ZAMAN VE MEKÂNDA IRK:
SÜRGÜNDEKİ KIRIM TATARLARINA YÖNELİK, GERİ DÖNÜŞ VE DÖNÜŞ SONRASI
IRKÇI POLİTİKA (1944–1991) *
Maksım SVIEJENTSEV, Martin-Oleksandr KISLIY**
Çeviren: Bülent TANATAR
Sovyet millet ilişkileri ve millet politikaları hiyerarşikti. Sovyet devletinin Batı’ya karşı ilan ettiği resmî eşitlik ve ırkçılık karşıtlığı ideolojisine rağmen, farklı Sovyet milliyetlerine ilişkin sosyal stereotipler ve algıların yönlendirdiği gelişmiş bir söylem vardı. Bu algılar genellikle belirli bir millî gruba ait olmalarına dayalı olarak insanlara karakter özellikleri veya biyolojik özellikler atfediyordu. Bu hiyerarşilerin ve algıların temelinde David Brandenberger’in tanımladığı millî-Bolşevizm ve Rusmerkezcilik politikası vardı. Bu politikalara göre Sovyetler Birliği’nde Rus milliyeti ve kültürü hakimdi; Sovyet devletini bir arada tutan faktördü.[1] “Milletlerin kardeşliği” söylemi de bu millî politikadan ortaya çıktı. Bu retoriğe göre Rus halkı, Rus olmayan Sovyet milletlerinin gelişmesini sağlayan ‘ağabey’di. Başka bir deyişle, “milletlerin kardeşliği”, Sovyetler Birliği’ndeki mevcut hiyerarşilerin sahte demokratik ideoloji ve çerçeveler yoluyla meşrulaştırıldığı bir sömürgecinin patrimonyal retoriğinin başlıca örneği olarak değerlendirilebilir.
Bu makale, Sovyet imparatorluğunun sömürgeleştirilmiş topraklardaki emperyal iktidarını güçlendirmek için millî/ırksal hiyerarşileri nasıl kullandığını gösteriyor. Bu genellikle sömürgeleştirilmiş milletleri birbirine düşürmeyi gerektiriyordu. Kırım Tatarları örneğinde, sürgün edildikleri yerlerde ve ülkelerine geri döndükten sonra Kırım’da bu tür karşı karşıya gelişler yaşandı. Kırım Tatarları Kırım’ın yerli halkıydı. 1944’teki sürgün edilmeleri, Sovyet milletleri hiyerarşisindeki yerlerini önemli ölçüde azalttı. Sovyet tehcirlerinin ırksal niteliğine ilişkin çeşitli çalışmalar yapılmış olmasına rağmen,[2] Kırım Tatarlarının tehciri, sürgünü ve anavatana dönüşü kapsamlı bir şekilde ele alınmamıştır. Bu makale, Kırım Tatarlarının millî ve ırksal statülerinin, ikamet ettikleri yere, yanlarında yaşayan ve/veya egemen hiyerarşide aynı yer için rekabet eden belirli millî gruplara bağlı olarak değiştiğini savunacaktır. Sömürgeleştirilmiş ve asimilasyona mahkûm edilmiş bir millet konumunda olan Kırım Tatarları, Özbekistan’da nispeten yüksek bir sosyal statüye sahip olmak için millî ve ırksal hiyerarşiler içinde gezinerek sömürgecilerini taklit ettiler. Bu tür bir taklitçiliği bir hayatta kalma stratejisi olarak kullanarak, muhtemelen Rus İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği’nin sömürgeleştirme biçimlerinin işlediği koşullara istemeden de olsa katkıda bulunarak, bu cumhuriyette Rus dili kullanımının genel bir artışına katkıda bulundular. Kırım’a döndüklerinde doğrudan rakipleri yine yarımadanın sömürgecileri oldu ve dil farklılıkları bir kez daha keskinleşti. Sovyet millet politikaları ve ırk konusundaki söylemi bir kez daha Kırım Tatarlarının ayrımcılığa uğramasına hizmet etti.
Yokmillet: Kırım Tatarlarının Sürgün Edilmesi
1944 sürgününün Kırım Tatar milliyetini dünya demografik haritasından tamamen çıkarması gerekiyordu. Sürgün Kırım Tatarlarının geleneksel yaşam tarzını, sosyal yapısını ve kültürel kurumlarını mahvetti. Robert Conquest’e göre, sürgün edilen halklar, George Orwell’in “yokkişiler”ine benzer bir şekilde “yokmilletler” haline geldi.[3] Devlet, onlara kendi isimlerinin (Kırım Tatarları) aksine “Tatarlar” adını vererek, Kırım Tatar varlığının anısını ortadan kaldırırken Kırım’da yerli haklarına ve özgün kimlik duygularına meydan okuyor. İsimlerinin ‘Kırım’ kısmının kaldırılması, onların diğer ‘Tatarlar’ arasında asimile olmasının ve Kırım’daki yerli varlığının silinmesinin yolunu açtı. “Kırım Tatarları”nın varlığı resmen sona erdi. Resmî kararnamelerde onlara “önceden Kırım’da yaşayan Tatar uyruklu vatandaşlar” deniyordu. Greta Uehling’in belirttiği gibi, “Onlar Kırım Tatarlarıydı ama Kırım’ın dışında yaşamaları gerekiyordu; Kırım Tatarı oldukları için sürgüne gönderildiler ama böyle bir millet yok.”[4] “Kırım Tatarlarının” resmî nüfus sayımlarından çıkarılması ve devlet tarafından “Tatar” olarak adlandırılması, yerli halkın nakline yönelik yerleşimci sömürge politikasıdır. Lorenco Veracini’nin nakil kavramına göre bu fiiller, “muhasebe yoluyla nakil” ve “isim müsaderesi yoluyla nakil” anlamına gelmektedir.[5] Kırım Tatarları söz konusu olduğunda bu nakil kendi anavatanlarının dışında gerçekleşmiştir.
