EMEL ve KIRIM DAVASI

Müstecib ÜLKÜSAL
 
Yayın hayatının yirmi dördüncü yılını doldurmak üzere olan EMEL Dergisi’nin ne zaman ve nerede başladığını, hangi gaayeleri benimsediğini ve bu uğurda neler yaptığını kısaca anlatmak — bir çeşit hesap verme ve geçmişi hatırlatma, bakımından — ilgi çekecektir.
 
Esir Türklerin ve bilhassa Kırım Türklerinin kurtuluş ve istiklâl hareketleri hususunda ileride araştırma yapacak tarih ve ilim erbabının EMEL’i karıştırmaları yararlı olacaktır.
 
Kırım’ın tarihi, muhtelif devirleri, komünistlerin Kırım Türklerine çektirdikleri faciaları hakkında bilgi edinmek ve eser yazmak isteyenlerin EMEL koleksiyonlarını okumaları gerekecektir.
 
EMEL’i okuyanlar, esir Türk illerinde yabancı hâkimiyetlerin ve bilhassa, komünist Rus ve Çin idarecilerin sömürülerini, işkencelerini ve imha siyasetlerini anlayacaklardır.
 
1960’tan sonra komünist devletlerin Türkiye’de eylemlere geçirdikleri komünist ve anarşist örgütlerle Türklüğün son hür ve müstakil kalesini de nasıl içinden yıkmak ve hür Türkleri de esir etmek istediklerini, buna karşı EMEL’in daima uyarıcı ve savunucu ödevini yaptığını göreceklerdir.
 
EMEL ve bunun etrafında çalışanlar, bundan sonra da, imkân ve kudretleri elverdiğince, kutsal bildikleri gaayelerinin kuvvetlenmesi ve gerçekleşmesi yolunda çalışmaktan dönmeyecekler; idealist bir Türk milliyetçisi olarak gerek hür ve gerek esir kardeşlerine karşı kendilerini vicdanen görevli ve sorumlu saydıkları için faaliyetlerini sürdüreceklerdir.
 
EMEL, bu çalışmalarında yurtdaşlarının ve okuyucularının, bugüne dek olduğu gibi, bundan sonra da, maddî ve mânevi desteklerini göreceğine inanmaktadır.
 
*
 
İkinci Dünya Savaşı’na kadar Romanya idaresinde kalmış olan Hacıoğlu Pazarcık şehrinde, mesûl müdürlüğüm altında, ilk sayısını 1 Ocak 1930 günü yayınladığımız EMEL MECMUASInın ilk sözünde şöyle demiştik :
 
Gaayemize doğru yürüyebilmek için şu esaslar düsturumuz olacaktır :
 
«Mecmuamızda şahsiyet, fırkacılık, kabilecilik ve bölgecilik dedikoduları katiyen yer bulmayacaktır;
 
Türklerin ve bilhassa Dobruca Türklerinin millî ve İçtimaî ihtiyaçlarını ve dertlerini göstererek tedavilerine ve tatminlerine çalışmak; fikir, ilim, sıhhat ve iktisadiyat aleminde yükselmelerine hizmet etmek;
 
Yüce Türk milletinin yalnız şive ve lehçe itibarile türlü kabile adları altında yaşayan gurupları arasında tam bir (fikir ve emel birliği) doğurarak (bütün Türkçülük) yapmağa çalışmak;
 
Dünyanın muhtelif memleketlerine yayılarak yüksek dağların arkasında, uzun ve geniş suların kıyılarında ve çelik süngülerden sınırların ortasında kalan milletdaşlarımızın kalpleri ve ruhları ile kalplerimiz ve ruhlarımız arasında sıkı bir bağlantı tesisine uğraşmaktır.
 
Şahsî garazların, hasis menfaatların, yanlış telâkkilerin ve hatalı geçmiş günlerin (fikir ve emel birliği) mizin kuvvetlenmesine ve yaşamasına aslâ engel olmamasına çaba göstereceğiz.»
 
Mecmuamızın 15 Ocak 1930 tarihli 2. sayısında (Milliyet âmilleri) başlığı altında yayınladığımız yazıda Irk Birliği hususunda şunları yazmıştık : «Irk kelimesi; ruhî ve mânevi rabıta ve iştirakler ifade etmekten ziyade cismanî ve fiziyonomik benzerlikler telkin eder. Bunun için bu kelime milliyet cereyanında âmil olmaktan çıkmış gibidir. Evvelce, daha geniş bir mânâ ile, «millet» mefhumunu ifade eden bu kelime artık bu kuvvet ve itibarını tamamile kaybetmek üzeredir. Çünkü aynı ırka mensup birçok millet vardır ki, ırkî menşe ve birliklerini değiştirmişler ve büsbütün başkalaşmışlardır. Meselâ Macarlar, Finliler, Bulgarlar Türklerle aynı ırka mensup oldukları halde dil, din, tarih ve gaaye ayrılıkları dolayısile Türklerden tamamile ayrılmışlar; müstakil bir Macar, bir Fin ve bir Bulgar milletleri tevlit etmişlerdir.
 
