Y. Doç. Dr. Zühal YÜKSEL.
Kırım Tatarları, üç asır boyunca yaşadıkları toprakların 1783 yılında istilâ edilmesiyle, millî varlıklarının tamamen ortadan kaldırılarak yok edilmesini amaçlayan toplu kıyımlarla yüz yüze kaldılar. O dönemde mal ve canlarının yanı sıra, namuslarının hele hele varlıklarının silinmeye çalışıldığını çınlarında:
“Avdarıl qayam bas meni,
Körmesin közüm allay.
Ölsem özüm öleyim,
Ölmesin sözüm allay”
mısralarıyla dile getiren Kırım Tatarları, bu günlerin çok uzun sürmeyeceği, bir gün mutlaka vatanlarında hür yaşayacakları ümidini de
“Avdarılma Çâtırtav,
Toqta biraz allay.
Qara künler keçmege,
Qaldı bek az allay”
sözleriyle anlatmışlardır. Yaşanan katliamlarla Kırım’dan göçe zorlanan Kırım Tatarları, Osmanlı topraklarına büyük kitleler halinde göçmeye başlarlar. Ancak bu göçler Kırımlılar için sadece yaşanan kara günlerde varlıklarını koruyabilecekleri bir çaredir. Her biri, bir gün bu kara günlerin biteceği ve vatanlarına geri dönecekleri ümidi içindeydiler. Yoksa Ruslar’ın düşündüğü gibi vatanlarından vazgeçmiş ve onu ebediyen terketmiş değillerdi.
Bu düşüncelerle Kırım’ın Canköy’ünden 1862 yılında ayrılan Abduraman Efendi, torunlarının veya onların çocuklarının bir gün yine vatan toprağına dönecekleri ümidini taşımış olmalıdır. Nitekim Abduraman Efendi’nin 1899 yılında doğan torunu Müstecib 1918 yılında gerçekten de Kırım’a gidecekti. Amacı, hürriyet ve istiklâline kavuşma yolundaki vatandaşlarına ve vatanı Kırım’ın maarif sahasındaki kalkınmasına katkıda bulunmaktır.
Kırım’da Kırım Tatar Millî İdaresi’nin Maarif Müdürlüğü’nce memnuniyetle görevlendirilen Müstecib artık emeline nâil olmuştur. Fotisala köyünde muallimdir ve artık halkını eğitme görevine başlamıştır. Müstecib’in öğretmenliği sadece mekteple sınırlı değildir. O, mektepte olduğu gibi camide, kahvede, sokakta halka birlik beraberlik ruhunu aşılamaya, medenî seviyelerini yükseltmeye çalışmıştır. Bu uğurda çok mücadele verir. Bu mücadele artık Müstecib bey için bir zevktir. Böylece Fotisala köyünde başlayan bağımsızlığa kavuşma, medenîleşme ve eğitim mücadelesi 76 yıl sürer. Camilerde vaaz verir; konferanslar verir, gazete ve dergilerde yazar, kitaplar neşreder. Amacı Kırım Tatarlarını eğitmek, millî birlik şuurunu yaşatmak;muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak, özgürlüğe kavuşmalarında yardımcı olabilmektir.
Aradan iki yıl geçer. Kırım büyük bir siyasî kaos yaşamaktadır. Her açıdan yarınlar için büyük bir belirsizlik vardır. Pasaportu bile olmayan genç Müstecib için artık Kırım’da barınabilmek mümkün değildir. Yine pasaportsuz biletsiz Yalta’dan bindiği bir motorla Ereğli’ye gelir. 1920 yazının başında Türk topraklarına ayak basan Müstecib muallim için yeni bir dönem başlamıştır. Anadolu’da da irşâd edilecek pek çok Kırım Tatarı vardır. Eskişehir’e giden Müstecib Bey, kışı burada amcasının (emekli savcı Tevfik Erişken beyin babası) yanında geçirir.
Anadolu da bu dönemde gayet karışıktır. İşgalci Yunan ordusunun vahşî cinayetleri karşısında aralarında birlik beraberlik inancı gelişen halk bir taraftan Halife’nin adamları, bir taraftan da çetelerin baskısı altında şaşkın durumdadır. Eskişehir’de de siyasî hava bulanık, halkın zihni karışık olduğundan Müstecib Efendi fıkirlerini yaymak için ortamı pek uygun bulmaz. Üstelik Mustafa amcasının karısı olan Sare yengesi onu, komşularından pek genç ve güzel, malî durumu oldukça iyi olan, üç ay evli kaldığı kocasını Çanakkale’de şehit veren Menli Gülsüm ile evlendirmek istemektedir. Oysa Müstecib fıkirlerini anlatabileceği, halkı aydınlatabileceği bir ortam aradığı için ana-baba ocağından ayrılmıştır. Evlilik onun ideallerini gerçekleştirmek için vereceği mücadelede engel olacaktır.
