Zafer KARATAY.
20. yüzyıl, Kırım ve Kırım Tatarlarının en dramatik yüzyılı oldu. 20 yüzyılın ilk 20 yılı ile son 20 yılı umutlarının nispeten gerçekleştiği, olumlu yıllardı. Bu yıllar, Kırım Tatarlarının üzerlerindeki karabulutların dağıldığı, kendileri ve vatan Kırım için olumlu bir gelecek vaat eden, vatanlarına sahip olma ve milli medeniyetlerini canlandırma yolunda büyük gelişmeler kaydettiği yıllardır. 1917 yılında toplanan Kırım Tatar Milli Kurultayı ve onun ilân ettiği Demokratik Kırım Halk Cumhuriyeti’nin getirdiği ümit ve hayaller maalesef uzun ömürlü olamadı. 1919–1920 yıllarından sonra Veli İbrahim dönemi hariç tutulursa, Kırım’da hava tamamen Kırım Tatarlarının aleyhine döndü. 18 Mayıs 1944 Sürgün faciası ile tarihlerinin en feci günlerini ve yıllarını yaşadılar.
Sürgün, Kırım Tatarlarının tarihten silinmesi için yapılan acımasız ve vahşi bir son hamleydi. 18 Mayıs 1944’ten sonraki 10 yıl “ölüm kalım” yıllarıdır. Bir milletin can çekiştiği yıllardır. Bu 10 yıla “Kırım Tatar soykırımı” dönemi demek en doğru tanımlama olacaktır. Kırım Tatarları için Vatan Kırım yoktu artık. Vatan Kırım’da 1500 yıllık Kırım Tatar medeniyeti yok ediliyordu. Yüzyıllardır bu güzel topraklarda oluşturdukları milli ve dini değerleri tahrip ediliyordu. Nüfuslarının yarısına yakınını da bu “soykırım yıllarında” kaybetmişlerdi. “Soykırım yıllarından” kurtulanlar, maddi anlamda her şeylerini kaybederken, manevi olarak da ağır bir travma geçirdiler. Masum ve mazlum bir halkı topyekün yok etmek için cani Stalin ve işbirlikçilerinin yarattığı her yönüyle dehşetli terör ve ölüm fırtınasından eşsiz bir sabır ile Vatan Kırım sevgisi, ne pahasına olursa olsun Vatan Kırım’a dönme umudu, azmi ve inancıyla hayata tutunarak kurtuldular. Kırım Tatarları olarak dünyada benzeri görülmeyen bir mucizeyi gerçekleştirdiler.
1956 yılından sonra, kapkara olan kader, Kırım Tatarları lehine dönmeye başladı. 1956-1966 dönemi toplanma, yaraları sarma bir araya gelme ve uğradıkları haksızlıkları Moskova’ya, Sovyet yetkililerine anlatmaya çalışma devri oldu.
1966-1967 yıllarından sonraki yıllar, Kırım Tatar Milli Hareketi’nin dışa açılma dönemidir. Milli Hareket Moskova’ya dilekçe üzerine dilekçe, heyet üzerine heyet yollarken, Moskova’daki insan hakları savunucularıyla tanışma ve seslerini hür dünyaya duyurma imkânı buldu. Aynı zamanda bu dönem, bünyelerinden dünyaca tanınmış bir insan hakları savunucusu ve kahramanı çıkardıkları bir dönemdir. Keza bu devir Vatan Kırım’a dönme inancı ve mücadelesinin kitlesel olarak yürütülme devridir. Büyük bir birlik devridir.
20.asrın son yirmi yılı ise sevgiliye, sevgili Vatan Kırım’a kavuşma yılları oldu. Dünyanın en büyük ikinci ve en korkulan süper gücüne karşı yürütülen bu kitlesel halk mücadelesi, 1987 yılı yazında Moskova’da, Kızıl Meydan’da yüzlerce temsilcisiyle yaptığı miting ile sadece Vatan Kırım ile arasındaki yıkılmaz görünen Demir Perdeyi yıkmakla kalmadı. Dünyada özgür insanların yıkılmaz dediği, milyonların korktuğu, bir başka milyonların umut bağladığı kanla, baskıyla, propagandayla beslenen bu Demir Perdeyi, bu totaliter devi temellerinden sarstı. Sovyetler Birliği’nin fiyakasını ve büyüsünü bozdu.
1987-1988 yılından sonra Kırım Tatarları zemberekten boşanmış gibi, hasretle, sevgiyle, yepyeni umutlarla, gözyaşlarıyla akın akın Vatan Kırım’a dönmeye başladılar. 1991 yılı Haziran ayında II. Kırım Tatar Milli Kurultayı (1917 Aralık ayındaki tarihi Kurultay’ı I. addederek) Vatan Kırım’da toplandı ve “Kırım Tatar Milli Meclisi” seçildi ve Kırım Tatar halkını temsile yetkili en üst organı olarak görevlendirildi.