Sürgün edilen Kırım Tatarlarının Özbekistan’da yerel Özbek nüfusu arasında asimile olmaları gerekiyordu,[6] ancak iki halk arasındaki farklılıklar, paylaştıkları benzerliklerin ötesine geçti. Özbekler inanç itibariyle Müslümandırlar ve daha da önemlisi Türk dilleri ailesinden olan benzer bir dili konuşurlar. Ancak Kırım Tatarları yerli halktan “soğuk bir karşılama” ile karşılandı. Kırım Tatarlarının anlatılarında sıklıkla Özbeklerin kendilerine taş attığına dair hikâyeler yer alır. Sovyet yetkililerinin Orta Asya’daki halka yamyamların ve boynuzlu insanların geleceğini söylemesi, Kırım Tatarlarının insanlıktan çıkarılmasıyla sonuçlandı. Kırım Tatarlarının anlatılarında yerel halk “…orada pek uygarlaşmamıştı, kendilerine söylenen her şeye inanıyorlardı.”[7] Kırım Tatarlarının Özbekler tarafından ötekileştirilmesi de kültürel farklılıklardan kaynaklanıyordu. Kırım Tatarları, sürgün edilmeden önce kendilerini Asya’dan çok Avrupa’ya bağlı görüyorlardı. Yerel halkın ev kültürü onları şaşırttı: “Biz temizlik konusunda farklıydık”.[8] Mesela kahve içmeye alışan Kırım Tatarları, Özbek çay içme geleneği altında yaşamaya çalışıyorlardı. Üstelik Kırım Tatar anlatılarına göre Özbeklerden farklı olarak evlerini temiz ve düzenli tutmaya çalışıyorlardı.[9] Kırım Tatarları yerel halk tarafından “din kardeşi” olarak kabul edilmiyordu. Kırım Tatar deneklerinin hatırladığı üzere, Özbekler onlara Müslüman muamelesi yapmıyordu. Sürgün edilenleri yanlış İslam tarzıyla eleştirdiler: “Yüzleri örtülü kızlar ‘Pantolonsuz[10] Ruslar!’ diyerek kadınlarımıza taş atarlardı”.[11]
Bir millet, diğerinin kimliğini güçlüyse, çekiciyse, fayda sağlıyorsa veya zorla dayatılıyorsa kabul edebilir. Özbekler arasında asimile olmanın Kırım Tatarlarına pek bir fayda sağlayamayacağı görülüyordu. Dolayısıyla Özbekistan’daki Rus kültürünü taklit ettiler. Homi Bhabha’nın tanımladığı şekliyle taklit, sömürgeciler ile sömürgeleştirilenler arasındaki ilişkilerde ortak bir savunma mekanizmasıdır.[12] Bir dereceye kadar sömürgeleştirilenin, sömürgecinin sosyal ayrıcalıklarını kazanmayı amaçladığı bir savunma mekanizması görevi görür. Kırım Tatarlarının yerli halkla asimile olabildikleri tek alan, Ruslaşmaya direnmenin mümkün olduğu Özbek diliydi. Şimdi çoğu Kırım Tatarı, Kırım Tatarcasının kendi ana dilleri olduğunu bildiriyor; ancak soru onların evde veya işte gerçekte hangi dili konuştukları[13] ya da hangi dille “düşündükleri” ise, yanıtlar daha fazla dilsel Ruslaştırmayı akla getiriyor.[14] Ne yazık ki Özbek okullarındaki eğitim düzeyi, Rusça konuşulan okullarla karşılaştırıldığında son derece zayıftı. Özbek dili ve kültürü “pamuk[15] motifi”nde yalnızca süsleme işlevi görmüştür. Üstelik yerel halk eğitime kayıtsız görünüyordu.[16] Frantz Fanon’un sözlerini aktarırsak: “Sömürgeleştirilen, sömürgecinin diline hakim olduğu ölçüde gerçek bir insan olacaktır.”[17] Kırım Tatarları, çocuklarının eğitim düzeyini yükseltmek için çaba harcadılar ve toplum arasında Rus dilini bilmeyi zorunlu kıldılar: “Var oluşun çetinliği gençlerimizi üniversitelere itti, çünkü iyi eğitim alırsanız siz ve çocuklarınız gelecekte refah içinde olursunuz.”[18] Bu nedenle sürgünler çocuklarını Özbek okullarına göndermek istemediler: “Özbeklerle aynı seviyede olmayın.”[19] Hem Özbekler hem de Kırım Tatarları, Ruslarla karşılaştırıldığında haklarından mahrum bırakıldı. Ancak Rus dili ve kültürü, Kırım Tatarlarının Özbeklere göre daha fazla fırsat elde etmesinin önünü açmıştır.
