BİR KIRIMLININ DEFTER-İ HÂTIRÂTINDAN

BİR KIRIMLININ DEFTER-İ HÂTIRÂTINDAN

 

Nebi KUKU*

Yayına Hazırlayan: Cemil BAĞIŞ

 

8 Mart, sene 1918.

Asırların tahkim ettiği Çarlığın sukut ettiğini herkes gibi ben de gazetelerde okuyor ve günden güne değişen, devrilen hükümetlerin, inhilâl eden Rus ordularının hâlini bir türlü ihâta edemiyordum. Son zamanlarda Bolşeviklerin îkâ ettikleri mezâlime dâir okuduğum kısa ve mânidar telgraf ajanslarının bende tevlid eylediği endişeler altında ezilirken tâlih bana güler yüz gösterdi. Artık benim için Kırım’a gitmek mümkündü. Sînesinde taşıyan vapurda bütün bunları hele uğraşırken hayalimde Kırım’ın o güzel, şirin yalıları, kayaları, parkları, sarayları, köşkleri, bağları, bahçeleri, altın aşlık yetiştiren tarlaları, çiftlikleri teressüm ediyor ve bu latif memlekette bu kadar vahşetlerin îkaına bir türlü inanamıyordum.

Bir Rus torpidosu bizi bütün dünyaya büyük bir inkılap geçirdiğini anlatan al bayrağıyla istikbal etti. Vapurumuzun etrafında birkaç devir çizdikten ve bir takım talimat verdikten sonra önümüze düşerek yoluna devam etti. Artık biz de onun köpüklü izlerini takip ediyorduk. Birkaç saat sonra Kırım dağlarının karlı tepeleri bizi kendisine doğru cezbediyor ve lisân-ı hâliyle derdlerini, kederlerini anlatıyordu.

Osmanlı Türklerinin en büyük hâkanlarına konaklık vazifesini görmüş olan Kefe şehrinin limanına girerken uzaktan iskele üzerinde bir insan kalabalığının bizi kırmızı, siyah bayraklarıyla istikbâle koştuğu müşâhede olunuyordu. Vapurumuz iskeleye yanaşmadan birkaç motor karantina memurlarını getirdi. Bunların vazifeleri bittikten sonra dost olmuştuk. Karantina doktoruna buraya geldiğimden memnun olduğumu söylediğim vakit “Evet, biraz sonra ne gibi vahşetlerin, rezaletlerin cereyân etmekte olduğunu anlayacaksınız.” cevabını verdi. Ben artık ilk muhatabımın bu cevabına ne diyeceğimi şaşırarak iskele üzerinde toplanan ve içlerinde insana benzeyen birisinin bulunmadığı iyiden iyiye fark olunan kalabalığa bakı yordum. Nihayet vapurumuz iskeleye yanaştı. Müheyyic nutuklara başlandı. İki üç saat devam eden ve muhtelif cemiyetler namına irâd-ı nutk eden hatiplerin maksadı hep birdi. Terbiye ve tahsilden mahrum bu insan kitlelerinin nutuklarını sonuna kadar dinledikten sonra şerefimize verilen ziyafete gittik. Birkaç saat devam eden bu ziyafette aynı nutuklar, aynı nakarat tekrar edildi. Fakat bu defa bu nutukları îrâd edenlerin sîmâlarında söylediklerine kendilerinin de kanaat ettiklerini îmâ edecek alâim görülmüyordu. Hakikaten en son Rus inkılabının insanı ve medeni şekil diye ortaya attıkları nazariyeler baldırı çıplaklar ve ayak takımları arasında umûmiyetle çığırından çıkmış, yıkıcı ve öldürücü bir mâhiyet kesbetmişti. Bütün bir memleketin büyük bir anarşi içinde yuvarlandığını ifhâma vesîle olan u ziyâfetin hitâmında vedalaşarak ayrıldık. Bu birkaç saatlik temas bize birkaç asırlık hakikatler öğretti. Bu ziyafeti takip eden günlerde her sınıf halk ile görüşmeden çıkardığımız neticeler bizi dehşetlere ilkâ etti. Bolşevik denilen bu ayak takımının vahşet ve fecâyii o kadar hadden aşmış ki tasavvuru tüyler ürpertiyor. Adam öldürmek yeni âdet yerine geçmiş. Ele geçen münevverân, zâbitân, zengin ve ruhânî sınıf ya telef edilmiş veya akla gelmedik birçok mezâlim ve vahşete uğratılmıştır. Mesela Sivastopol’da bir günde 150 zâbitin kurşuna dizildikten sonra ayaklarına demir bağlanarak denize atıldıklarını o vahşetleri yapanların bizzat kendilerinden dinledik. Kırım gazetelerinde okuduğuma nazaran Kırım’ın zengin ve eşrâfından şehit edilenlerin adedi yüzlere bâliğ olmaktadır. Bolşeviklerle yedi gün devam eden Yalta Muharebâtında torpido muhribinin mermilerinden kurtulmak için dağlara ilticâ eden birçok İslam kadınları zavallı yavrucakları kucaklarında olduğu halde donarak ölmüşlerdir.

Erzurum tarafından firâr ederek Kırım’a gelen Ermeni çetelerinin döküntülerinin de yaptıkları vahşeti, genç kadınların ırz ve namuslarına taarruzlarını söylemeden geçemeyeceğim. Kendisine büyük bir emel ile gittiğim güzel ve zavallı vatanımı bu halde gördüm. Gözlerimde yaş, göğsümde kin ve intikam ateşleri yana yana döndüm.

* Kırım Mecmuası’nın 16 Mayıs 1334(1918) tarihli 2.sayısının 34-35. Sayfalarında yer alan bu hatıra Arap harflerinden Latin harflerine aynen aktarılmıştır. Mecmuadan yazarın adı Nebi Koku olarak okunabilse de, Cafer Seydahmet Kırımer Vatan Cemiyeti üyesi yakın arkadaşının adını Nebi Kuku olarak hatıralarında zikretmektedir. “Rusya’nın Yabancı Halklar Birliği” üyesi olarak da millî faaliyetlere katılan, Kırım’ın özgürlüğü için mücadele eden ve ne yazık ki akîbeti hakkında bilgi sahibi olamadığımız vatansever büyüğümüz Nebi Kuku’yu rahmetle anıyoruz (EMEL)

TAVSİYELER

MÜSTECİB ÜLKÜSAL’I KABRİ BAŞINDA ANDIK

Emel dergimizin kurucusu, başyazarı, Kırım Milli Kurtuluş Merkezi Başkanı, Emel Kırım Vakfımızın kurucusu ve 10 …