«Lâtin ve İslav ırklarına mensup ayır ayrı milletler de ortaya çıkmış ve kendilerine mahsus özel dil, kültür, devlet, yurt ve gaaye sahipleri olmuşlardır.»
 
Milletlerin millî birliklerini korumalarında en kuvvetli âmilin dil, kültür ve gaye birlikleri olduğunu yazdığımız 1 Şubat 1930 tarihli 3. sayıda din’in bugünkü ve bundan sonraki rolünün ancak fertlerin ahlâkı ve maneviyatı üzerinde etkili olacağını belirtmiştik. Milletlerin milliyetlerini muhafaza etmelerinde millî dilin ve kültürün din’den daha ziyade âmil olduklarına örnek olarak Ortodoks olan Romenlerin, Rusların, Bulgarların ve Yunanlıların birbirlerine olan düşmanlıklarını din birliğinin kaldıramadığını göstermiş; diğer milletlerde olduğu gibi Türk milletinde de dil ve kültür birliğinin mühim bir âmil olduğunu ve bu iki unsuru kuvvetlendirmenin gerekliğini yazmıştık.
 
 
Cafer Seyitahmet Kırımer ve EMEL
 
EMEL Mecmuasının yayınlandığı yıllarda Avrupa memleketlerinde Kırımlıların dâvasını tanıtmak maksadile seyahatler ve görüşmeler yapan Cafer S. Kırımer (Emel Mecmuasına) başlığile yazdığı ve Mecmuanın 1 Mart 1930 tarihli 5. sayısında basılan makalesinde şunları yazıyordu :
 
«On senedir Kırım öksüzlüğü ile yanan bağrıma EMEL serin ve tatlı bir sevinç serpti. On senedir Kırım’dan gelen acı ve kara haberler karşısında müthiş azap ve intikamla çırpınan ruhumu EMEL sadık bir dost elile okşadı. On senedir Kırım gençliğinin millî dâvamız yolunda ölüm önünde titremeden Sibirya’da, Solofki’de, çekalarda canla ve başla yazdıkları tarihimizin en yüksek ve en mukaddes destanı beni ne kadar iman ve aynı zamanda ne kadar elemle sarsıyordu. EMEL bu büyük emel kurbanlarının ilâhî ruhlarından bana ne candan teselli ve ne kadar kuvvetli ümit getirdi.
 
«EMEL’e emel kadar sonsuz ömür dilerken, emelimizin emeli olması için bâzı düşündüklerimi de yazmaktan kendimi alamadım.» diyen
 
Cafer Bey, «Türk milletinin en büyük noksanı fikir hayatına, harse lâyık olduğu ehemmiyeti vermemesidir. Tarihimizin askerî kuvvet ve kudreti yanında harsimiz ve medeniyetimiz nisbet kabul etmeyecek derecede sönüktür.» düşüncesini belirtmiş; askerî kudret ve fütuhatımızın asırlar boyunca sürdüğü ve bu sayede imparatorluklar kurduğumuz halde «ilimdeki rolümüzün ne vusati, ne de kudreti cihan hayatı fikriyesile boy ölçüşmek değil, kendimizi bile beslemeye kâfi gelmemişti.» demiştir.
 
Bu yazısında Türk milletinde kültürün ve ilmin benimsenmeye ve fikir hayatının canlanmaya başladığını ve Türk münevverlerinin bunu milli vazife saydığını belirten Cafer Bey : «İşte bu devirde EMEL de bu büyük vazifeye yardımcı olarak fikir dünyasında doğdu.»
 
«Dobruca’daki gençliğimizin İlmî faaliyetlerini Kırım’ın bu kara günlerinde ümitli bir yardım diye görüyor ve EMEL’in büyük emelimizde başarısını candan diliyoruz.» temennisinde bulunmuştur.
 
*
 
15 Nisan 1930 ve müteakip tarihli sayılarda (Türk ve Türkçülük), (Milliyet âmilleri) başlıkları ile yazdığımız yazılarda özet olarak : «Dünyada az veya çok lehçe farkile Türkçe konuşan ve fakat yekdiğerile mükemmel anlaşan Türklerin sayısı kırk milyona kadar çıkmaktadır. Bu şayia oniki milyonu müstakil Türkiye Cumhuriyeti’nde ve mütebakisi Avrupa ve Asya kıtalarının muhtelif memleketlerinde yabancı hükümetlerin idareleri altında yaşamaktadırlar.
 
«Türk dilinin muhtelif şivelere bölünmüş olması siyasî şartlarla coğrafi ayrılıkların neticesidir.» demiş ve son yazımızı şu sözlerle bitirmiştik : «Rusların Türkleri parçalamak için asırlardan beri yürüttü ğti tuzak 1905 inkilabından sonra ve bilhassa son zamanlardaki milliyetçilik imanının kuvvetile parçalanmıştır. Rusluğun en şeytanca ve yıkıcı usullerde bölünmeyen Türklük şimdiden sonra da hiç bir kuvvet ve korku ile bölünmeyecektir. Koca Rusya’nın parçalanmasından doğacak olan bir Türkistan, bir İdil – Ural, bir Azerbaycan, bir Kırım Cumhuriyetlerinin müstakil varlıkları, bunların Türk olmalarına ve Türk kalmalarına aslâ ve katiyen engel olamaz.»
 