Taklitçiliğin tek biçimi Ruslaştırma değildi. Aliye Akimova anılarında henüz okuldayken kimliğini gizlemeyi başardığından bahsetmişti. Kendisi için Rusça Mila adını seçti, Stalin hakkında şiirler yazdı, Göklerdeki Babamız duasını, istavroz çıkarmayı ve diğer çocuklarla birlikte Kırım Tatarları ve diğer milletlerle ilgili iğrençliklere gülmeyi öğrendi – “Sıradan bir Sovyet ırkçısına dönüşüyordum.”[20] Chow’a göre Akimova’nın çocukluğu aynı zamanda “zorunlu ‘kendini tanıma’nın” bir örneğiydi çünkü tüm çocukluğu boyunca Kırım Tatarlarını “hain”, “haydut”, “vahşi” ve “alçak” olarak duymuştu.[21]
1956 yılında özel iskân rejiminin kaldırılmasının ardından Kırım Tatarları, şehirlerde eğitim ve vasıflı iş aramak için özel iskân yerlerini terk etmeye başladılar. Özbekistan’ın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayileşmesi, Kırım Tatarları tarafından iştigal edilen bir nişti; çünkü yerel halk imalata isteksizce yöneliyor, bunun yerine daha çok tarımda ve geleneksel yaşam tarzlarında kalmayı tercih ediyordu.[22] NKVD, Kırım Tatarlarının son derece çalışkan olduğunu ve “Stahanovcular” olarak nitelendirildiğini bildiriyordu.[23] Kırım Tatarlarının anlatılarına göre bu tür bir titizlik, sürgün edilme sonrasında statülerinin değişmesine yardımcı oldu. Örneğin Lütfi, 16 yaşındayken yüksek vasıflı bir tornacı olduğunu ve Özbeklerin çocuklarını ondan meslek öğrenmeleri için getirdiklerini anımsıyor: “Özbekistan’da bir numaralı uzman olduk.”[24] Yani zamanla çevredeki nüfustan maddî olarak daha iyi duruma geldiler.[25] 1980’lerin sonunda Kırım Tatarları, Ruslar ve diğer Rusça konuşan gruplarla birlikte, dil ve eğitim sayesinde sanayinin bilgi yoğun sektörlerinin çoğunu işgal ederken, daha az bilgi yoğun mesleklerde de Özbeklerin büyük bir kısmı bulunuyordu.[26] Ayrıca Özbekistan’daki Kırım Tatarlarının %69’u şehirlerde yaşıyordu.[27] Örneğin Özbekler, 1990’larda yapılan röportajlarda Kırım Tatarlarının kibrini ve Kırım Tatarlarının Ruslar gibi davranarak yerli halka karşı küçümseyici bakışlarını itiraf etmişlerdir.[28] Böylece Sovyet politikası, Kırım Tatarlarının hayatta kalma stratejilerini belirledi ve bunun sonucunda da yerli halk tarafından Rus olarak algılandılar.[29]
Sosyal statülerindeki hızlı değişime rağmen Kırım Tatarları Sovyetler Birliği’nde ikinci sınıf vatandaş olarak kaldılar çünkü hâlâ hain olarak etiketleniyorlardı. Kırım Tatarlarına yönelik “ihanet” iddiası Özbeklerin ortak referans noktasıydı: “Siz [Kırım Tatarları] yük vagonlarıyla Özbekistan’a geldiniz, bir an önce giderseniz daha iyi olur.”[30] Tatarlar, Sovyet kültürünün Rus merkezli yönlerini taklit ederek neredeyse “sıradan” Sovyet vatandaşları haline geldiler. Yeni kazanılan bu statü, Sovyet toplumunda prestij ve sembolik üyelik sağladı. Ayrıca Özbekistan’da yaşayan Ruslar için Kırım Tatarları kendileriyle yerel halk arasında tampon görevi görüyordu.[31] Aynı zamanda Sovyet yetkilileri, Kırım Tatarlarının zenginliğini ve statüsünü, onların anavatana dönüşlerine karşı bir argüman olarak kullandı. SBKP Merkez Komitesi’nin parti organları tarafından 1956 yılında hazırlanan bildiride, Kırım Tatarlarının çoğunluğunun kentlerde yaşadığı, sanayide çalıştığı ve yerel halktan daha fazla kazandığı iddia ediliyordu. Ayrıca belgede, Kırım Tatarlarının vasıflarının geliştiği ve birçoğunun usta, ustabaşı ve hatta parti sekreteri pozisyonlarına ulaştığı belirtiliyordu. Bildiride, Kırım Tatarlarına göre, yaşam koşulları ve Özbek SSC’nin siyasî yaşamına katılımları nedeniyle Kırım’a dönmelerine izin verildiği ileri sürülüyordu.[32] Böylece Kırım Tatarları kendilerini “arada kalmış” buldular: Anavatanlarından çok uzakta sürgünde, Özbek olamayacak kadar iyi (kendi ifadelerine göre) olsalar da Rus olacak kadar saf değildiler. Bu özelliklerin üçünün de biyolojik olduğu kadar Sovyet emperyalist söylemiyle kendilerine kazandırılan kültürel ve siyasî bileşenleri vardı. İnsanlara bu özellikleri kazandıran şey Kırım Tatar milliyetine mensup olma meselesiydi ve insanın bundan kaçması mümkün değildi.