Müstecib Hacı Fazıl bu şartlarda Eskişehir’de daha fazla kalamayacağını anlar ve Polatlı’ya gelir. O zamanın Polatlı’sı (iskele) demiryoluna sıra ile dizilmiş taş ambarlar, Kargalıların üç hanı ve Seytümer Aqay’ın bakkal dükkânından ibarettir. Bir hafta Eskipolatlı köyündeki annesinin akrabası olan Abdülkayyum Ağa’nın evinde misafir kalan Müstecib Efendi burada ideallerini Hacı Hasan oğlu Kâzım Aksoy (Operatör Dr. Müfit Aksoy’un babası) ile paylaşır. Halkı aydınlatmak maksadıyla camilerde vaaz verir, kahvelerde sohbetlere karışır.
Müstecib muallimin Polatlı’ya geldiğini duyan amcası Kavlü Ahmet Efendi onu, Vezirhane köyüne götürür. Vezirhane, yeri hüıf meyilli, havadar, suyu tatlı ve çok verimli toprağı olan bir köydür. Amcalarının ikisi de seferberlikte askere gitmişler, köyde çalışacak insan kalmamıştır. Sekiz hane olan köy, etraftaki yerli köylerin baskısı altındadır ve nitekim daha sonra baskıya dayanamayan köy halkı dağılmış, köyün bir kaç hanesi Polatlı’ya, Kavlü Ahmet efendi ve çocukları Hacı Sıddık Toğay, Refık Toğay, Naip Toğay, Sait Toğay ve İrfan Toğay da Polatlı’nın Karakuyu köyüne taşınmışlardır. Bu küçücük köyde bir faaliyet yapamayacağını anlayan Müstecib Hacı Fazıl, burada bir hafta kaldıktan sonra ayrılmak ister.
Amcası Derviş Efendi onu, rahatça çalışabileceği Karayavşan köyüne getirir. Karayavşan köyü, Tavşantepe’nin güney yamacına kurulmuştur. Köyün. güneyinde Çaldağı’na doğru uzanan arazi oldukça verimlidir ve yavşan otuyla beslenen hayvanlarının sütü, yağı kendine özgü hoş bir kokuya sahiptir. Kırım asıllı göçmenlerden teşekkül eden köy halkından Taymazlar (Kurtiy, Boramet, Sapay, Niyaz), Ablâz hacılar, Nasıbullah Ağalar Kırım’dan, Durasılılar (Ebulacı Ömer Aqay, Yusuf Aqay ve akrabaları), Evirgenler, Şongallar, Umaylar Romanya’dan göç etmişlerdir.
Müstecib Efendi Karayavşan’da Kurtiy Ağa’nın misafiri olur. Kurtiy Ağa oldukça sözü geçen, etkili bir kimsedir ve Müstecib’i himayesine almıştır. Artık Müstecib’e kolay kolay kimsenin kötülüğü dokunamayacaktır. Müstecib Ülküsal, Kurtiy Ağa’nın kardeşi Niyaz Ağa’dan (köy halkı ona “Aqiy” der) ve Romanya’nın Osmança köyünden gelen karısının insanlığından, görgü ve bilgisinden sitayişle söz eder, onları takdirle yad eder.
Müstecib Hacı Fazıl artık idealini gerçekleştirebileceği milliyetçilik, vatanseverlik, birlik-beraberlik gibi fikirlerinin açıklayabileceği bir alan ve kendini anlayacak insanları nihayet bulmuştur. Karayavşan’da 1920-1921 öğretim yılında öğretmenlik yapacak ve Kırım’da başladığı öğretmenliğe Karayavşan’da devam edecektir. Onun için yeter ki fikirlerini aşılayabileceği, doğru bildiklerini anlatabileceği, uyandırabileceği, eğitebileceği, Gaspıralı’nın fikirleri etrafında birleştirebileceği bir topluluk olsun. O çok mutludur.