«Bugünkü ve bundan sonraki Türkün yapması gereken siyaset ve yaşatması icap eden gaaye, müstakil ve muzaffer Türkiye Cumhuriyeti’nin kuvvetlenmesini ve Rusya’da büyük bir kütle ve çoğunluk teşkil eden Türklerin bir an evvel millî istiklâl ve emellerine kavuşmalarını istemek ve bunun için çalışmaktır.
«Gerçek Türkçülük budur.»
 
EMEL’in 15 Temmuz ve 1 Ağustos 1930 tarihli sayısında yayınladığımız (Vicdan ve emel birliği) başlıklı yazımızda :
 
«Çağımızın en ziyade göze çarpan farkı, millî vicdan ve fikir kuvvetinin ve aşkının her zamankinden ziyade billurlaşmış ve şekillenmiş olmasındadır. Dil, tarih, din ve medeniyet bugün millî vicdan ve mefkürenin kuvvetlendirilmesi ve millî ideallerin gerçekleştirilmesi yoluna dökülmüştür. Hangi esir millet fertlerini bu ışıkla yürütüyor vs bu gıdalarla besliyorsa, o millet hürriyet ve istiklaline kavuşacaktır.
 
«Millî vicdan ve mefkûreleri ölen veya doğmayan milletler esarette kalmaya ve yok olmaya mahkûmdurlar. Ferdin çokluğundan ziyade fikrin varlığı ve kurtarıcı ve yaşatıcıdır. Yüzlerce milyon candan ibaret Asyalı ve Afrikalı milletlerin sürüler halinde hâkimlerinin kırbaçları altında yuvarlanmaları ve inlemeleri, fertlerinde henüz mukaddes millî fikir ve vicdan ışığının gereğince parlamamış olmasındandır.»
 
EMEL, Temmuz ve Ağustos 1930 tarihli sayısının son sahifesinde şu ilânı yayınlamıştır :
 
Alelumum Türklüğün siyasî ve har si (kültürel) meselelerine sahifelerini açmış olan EMEL’in bundan böyle bilhassa Kırım İstiklâl Dâvası’nın müdafaasile, Kırım Türkleri içtimaiyat ve harslarına dair neşriyata ehemmiyet vereceğini kayda lüzum gördük.
 
Azerbaycanlı, Şimali Kafkasyalı, Türkistanlı, Kazanlı kardeşlerimizin neşretmekte oldukları pek kıymetli mecmualarda ve Paris’te çıkarılmakta olan Promethe mecmuasında bugüne kadar Kırım dâvasına gösterilen alâka ve neşriyatı EMEL pek büyük ve pek samimi minnetdarlık hissile yad etmeyi vazifesi bilir.
 
Kırım gençleri de, diğer kardeş mecmuaların bilhassa kendi meselelerde uğraşmaları ve kendi siyasî fikirlerine mâkes olmaları gibi, EMEL’in de kendilerinin resmî mecmuaları olduğunu sarahatla kayıt ve ilâna lüzum gördüler.
 
EMEL, Türklüğün selâmet ve muvaffakiyetine çalışan bütün arkadaşlarına candan muvaffakiyet diler ve cümlesinin bundan böyle de tarihî vazifemizin ifasında müttehit bir cephede safvet ve samimiyetle elele vererek yürümelerini ve birbirlerini tamamlamalarını temenni eyler.
«Hâkimiyeti Millîye» gazetesinin 6 Kasım 1930 tarihli sayısında Reşit Safvet imzasile yayınlanan bir yazıda, Romanya’daki Kırım asıllı Türklerden bâzı kişilerin «Tatarcılık» yaptıkları ve bu çalışmalarında Romen hükümetinden yardım gördükleri ve para aldıkları, bu hareketin zararlı olduğu yazılmıştı.
 
Cafer S. Kırımer, 12 Kasım 1930 tarihli «Cumhuriyet» gazetesinde yayınlanan cevabında Reşit Safvet Beye şöyle sesleniyordu :
 
«Romanya’da «Tatar cereyanı» olduğunu ve buna «Romanyalıların keremi verdiklerini» isbat edecek delillerinizi bilmiyorum. Fakat bildiğim birşey varsa, o da, Romanya’daki Türk münevverlerinin bu gibi hareketlerin ancak Türk düşmanlarını güldüreceğini anlayacak kadar hem millî imanları sağlam hem de fikrî ve ilmî seviyelerinin yüksek olduğudur. Halka gelince, bunlardan Kırım Türkleri, Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı tarihinden, yâni 1783’ten beri ve bilhassa Akyar (Sivastopol) muharebesinden sonra Çarlığın binbir zulmü neticesinde Cennet kadar güzel yurtlarından ayrılarak Dobruca’da yerleşmişlerdir.
 
«Romanya’da «Tatar cereyanı» nı isbat edecek bir eser ve mecmuayı görmedim.
 