Toplu geri dönüş 1989 yılında başlamış olsa da Kırım Tatarları daha öncesinden anayurtlarına dönmeye çalışmışlardı. Kırım’da yalnızca yerel otoritelerin zulmüne ve yarımadadan zorla tahliye edilmeye (mükerrer veya ikinci sürgün olarak adlandırılan) değil, aynı zamanda “yerel halk” tarafından ötekileştirilmeye de maruz kaldılar. Ediye, 1970 yılında Kırım’a taşındıktan sonra kendisinin ve erkek kardeşinin “hain” ve “Moğol-Tatar” olarak etiketlendiğini hatırlıyor.[33] Bu ikinci isim, Kırım Tatarlarının yabancı ve “tehlikeli” vahşiler imajıyla yakından bağlantılıydı. Refat Çubarov, 1968’de Kırım’a geldikten sonraki yıl sınıf arkadaşı Volodya’nın kendisine “Bizi neden öldüreceksiniz?” diye sorduğunu anımsıyor.[34] Anlaşıldığı üzere, okul öğretmeni, 18 Mayısta (sürgünün yıldönümü) Kırım Tatarlarının çocukları öldürdüğüne dair yerel halk arasında söylentiler yaymıştı.
Geri Dönüş ve Kırım’da Irkçılaşma
Kendi topraklarına geri dönen Kırım Tatarları, bir yerleşimci kolonisinde sömürgeleştirilmiş yerli halk konumunda görünüyordu. Milliyeti nedeniyle çoğu kez kendilerine iş verilmiyor ya da polis ve siviller tarafından saldırıya uğruyorlardı. Milliyetleri nedeniyle Kırım makamlarının özel muamelesine maruz kaldılar ve milletlerinin diğer temsilcilerinin eylemlerinden kolektif sorumluluk taşıyorlardı. Ek olarak, Kırım’ın Rus imparatorluğu tarafından yerleşimci sömürgeleştirilmesi daha fazla Şarklılaşmayı (Oryantalistleşmeyi) gerektirdiğinden, yerli halkın Kırım’a dönüşü sadece “Öteki”nin dönüşü değil, aynı zamanda egzotik bir Öteki’nin dönüşüydü. Özbekistan’ın aksine, bu örnekte Kırım Tatarları “medeniyetsiz” olarak algılandı ve Rus dilini bilmedikleri için saldırıya uğradılar.[35]
Geri dönüşün kaçınılmaz olduğu ortaya çıkınca, Kırım kurumları geri dönüşün hızını ve yerini seçerek süreci yönlendirmeye ve kontrol etmeye çalıştı. Resmî ve devlet bakış açısına göre bu, geri dönüşün “organize bir şekilde” gerçekleştirilmesinin bir yoluydu. Ancak süreç üzerindeki kurumsal kontrol, Kırım bürokratlarının (Ukrayna’da post-komünist otoriteye dönüşen Kırım komünistleri) buna direnmesine imkân sağladı. Bu belirli bir milliyetin temsilcilerinin, kendi topraklarında bile ikamet yerlerini seçmelerine izin verilmeyen bir “istisnaî durum” (Georgio Agamben’in terimini kullanarak)[36] yarattı veya aslında onu devam ettirdi. Geri dönüş bölgelerinin yanı sıra belirli bölgelere geri dönüşü sağlanacak kişilerin sayısını da kısıtlama girişimlerinin siyasî ve ekonomik etkileri oldu. Örneğin, Eylül 1990’da Kırım Oblast Sovyeti, vatana geri dönenlerin kendilerinin (veya akrabalarının) sürgün edildikleri yerlere geri dönmeleri gerektiğini öne sürdü. Ancak bu yerlere geri dönmelerine izin verilebilmesi için, geri dönenlerin bölgesel kökenlerini kanıtlayan belgeler sunmaları gerekiyordu. Ayrıca Kırım’ın güney kıyısı ve Sivastopol şehri sadece savaş gazileri ve ihtiyaç duyulan uzmanlara izin veriyordu, yoksa bu bölgelerden gelen herkese izin verilmiyordu.[37] Oblast Sovyetindeki o oturumun ardından Kırım’daki bazı belediye sovyetleri de benzer kısıtlamaları uygulamaya giriştiler. Bu kuralların yerine getirilmesi imkânsızdı çünkü anavatana geri dönen herhangi bir kimse, Kırım’ın belirli bir bölgesinden geldiğini kanıtlayan arşiv belgelerini çok zor bulabiliyordu. Bu belgeler çoğunlukla mevcut değildi, ancak yine de Kırım yetkilileri tarafından talep ediliyordu. Kırım Tatarlarının, deniz kıyılarından uzak, arazinin özellikle pahalı olduğu ve stratejik açıdan önemli şehirlerden uzaktaki kırsal bölgelerde yaşamaları gerekiyordu. Bu, onların Kırım’ın “yüzeyinden”, yani ekonomik, siyasî ve kültürel alanlardan uzakta, görünmez kalmaları gerektiği anlamına geliyordu. Aynı zamanda, dağıtım için mevcut olan sınırlı miktardaki arazi çoğu zaman Kırım’ın Rusça konuşan nüfusunun eline geçiyordu; bu durum, Kırım Tatarlarının kullanabileceği kaynakları daha da azalttı.
