Müstecib Ülküsal, Romanya Dobruca’nın Köstence vilâyetindeki Azaplar köyünde 1899 yılının ilkbaharında doğmuştur. Babası hacı ve hoca olan, Fazıl Efendi’dir. Dedesi Abdurrahman Efendi 1862 yılında Kırım’ın Canköy civarından göçüp Dobruca’ya yerleşmiştir. Burada Sarıgöl köyünde doğan Fazıl Efendi, aynı yılda Kırım’ın Kerç şehrine yakın Kazantüp köyünden göçüp Dobruca’ya gelmiş ve Köstence vilâyetinin Kızılmurat köyüne yerleşmiş olan Vefa Efendi’nin kızı Şerife ile evlenmiştir. Bu evlilikten Müstecib ve kardeşleri dünyaya gelmiştir.
İlk öğrenimini, köyünde, Türk ve Romen öğretmenlerinin yardımıyla tamamlayan Müstecib, orta tahsilini İstanbul’da yaparken Birinci Dünya Savaşı patlamıştır: Bu yüzden İstanbul’daki okuluna gidemeyen Müstecib, 1914 ve 1915 yıllarında, iki yıl, Mecidiye Müslüman Seminarı’na devam etmiş, 1916 da Romanya savaşa katılınca, Seminar kapanmıştır. Bunun üzerine diğer üç Türk öğretmen ile birlikte öğretmenlik yapmıştır.
1917’de Kırım Türkleri’nin hürriyet ve istiklâllerine kavuşup Kurultay hükûmeti kurduklarını öğrenen Müstecib, kendisi gibi yurt aşkı ile yanan 30 genç arkadaşı ile Kırım’a gitmeye karar verirler ve Köstence’deki Alman işgal komutanlığına başvurup izin ve pasaport isterler. Alman komutanlığı gençlerin dileğini reddeder. Müstecib, tek başına, izin ve pasaport almadan, 1918 yılının Ağustos ayında, Köstence’den Sevastopol’e giden ve asker ve harb malzemesi taşıyan (Korkovoda) adındaki vapurun tayfaları ile gizlice anlaşıp vapura kaçak olarak biner ve Sevastopol’a gider. Burada yapılan aramada yakalanır ve hapse atılır. Bunu öğrenen Kurultay hükûmetinin Komutanlık nezdindeki temsilcisi Sadık Kaytazoğlu Müstecib’i kurtarır ve Bahçesaray’a gönderir.
Müstecib, Fotisala köyünde iki yıl, Bahçesaraylı öğretmen Yakup Celil ile birlikte öğretmenlik yapar ve Türkçe ders verir. Yakup Rusça ders verir. Bu süre içinde Kırım Almanlar tarafından boşaltılır; General Denikin birlikleri tarafından işgal edilir. Kurultay dağıtılır, hükûmet düşürülür. Rusya kanlı bir iç savaş içine girmiştir. Hiç bir yerde huzur ve güven kalmadığı gibi yiyecek kıtlığı da başlamıştır.Bu yüzden Müstecib, 1920 yılının Mayıs ayında, pasaportsuz ve biletsiz, Türkiye’den Yalta’ya gelen bir motor ile 24 saat sonra Ereğli’ye çıkmış ve savaşan Anadolu topraklarına ayak basmıştır. Yürüyerek on üç günde Ankara’ya gelen Müstecib, doğruca Emniyet Amirliği’ne götürülmüş ve burada Kırımlı Nureddin Ağat Bey ile karşılaşmıştır. Yazı Eskişehir’de geçiren Müstecib, kışı Polatlı’nın Karayavşan köyünde öğretmenlik yaparak geçirmiştir.
1921 yılında İnebolu’dan vapurla İstanbul’a gelen Müstecib, burada bir yıl kalarak lise tahsilini tamamlamış, 1922 yazında Romanya’ya dönmüştür. Aynı yılın sonbaharında Bükreş Üniversitesi Hukuk Fakültesine girmiştir. 1923’ün Şubat ayında Lozan’dan dönüşünde Bükreş’e uğrayan Türkiye Dışişleri vekili İsmet Paşa’yı kaldığı Splendid otelinde ziyaret eden talebe heyeti arasında Müstecib de bulunmuştur.