«Dobruca’da çıkarılmakta olan EMEL Mecmuası, Kırım’ın geçirmekte olduğu fecayiye sahif eler ini tahsis etmektedir. Romanya hükümetinin nakdî muavenetile çıkarıldığı tarzında ağır bir ithamda bulunduğunuz mecmua eğer EMEL ise, yine delillerinizi bilmediğim halde, pek iyi bildiğim birşey varsa, o da, bu mecmuanın on’a yakın Türk gencinin millî himmetlerde çıkarılması ve Türk köylülerinden toplanan sekiz yüzü mütecaviz abone bedelde neşredilmesidir. Yalnız Romenlerden değil, hiç bir ecnebi hükümet ve hattâ bir millî müesseseden bile bir kuruş yardım görmeksizin sırf millî hamiyet ve azmin eseri olan bu mecmuanın bu suretle intişarından fahır duymaklığımız lâzımgelirken, millî iman ve haysiyete büyük bir leke olacak ithamda bulunmanızın mânâ ve hikmetini bir türlü anlayamadım.
 
«İşbu neşriyatın Anadolu Türklüğü cereyanına büsbütün yabancı, hattâ aleyhdar olduğu» cümlesinden maksadınız yine EMEL Mecmuası ise, bu mecmuanın birinci sayısından bugüne kadar v’aaki bütün neşriyatında yalnız Anadolu Türklüğüne yabancı ve hattâ aleyhdar olmak değil, bütün Türklüğe karşı yazılmış soğuk ve zararlı bir tek cümle gösterebilirseniz Kırım gençleri bu mecmua ile alâkalarını keseceklerdir,
 
«EMEL Mecmuası ancak Türklük imanı ile çalışıyor ve Türk kültürüne gücü yettiği derecede hizmet emelile çırpınıyor. EMEL’in aleyhinde bulunduğu cereyan Bolşevizmdir.
 
«Asil bir Türk ocağı olan Kırım’da Türklüğü imha maksadile yapılan bu zulme karşı EMEL elbette karşı olacaktı ve bu O’nun elbette bir millî borcu idi.»
 
«Romanya’da beş – on namuslu ve hamiyetli gencin kendi maddî fedakârlıklarile yaşatmaya muvaffak oldukları mecmualarında Kırım facialarından bahsetmenin Türklüğe ve Anadolu’ya karşı bir günah olduğunu biz anlayamadık.»
 
Cafer Beyin bu değerli ve çok yerinde olan cevabına EMEL adına şu satırları eklemiştik :
 
«Reşit Safvet Beyefendinin hiç bir delile istinad etmeksizin Romanya hükümetinden nakdî muavenet görmemizi söylemesine rağmen, Cafer Beyin çok haklı ve meseleye vaakıf olarak söylediği gibi, hiç bir hükümetten, ne yabancı, ne dost ve ne de bir tek millî müesseseden hiç bir nakdî yardım görmediğimizi itiraf ederiz.
 
«EMEL Mecmuası, sırf kendisini kuranların ve okuyanların sarsılmaz millî imanı ve maddî fedakârlıklarile yaşamaktadır. EMEL hiç bir şahsî hırs, menfaat entrikacılarının ne maddî ve ne manevî iftiralarile lekelenmeyecektir; buna ant etmiştir. O millî ruhun timsali, millî vicdanın tercümanıdır, tercümanı kalacaktır.»
 
EMEL bugün de aynı iman ve idealle çalışmakta, fedakâr emelcilerin ve okuyucularının işbirliği ve gayreti ile yaşamakta ve yaşayacaktır.
 
EMEL’in 1 Ocak 1931 tarihli sayısındaki (Bir yıllık tecrübe ve istikbale hazırlık) yazımızda ezcümle :
 
«Hakkımızda yazıldığı gibi, Türklüğe ve Anadolu’ya muhalif ve aleyhdar bir «Tatar cereyanı» yapmak bizden çok uzaktır. Biz, ayrı bir Türk ve Tatar milleti tanımıyor ve bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz, elli milyona yakın bir Türk milletinin varlığıdır. Rusya’da türlü bölgelere yayılmış Türklerin tarihî ve millî vatan ittihaz ettikleri yüzlerce yıllık yurtlarını evvelce Rus Çarlığından olduğu gibi, bugün de Rus bolşeviklerinin esaretinden kurtarmağa ve buralarda müstakil millî Türk Cumhuriyetlerini kurmağa çalışmaları, Türklüğe aykırı ve zararlı bir siyaset değil, çok gerekli ve yararlı bir harekettir zannediyoruz.
 
«Biz Türk yurtlarının esarette inlemelerini değil, istiklâle kavuşmalarını, bir Kırım, bir Kazan bir Azerbaycan ve bir Türkistan Cumhuriyetinin kurulmasını istiyoruz. Dâvamız, Türklüğün tarihî hakkı geçtiği ve hakikî izler ve eserler bıraktığı ve bugün de yaşadığı topraklarda ve yurtlarda Türk hukukunun ve istiklâlinin tanınmasıdır.»
 
«Biz, bütün bu Türk yurtlarının sıklet merkezi ve mihveri olarak Türkiye’yi tanıyoruz.»
 