Kırım Tatarları ikamet yerlerinin yanı sıra istihdam konusunda da sistematik sorunlarla karşı karşıya kaldı. Kırım Tatarlarının çalıştırılmasına ilişkin resmî bir yasak olmamasına rağmen iş bulmak son derece zordu. Bu ayrımcılık çoğunlukla kişiseldi ama yine Kırım’ın resmî siyasî söylemiyle de destekleniyordu. Potansiyel işverenin, başvuran kişinin Kırım Tatarı olduğunu öğrenmesinin ardından, çoğu zaman iş başvurusu reddediliyordu. Aslında bazen ret başvuru sahibi işe kabul edildikten hemen sonra gelebiliyordu. Gelecekteki Kırım Tatar Millî Meclisi Başkan Yardımcısı İlmi Umerov’un 1988’de Kırım’a geldiğinde başına gelen de buydu. Bahçesaray’daki yerel hastanenin jinekologlara ve yoğun bakım uzmanlarına ihtiyacı vardı. Umerov ilk başta yoğun bakım görevine kabul edildi. Umerov’un kişisel belgelerini sunduğu ve Kırım Tatarı olduğunun ortaya çıktığı anda ciddî sorunlar ortaya çıktı.[38] Hastanenin başhekimi, kolektif kararla Umerov’un adaylığını resmen reddetme kararı aldı. Hastanenin iki kişi dışında tüm çalışanlarının katıldığı genel kurul toplantısında, eğitim ve iş tecrübesine rağmen Umerov’un boş pozisyona kabulüne karşı oy kullanıldı. Kırım Tatar gazetesi Avdet’te zaman zaman başka haberler de çıkıyordu: İnsanlar milliyetlerinden dolayı işten atılıyor ya da kendilerine iş verilmiyordu. Onlara sıklıkla boş pozisyon olmadığı söylendi ve ardından Rusça konuşan kişilerin çeşitli roller için işe alındığına tanık oldular.[39]
Mülkiyet hakları Kırım Tatarlarına eşit şekilde uygulanmıyordu. Avdet, göz göre göre evleri ellerinden alınan insanların hikayelerini yayınlıyordu. Bunlar bazen görevi bu tür eylemleri önlemek olan kişiler tarafından yapılıyordu. Mesela 1 Ocak 1991’de Avdet, Kemal Bariyev’in hikâyesinden bahsetmişti.[40] 1989 yılında Bariyev, Hlashovka köyünde bir ev satın aldı. Daha sonra Bariyev evden uzaktayken yerel bir polis memuru eve girdi ve başka bir kişinin orada yaşamasına izin verdi. Polis, köy sovyeti başkanı ve kolhoz başkanının emriyle hareket ettiğini iddia etti. 1991 yılı itibariyle Kemal Bariyev ve ailesi evlerini geri alamayınca ev kiralamak zorunda kaldılar. Birkaç ay sonra, Mayıs 1991’de Avdet başka bir hikâye yayınladı; bu sefer bir Kırım Tatar ailesi, yeni satın aldıkları evden kovulmuştu çünkü önceki sahibi fikrini değiştirmiş ve evi geri istemişti.[41]
Polisin, sıradan insanların ya da yetkililerle bağlantısı olan ya da bağlantılı olduğu iddia edilen suçluların uyguladığı şiddet, Kırım Tatarlarının milliyetlerinden dolayı gördükleri ayrımcı muameleyi daha da ağırlaştırdı. Avdet’in hemen hemen her sayısında Kırım Tatarlarına yönelik organize ve spontane şiddet olaylarıyla ilgili hikayeler yer alıyordu. Yarımadada etnik gruplar arası barış görüntüsü vermek zorunda olan resmî Kırım gazetelerinde bu şiddetin yalnızca çok az gürültülü örnekleri yer aldı. Kırım Tatar protesto çadırları, kendilerini “yerel sakinler” olarak tanıtan, toprağın “eşit”[42] dağılımını talep eden ya da “Kırım Tatar hainlerini” protesto eden kişilerin saldırılarıyla karşı karşıya kaldı.[43] Sovyet yapımı tarihsel mitlerin eşlik ettiği resmî Kırım Tatar karşıtı propaganda bu şiddeti kışkırtıyordu. Belirli bir etno-kültürel gruba mensup olma gerçeğine dayalı olarak yerli halkı bir millet olarak hedef alıyordu ve bu nedenle ırksaldı. Ekim 1990’da Sak ilçesinin Nataşıno köyünde Rusça konuşan bir grup insan, 5 Kırım Tatar ailesine karşı pogrom düzenledi. Saldırı sırasında çok sayıda Kırım Tatarı yaralanmış olsa da kolhoz başkanı, “köyde huzur içinde yaşamak istediği” için davanın cezaî soruşturmasına karşı çıktı.[44] Köyün Kırım Tatar sakinlerinin huzuru onu endişelendirmiyordu. Kırım Tatarlarına yönelik şiddet “barışı” bozmadı, bozan ise Rusça konuşan faillere yönelik ceza soruşturması oldu. Aynı sıralarda Kırım Tatar hareketinin siyasî aktivistlerinden ve Sovyet siyasî tutuklusu Sinaver Kadırov’a da saldırı düzenlendi. Saldırı bir trafik kazasının ardından gerçekleşti, dolayısıyla alışılmış bir şiddet vakası gibi görünüyordu. Saldırıya tanık olan trafik polisi (Sovyet GAİ – Devlet Oto Denetimi) müdahale etmedi.[45]