Romanya’da o yıl kış çok şiddetli olmuş her tarafı kar kaplamış ve bu yüzden trenler günlerce işlememiştir. İsmet Paşa için Bükreş’ten Köstence’ye özel bir tren tertiplenmiştir. Bu trenin arkasından ikinci günü yola çıkarılan trende Müstecib de vardır. Çölnitsa istasyonunda Köstence’den Bükreş’e giden trenden inen iki hemşehrisi ile karşılaşan Müstecib, bunlara İsmet Paşa ile olan görüşmesini anlatırken treni Köstence’ye hareket eder. Müstecib koşup trene binmek üzereyken kar yığınına çarparak düşer; sağ ayağı ökçesinden aşağısı kesilir.
Müstecib üniversite öğrencisi iken, Romanya’da çıkan Türkçe gazetelerde yazılarını yayınlamaya başlar. Romen liselerinde ve Mecidiye Müslüman Seminarı’nda okuyan 22 genç köydeşi ile “Tonguç” adında bir kültür ve spor derneği kurar. Dernek, tatillerde ve bayramlarda müsamereler ve maçlar tertipler. Müstecib heyecanlı konuşmalar yaparak halkına milliyetçi ruh vermeye çalışır. Dinî bayramlarda vaaz vererek hadisler okuyarak babalara, çocukları ve gençleri okutmalarını telkin eder.
1926 yılında hukuk fakültesinden mezun olan Müstecib, Türklerin büyük çoğunluk teşkil ettikleri Pazarcık şehrinde avukatlığa başlar. Aynı zamanda yoğun bir kültür faaliyetine girer. Kültür ve spor derneklerinde, okullarda Türk Birliği ve Türkçülük konularında konferanslar verir. Türk öğretmenlerine Romence ders verip imtihana hazırlar ve bütün bunları parasız yapar. Türk gazetelerinde de yazı yazmaya devam eder.
1929 yılının sonlarına doğru, Müstecib, kendisi gibi idealist on arkadaşı ile bir dergi çıkarmaya karar verirler. Aralarında para toplayıp hurufat satın alırlar. Derginin ilk sayısını Emel Mecmuası adı ile 1 Ocak 1930 günü yayınlarlar. Mecmuanın sahibi, müdürü ve başyazarı Müstecib Hacı Fazıl’dır. Arkadaşları böyle istemişlerdir. Emel Mecmuası, tam iki yıl, büyük hacimde, 15 günde bir çıkar. İki yıl sonra, normal hacimde, ayda bir kırk sayfa olarak yayınlanır ve 11 yıl yaşadıktan sonra, II. Dünya Savaşı başlayıp Romanya, Almanya ile anlaşıp askerlerini memleketine soktuktan sonra, ağır şartlar yüzünden, yayımını durdurmak zorunda kalır.
Emel Mecmuası‘nın gayesi, Dobruca’daki Türklerin maddî ve manevî kalkınmaları için yol göstermek olduğu gibi bütün dünya Türkleri ve özellikle Kırım Türkleri ile kardeş olduklarını anlatmak için de gerekli çalışmaları yapmak ve teşkilatı kurmaktır. Bu itibarla karakteri milliyetçi ve Türkçüdür. Emel, bu yoldan hiç bir zaman sapmamıştır.
Kırım Kurultay hükûmetinin sâbık Dışişleri Vekili Cafer Seydahmet Kırımer, 1930 yılında ve daha sonraki yıllarda Dobruca’yı sık sık ziyaret ediyor; Müstecib ve arkadaşları ile tanışıyor. Emel Mecmuası‘nda kıymetli yazılar yazmaya başlıyor. Dergi, bu sayede daha büyük önem ve değer kazanıyor ve siyasî karakteri daha ziyade beliriyor: Bir müddet sonra Emel Mecmuası, Kırım Türklerinin ve Kırım istiklâl davasının resmî organı olarak ilân ediliyor. Dobruca’da, Türkiye’de, Polonya’da ve Bulgaristan’da yaşayan ve bu davayı benimseyen aydınlar Emel Mecmuası‘nın yardımcısı ve destekleyicisi oluyorlar. Cafer Seydahmet Kırımer; 1933 yılının 23 Nisan günü, Emelcilerin Köstence’de düzenledikleri büyük bir toplantıda Gaspıralı İsmail Bey ve Tercüman gazetesi üzerine uzun ve tarihî bir konferans veriyor. Aynı yılın Ağustos ayında İstanbul’dan bir Kırım. halkoyunları ekibi gelerek Pazarcık ve Köstence şehirleri ile Azaplar köyünde millî Kırım oyunlarını gösteriyorlar, türkülerini söylüyorlar, müziğini. çalıyorlar. Bütün Dobruca Türklerini harekete geçirip coşturuyorlar; unutulmaz hatıralar ve izler bırakıyorlar, Kırım’ın kurtuluş davası âdetâ Dobruca’da canlanıyor ve yürümeye başlıyor.