Uzun yazımız şu sözlerle bitirilmişti:
 
EMEL, doğruluğuna ve büyüklüğüne iman ettiği yolunda, geçen yıl yürüdüğü gibi, ikinci ve diğer yıllarda da, milletdaşlarının ve koldaşlarının hamiyet ve müzaheretine güvenerek daha büyük bir azim ve millî aşkla hedefine ve Türklüğün refahına doğru yürüyecektir.»
 
 
1960 yılının Kasım ayında yeniden Ankara’da yayınlanmasına başlanan, iki yıl sonra İstanbul’da bugün de devam ettirilen EMEL’in ve emelcilerin gaayesi, hedefi ve bunların esasları yine bunlardır.
 
 
Cafer S. Kırımer Bey, 1 Ağustos 1935 tarihli EMEL Mecmuası’nda (Yolumuz) başlığı altında yazdığı makalesinde :
 
«Beş yıldır EMEL bütün Dobruca Türklerine, bilhassa okuyucularının büyük çoğunluğunu teşkil eden Kırım Türklerine Türklüğü, Türkçülüğü anlatmağa candan çalıştı, EMEL, Türk dünyasından bahsederken Türkiye ile Azerbaycanı, Kafkas Türkleri le Türkistanlıları, bunlarla Kırgız ve İdil – Urallıları ayırmadı. Dünya üstündeki bütün Türklerin dertlerile yandı, muvaffakiyetlerile sevindi.
 
«EMEL, açık Türkçe yazdı ve yalnız Yakın Şark’ta değil, Uzak Şark’ ta, Afganistan ve Hindistan’da bulunan Türk muhacirleri arasında da sevilerek okunmak bahtiyarlığına nâil oldu. Yalnız bunlar değil, Türk dünyasile alâkadar birçok Avrupa Türkiyatçıları da EMEL’i memnuniyetle okuduklarını bildirdiler.
 
«Acaba EMEL hâlâ kendi yolunun ne olduğunu anlatamadı mı? Bütün Türk âleminin ve bu meyanda Kırımın da esaretten kurtulması… Bütün Türklerin medenî seviyelerinin yükselmesi, millî birliklerinin kuvvetlenmesi,.. İşte EMEL’in yolu…»
 
«Her mefkûre ve iman yolu gibi EMEL’in yolunun da anlaşılması, benimsenmesi ve lüzumunda candan müdafaa edilmesi için yalnız kafa değil, seciye, kalp ve ruhların da millî fâcialarla titreyecek, sarsılacak yaratılışta ve seviyede olması gerektir. Kendilerinden ve kendi menfaatlerinden ötesini düşünemeyenler, kendi kardeşlerinin fâciaları yolunda candan yanamayanlar, milletlerinin ve halklarının tarihini ve hakkını kavrayamayanlar elbette EMEL’in yolunu anlayamazlar.»
 
Kırım’ın kurtuluş dâvasında ümit görmeyenler için Cafer Bey şöyle sesleniyor :
 
«Evet, Kırım istiklâl dâvası çetin bir iştir. Ama mefkûre yolunun hangisi dikenli değildir? Türk illerinden hangisinin dâvasında şu veya bu noktai nazardan müşkülât yoktur? Dünyanın hangi milleti kandan ve ateşten geçmeden kendi hakkına ve istiklâline kavuşmuştur? Acaba Kırım istiklâl dâvasının zorluğu onu arkadan vurmağa mı hak verir, yoksa Türklük uğrunda erimiş olan bu mukaddes Yurd’un kurtulmasına yardım etmeyi mi emreder?
 
«Herhangi bir iman sahibinin EMEL’in yolunu anlaması müşkil olmadığı gibi, bizim de kendisile anlaşmamaklığımız kaabil değildir.»
 
Cafer Beyin aşağıdaki isabetli görüşü, aradan 40 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, bugün de geçerlidir ;
 
«Bâzı arkadaşlarımız «vaziyet ağırlaşıyor!…» diyorlar. Biz onlara «İman kuvvetleniyor!» diye cevap vereceğiz. Kırım gençlerinin millet, hak ve istiklâl dâvasına sarıldıkları gün herhalde vaziyetleri bugünkünden çok daha ağır ve elimdi. Bugün yalnız Kırımlılar değil, bütün Türk âlemi dâvamızı anladı ve yolumuz üzerinde canla ve başla titriyor. Her tarafta, hattâ komünist memleketlerinde yetişen gençlerimizin bile millî imanları, komünist zulmü arttıkça kuvvetleniyor. Onlar, milletimizin hakkı uğrunda kendilerini fedadan bile çekinmiyorlar.»
 
«Rusya’dan ayrılmak isteyen milletler arasında kurulmuş olan teşekküllerde Kırım istiklâl dâvası da aynı hak ve aynı reyle mevki almış bulunuyor.»
 
«Günlük oynak siyasete bakanlar komünistlerin bütün dünya ile anlaştıklarına bakarak «vaziyet ağırlaştı!» diyorlar. Bunlar, bu anlaşmaların ne pahasına olduğunu bilmedikleri gibi, komünistlerin kendi doktrinlerine olan imanlarının ne kadar sarsıldığını ve bu yolda her gün ne kadar tenzilata gittiklerini ve dün söylediklerini bugün nasıl yaladıklarını anlamıyorlar.»
 
