Anton P. Çehov’un kendisi için milliyet özel bir ilgi konusu olmamıştır. Elbette ki bu Çehov’un sanatın çok milliyetli karakterini ve özellikle milli muhtevayı inkar ettiği manasına gelmez. Ancak Çehov o kadar tabii, çeşitli ülkelerden milyonlarca okuyucu için o kadar anlaşılır bir şekilde milli ve umum insanlığa ait olan değerleri birleştirmeyi başarmıştır ki, adeta ikincisi birincinin içinde erimiş gibi görünmektedir.
“Avrupa yaşantısından değil, umumun hayatından üretmek önem arzeder” diye yazıyordu Çehov Odesalı edebiyatçı M. Polinovskiy’e. Eserlerinde de, yaşantısında da yazar her şeyden önce insanın milli mensubiyetinden bağımsız olarak şahsiyeti ve şuuru ile ilgilenmiştir.
Malum sebeplerden dolayı Çehov’un Kırım’ın aslî yerli halkı yani Kırım Tatarları ile olan karşılıklı münasebetleri hakkında pek az yazılmıştır.
26 Ekim 1898’de yazar Yalta yakınlarındaki Tatar köyü Yukarı Avutka’dan toprak satın almak üzere tapu işlemlerini yaptı. Evini inşa eden müteahhit Babakay Osipoviç Kalfa idi ki diğer Kırım Tatar işçilerle beraber yazarın evini inşa etmiş ve sonraları bir çok defalar Çehov’un diğer taleplerini de yerine getirmişti.
Çehov’un en güvendiği uşağı da Tatar Mustafa idi. Çehov bu Mustafa ile beraber yeni evini kurdu ve harikulade bahçesini düzenledi. Bir çok hatıra yazarları Mustafa ile ilgili meraklı bir olayı kaydederler. Bir gün Çehov Moskova’dan döner ve gemiyle Akyar’dan Yalta’ya gelir. Mustafa diğer karşılayıcılardan önce çıkarak yazarın eşyalarını bulur ve aşağı indirmek ister. Tam o sırada ansızın onun yolcu iniş düzenini bozmasına öfkelenen kaptan yardımcısı Mustafa’nın üzerine koşar ve yüzüne vurur. Bu olayı gören Çehov’un beti benzi atar ve kaptan yardımcısının yanına giderek yavaşça, değişik bir ifadeyle, “Ayıp değil mi?” der. Telaşa düşen denizci güverteden kaybolur.
Yalta’da ki Çehov’un halen müze olan evinde üzerine şöyle yazılmış olan bir fotoğraf vardır: “Server Nuri’ye, 1 Ocak 1903, İyi hatırlanmak dileğiyle.” Zengin bir Tatarın oğlu olan Server Nuri Çehov’a kımız getiriyordu. Çehov onu ve babası Mustafa Nuri’yi Yalta’ya ilk geldiği yıl olan 1889’dan beri tanımaktaydı. Çehov’un çağdaşı olan Y.M. ŞavrovaYust, Dereköy’ü ziyaretlerini şöyle hatırlamaktaydı:
“Tatar köyünün labirenti andıran eğri büğrü aralıklarında Nuri’nin evini bulduğumuzda hava hemen hemen kararmıştı. Nuri bizi evin girişinde bekliyordu. Bizleri eğilerek selamladı ve Şark adetince elinin içini alnına koyup temenna ederek, içeri buyur etti. Nuri, kulpsuz küçük alaca fincanlarda Türk usulü pişirilmiş telveli kahve ile çok tatlı bir şerbetle bizi ağırladı.
Anton Pavloviç ( Çehov) Nuri’nin yanında en itibarlı köşeye oturmuş, kahvesini içiyor ve bu varlıklı Tatar’ın hayatını ve ilgisini oluşturan herşeye dair onunla sohbet ediyordu. O kadar dikkatlice konuşuyor ve herşey hakkında o kadar etraflıca soruyordu ki, sanki Nuri’nin ilk arkadaşıydı ve onun işlerini mükemmelen anlıyordu. Nuri de bu meşhur Rus yazarını evinde ağırladığı ve hepsinden öteye onunla eşit seviyede sohbet ettiği için mutluydu ve bundan gurur duyuyordu.”
Maalesef, Kırım Tatarlarından Çehov hakkında hatıralarını kaydeden olmadıysa da, yazarın onlardan büyük saygı gördüğüne şüphe yoktur.
Rusya Devlet Kütüphanesi’nde komşusu tarafından Çehov’a gönderilmiş bir kartpostal saklanmaktadır: “ Bekir Amitoviç, oğlunun nikâhı münasebetiyle Zât-ı Âlilerinizin 22 Mart 1901’de Yukarı Avutka köyünde evinde yapılacak olan düğün törenini teşriflerinizi rica eder.”
Muhalatka’daki Tatar mektebi ders kitapları alınmasına yardım etmesi ricasıyla müracaat ettiği zaman, o da İsmail Bey Gaspıralı tarafından Bahçesaray’da yayınlanmakta olan Tercüman gazetesi vasıtasıyla kitap ısmarladı. Çehov, 17 Mart 1900 tarihinde aritmetik, dilbilgisi, din eğitimi ve Kuran bilgisi kitaplarından oluşan 256 adet ders kitabının parası olan 60 ruble 50 kapiki ödedi.
Bizzat Çehov’un eserlerinde, yazışmalarında Tatar hayatı ve kültürü, Bahçesaray’a yaptığı gezinin teessüratı pek az yer almaktadır. Hasta yazarın kalbi kuzeye, Rusya’ya aitti. Gorkiy’e yazdığı 18 Mart 1901 tarihli mektubunda şöyle kaydediyordu: “Buradaki ilkbahar güzel bir Tatar kızına benzer: Onu hayranlıkla seyredebilirsiniz, ama âşık olmanız caiz değildir.”
Bununla birlikte, Kırım Tatar kültürü Çehov için umum insanlık kültürünün bir parçası, insanı tanımanın ve tanıtmanın bir aracıydı. Daha 1889’da Çehov yayıncısı Suvorin’e şöyle yazıyordu: “Kitleler halinde kabileler, dinler, diller, ve kültürler iz bırakmadan kaybolup gittiler, çünkü tarihçiler ve biologlar yoktu.” Çehov, bu ortadan kayboluşu insanlık medeniyetinin fakirleşmesi ile ilişkilendirir. Her halkın hür bir şekilde gelişmesi, onun için insanlığın normal gelişiminin bir teminatıydı.
* Rusçadan Türkçeye çevirdiğimiz bu yazının aslı 27-29 Nisan 1993 tarihleri arasında Akmescit’te yapılan “Yüzyılların Eşiğinde Kırım’ın Kültürü (XIX-XX. Yüzyıllar)” başlıklı ilmî konferansa tebliğ olarak sunulmuş ve konferansın tebliğlerinin yayınlandığı Kultura Krıma na rubeje vekov (XIX-XX vv.) Akmescit 1993 adlı yayının 63.-65. sayfaları arasında derc olunmuştur. (Çevirenin notu)
SAYI : 217 Kasım-Aralık / 1996. Sayfa 25-27.