Bu hareket ve çalışmalardan büyük kuvvet alan Müstecib, arkadaşları ile birlikte teşkilatlanmanın zamanı geldiğine karar veriyor. Kırım Türklerinin yaşadıkları şehir, kasaba ve köylerde “Türk Hars Birliği”ni kuruyor. Emel matbaasında birliğin tüzüğünü basıp bütün şubelere gönderiyor. Şubelerin açılmasını ve idare edilmesini okullarda öğretmenlik, camilerde hocalık yapan seminarlılara ve uyanık milliyetçi gençlere havale ediyor. Bunlarla mektuplaşıyor, görüşüyor; yoğun bir çalışma sonunda altı şehir ve kasabada ve seksen köyde Birliğin şubeleri açılıp çalışmaya başlıyor. Bayramlarda ve tatillerde sahneye konulmak üzere, Emel matbaasında kısa millî piyesler basılıp dağıtılıyor. Bunlar sahneleniyor; millî türküler, şiirler söylenerek her tarafta heyecanlı faaliyetlere geçiliyor.
1934 yılının 29 Mayıs günü Köstence’de altı şehir ve kasabadan ve 67 köyden gelen delegelerin katılmasıyla Dobruca Türk Hars Birliği’nin Kurultayı Tramulis Sineması’nda toplanıyor. Müstecib Hacı Fazıl, Birliğin bir yıllık çalışmaları ve projeleri hakkında hazırladığı raporu okuyor. Rapor oy birliği ile onaylanıyor. Dobruca Türk Hars Birliği şubelerinin merkezi kurularak dokuz kişilik yönetim kurulu seçiliyor ve merkez başkanlığına oybirliğiyle Avukat Müstecib seçiliyor. Bu Kurultay’da hazır bulunan Cafer Seydahmet Kırımer, bütün çalışmalardan büyük sevinç duyduğunu söylüyor.
Aynı günün akşamı, aynı salonda, dört perdelik tarihî Şahingeray Han piyesi büyük bir başarı ile oynanıyor. Dekorlar, elbiseler çok güzel ve göz alıcı. Bütün aktörler Pazarcıklı amatörler. Şahingeray Han rolünü bizzat Müstecib oynuyor. Büyük olmasına rağmen salon ancak iki bin kişi aldığından pek çok kişi içeriye giremiyor. Piyes, Kırım’ın Ruslara geçişini, Kırımlılar’ın birbirlerine düşüşlerini temsil ettiği için, seyirciler tarafından ibret, heyecan ve hattâ gözyaşı ile takip ediliyor. Bir müddet önce Pazarcık şehrinde oynanmış olan bu piyesten, bunu temsil eden Kırımlı Türk aydınlarından yerli Türk, Romen ve Bulgar gazetelerinden başka Bükreş’de yayınlanan büyük Romen gazeteleri de uzun uzun bahsediyorlar. Kırım asıllı Türk aydınlarının ve bilhassa Emel Mecmuası etrafında toplananların ve bu derginin başında bulunan Avukat Müstecib Hacı Fazıl’ın milliyetçi çalışmalarından övgü ile söz ediyorlar ve bu çalışmaların Romen devleti ve milletinin menfaatlerine aykırı olmadığını belirtiyorlar.
