MOSKOVA VE BESARABYA

MOSKOVA VE BESARABYA

Müstecib ÜLKÜSAL

Vaktiyle, bugünkü Ukrayna’nın “Nogaylık” ve Besarabya’nın “Bucak” adları ile Kırım Hanlığı’na bağlı olduğu, Kırım Hanlığı’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesine girmesiyle, Bucak ve Nogaylık’ın da bu İmparatorluğa geçtiği bilinmektedir.

Avusturya İmparatoru 2. Jozef’in ölümü ve bu memlekette meydana gelen ayaklanmalar, bilhassa Fransız Büyük İhtilâlinin patlaması, Osmanlı Devleti ile savaş halinde olan Rusya ve Avusturya’yı 1792 yılının ocak ayında “Yaş Antlaşması”nı imzalamaya zorladı. Rusya bu antlaşma sonunda Prut ve Nistru nehirleri arasındaki “Han Ukraynası” veya “Yedisan Nogay Ülkesi” denilen bu
ülkeyi eline geçirdi. Burada “Tatar” ve “Nogay” Türkleri yaşamakta idiler.

Rusya, zaptettiği bu toprağa “Yeni Rusya” adını verdi. Eskiden beri bu ülkede mevcut Hacı-Beğ, Acı-Dere, Alma-Su gibi Türk kasabaların yerlerine Odessa, Ovidiopol, Tiraspol gibi yeni Rus şehirleri kuruldu. Bu yeni şehirlerin kurulmalarında De-Rubas, Langeron, Richelieu gibi Fransız mühendis ve generallerinin büyük yardımları dokundu.

Rusların Nistru nehrine dayanmaları ve müstahkem Bender kalesini zaptetmeleri “Tatar” ve “Nogay” Türklerinin Bucak’ı boşaltmalarına yol açtı. 12.000 Tatar Nistru nehrini geçerek Kırım’a göçtü. 1806 yılında Bucak’ta 5.000 Tatar ailesi (25.000 Tatar) bulunuyordu. (Romence Besarabya Tarihi, yazarı İon İ. Nistor. Çernauts Üniversitesi’nde profesör ve Romen Akademisi’nde üye. Çernauts 1923. s. 240).

Bu Tatarlar da Türk-Rus savaşı başlayınca, İsmail şehir ve kalesine hücum eden Rus ordularını gerilerinden vurmamaları için, Ruslar tarafından Rusya içerlerine sürüldüler. Bunlar, bütün taşınır varlıklarıyla birlikte, Kırım’a ve Kuban’a yerleştiler. Böylece, 1812’de Ruslar Bucak’ı (Besarabya’yı) tek Tatarsız ve Nogaysız ellerine geçirdiler.

O sıralarda bu sürgün ve göç facialarını görmüş olan bir yabancı seyyah şunları yazıyor:

“Tatarlar, kafileler halinde göçürülüyorlardı. Pazar yerleri ve panayırları da kendileriyle beraber kayboluyordu. Gittiklerinde pek çok evi kendileri yıkıyordu. Yıkılmadan bırakılanlar, kerpiçten yapıldıkları için, biraz sonra kendiliğinden yıkılıyordu. Tatarların gitmelerinden kısa bir zaman sonra Bucak’ı doldurmuş olan köylerinden iz kalmıyordu. Ancak eski Tatar ve Nogay avulları (köyleri) ve evleri bulunan yerlerde sık ve koyu yeşil ot kümeleri görülüyordu. Terkedilmiş köylerde kalan ehlî hayvanların pek çoğu açlıktan ölüyordu. Bir yarı yıkık eve yaklaştığın zaman kedi miyavlamaları, köpek ulumaları, tavuk, horoz, kaz, ördek sesleri ve iniltileri işitiyordun. Bu aç ve bitkin hayvanların etrafını sardıklarını, kendilerinin tabiî koruyucuları olan insanlardan merhamet dilendiklerini görüyordun.” (Aynı eserden.) 

Rusya içerlerine sürülmüş olan Tatar ve Nogayların istedikleri zaman, güya bunların yerleştirilmeleri için Rusya tarafından yapılmış olan masraflar Osmanlı Devletince ödenmek şartıyla, Türkiye’ye göçmelerine izin verilecekti. (1812 Bükreş Antlaşmasının bir maddesi.)

Fakat bu madde hiçbir zaman gün yüzü görmedi ve Tatarlar ve Nogaylar da kim bilir nerelerde kaldılar ve dağıldılar. Türklüğün yüzlerce faciasından biri!

