BİR KIRIM TATAR ÇOCUK OYUNU: ATLA, ATLAN ÇIK!
Zafer KARATAY
Günümüzde, kitle iletişim araçları (radyo, televizyon, gazete), ve ulaşımın gelişmesi, nüfus yoğunluğunun şehirlerde toplanması gibi çağımıza özgü sebeplerden dolayı toplumların, milletlerin kültürlerinde meydana gelen değişiklikler, bilinen gerçeklerdir. Değişmelere paralel olarak da pek çok millî kültür unsuru, folklorik değerler de unutulup yok olmakta ve tarihe karışmaktadır. Pek çok millet için normal olarak seyreden bu süreç, Kırım Türkleri için farklıdır.
Kırım’ın 1783 yılında Çarlık Rusyası tarafından ilhak edilmesinden sonra, yüzbinlerce Kırım Türkünün Vatan Kırım’ı terk etmek zorunda kalması ve çok geniş coğrafyaya dağılması, nihayet Vatan da kalan Kırım Tatarlarının da yok edilmek maksadıyla topyekün sürgün edilmeleri, Kırım Türklerinin sahip oldukları çok zengin millî kültür unsurları ve değerlerinin zamanından önce yok olup gitmesine yol açmıştır.
Zaten 1921 yılında Kırım’a da tam olarak hakim olan komünist ideolojiye sahip totaliter rejim, millî ve dinî değerleri aşındırmayı ve yok etmeyi hızlandırmış, pek çok millî kültür, unsurunu da kendi ideolojisinin felsefesine uygun hale getirmeye başlamıştı.
Kırım Türkleri bu yüzyılın ilk çeyreğinde, Kırım’da kalanlar, Dobruca’da yaşayanlar ve Türkiye’de çeşitli şehirlere dağılmış olarak yaşayanlar olmak üzere üç ana gruba bölünmüşlerdi. Kırım Türklerinin dili, kültürü hakkında araştırma ve inceleme yaparken Kırım Türklerinin neredeyse tarihi karakteristiği olan göçleri ve yer değiştirmeleri dikkate almak gerekir.
Kırım Türklerinin bugün hayatiyetini sürdürmeyen folklorik değerlerinden biri de çocuk oyunlarıdır. Kırım Türklerinin tarihte ayrılmaz bir unsuru olan at, çocuk oyunlarında da kendini göstermektedir. Yaklaşık 20-25 yıl önce köyde oynadığımız bir oyun da “Atla, atlan çık” idi. Ankara’ya 45 km uzaklıkta, Ankara-Konya karayoluna 5 km. mesafede bulunan köyümüzün ilk adı Holus idi. 1908 yılında Romanya’nın Karatay köyünden göç eden dedem ve kardeşleri tarafından kurulmuştu. Daha sonra yine Dobruca’nın, Dokuzsofu (Tokusupu), Atmaca ve Sarıgöl gibi köylerinden gelen Kırım Türkleri bu köye yerleşmiş, köyün adı 1960 yılında Günalan olarak değiştirilmişti. Köyde yaşayanların hepsi Kırım’dan çeşitli tarihlerde Dobruca’ya oradan da Türkiye’ye göç etmişlerdi. Göçler ve evlilikler sebebiyle, Kırım’ın hemen her bölgesinden bir kişiye rastlamak mümkündü. Ancak nüfus itibariyle ağırlığı, Kırım’ın Gözleve şehri ve civarından göç etmiş olanlarla, Bahçesaray ve civarından göç etmiş olanlar teşkil ediyordu. Bu sebeple de köyümüzde Kırım’ın bu bölgelerinde konuşulan iki lehçe de konuşulmaktaydı.
1958 yılında doğduğum bu köyde, 1950 yılından itibaren tarımda traktör ve diğer tarım makinalarının kullanılmaya başlanmış olması atın önemini ve fonksiyonunu azaltmıştır. Ancak, ilkokula başladığım 1964 yılında köyde çok sayıda at bulunmaktaydı. Köyde, at arabalarının sesinden ya da atların çeşitli özelliklerinden dolayı, kimin arabası ya da atı olduğunu herkes bilirdi.
İşte bu atları tanıyıp bilme, atlara olan sevgi ve bağlılık, oynadığımız oyunlarda bile kendini gösterirdi. İlkokula başladığımız yıllarda en çok severek oynadığımız oyun, “Atla, atlan çık!” oyunuydu.