Karayavşan’da Müstecib Efendi’den önce kara taassuba karşı muasır medeniyeti savunan, vatan ve millet sevgisini gönlünde taşıyan Türkiye’deki Kırımlıların ideallerini, vatan sevgilerini canlı tutmaya çalışan Kırım Tatarlarından Sâlim Efendi ve Ali Efendi de öğretmenlik yapmıştır. 70 haneli köyde yaşayanlara zaman zaman okulda zaman zaman da cami veya kahvelerde vatan Kırım hakkında oldukça ciddî mahiyette sohbetler yapılmıştır. Müstecib muallim köye geldiği zaman köy halkı pek çok şeyi almaya hazır durumdadır.
Müstecib Bey’in öğrencisi olmakla daima övünen ve her fırsatta onunla ilgili hatıralarını anlatan 91 yaşındaki Hacı Hüseyin Umay onun Karayavşan köyündeki öğretmenliğini şu şekilde anlatmaktadır.
“Müstecib Bey bir yıl bizim köyde öğretmenlik yapmayı kabul etmiş. Biz daha önce Sâlim Efendi’de okumuştuk. Romanya’dan gelen genç hocaları tanıdığımız için 20-21 yaşlarında gösteren Müstecib Efendi’nin imamlık da yapan, Kur’an okutmaktan başka bir şey öğretmeyen hocalardan farklı olduğunu anlamıştık. Ben, Şuayp, Kâzım Evirgen, Hidayet, Şevket, Borali, Karakuyulu Rıfat Evirgen, Nusri, Talip, hepsi aklımda kalmamış, birlikte okuyorduk. Kız-erkek sınıfta yetmiş öğrenciydik. Mektebimiz köy caminin yanındaki iki odalı kerpiç bir binaydı. Rıza ağam ile Numan akbordan toprak getirdiler. Köy kadınları toplandı, odaları sıvadılar, temizlediler. Herkes evinden birer minder getirdi. Muallimimizin minderini Niyaz getirdi.
Mektep açılıp okumaya başlayınca Müstecib Efendi bizleri bilgilerimize göre üçe ayırdı. Ankara’dan kitap, defter, kalem getirtti. Öğretmenimiz o kadar heyecanlı ve istekliydi ki, hepimiz sanki yeniden, okula başlıyor gibiydik. Okulda Türkçe, tarih, coğrafya, hesap, hendese, resim, jimnastik, musikî, bütün dersleri okuyorduk.
Hocamız çok hareketliydi, hopluyor, zıplıyordu. Derslerde hiç oturmuyor, hep ayakta dolanıyordu. Derste bir başlıyor anlatmaya, hepimizi alıp Kırım’a götürüyordu. Çatırdağ’ı, ayıya benzediği için hep aklında kalan Ayuvdağ’ı, Yalıboyu’nu, Akmescit’i, Bahçesaray’ı, Kırım Hanları Gerayları ve başkalarını anlatır, anlatırdı. Kırım Tatarlarının aslının Türk olduğunu, o yüzden de hepimizin Türkiye’ye geldiğini, lâkin vatanımızın Kırım olduğunu ve bir gün hepimizin vatanımıza dönmemiz gerektiğini, örf adetlerimizi, dilimizi muhafaza etmeye mecbur olduğumuzu belirtir, taassubun yanlış ve olumsuz yönlerini açıklardı. Hesap dersinde de tarla ölçtürür, buğday satışının hesabını yaptırır, zihinden problemler çözdürtürdü. Portakala tel geçirip dünyanın dönüşünü, ay-güneş tutulmasını anlatırdı. Müzik dersinde ise türküler, marşlar, Kırım yırları öğretmişti. Bilhassa Noman Çelebi Cihan’ın yazdığı “And Etkenmen”i hepimiz ezbere bilirdik.
Müstecib Efendi’nin öğle ve akşam yemeklerini köylüler yapardı. Her haneyi sıraya koyan köy bekçisi yemeği Müstecib Efendi’ye kendi elleriyle getirirdi. Ona yemek hazırlarken yarışırdık; sen çibörek, ben tabaqbörek, öbürü cantıq. Allah razı olsun, ondan çok şey öğrendik. Yazdığımız her yazının imlâsına, noktasına, virgülüne dikkat eder, temizliğin önemini açıklamaya çalışır, hastalık ve mikroplardan korunma yollarını açıklardı. Canım, her şeyimizle ilgiliydi. Zaten o sırada köyde doğru dürüst erkek yoktu, hepsi askerdi. Yaşlı erkekler, kadınlar, çocuklar işte..