«Vaziyet ağırlaşıyorsa, bize de daha sağlam imanla, daha soğukkanlılıkla, daha esaslı taktikle, daha kavi azim ve sebatla, daha sarsılmaz irade ile ve daha büyük cesaretle çalışmak düşer. Bütün Türk tarihi gibi Kırım tarihi de yiğitliğin, bağatırlığın, kahramanlığın en yüksek misallerde doludur. Bize düşen vazife bu tarihe lâyık olmaktır. Bizim borcumuz bütün halkımızı, bir adam gibi, millî yolumuzda birleştirmektir.»
 
1935 yılında Berlin Üniversitesinde Türkoloji okutan Prof. Dr. Sayın G. Yeşke, o yılın Ekim ayında EMEL Mecmuasında yayınlanmış olan şu kıymetli mektubunu göndermişti :
 
Sayın Başmuharrir Beyefendi,
 
«Sayın rehberiniz Cafer Seyitahmet Beyefendi, geçen yıl çok değerli «Gaspıralı İsmail Bey» eserini güzel bir ithafla bana göndermişti. Bu kıymetli eser hakkında dostum Hilâl Münşi Bey tarafından kaleme alınmış olan bir mütalâa idare ettiğim «Die Welt des İslam» «İslâm Dünyası nam mecmuanın geçen nüshalarından birinde intişar etti. Bununla beraber Varşova’da yaşayan kırımlı talebelerin arzularını yerine getirmek maksadile, fırsattan istifade ederek, mevzu-bahis faydalı eserin çıkmasından dolayı büyük bir sevinç duyduğumu muhterem EMEL Mecmuasına dahi bildirmek isterim.
 
«Umumi harpten başlayarak şimdiye kadar geçen Türk tarihi ile pek yakından meşgul olduğum uzun seneler esnasında daima müessif bir hal gördüm ki, o da mujiklerin (Matuşka Russia) dedikleri milletler hapishanesinde yaşayan Türk ırkına mensup muhtelif kavimlerin millî gaayelerindeki vahdette henüz bâzı noksanların bulunuşudur. Mahallî maksat ve hedeflerin tenevvuunu nazarı itibara almakla beraber, Ulu Gaspıralı İsmail’in bütün hayatı uğrunda mücadele yürüttüğü büyük gaaye hiç bir zaman unutulmamalıdadır.
 
«Dilde, Fikirde, İşde Birlik!» bir vecize değil, tam bir kaaide (doktrin) hükmünü almalı ve bugün istiklâl ve hürriyetlerini yeniden bir daha elde edileceği ümidile yaşayan bütün esir Türklerin en yüksek idealini teşkil etmelidir. Bu sözlerimin, Sovyetlerin ve onların değirmenine su veren zarevantların (yaygaracıların) muayyen maksatla Pantürkizm ve Panturanizm mânâsında, mahsus te’vil ve tefsir ettikleri gibi, telâkki olunmasını istemem. Zira böyle bir fikri vaz ederken asıl motifim, Moskova cellatlarına karşı yürütülen mücadelenin daha metin temeller üzerinde kurulacağının zarurî olduğuna işarettir.
«Dilde, Fikirde, İşde Birlik!» doktrini, millî mefkûreyi muhtelif metodlarla mahvetmek isteyen Bolşeviklere (meselâ Azerbaycan’da olduğu gibi) mütecanis Türklüğü parçalayarak, gittikçe daha fazla ve yeni «milletler» ve «milliyetcikler» keşfi!) karşı yürütürken mücadelede belki de en şiddetli bir silah rolü oynayabilir.
 
«Maalum a, tarihin gösterdiği veçhile, kaba kuvvete ve vahşi imha hareketlerine karşı daima ideler (mefküreler) muzaffer olmuşlardır. Bu hakikati muhterem Cafer Seyitahmet Beyefendi dahi (Mefkurenin zekâ ve seciyeye te’siri) isimli şâyanı dikkat konferansında isabetle isbat etmiştir.
 
«Rusya’da yaşayan mahkûm Türklerdeki muazzam millî istiklâl hareketleri haddi zatında en yüksek mefkûre ise; Dilde, Fikirde, İşde Birlik; gibi büyük bir şiar dahi kanaatimce en büyük ve en kuvvetli yardımcı diğer bir mefkuredir. Maksada yetişmek için pek sağlam bir ilham kaynağıdır. Kaba kuvvet vasıtalarından daha müthiş olan şeyi, ideali imha etmek için yapılan şeytanî teşebbüslerdir ki, bunun da klâsik tiplerini bugün Sovyetlerin «Lenin’in millî siyaseti» nde görüyoruz. İşte bu sebeplerden dolayı bütün esir Türklerin zihinlerinde müşterek mukadderatla bağlı bulunduklarına dair daha metin bir idrak hissinin yerleşmesini ve daha derin kökler salmasını candan temenni eylerim. Kaydettiğimiz işbu müşterek mukadderat, zannımca, şimdikinden daha sıkı elbirliği ve kardeşcesine teşriki mesaide bulunmakla muhakkak daha ziyade iyileşebilir. Kanaatimize göre, büyük Gaspıralı’nın da esas hedefi, kaydettiğimiz «mukadderat birliğinin idraki» olduğu gibi, Merhumun gayrı kabili kıyas (Tercüman) ı dahi bu idealin hizmetçisi olmuştur.
 