Besarabya’nın bugünkü yerli halkının çoğunluğunu Moldavyalı Romenler teşkil ederler; iki milyon kadardır. Bunlardan sonra altı yüz bin kadar Ruslar gelir, iki yüz elli bin kadar Hıristiyan Gökoğuz (Gagauz) Türkler vardır, ikiyüz bine yakın Bulgar yaşar.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Romanya, Batılı müttefiklerinin yardım ve desteğiyle Besarabya’yı 1918’de Rusya’dan geri almış ve “Rominia Mare” Büyük Romanya’ya katmıştı. Bunu, Besarabyalı Rumenlerin kurdukları Millî Meclis’in bir kararı ile yapmıştı. Besarabya 1918’den 1940 yılına kadar Romanya’nın bir bölgesi olarak kaldı. Moskova, bu müddet içinde Besarabya’nın hiçbir şekilde, Romanya’ya ait olduğunu kabul etmemiş ve daima bu memleket üzerinde hakkı bulunduğunu iddia etmişti. 1939 yılının sonlarına doğru Stalin’in Hitlerle yaptığı anlaşmada Besarabya’nın Rusya’ya geri verilmesini şart koşmuş, Hitler de bunu kabul etmişti. Böylece, 1940 yılının 28 Haziran’ında, Romanya Besarabya’yı ve Kuzey Bukovina’yi Sovyetlere terketmek zorunda kalmıştı.
Moskova, Besarabya’da Romenlerin çoğunluk teşkil ettiklerini göz önünde tutarak bir Moldavya Muhtar Cumhuriyeti meydana getirdi. Bu Cumhuriyetin merkezi, yarım milyon nüfusu olan Kişinau (Kişinev) seferidir.

Moldavya, eski Romen Voyvodalarından (Beylerinden) kalmıştır. Dilleri temiz Romence’dir. Moldavyalılar, Anavatan saydıkları Romanya’ya çok bağlıdırlar, Rusları sevmezler, her zaman Anavatana katılmak isterler. Bu şiddetli arzuyu bilen Moskova, son yıllar içinde, Moldavya Cumhuriyetinden on binlerce Romen ailesini zorla Orta Asya’ya sürmüştür. Romence’nin öz harfleri olan Latin harfleri yerine zorla Kiril (Rus) harflerini kabul ettirmiştir. Diğer -güya müstakil veya muhtar- cumhuriyetlerde olduğu gibi, Moldavya Cumhuriyetinin hükümet adamlarını da kontrol ettirmek maksadıyla aralarına Rus bakanlar, genel müdürler ve siyasî komiserler tayin etmiş ve etmektedir.

Moldavya Sovyet Cumhuriyeti Komünist Partisi birinci sekreteri İvan Bodul, Partinin Merkez Komitesinin Kişinau’da yaptığı son toplantısında önemli bir konuşma yapmış ve bunda Bükreş ile Moskova arasındaki gerginliğin asıl sebebini ve içyüzünü daha iyi açıklamış bulunmaktadır. Bu konuşma, Komünist Partisi Merkezinin resmî organı olan “Sovietskaya Moldavia” gazetesinin 16 Şubat 1967 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Moldavya Komünist Partisi birinci sekreterinin bu konuşması, toplantıda Besarabya hakkında uzun ve şiddetli bir tartışma yapıldığını anlatmaktadır. Tartışma, Besarabya’nın yâni Moldavya Cumhuriyeti’nin Romanya’ya katılma dileği üzerine yapılmıştır. Bu katılmayı isteyenler Romen milliyetçileri, buna karşı çıkanlar da Moskova taraftarlarıdır. Bu meselenin açıkça ortaya atılmış olması, Romen milliyetçileri ve separatistleri için ne büyük tehlikeler gizlediğine şüphe bırakmamaktadır.

Katılma isteğine karşı Moskova taraftarları ve temsilcileri:

“Besarabya hiçbir zaman Romen Devleti’nin toprağı olmamıştır. Romanya’nın 1918’den 1940 yılına kadar Besarabya’da bulunuşu, geçici bir işgalden başka bir şey sayılamaz” demişlerdir.

Moskova’nın bu kesin muhalefeti karşısında Moldavya Komünist Partisi birinci sekreteri Ivan Bodul, lâfını ustalıkla çevirip, şöyle demek zorunluluğunu duymuştur:

“Vatanımız Türk boyunduruğundan kurtulup Rusya’ya katıldıktan beri, halkımız, sömürücü Çarların zamanında bile, Türklerin elinde kalmaya devam eden Batılı komşumuzdan (Romanya’yı kast ederek) daha iyi ve avantajlı yaşamıştır. Çocuklarımız ve gelecek nesillerimiz iyice bilmelidirler ki, babaları ve dedeleri Rusya’sız yaşayabileceklerini hayallerinden dahi geçirmemişlerdir.”