Oyunda, köyün atlarını en iyi tanıyan iki – üç büyük çocuk, ya da büyüklerimizden birisi jüri olurdu. Çocuklar, oyuncu sayısına göre ikiye ayrılır, yaklaşık elli metre arayla karşılıklı olarak beklerlerdi. Her çocuğun karşı gruptan, kendine yaş ve kilo olarak uygun bir eşi bulunurdu. Kura sonucu sorulacak soruya ilk cevap verecek grup belirlenir, daha sonra jüri köydeki herhangi bir atı tarif ederdi.
Tabınız bakayım akaylar, soraganım sizge bir aygır, tüsü deseniz kongur. Toynakları ak, kene şu evde bar bir aygır eki kısrak, bir de tay pek oynak. Aytınız bu kimin atı?”
Cevap hakkı bulunan grup kendi aralarında görüşerek cevaplandırırlar?
— Amet akayın!
— Bilalmadınız.
Diğer grup; — Acı Yusuf akayın!
— Tuvul
— Seydamet akayın!
Doğru cevap verilince jürinin “mınde başın kaykala” yani “bin de başını okşa” sözleri üzerine, doğru cevabı veren grup at gibi kişner ve sanki at gibiymiş gibi sıçrayarak koşar ve diğer grubun yanına gider. Her çocuk rakip gruptan kendi eşinin sırtına kişneyerek biner ve “deh” komutunu verir. Aynı zamanda sırtına bindiği çocuğun başını okşayarak onu kızdırırdı. Cevabı doğru veren gruptaki çocukları sırtına alan gruptakiler de huysuz atlar gibi hoplayarak sıçrayarak sırtlarındakini yere atmaya çalışırlar ve aynı zamanda onları karşı çizgiye taşırlar, çizgiye gelince sırtındakilere bırakarak yerlerine dönerlerdi.
Oyunun galibi elbette, sorulan atları en iyi ve en çabuk tanıyan ve kendini karşı gruba taşıttıran çocuklar olurdu.
Bu oyun ne yazık ki çok uzun seneler oynanamadı. Çünkü 1970 yılına gelmeden köyümüzde sadece üç dört ailede at kalmıştı ve onların da sayısı bu oyunu oynayacak kadar çok değildi.
Köyümüzde oynanan, daha doğrusu bizden önceki nesillerin oynadığı başka çocuk oyunları da vardı. Çırakman, Aksüyek, Aşık (kemiği) gibi başka yazılarımızın konusu olacak oyunların yanısıra şimdi bilinmeyen, belki yaşlılarımızın hatıralarında yaşayan pek çok Kırım Tatar çocuk oyunu ve kültür unsuru gün ışığına çıkmayı beklemektedir. Yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi sayı bakımından üç ana grupta topladığımız Kırım Türklerinin, Vatan’da kalan ve sürgüne gönderilen, daha sonra tam bir ölüm kalım savaşı veren bölümü, bir yandan da tarihi mirasın kaybolup gitmemesi için kültürel faaliyetlerini canla başla sürdürmektedir. Yayınladıkları gazete ve dergilerde yer alan makaleler ve çeşitli kitaplar bunun güzel örnekleridir. Aynı şekilde Dobruca’nın Romanya’da kalan kısmında yaşayan Kırım Türkleri de kısıtlı imkanlara ve ülkede yıllarca hüküm süren totaliter rejime rağmen en azından sahip oldukları kültürel değerleri neşretmeye çalışmışlardır. Hele Çavuşesku rejiminin devrilmesinden sonraki hürriyet ortamında faaliyetlerini hızlandırmışlar, neşrettikleri Karadeniz gazetesinde, Renkler Dergisi’nde, masal, bilmece, çın, çocuk oyunları, ninniler, destanlar gibi millî kültürümüzün değişik unsurlarını derleyerek neşretmektedirler. Hatta buna yönelik özel derleme kitapları da yayınlanmıştır. Elbette gerek Romanya’da gerekse eski SSCB’nde sürgünde yaşayan veya Vatan Kırım’a dönen Kırım Türkleri’nin çalışmaları yeterli değildir. Ancak bu yetersizlik içinde bulundukları şartlardan ve özelikle de ekonomik zorluklardan kaynaklandığı ortadadır. Her türlü takdire layık çalışmalar yapan bu kardeşlerimize karşılık, Türkiye’deki Kırım Türklerinin çalışmalarının yeterli olduğunu söylemek aşırı iyimserlik olacaktır.
Hele Türkiye’de asgari 5 milyon Kırım Türkü bulunduğu ve binlerce üniversite eğitimi görmüş ve pek çok da Üniversite’de akademik kariyer yapmış ve yapmakta olan Kırım Türkü olduğu göz önüne alındığında kültürel faaliyetlerin kısırlığı ortaya çıkar.