Kırım’da kimse onları çiçeklerle karşılamadı. Kimse onlara “kusura bakmayın, haksız yere ellerinizden alınan evlerinize gelin oturun, işte haksız yere gasp edilen mallarınız ! buyurun alın” demedi. Ama artık Vatan Kırım’da idiler. Vatan topraklarındaki “sonradan gelenlerin”, “onu zorla ele geçirip yönetenlerin” engellerini birlik içerisinde, dayanışarak, tek tek aşmayı başardılar. Başarmaya da devam ediyorlar.
Ümitlerle başlayan 20. yüzyıl, kapkaranlık, dehşet dolu, tarihin gördüğü ender soykırımların yaşandığı yıllardan sonra, Vatan Kırım’a yeniden kavuşmanın verdiği sevinç ve yepyeni ümitlerle sona erdi. Geride bırakılan yıllarla kıyaslandığında 1990’lı yılların sonu tam bir bahar mevsimi başlangıcı oldu.
21. Yüzyılın ilk 10 yılında da süren bu bahar havası, hem Kırım’da hem Türkiye’de ve diğer ülkelerde yaşayan bazı Kırım Tatarlarını rehavete sokmuş görünüyor. Baskı ve şiddetin olduğu dönemdeki birlik ve beraberlikten uzaklaşma eğilimi var. Bozucu ve yıkıcı faaliyetler bahar havasının rehavetindeki Kırım Tatarları arasında daha kolay zemin buluyor. İçeriden ve dışarıdan bölmeye, Milli Hareketi zayıflatmaya, Kırım Tatarlarını bir arada tutan yapıyı zaafa uğratmaya yönelik gayretleri bu son dönemde daha da hızlandı. Yeni Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in Kırım Tatarlarına karşı ilk uygulamaları ve siyaseti bahar havasının sona erdiğini gösteriyor.
20. yüzyılda yaşadıklarımızdan Kırım Tatarları olarak çıkaracağımız çok büyük dersler var. Bu derslerin hem olumlu, hem de olumsuz yönleri mevcut. Bu badireleri atlatan, bu eşsiz mücadeleyi veren Kırım Tatarları sahip oldukları artı değerlerin tam farkında değil. Belki de bu değerler aydınlarımız tarafından iyi ortaya konulup halkımıza iyi anlatılamıyor. Eksiklerimiz, yanlışlarımız ve hatalarımızın yanında o kadar çok artı değerlerimiz var ki. Kırım Tatarları başka toplumların, başka milletlerin kıskandıkları, heves ettikleri, sahip olmaya can attıkları bu eşsiz tecrübe ve değerlerinin kıymetini bilmeli.
20. yüzyılda Vatan Kırım’da kalan Kırım Tatarları bu süreci yaşarken, Kırım dışında, eski Sovyetler Birliği sınırları dışındaki Kırım Tatarları da 18 Mayıs 1944 sürgünü ile birlikte yok olma sürecine girmişlerdi. Çünkü ister Tatar, ister Türk-Tatar, ister Tatar Türkü olarak adlandırılsınlar, onları esas belirleyen, esas tarif eden, esas anlatan kritik sözcük “Kırım” idi. Kırım yoksa Kırım Tatarı da yoktu. Kırım yoksa, Kırım Türkü de yoktu. Türk – İslam Dünyası’nın ayrılmaz bir parçası, bir gerçeği olan bu toplumun, tarihi, gelenekleri, görenekleri Kırım ile bağlıydı. Hayat kaynakları Kırım’daydı. Kırım’dan besleniyorlardı.
Kısacası Kırımsız bir Kırım Türklüğünün, Kırım Tatarlığının varlığını ebediyen sürdürmesi imkânsızdır. Kırımsız bir gelecek, bu toplum için yok olmaktır. “bir zamanlar Kırım’da yaşamış Tatarlar” olarak anılmaktır gelecek asırlarda sonumuz
Eğer Sovyet Devleti bir kaç yüzyıl sürseydi, totaliter Sovyet Devletinin yaptığı “soykırım” hedeflenen sonucu verip Sovyetlerdeki Kırım Tatarları yok edilseydi, Kırım belki de Kırım Tatarları için ebediyen kaybedilecekti. İnanıyorum ki bir avuç idealist, bir avuç Emelci inançla mücadelelerini sürdüreceklerdi. Öneminden dolayı tekrar vurgulamak gerekir ki Kırımsız, hayat kaynağı kurumuş Kırım Tatarları için yavaş yavaş yok olmak, kaçınılmaz bir son olacaktı. Belki başka bir mucize beklenecekti.