Bükreş Üniversitesi’nde okuyan Türk gençleri de bu milliyetçi hareket ve çalışmalardan ilham ve kuvvet alarak aralarında Bükreş Üniversitesi Türk Talebe Birliği’ni kuruyorlar ve aynı yolda çalışmaya girişiyorlar. Romen üniversite öğrencilerine konferanslar vererek Kırım Türkleri’nin kurtuluş çalışmalarının manâsını ve maksadını anlatıyorlar. Bilhassa Ukrain öğrencileriyle temas ve ilişki kuruyorlar.
Müstecib Hacı Fazıl’ın teşebbüs ve gayretiyle halkımızdan toplanan para ile şair, öğretmen ve gazeteci Mehmet Niyazi’nin Mecidiye’deki kabrine mermerden büyük ve güzel bir anıt dikiliyor. Bu anıtın açılışı, Cafer Seydahmet Kırımer’in ve binlerce Kırım Türkü’nün iştirakiyle, konuşmalar yapılmak ve şiirler okunmak suretiyle, 1935 yılının 22 Eylül günü yapılıyor.
Üniversitelerde okuyan Türk gençlerine yardım yapılmak suretiyle halkımızdan ve Birlik şubelerinden para toplanarak Emel Mecmuası’nda yayınlanıyor. Bu paralar makbuz karşılığında, ihtiyacı olan talebelere dağıtılıyor.
Müstecib H. Fazıl, her yaz harman zamanında, bazen araba ve bazen de kiraladığı taksi ile, Polonya’dan gelen üniversiteli Kırımlı gençler ile birlikte, bütün köyleri dolaşıyor. Bu dolaşma araba ile bir ay, otomobil ile on gün sürüyor. Bu münasebetle şubelerin işlerini gözden geçiriyor. Gençlere gerekli direktifleri veriyor. Halkla toplu halde görüşüp, konuşmalar yapıyor, Millî teşkilâtı kuvvetlendirmeye, millî birliği ve dayanışmayı canlı tutmaya çalışıyor. Yazın sıcağında, toz, toprak içinde yorgunluktan ve uykusuzluktan asla şikayet etmiyor. Yapılan çalışmalarının hayırlı ve ümitli sonuçlarını görerek büyük zevk duyuyor.
Esaslı bir program ve disiplin içinde yapılan bu çalışmalar hakkında Cafer Seydahmet Kırımer’e muntazam surette bilgi veren Müstecib, Dobruca’daki Kırım Türkleri arasında da dar çerçeveli fakat geniş mânalı bir merkezî siyasî nüvenin kurulması zamanının geldiğine kanaat getiriyor. Cafer Bey ile birlikte sağlam seciyeli, milliyetçi ve Kırım davasına inanmış ve çalışmaya and içmiş kişilerden oluşturulan Kırım Millî Merkezi’ni kuruyorlar.
Müstecib bir taraftan bu ağır ve mesuliyetli işleri yürütmeye uğraşırken diğer tarafta ailesini geçindirmek ve bunun için de avukatlık yapmak zorundadır. Vaktinin bütün kısmını millî işlere ve Emel Mecmuası‘nın çıkarılmasına sarf ettiği için daimî bir sıkıntı içinde yaşamış olan Müstecib bundan da hiç bir zaman yakınmamış ve üzüntü duyduğunu söylememiştir. Hattâ II. Dünya Savaşı başladıktan ve Romanya’ya Alman askerleri yerleştikten sonra, Emel Mecmuası‘nın abonelerini toplayamamış, köyleri dolaşamamış, fakat Emel Mecmuası‘nı, bir müddet önce Pazarcık şehrinde sattığı evinin parasını harcayarak, çıkarmaya devam etmiştir.
Savaşın Romanya’ya ve buradan Sovyetler Birliği’ne sıçrama imkân ve ihtimalini düşünen Müstecib, 1940 yılının Temmuz ayında eşini ve bir yaşındaki kızını alıp Türkiye’nin Çankırı kasabasına yerleşmiş bulunan Kırımlı kayınvalidesi ve kayınbiraderlerinin yanına götürüyor ve kendisi tekrar Köstence’ye dönerek Emel Mecmuası‘nı çıkarmaya devam ediyor. Savaşın gittikçe kızıştığını, Romanya,da savaşa girme hazırlığını gören ve Alman baskısını yakından sezen ve mâlî kudretini de tüketen Müstecib Emel Mecmuası‘nın 1940 Eylül 154. sayısını yayınlayıp kapatılmasına büyük üzüntü ile karar vermek zorunda kalıyor ve Kasını ayında işlerini tasfiye ederek Türkiye’ye serbest göçmen olarak hicret ediyor.