Komünist sekreterin bu yalanına karşı şu iki tarihî sözü hatırlatmak yerinde olacaktır:

Romen Voyvodalarından Stefan çel Mare (yâni Büyük Stefan) ölüm döşeğinde “Dünyada sözüne güveneceğiniz tek millet, Türk milletidir. O’nun dostluğunu ve himayesini diğerlerinkine tercih ediniz!” demiştir. 

Büyük Romen tarihçisi Prof. Nicolai İorga:

“Romen milleti ve devleti bugünkü varlığını Osmanlı Türklerinin himayesine borçludur. Romanya, Rusya’nın veya Avusturya’nın istilâsına uğramış ve asırlarca bunlardan birisinin işgali altında kalmış olsaydı, Romen milleti ve devleti bugün belki mevcut olmazdı” demiştir.

Komünist sekreter, bâzı vatandaşlarının kendisinden başka türlü düşündüklerini ve olayları başka bir açıdan gördüklerini ve bunun ne sonuç vereceğini dikkate almadıklarını söylemiş ve “Büyük halk kitlesinin tarihî olayları pek iyi tanımaması veya yanlış bilmesi gerçekten üzüntü vericidir.

Bunun neticesi olarak da kendisini yanlış yönlere saptıran bozguncu propagandalara kolaylıkla kapılmaktadır. Birçok  vatandaşlarımız bu propagandayı yapmakta ve ceza da görmemektedir” demiştir.

İvan Bodul “yanlış yönlere saptıran propagandaların” neler olduğunu açıklamamış ve “propagandacıların” kimler olduklarını bildirmemiştir. Birinci sekreter, bu esrarengiz propagandaya karşı “susmak” ve “aldırmazlık” durumunda kalan vatandaşlarını şiddetle yermiştir. İvan Bodul’un bu konuşması 13 Şubat 1967 günü yapıldığı halde özet olarak ancak üç gün sonra “düzenlenmiş şekilde” yayınlanmıştır.

Partinin bu toplantısından sonra, Partinin propaganda ve teşvik şubesi başkanı Romen V. K. Barbulat görevinden alınmış ve yerine Kişinau şehrinin sabık parti sekreteri Rus Antuan Konstantinov getirilmiştir. İvan Bodul, Romanya adını kullanmadan, Besarabya’nın batısındaki bir memleketten bahsederek:

“Burada bir takım yeni iddiaların doğduğunu, Besarabya’nın -zorla koparıldığı inkâr edilerek- halkın dileği ve oyu ile kapitalist Romanya’ya katıldığının ispata yeltenildiğini” ileri sürmüştür. Birinci sekreter, “Moldavya halkının geçmişine ve bugününe karşı yapılan ve gün geçtikçe artırılan bu iftiraların silinmesi için (tarihçi olduklarına şüphe edilmeyen) büyük âlimlerden, eski ve yeni “mütehassıslardan” maskelerin düşürülmesini” istemiştir.

Romen Barbulat’ın azledilmiş olmasının nedenini daha iyi anlatan Bodul’un şu sözlerine dikkat etmek yeterlidir:

“Halkı yanlış yönlere sürükleyen propagandalara karşı kontr-propagandayı teşkilâtlandırmak için yetkili bilginlere(!) başvurmak, bu bilginlerden Moldavya milletinin “en acele şekilde” gelişmesini sağlamak maksadıyla bütün meselelerini ele almalarını istemek gerekmiştir.”

Bodul’un bu konuşmasından sonra yapılan tartışmalar sırasında “daha kesin” sözler sarf edilmiştir, örnek Kişinau Yüksek Teknik Enstitüsünde Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin tarihini okutan Prof. S. V. Tsaranof söz almış ve “Tarihi değiştiren sahteci burjuva bilginler”i şiddetle yermiştir. Tsaranof, “Sahteci bilginlerin kabul ve telkin ettikleri ve hele ispata çalıştıkları “Besarabya’nın Romen toprağının bölünmez bir parçası olduğu” iddiası tamamen yalan ve sahtedir” demiş ve Romen milliyetçi grubunu teşkil  edenlere dönerek:

“Besarabya gerçekte hiçbir zaman Romen toprağı olmamıştı. O, 1812 yılında Türk boyunduruğundan kurtulmuş ve Romen millî devletinin teşekkülünden kırkyedi yıl evvel Rus topraklan arasına girmiştir” diye bağırmıştır. Tsaranof, toplantıda bulunanları “teşhis etmeyerek” şu hususa işaret etmek ihtiyacını hissetmiştir:

“Romanya Komünist Partisinin Merkez Komitesi, 1918 senesinde Romen boyerleri ve kapitalistleri tarafından hakları çiğnenen ve gadre uğrayan Besarabya’nın kurtuluşunu ve büyük Sovyetler Birliği ailesine katılışını, 1940 yılında, Moldavya halkının dileklerini gerçekleştiren tarihî bir adalet olayı olarak selâmlamıştı” demiştir.

Romen Komünist Partisinin Merkez Komitesi, 1967 yılında, Besarabya meselesindeki 1940 düşüncelerini değiştirmiş midir? Son yıllarda Moskova ile Bükreş arasındaki soğukluk ve Romanya’nın Moskova’dan uzaklaşma çabası buna “evet” cevabını verdirmektedir. Ateşli Romen komünistleri de yirmi üç yıllık kısa ve fakat acı bir tecrübeden sonra, Moskof’un kızıl renkteki Rusçuluğunda da hiçbir şeyin değişmediğini, Rus sömürgecilik ye istilâcılığından hiçbir şeyin eksilmediğini, bilâkis daha da arttığını ve şiddetlendiğini görmüş ve öğrenmiş bulunmaktadırlar.

Moskova’nın Moldavyalı Romenleri kitle halinde Rusya içerlerine sürmesi, harflerini değiştirmesi, dillerini Ruslaştırması, idarî işlerdeki Rusların sayısını artırması, Romanya’yı bir sömürge gibi kullanması Romen, komünistlerini uyarmış ve nihayet Moskof’un koyu Rusçuluk taassubuna karşı açık veya gizli tedbirler almaya ve harekete geçmeye itmiştir. Romanya komünistleri bu teşebbüs ve hareketlerinde başarı elde edebilecekler midir? Bizce, bu çok şüphelidir. Bunun başlıca sebeplerini Emel’in 36. sayısındaki “Varşova Askerî Antlaşması ve Romanya” başlıklı yazımızda incelemiştik. Burada bunlara tekrar dönmek istemiyoruz.

Ne komünizmin ve ne sosyalizmin milletlerin kalplerinde ve ruhlarında yatan vatan ve milliyet duygularını söndüremediğini, millî menfaatleri her “izmin” üstünde tuttuklarını her gün yeni bir olay ortaya çıkarmaktadır. Bugün Rusya’da, Romanya’da, Polonya’da ve diğer komünist memleketlerde olup geçen hâdiseler, tabiat kanunlarına aykırı olan komünizmin kökleşemediğini, milliyet duygusunun daha kuvvetli olduğunu ispat etmektedir. Türkiye’deki komünistlerin ve solcuların komünist memleketlerdeki bu olaylardan ibret dersi almayarak propagandalarında direnmeleri akılsızlık ve hayalcilik değilse, bilerek vatana hıyanet ve millete düşmanlık değil midir?

Türkiye’yi kalkındırmak ve yükseltmek için mutlaka insanlara hürriyet vermeyen modası geçmiş komünizmi ve solculuğu seçmek şart mıdır? Dürüst, milliyetçi ve sıkı bir demokrasi düzeni altında sosyal adaleti ve genel sigortalı hayatı sağlamak daima mümkündür. Yeter ki, temiz ve idealist devlet adamları memlekette doğru, âdil ve güvenli bir idare kurup yerleştirebilsinler. Yeter ki
partizanlığı, kayırmacılığı, rüşvetçiliği, adaletsizliği ve haksızlığı ortadan kaldırabilsinler. Bunlar kalkmadıkça memleket hiçbir sistem ve rejimle gereği gibi ve hızla kalkınamaz. Daima hızla kalkınan ve yükselen memleketler karşısında az gelişmiş memleket olarak kalmakta devam edecektir…

Emel 39, Mart-Nisan 1967

TAVSİYELER

KANAL 3 TV’YE KONUŞAN ZAFER KARATAY UKRAYNA RUSYA SAVAŞINI VE KIRIM’IN DURUMUNU DEĞERLENDİRDİ

KARATAY, KIRIM’DA RUS ZÜLMÜ DEVAM EDİYOR VE KIRIM TÜRKLERİ RUSYA İŞGALİNDE YAŞAMAK İSTEMİYOR Kırım Tatar …