«Zaten Cafer Bey de gerek eserin tertibinde ve gerekse yazdığı ilk ve son sözlerinde bu yüksek fikri canlandırmış ve bu suretle Türk dünyası için düşünülmesi, anlaşılması ve benimsenmesi en ziyade elzem olan mefkûreyi esaslı bir surette ortaya koymuştur. Bu eser, yalnız Türkler için değil, Türk âlemini tetkik edenler için de pek faideli olduğundan müellifini samimiyetle tebrik, eseri de hararetle tavsiye ederiz.
 
 
Prof. Dr. Von Mende, 1936 yılında yayınladığı (Rusya Türklerinin Millî Mücadeleleri) adlı eserinde : (*)
(*) Der National Kampf der Russlandtürken : Prof. Dr. Gerhard V. Mende. 1936 Berlin.
 
 
«Bütün Rusya Türklerinin dilde ve kültürde birleşmeleri, kendilerini parçalayan kuvvete karşı durabilmelerine ve buna gaalip çıkmalarına bağlıdır. Bunun gerçekleşmesi için bir Türk ülkesinin öne geçerek dili ve kültürü birleştirme yolunda faaliyete geçmesi gerekmektedir. Bolşevik Rusların Türk dilini parçalama siyaseti, ortak bir Türk dili yaratılmasını uzaklaştırmakta ise de, din birliği, millî birlik mefkûresi, ortak Rus düşmanlığı Türkleri birleştirecek âmillerdir.»
 
Bir ortak edebî Türk dili yaratma fikrini bundan 90 yıl önce ortaya atan ve bunun için ömrü boyunca çalışmış olan Gaspıralı İsmail Bey olduğuna göre, bu ideali gerçekleştirmek için çalışmak Kırım Türklerine düşen şerefli bir iştir. Kırım Türklerinin bugün yurtlarından sürülmüş olmaları buna imkân vermemektedir. Bugün bu gaayenin meydana gelmesi için en müsait zemin ve imkân hür ve müstakil Türkiye Cumhuriyeti’ndedir. Fakat burada da esefle görülen şey, Türk dilinin «özleştirme» adı altında bozulmasıdır. Bu yüksek idealin gerçekleşmesi, Türkiye’de kurulacak bir Türk Dili Akademisi’nde Türkiye’deki ve diğer bütün Türk illerindeki dil bilginlerinin katılmaları ile yapılacak uzun çalışmalar sayesinde olabilecektir. Bunun için de imkân ve fırsatların doğmalarını beklemek mecburiyeti vardır.
 
 
Viyana Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dilleri bölümünde ders veren tanınmış Prof. Herbert Yanski, talebelerine Kırım Türk edebiyatı hakkında ders verirken genel olarak Rus esiri Türklerin edebî ve millî neşriyatile yakından ilgileniyordu.
 
Öğrencilerin-istekleri üzerine, matbaamızda yayınladığımız Kırım Şiirleri kitabı ile Sağış kitabını kendilerine göndermiştik. Bu vesile ile, samimi Türk dostu olan Prof. Dr. H. Yanskı’den şu değerli mektubu almıştık : (*)
 
30 Aralık 1936, Viyana
 
Köstence’de Emel Mecmuası İdarei muhteremesine :
 
Efendim;
 
Birkaç aydan beri kıymetli mecmuanızı bana göndermek lütfunda bulunduğunuzdan dolayı size en samimi teşekkürlerimi arz eylerim. Benim gibi sâdık bir Türk muhibbi olan, hattâ hayatını ve mesaisinin
(*) Emel Mecmuası, Şubat 1937, Köstence.
 
 
mühim bir kısmını Türklük hakkında ilmî tetkiklere hasretmiş bulunan ve bu itibarla bütün Türk âlemindeki edebî, İçtimaî ve siyasî cereyanları büyük bir alâka ve dikkatle taakib etmekte olan kimseler için Kırım Türkleri ve edebiyatı hakkında tafsilatlı malûmat veren yegâne organ olan mecmuanızı muntazaman okumak imkânını bulmanın ne kadar kıymetli olduğunu ayrıca söylemeğe lüzum yoktur zannederim.
Mecmuanızın münderecatından istifade ederek Viyana Üniversitesindeki derslerimde de Kırım Türklerinden ve onların tarih ve edebiyatından uzun uzadıya bahsettim ve talebeme muasır ve eski Kırım şâirlerinin en güzel şiirlerinden birçoklarını okuttum. Bu suretle Kırım edebiyatını tetkik edip sevmeğe sevk edilen talebemden bir zat sizlere müracaat ederek kendisi ve arkadaşları için Kırım Şiirleri nam kitabınızın gönderilmesini rica etmişti. Çalışkan gencin iltimasını is’af ettiğiniz için size ayrıca teşekkür ederim.
 
Millî yolunuzda sizinle teşriki mesai etmeyi kendime şeref sayarım.
 