1941 yılının Nisan ayında Heyet-i Vekile kararı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edilen Müstecib, Ankara Hukuk Fakültesi’nde bazı derslerden imtihan vererek buradan da diploma alarak Ankara Mahkemelerinde hâkim adaylığı stajına başlıyor. Bu arada Beypazarı ilçesinde sorgu hâkim vekilliği de yapıyor. Bu sırada eşi ile kızını Ankara’da kiraladığı bir tek odada bırakıp gidiyor.
Hâkim adayları için Adliye’de çekilen kurada Müstecib’e Keşan savcı yardımcılığı düşüyor. Ama, Müstecib başka bir yolculuğa hazırlanmaktadır. Alman-Rus savaşı başlamıştır. Alman orduları Sovyet topraklarında hızla ilerlemektedir. Ruslar, yüz binler ve milyonlarla esir düşmektedir. Komünist boyunduruğundan kurtulmak için Rus esiri milletler ve bu arada Kırım Türkleri can atmaktadırlar. Yıllardan beri beklenilen gün gelmiş, ümit doğmuş ve harekete geçme fırsatı hasıl olmuştur. Cafer Bey’den aldığı mektupta kendisinin ve Millî Merkez’in gerekli görüşmelerin ve hazırlıkların yapılmasına karar verdiği , anlatılıyor. Bu karara göre, Müstecib ile Edige Kırımal Berlin’e gidecekler, Almanlar ile anlaşarak Kırım’a gidip oradaki Türklerle gerekli teşkilatı kuracaklar ve çalışacaklar.
Bunun üzerine Müstecib Berlin’e gitme hazırlıklarını gördü. Eşini ve üç yaşındaki kızını ve beş gün önce dünyaya gelen oğlunu Çankırı’daki kayınbiraderi Halil’e emanet ederek, bir oda ve bir mutfaktan ibaret eski ahşap bir evde bırakarak Berlin’e gitti. Eşini “halkımızın komünist Rus boyunduruğundan kurtularak hürriyet ve egemenliğine kavuşacağı ümidini ve haberini vermekle” teselli etmeye çalışıyordu. Eşi de candan ümit ve arzu ettiği bu mutlu haberi almak için her şeye sabır ve tahammül göstermeye razı oluyordu.
Böylece, Müstecib Ülküsal 1941 yılının Kasım ayı sonlarında Berlin’e gitti. Gidişinden sonra bir ay oldukça iyi ve ümitli haberler gönderdi. Bundan sonra haberlerini seyrekleştirmeye ve üzüntülü vermeye başladı. İşlerin Berlin’de iyiye gitmediği anlaşılıyordu. Müstecib nihayet dokuz ay sonra Türkiye’ye döndü. 1976 yılında II. Dünya Savaşı’nda 1941-1942 Berlin Hatıraları ve Kırım’ın Kurtuluş Davası adı ile yayınladığı 152 sahifelik kitapta bu hususta tafsilat olduğundan, hayatının bu safhası üzerinde durmak gereksizdir.
1943 başından 1945’in Ekim ayına kadar İstanbul’daki İthalâtçı ve İhracatçılar Birliği’nde çalışan Müstecib, o tarihte İstanbul Barosu’na yazılarak avukatlığa başladı ve bunu 1976 yılının Mayıs ayına kadar devam ettirerek o tarihte SSK’dan emekli oldu.
1944’ün ilkbaharında Kızıl Ordu’nun Kırım’ı işgal etmesi ve Stalin’in burada asırlardan beri yaşayan ve memleketin sahibi olan bütün Türkleri vahşiyâne bir usul ve çok ağır şartlar altında sürmesi bütün Kırımlılar gibi Müstecib’i de çok üzdü ve derin acılara boğdu. Hepimiz ve hattâ Türklük için yaslı günler başladı. Çünkü, verilen haberlere göre, Moskova tarafından Kırım Türklerine tarihte benzeri görülmemiş bir sürgün ve imha metodu uygulanmış ve sürülenlerin %46’sı öldürülmüştü. Sağ kalanlar da Orta Asya’nın geniş bölgelerine çil yavruları gibi dağıtılmıştı. Bu hareket, bütün insanlık duygularının dışında kalan toplu cinayet suçunun işlenmesi idi. En acı tarafı da bu vahşet karşısında medenî dünyanın, Türk ve İslâm dünyasının tamamen susması ve en küçük bir tepki göstermemesi idi.