Kırım Tatarları ve kültürleri algısı güçlü Oryantalistleşme unsurları içeriyordu. Edward Said’e göre Oryantalizm, sömürgecinin sömürgeleştirilenin kültürleri, bedenleri ve toprakları üzerindeki kontrol aracıdır.[46] Oryantalizm, yabancı bir kültürü egzotik ve aynı zamanda medeniyetsiz, geçmişe hapsolmuş, modernleşemeyen bir kültür olarak sunmanın bir yoludur. Kırım örneğinde Oryantalizm aynı zamanda Kırım Tatarlarını Kırım’a yabancı olarak göstermenin bir yoluydu. Greta Uehling, antropolojik araştırmasında şunu da belirtmektedir: “Rusların [Kırım] Tatar tasvir(ler)i Oryantalizm ile aşılanmıştır”[47] Bu tür Oryantalleştirmenin bir örneği, “İpek Yolu-91” festivaline yönelik Ekim 1991’de Kurortnıy Krım gazetesinde yayınlanmış bir makaledir:
“Cömert Kırım doğasının gözlere keyif veren armağanları, baştan çıkarıcı kokular, yaza benzeyen sıcak güneş, çok dilli konuşmalar… ve hayal gücünde, dünyanın her yerinden malların geldiği, dünyanın her yerinden gelen Şark pazarının baştan çıkarıcı bir resmi beliriyor, her şey Şehrazat’ın sevimli masallarının gizemli çekiciliğiyle ıslanmış… Sudak panayırı elbette gerçek Şark çarşısından çok uzak ama Kırım Tatarlarından oluşan bir topluluk olan ‘Krım’ın [‘Kırım’] performansıyla tuhaf bir renk yaratıldı. Antika başlıklar ve beyaz dişli gülümsemeler güneş ışığında parıldıyor, kolyeler karıncalanıyor ve rengarenk kıyafetler dalgalanıyordu. Ve ah, ne hanımlardı bunlar!”[48]
Kırım Tatar topluluğunun rolü, “egzotik” bir kültür olan “Şark”ı temsil etmek, onu cinselleştirmek ve sıradışı elbiseler ve benzersiz görünümlü kadınlarla sömürgecinin fantezisini eğlendirmekti. Bu alıntı, sömürgecinin yerli kültüre hayranlık duyduğu bir güç dinamiğini temsil ediyor, ancak aslında bu hayranlık onun iktidar konumunu gösteriyor. Kırım Tatarları “Şark” değil, eski Rus İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği’nin en batı bölgelerinden biri olan Kırım’ın yerlisiydi. Ancak yine de onların kültürel tanımları, 19. yüzyılda Rus imparatorluk gezginlerinin egzotik ve kendine özgü Kırım ülkesine olan hayranlığını yansıtıyordu.
Sonuç
Özbekistan’a sürgün döneminde ve Kırım’a döndükten sonra Kırım Tatarları, Sovyetler Birliği’ndeki yaygın millî hiyerarşi sistemiyle uğraşmak zorunda kaldılar. Bu hiyerarşi, emperyal gücün kararına bağlı olan ve biyolojik ırk dahil, belirleyici kategorilerden oluşan, milliyetlerine göre insanlara karakter özellikleri, sorumluluklar ve kültürel özellikler atfeden bir algılar bütününü içeriyordu. Özbekistan’daki Kırım Tatarlarının asimile edilmesi gerekiyordu. Ancak Rus merkezli Sovyet siyasî söylemini taklit etmeyi başardılar ve Özbek komşularıyla karşılaştırıldığında nispeten yüksek konumlarda yer aldılar. Bu taklit bir hayatta kalma stratejisiydi; yine de Özbekistan’da Rus merkezli söylemin yaygınlaşmasına katkıda bulundu. Geniş imparatorluktaki güç hiyerarşilerini sağlamlaştıran egemen Sovyet anlatılarına göre, Kırım Tatarları “ortada” görünüyorlardı: Özbek olmak için “çok iyi”, ama Rus olabilmek için “yeterince iyi değil”.
Kırım Tatarları, Kırım’a döndüklerinde, kaynakların yanı sıra kültürel ve siyasî nüfuz için de egemen Rusça konuşan kültür ve nüfusla rekabet etmek zorunda kaldılar. Ancak bu sefer Kırım’a “yerel” (sömürgeci) nüfusun barışçıl yaşamını bozmak için gelenler onlar, “medeniyetsiz yabancılar” olarak algılananlar onlardı. Vatanlarına geri dönen yerliler bir “istisna durumu” içinde gibi görünüyordu: hakları hem Kırım kurumları hem de sıradan sakinler tarafından sistematik olarak ihlal edilirken, devlet mevzuatı onlara eşit şekilde uygulanmıyordu. Bu özel muamele, milliyeti kültürel, dinî ve etnik (biyolojik) bir özellik olarak hedef alıyordu. Ondan kaçmanın hiçbir yolu yoktu. “Hain millet” hakkındaki standart propaganda çoğu zaman “çok ırklı Kırım halkı”nın uzlaşmacı retoriğiyle birleşiyordu. Ancak bu retorik, Kırım Tatarlarına yönelik baskın oryantalist algıyı yansıtıyordu ve bu, otoriter bir imparatorluğun çıkarları doğrultusunda kültürleri bölmeye hizmet eden mevcut hiyerarşileri daha da şiddetlendiriyordu.