Yılbaşı münasebetile sizi ve bütün Kırımlıları hararetle tebrik eder, muvaffakiyetler temenni ile selam ve yüksek saygılarımın kabulünü rica eylerim efendim.
 
Dr. Herbert Yanski
 
 
Hitler 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Savaşına başladı. 1940 Eylülünde General Antonescu Romanya’nın idaresini eline alıp Kral II. Karol’u kovdu ve diktatörlüğünü ilân etti; Hitler ile anlaşıp üç tümen Alman askerinin Romanya’ya gelmesine razı oldu. Hitlerle birlikte Sovyetler Birliği’ne karşı savaş hazırlığına başladı. Matbuata sansür koydu. Memleket birden bire savaş havasına girdi. Emel Mecmuası’nın bir senelik abone paraları toplanamadı. Bu nedenlerle Emel Mecmuasını, 1 Eylül 1940 sayısını yayınlayıp, kapatmak zorunda kaldık. Bir kısım arkadaş Türkiye’ye göç ettik.
 
 
Tam yirmi yıllık bir aradan sonra, EMEL, birkaç idealist arkadaşımızın himmet ve teşebbüsü ile, 1860 yılının Kasım ayında Ankara’da yeniden çıkarıldı. EMEL iki yıl gayret ve himmetile, milletsever okuyucularımızın desteğile, iki ayda bir, tesbit ettiği gaayelerine uygun olarak, çıkmakta ve hedefine doğru yürümektedir.
 
Burada devam ettirdiğimiz ve 13. yılını tamamlamak üzere bulunduğumuz EMEL’de yayınlanan yazıların konuları ve nitelikleri değerli okuyucularımızca bilindiğinden, bunlar üzerinde durmayı gerekli bulmuyoruz. Ancak Romanya’da yaptığımız neşriyat ve faaliyetler hakkında tamamlayıcı bilgi vermeyi faydalı görerek EMEL’in 1963 yılının Temmuz – Ağustos sayısından itibaren 17-18-21-22 ve 23. sayılarında (Dobruca’daki Kırım Türkleri) başlığı altında bir seri yazı yayınlamayı uygun bulduk. Bunlar gözden geçirilirse Emel Mecmuası’nın ve (Dobruca Türk Hars Birliği) teşkilâtının Dobruca’daki çalışmaları hususunda daha geniş bilgi edinilecektir.
 
EMEL, bundan sonra da, sevgili Türkiye’mizin birlik ve bütünlüğünü parçalamak maksadile Türklük düşmanı komünizm ve anarşizmin yıkıcı hareket ve eylemlerine karşı uyarıcı ve savunucu vazifesini yapmağa devam edecektir.
 
EMEL Rus ve Çin esiri Türklerin kurtuluş, hür ve müstakil olma savaşlarına, özellikle Kırım Türklerinin yurduna dönme dileğine destekçi olmayı, bütün Türklerin selâmeti ve gelecek menfaatleri bakımından, önde gelen borçlarından sayacaktır.
 
Türk âleminin dil ve kültür birliğini kuvvetlendirecek ve gerçekleştirecek çalışmalara katılmayı, büyük idealist Gaspıralı’nın (Dilde, Fikirde, İşde Birlik) yolundan ayrılmamayı ve bu gaayeye karşı olanlarla savaşmayı şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da, Türk milliyetçiliğinin temeli sayacaktır.
 
EMEL, Türklüğün kutsal saydığı bu hedeflerine ulaşmasında idealist okuyucularının yardım ve desteklerini esirgemeyeceklerine inanmakta ve bunu kendilerinden rica etmektedir.
 
Şâir ve öğretmen Mehmet Niyazi, Emel Mecmuası için şu şiiri göndermiş, biz de Mecmuamızın 15 Ocak 1930 tarihli 2. sayısında yayınlamıştık :
 
BULUTLU BİR UFKUN TLUU
 
 
 
Bulutlu bir ufkun tluu hoştur;
 
Bazen lâlerenktir; bâzen sislenir,
 
Sen doğan nura bak; başkası boştur,
 
Güneşsiz hayatın yanar; islenir.
Emel için :
 
Matbuat ufkunda doğru bir Emel;
 
Gaayesi, millete vermektir duygu.
 
Her ferdin kalbine millî bir temel
 
Vaz etmek Emel’çin en büyük kaygı (*),
 
T. İ.
Emel için :
 
Dobruca Türkü’nün ufkunda parlak
 
Bir yıldız belirdi; serpecek şu’le…
 
Güneşli sabahın muhbiri şafak
 
Göründü ağarıp nurlu «EMEL» le. (**)
 
M. H.
(*) Bu satırlar Emel Mecmuasının 1 Şubat 1930 tarihli sayısında çıkmıştır.
(*.*) Emel Mecmuası, 1 Mart 1930.

TAVSİYELER

MÜSTECİB ÜLKÜSAL’I KABRİ BAŞINDA ANDIK

Emel dergimizin kurucusu, başyazarı, Kırım Milli Kurtuluş Merkezi Başkanı, Emel Kırım Vakfımızın kurucusu ve 10 …