Komünist rejimin Romanya’da ve Bulgaristan’da yerleşmesi ve bu memleketlerde yaşayan halkımızın ve Türklerin zulüm ve işkenceye tâbi tutulmaya başlanması, hele Dobruca’da kalan kardeşlerinin ve akrabalarının tutuklanması ve öldürülmeleri Müstecib’i çok sarstı. Alman askerleri ile birlikte Kırım’ı terk etmiş ve Romanya’da kalmış bulunan Kırım Türklerinin Türkiye’ye alınması hususunda gösterdiği gayretlerin neticesiz kaldığını ve onların tutulup Rusya’ya götürüldüğünü anlayan Müstecib’in acıları çok şiddetlendi. Ne esini uykusunu kaybetti. Sağlığının bozulmasını ancak çalışmak, işle meşgul olmak sayesinde önleyebildi.
Bir müddet geçip toparlandıktan sonra İstanbul’da ve Ankara’da yayınlanan bazı dergilere yazı yazmaya başlayan Müstecib, Cafer Bey ve arkadaşları ile görüşüp Batı memleketlerine sığınmış olan Kırımlılar’ın Türkiye’ye getirilmeleri çalışmalarına katılıyordu. Türkiye’ye gelenlerin işleriyle, gücü yettiği ve zamanının müsaade ettiği kadar, meşgul oluyordu.
1955 yılında yapılan bir toplantıda Cafer Kırımer Bey, kendisinin rahatsızlığı sebebiyle, bundan sonra Millî Merkez toplantılarına Müstecib’in kendisine vekâleten başkanlık yapmasını istemiştir. Kırım kurtuluş davasının yürütülmesi sorumluluğunu onun yüklenmesini tavsiye etmiştir. O tarihten itibaren Münih’te her yıl toplanan Paris Bloku toplantılarına katılmış olan Müstecib, Kırım’ı bazen tek başına ve bazen bir veya iki arkadaşıyla birlikte temsil etmiş ve bu şerefli görevini hayatının sonuna kadar ifa etmeye çalışmıştır.
Ankara’daki bir kaç fedakâr ve idealist arkadaş tarafından 1960 yılının Kasım ayında yeniden yayın hayatına kavuşturulan Emel dergisini büyük bir sevinç ve heyecan ile karşılayan Müstecib, bu hayırlı işe başlayan arkadaşlarını tebrik ederek onlara şükranlarını bildiriyordu. Müstecib Ülküsal Emel‘e ilk sayısından itibaren gözlerini kaybedinceye kadar başmakale ve olayları yorumlayan yazılar yazmıştır. Bunların bazılarına Dobrucalı ve Tekin imzalarını atmış ve bir kısmını da imzasız yazmıştır.
Emel’in zamanında çıkmasına ve mümkün olduğu kadar kusursuz olmasına büyük gayret gösterir ama bunda tam başarı sağlayamayınca çok üzülürdü. O, zaten bütün işlerinde titiz ve dikkatli idi. Her şeyi düşünerek ve hesaplayarak yapardı. Emekli olduktan sonra Emel işine kendisini daha çok vermişti. Yayınlanmak için gelen yazıları dikkatle okur, düzeltir ve gerekirse kısaltır veya uzatırdı. Bir kaç tanınmış ve temelli yazar Emel’ci arkadaşının yazılarına hiç dokunmazdı ve bunları çok beğenerek takdir eder ve överdi.