* ABD-Ukrayna ortak yayını olan Krytyka dergisinin Haziran 2023 sayısında yayınlanan İngilizce aslından Türkçeleştirilmiştir. Bkz. https://krytyka.com/en/articles/racial-politics-towards-crimean-tatars.
** Maksım Sviejentsev 2019 yılında Kanada’daki Batı Ontario Üniversitesi’nde Phantom Limb: Russian Settler Colonialism in the Post-Soviet Crimea (1990-1997) adlı teziyle tarih doktorasını tamamladı. Martin-Oleksandr Kıslıy 2021 yılında Kyiv-Mohila Akademisi Millî Üniversitesi ve Zaporijya Millî Üniversitesi bünyesinde hazırladığı Povernennya Krımskıh Tatar na batkıvşçınu u 1956-1989 rr. adlı teziyle tarih doktoru unvanını aldı. Her iki yazar da Kırım’da doğup büyüyen Ukraynalılar olup akademik olarak Kırım Tatarları meselesiyle yakından ilgilenmektedirler.
[1] David Brandenberger, National Bolshevism: Stalinist Mass Culture and the Formation of Modem Russian National Identity, 1931-1956, Harvard Univesity Press, 2002, s. 45.
[2] Hirsch, Francine, “Race without the Practice of Racial Politics,” Slavic Review, Cilt 61, no. 1, 2002, s. 30-43; Weiner, Amir, “Nothing but Certainty,” Slavic Review, Cilt 61, no. 1, 2002, s. 44-53; Weitz, Eric D., “Racial Politics without the Concept of Race: Reevaluating Soviet Ethnic and National Purges,” Slavic Review, Cilt 61, no. 1, 2002, s. 1-29; Pohl, J., “Soviet Apartheid: Stalin’s Ethnic Deportations, Special Settlement Restrictions, and the Labor Army: The Case of the Ethnic Germans in the USSR,” Human Rights Review, Cilt 13, no. 2, 2012, s. 205-224.
[3] Robert Conquest, The Nation Killers: The Soviet Deportation of Nationalities, Londran: Macmillan, 1970, s. 67.
[4] Greta Uehling, Beyond Memory: The Crimean Tatars’ Deportation and Return, New York: Palgrave Macmillan, 2004, s. 39.
[5] Lorenzo Veracini, Settler Colonialism: A Theoretical Overview, Houndmills, Basingstoke ; New York: Palgrave Macmillan, 2010, s. 39, 47.
[6] Brian G. Williams, “A Community Reimagined. The Role of ‘Homeland’ in the Forging of National Identity: The Case of the Crimean Tatars,” Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 17, no. 2, 2007, s. 225–52.
[7] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 9 Ağustos 2017 tarihinde 1939 doğumlu Zevid’le mülâkatı.
[8] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın, 9 Ocak 2014 tarihinde 1951 doğumlu Nadiye’yle mülâkatı.
[9] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 10 Ağustos 2017 tarihinde 1968 doğumlu Zuriye’yle mülâkatı.
[10] Orta Asya’da kadınlar vücutlarını tamamen gizlemek için elbise veya fistanın altına pantolon giyerlerdi.
[11] Refat Kurtiev (yay. haz.), Deportatsiya Krımskih Tatar 18 Maya 1944. Kak eto bılo. Vospominaniya deportirovannıh, Akmescit: Ocak, 2004, s. 101.
[12] Homi K. Bhabha, The Location of Culture, Londra ; New York: Routledge, 2004, s. 122, 126.
[13] Dilbilimci Mica Hall’a göre eski sürgünler, Rusça konuşulan egemen bir toplumda çok fazla zaman geçirmiş ve çoğu Rusça eğitim almış olduklarından dilin ifade tarzına uygun konuşuyorlar ve genel olarak dilbilgisi hataları yapmıyorlar. Ayrıca Kırım Tatar dilinin kullanımı ev içi alanla sınırlı olduğundan sözlüğe bakma olasılıkları da sınırlanmaktadır. Mica Hall, “Russian as spoken by Crimean Tatars”, Doktora tezi, Washington Üniversitesi, 1997, s. 162.
[14] Greta Uehling, “Having a Homeland: Recalling the Deportation, Exile and Repatriation of Crimean Tatars to their Historic Homeland”, Doktora tezi, Michigan Üniversitesi, 2000, s. 71.
[15] Özbekistan’da yetiştirilen ana ürün.
[16] Paul Michael Stronski, “Forging a Soviet City: Tashkent, 1937-1966”, Doktora tezi, Stanford Üniversitesi, 2003, s. 281–283.
[17] Frantz Fanon, Black Skin, White Masks, Pluto Press, 2008, s. 8.
[18] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 10 Ocak 2014 tarihinde 1939 doğumlu Rasim’le mülâkatı.
[19] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 12 Ağustos 2015 tarihinde 1967 doğumlu Osman’la mülâkatı.
[20] Aliye Akimova, “İ zori rodinı dalekoy,” Drujba narodov, no. 3, 2002,
https://magazines.gorky.media/druzhba/2002/3/i-zori-rodiny-dalekoj.html.
[21] Rey Chow, Not Like a Native Speaker: On Languaging as Postcolonial Experience, New York: Columbia University Press, 2014, s. 6.
