Bu medhiye, Sahnâme yolunda bir gaza destanı olup, birinci defa olmak üzere âcizleri tarafından tab olunmuştur.
* Bu tarihler hicrî 1185 ve milâdî 1771 olmalıdır (Hazırlayanın notu).
* Batı olmalı (Hazırlayanın notu). Bu padişahın hal tercümesi Takvîm-i Ebuzziya’da neşrolunmuştur.

TAVSİYELER

KONYA KIRIM DERNEĞİMİZDE İLYAS ER KIRIM’DAN KONYA’YA GÖÇ KİTABINI İMZALADI

GENÇ TARİHÇİ İLYAS ER KONYA’DAN KIRIM’A GÖÇ ESERİNİ ANLATI VE İMZALADI Kırım Türkleri Kültür ve …