Okuyan gençlerimizden istidatlı, çalışkan ve milliyetçi olanları bulmaya ve bunların millî davaya ve Türklüğe hayırlı idealistler olarak yetişmelerine çalışırdı. Bunlarla mektuplaşmaktan, millî dertleri yazışmaktan asla yorulmaz ve bıkmazdı. Bunları okumaya, mesleklerinde en yüksek dereceye çıkmaya ve bu suretle milletimize daha faydalı hizmetler görmeye teşvik ederdi. Bu hususta, Cafer beyin eskiden yazdıklarından da yararlanarak, gençler için yazdığı temel öğütler vardır.
Müstecib okumayı ve mütalâayı çok sever, boş vakitlerinde daima okur, not alır ve özetler yazardı. Bu sebeple kültürü genişti. Genellikle Türk, özellikle Kırım tarihleri, olayları üzerinde çok şey öğrenmeye, yükseliş ve düşüş sebeplerini bulmaya ve bunlardan geleceğimiz için sonuçlar çıkarmaya çalışırdı.
İyi çalışabilmek, ürün alabilmek için vücudun ve sinirlerin sağlam ve sağlıklı olması gerektiğini ve bunun için de muntazam ve sağlık kurallarına uygun olarak yaşamanın zarurî olduğuna inanırdı. Bu sebeple daima zamanında yatıp vaktinde kalkmaya ve mutlaka günde 8 saat uyumaya dikkat ve gayret ederdi. Hiç sigara kullanmamış, hemen hemen hiç alkol içmemiştir. Yorulduğundâ dinlenip zindeleşmeye önem verir ve bunu çok zevk aldığı çalışmalarına tekrar başlamak için yapardı.
Müstecib Ülküsal, konuştuğu zaman dinleyenlerini yazılarını okuyanlarını sıkmamak ve bıktırmamak için: “İnsan inandığı ve iyi bildiği bir konu üzerine konuşur veya yazarsa dinleyenleri ve okuyanları sıkmaz ve bunlara bir şeyler de öğretir. Bunun için, konuşacağı ve yazacağı konular üzerinde önceden durup araştırma yapmalı ve bunları iyice öğrenmelidir” der ve bu kaideye çok dikkat ve riayet ederdi.
Müstecib, Emel arkadaşlarını sever, korur ve onlara toz kondurmazdı. Onları daima yazmaya teşvik ederdi. Onların yardımlarından büyük sevinç duyardı. “Bunlar olmazsa ne Emel çıkabilir ve ne millî işler yürür; her iş durur” derdi.
Her esir Türk ilinin ancak birbirlerini desteklemek sayesinde kurtulabileceğine inanırdı; hele Kırım’ın buna hepsinden ziyade muhtaç olduğunu söyler ve buna yürekten inanırdı. Esir Türklerin hürriyetine kavuşmaları için Türkiye Cumhuriyeti devletinin kalkınmış, ilerlemiş ve çok kuvvetli hale gelmiş olmasını oluşturulması gereken şartların temeli sayardı. Türk birliğini parçalayan kabileciliğin ve bunu yapanların şiddetle karşısında idi; bu davranışları dış düşmanlara yardım telâkki ederdi. Bu yüzden Türk tarihinde büyük felâketler meydana geldiğini; bugünkü nesillerin bunlardan ibret dersleri almaları gerektiğini söylerdi.
Müstecib Ülküsal’ın kişiliğini, idealini anlatmaya; düşünce ve kanaatlerini izah etmeye bir ve hattâ birkaç makale yetişmez. Onun Türk milliyetçiliği ve bilhassa Kırım’ın kurtuluş davası uğrunda yaptığı 60 yıllık gayret ve hizmetlerini yazıp anlatmaya benim kudretim de yetmez. Bu görevi yetişmiş ve yetişecek olan milliyetçi idealistlerimiz onun yazılarını, eserlerini ve mektuplarını tetkik ve tahlil ederek, “Milletine hizmet edenler unutulmazlar, unutulmamalıdır” sözünü yerine getireceklerdir.
[Bütün ömrünü milletine hizmet etmek için çırpınarak, didinerek tüketmiş olan Kırım Tatarlarının muhaceretteki gerçek Vatan Hâdimi Müstecib Ülküsal’a Allah’tan rahmet diler, Emeldaşlarına başsağlığı dileriz. Emel Yazı Kurulu ]Emel Dergisi , Sayı:212 Ocak -Şubat 1996 , Sf. 2-12.