[22] Eduard Kulpin, “Transformatsiya Krımskotatarskogo etnosa (1944-1996),” Arkadiy Vyatkin, Eduard Kulpin (der.), Krımskie tatarı: Problemı repatriatsii, Moskova: İnstitut vostokovedeniya RAN, 1997 içinde, s. 44.
[23] J. Otto Pohl, “Loss, Retention, and Reacquisition of Social Capital by Special Settlers in the USSR, 1941-1961”, Cynthia Buckley, Blair Ruble, and Erin Trouth Hofmann (der.), Migration, Homeland and Belonging in Eurasia, Washington DC: Woodrow Wilson Center and Baltimore, MD: John Hopkins University Press, 2008 içinde, s. 213.
[24] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 15 Ağustos 2015 tarihinde 1928 doğumlu Lutfi’yle mülâkatı.
[25] Isabelle Kreindler, “The Soviet Deported Nationalities: A Summary and an Update,” Soviet Studies, Cilt 38, no. 3, 1986, s. 387–405,
https://doi.org/10.1080/09668138608411648.
[26] Dadabaev Timur, Identity and Memory in Post- Soviet Central Asia, New York: Routledge, 2016, s. 127.
[27] Arkadiy Vyatkin, “Sredneaziatskiy tupik: priçinı vozniknoveniya, masştabı, puti vıhoda,” Arkadiy Vyatkin, Eduard Kulpin (der.), Krımskie tatarı: Problemı repatriatsii, Moskova: İnstitut vostokovedeniya RAN, 1997 içinde, s. 124.
[28] Arkadiy Vyatkin, “Sredneaziatskiy tupik…,” s. 124.
[29] Eduard Kulpin, “Transformatsiya Krımskotatarskogo etnosa…”, s. 46.
[30] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 12 Ağustos 2015 tarihinde 1967 doğumlu Osman’la mülâkatı.
[31] Eduard Kulpin, “Transformatsiya Krımskotatarskogo etnosa…”, s. 46.
[32] Nikolay Bugay (yay. haz.) Prinuditelnoe pereseleniye krımskikh tatar: put k reabilitatsii (materialı i dokumentı), Moskova: Akvarius, 2015, s. 64–66.
[33] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 12 Ağustos 2015 tarihinde 1963 doğumlu Ediye’yle mülâkatı.
[34] Martin-Oleksandr Kıslıy’ın 3 Nisan 2020 tarihinde 1857 doğumlu Refat Çubarov’la mülâkatı.
[35] Maksım Sviejentsev’in 9 Temmuz 219 tarihinde İsmail Ramazanov’la mülâkatı.
[36] Giorgio Agamben, State of Exception, Chicago: University of Chicago Press, 2005, s. 2, 10.
[37] Tsentralnıy Sovet Organizatsii krımskotatarskogo natsionalnogo dvijeniya, “Zayavleniye Tsentralnogo Soveta OKND po povodı reşenii 3-ey sessii Krımskogo oblastnogo Soveta narodnıh deputatov,” Avdet, 15 Ekim, 1990,
http://cidct.org.ua/avdet/1990-avdet-7-15-zhovtnya/
[38] Maksım Sviejentsev’in 24 Temmuz 219 tarihinde İlmi Umerov’la mülâkatı.
[39] G. Kurtaliyeva, “‘Svoi” i “çujıye’,” Avdet, 1 Şubat 1991,
http://cidct.org.ua/avdet/1991-avdet-3-1-lyutogo/.
[40] “Pervıy miting v Kerçi,” Avdet, 1 Ocak 1991,
http://cidct.org.ua/avdet/1991-avdet-1-1-sichnya/.
[41] “Retsıdiv proşlogo,” Avdet, 8 Mayıs 1991,
http://cidct.org.ua/avdet/1991-avdet-10-8-travnya/
[42] Eşitlik söylemi sıklıkla Kırım’daki yerleşimcilerin sömürgeci ve ırksal politikalarına eşlik ediyor. Bu örnekte Rusça konuşan “protestocular” ayrıcalıklarının korunmasını talep ediyorlardı; Kırım’da yaşıyorlardı, işleri ve evleri vardı, kültürleri ve hakları bu topraklarda egemendi. Ancak hâlâ, Kırım’da evleri olmayan ve çoğu zaman kendilerine iş verilmeyen, sömürgeleştirilmiş yerli Kırım Tatarları kadar toprak sahibi olma hakları olduğuna inanıyorlardı.
[43] “Piketı v Aluşte,” Avdet, 15 Temmuz 1990, http://cidct.org.ua/avdet/1990-1-15-lipnya/.
Eskander Karamanov, “Shod intelligentov,” Avdet, 1 Ekim1990,
http://cidct.org.ua/avdet/1990-avdet-6-1-zhovtnya/.
[44] “Sakskiy rayon,” Avdet, 15 Kasım 1990,
http://cidct.org.ua/avdet/1990-avdet-9-15-listopada/.
[45] L. Murtazayeva, “Napadeniye na Sinavera Kadırova,” Avdet, 15 Kasım 1990.
[46] Edward W. Said, Orientalism, New York: Pantheon Books, 1978, s. 4.
[47] G. Uehling, Beyond Memory, s. 25.
[48] “Dialog Kultur – veleniye vremeni,” Kurortnıy Krım, 19 Ekim 1991.