Müstecib Efendi Mayıs ayında köyün cemaatini topladı. Bizi imtihan etti. Hepimiz muvaffak olduk. Bize “Ant Atkenmen”, “Qarılğaçlar Duası” ve şimdi hepsini hatırlayamıyorum ama bir çok şiirler, şarkılar ve marşlar söyletti. En sonunda da kendi vatan-millet sevgisi, Kırım’daki komünist zulmü, Çelebi Cihan gibi konuları anlatarak herkesi duygulandırıp ağlattığı bir veda konuşması yaptı.
Müstecib Bey Karayavşan’da kaldığı müddet içinde sadece çocuk okutmakla kalmamıştır. Gençlerle yakın dostluklar kurmuş, onlarla Kırım Tatar güreşi de yapmış. Kırım meselelerini de konuşmuş. Onun için her, yer okuldur; güreşten sonra harman yeri, namaz beklerken cami avlusu, Cuma günleri vaaz kürsüsü, akşamları ev toplantıları, düğünler, dernekler. Bir yerde üç-beş kişi bir araya geldi mi o birlik beraberlikten, okumaktan eğitimden, vatan-millet aşkından bıkmadan, bıktırmadan, usanmadan, usandırmadan anlatırdı. Kırım Hanlığı’nın ve Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerini uzun uzun örneklerle açıklardı.
O, sadece Karayavşanla iktifa etmez, Ahırlıkuyu, Karakaya ve Karakuyu köylerinde de toplantılara, düğünlere, cenazelere katılırdı. Düğünlerde konak konak gezer, fikirlerini, Kırımlıların uğradıkları zulmü anlatır, dinî konularla ilgili olarak halkı aydınlatır, vatanseverlik, milliyetçilik gibi konular üzerinde dururdu.”
Müstecib Bey bu köylerin vatan, bayrak, din konularındaki hassasiyetlerini biliyordu. Bu insanların Anadolu’ya mal mülk edinmek maksadıyla göçmediklerini vatanlarından göçerken de kendi kardeşlerinin topraklarını seçmelerinin tesadüfi olmadığının farkındaydı. Evlerinden, yurtlarından kopup gelen bu insanlar yerleştikleri bu toprakları vatan gibi korumak arzusuyla Osmanlı’ya gönüllü asker ol urlar; Çanakkale’de göğsünü siper ederken, Allahuekber dağlarında soğuğa yenik düşüp genç yaşlarında hayata veda ederler. Gök ekinler gibi biçilirler. Müstecib Bey’in Karayavşan’da muallimlik yaptığı yıllarda köyde yirmi yaşın üstünde delikanlı bulmak oldukça güçtür. Balkan Savaşları’nda veya I. Dünya Savaşı’nda şehit veya gazi olmayanlar o yıllarda Yunanlılarla savaşmaktaydılar. Köyde delikanlı olarak Rıza Umay, Hacı Numan, Hacı .Naip gibi bir kaç kişi vardır.
Yukarıda Hacı Hüseyin Umay’ın belirttiği gibi bir yılda tarla hesapları; tarih, coğrafya öğreten Müstecib Bey, yazılarını imlâlarını, konuşmalarını düzeltmiş, vatan-millet sevgisiyle birlikte birlik-beraberlik gibi konularda da fikirlerini geliştirmiştir.
Köylü bir yılın sonunda Müstecib Efendi’in parasını aralarında toplayıp verir. Karayavşan köylüsü Ağustos ayında Yunan askerlerinin gelip hepsini Sivri’ye süreceğinden habersiz, “Bu delikanlı bir sene daha kalsaydı” diye üzgün bir şekilde, ama yapılan işlerden memnun olarak, öğretmenlerini yolcu etmişler. Müstecib Efendi de geleceğinden endişeli, anasından babasından haber almadan geçen zamanın hüznüne ayrılık acısını da katıp yine düşmüş yollara.
Daha sonra tahsilini tamamlayan Müstecib Bey konferanslarda, başta kendi kurduğu Emel olmak üzere dergilerde, gazetelerde, kurduğu derneklerde hep fikirlerini yaymış, hep eğitmiş, hep öğretmiştir. Yaş yetmiş, seksen, doksan demiş, ama hiç bir zaman o pes dememiş öğretmeye ve eğitmeye devam etmiştir. Ruhu şad olsun.
Emel Dergisi: 212 . Ocak-Şubat 1996 – Sf.32-37
Bu makalenin dip notları internet sitemize henüz aktarılamamıştır.