Vatan Kırım dışındaki Kırım Tatarlarının sayısıyla, Kırım Tatar Milli Kurtuluş Mücadelesine, aktif olarak katılanların ve destek verenlerin sayısı arasında muazzam bir uçurum vardır. Bu sayıya cemiyetler bünyesinde kültürel ve folklorik olarak ilgi duyanları da dâhil etsek bile bu fark yine de büyüktür. Kıymetli tarihçi Prof. Dr. Kemal Karpat, Çarlık Rusyası’nın esaretine düşülen 1783 yılından 1922 yılına kadar Kırım’dan göç eden Kırım Tatarlarının sayısını 1.800.000 olarak vermektedir.*
Bu muazzam bir sayıdır. Türkiye’deki Kırım derneklerinin ve diğer teşkilatların yöneticileri ve kendini tarihine, atalarına, mensup olduğu millete karşı sorumlu hissedenler, eğer 21. yüzyılın başlangıç yıllarını, önümüzdeki 10 yılı iyi değerlendirirlerse, “uyuyan bu dev” uyanır ve 21. yüzyıl Kırım Tatarlarının makûs talihlerini yendikleri bir yüzyıl olur.
20. yüzyılın sonlarında bu uyanışın belirtileri görüldü. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ilk dernek ancak 1951 yılında kurulabilmişti. 1987 yılına kadar Türkiye’de sadece İstanbul, Ankara ve Eskişehir’de Kırım derneği faaliyet gösterirken, 1987’den sonra 30’dan fazla şehir, kasaba ve köyde birbiri arkasına Kırım dernekleri kuruldu. Yakın zamana kadar kendi atalarının Kırım’dan geldiğini unutan, bilmeyen birçok köy sakini şimdi tarihlerini keşfetmenin heyecanını yaşıyorlar.
Sadece İstanbul’da bir zamanlar (1950’li yılların başından başlayarak) Nuri Demirağ’ın korusunda yapılan tepreç/derviza geleneğini yeniden canlandırmak için üç beş arkadaş uzun bir aradan sonra ilk tepreçi 1981 yılında Ankara’da düzenlemiştik. Bu gelenek çığ gibi yayıldı ve şimdi Kırım derneklerimizin vazgeçilmez temel faaliyetlerinden biri oldu. Hatta bazı kasabaların şenlik ve festivallerinin temelini oluşturuyor. O ilk yıllarda “inşallah bir gün Vatan Kırım’da tepreç geçiririz” dileklerimiz, en yakınlarımız tarafından bile ütopik bulunuyordu. O zaman ütopik görülen, hayalperestlik olarak tanımlanan bu Emel, sadece 9 yıl sonra 1990 yılı Haziran ayında Bahçesaray’da gerçekleşti. Bazılarımızın hayal bile edemediği, hayal etmeyi bile küçümsediği Vatan Kırım’a gitme ve görme, artık gündelik bir olgu haline döndü. SSCB döneminde Demir Perde gerisinden gelen en küçük bir neşriyat, bilgi kırıntısı bizleri heyecanlandırırdı. Gelen birisi ise tarihi bir olay gibi algılanırdı. Artık derneklerimizin düzenledikleri faaliyetlerde Kırım’dan gelen sanatçılarımız, bizim olmazsa olmazlarımız oldu.
Günümüz Kırım dernek yöneticilerinin önlerinde uyuyan devi uyandıracak, topluluğun ruhuna ve gönlüne hitap edecek ana kaynağın, kutsal kaynağın, yani Vatan Kırım’ın kapıları ardına kadar açık. Vatan Kırımdan her an taze bilgiler alma imkânı Kırım Haber Ajansı tarafından sunuluyor. Kırım’da neşredilen gazetelerin ve diğer kuruluşların internet siteleri insanlara evlerinde bilgi vermek için hazır bekliyor. Türkiye’de Bahçesaray, Kırım Bülteni, Kalgay, Eskişehir Kırım Postası, Çokrak gibi ücretsiz dağıtılan kaynakları düzenli biçimde almak için sadece ilgili yerlere adres bildirme zahmeti gerekiyor. Kırım ve Kırım Tatarları ile ilgili muhteşem kaynak kitaplar basıldı. Ayrıca çeşitli içerikte ve seviyede birçok popüler kitap var. Herkesle anında ve hızlı iletişimin önünde, tembellik, iş bilmezlik ya da gönülsüzlükten gayri hiçbir engel yok. 21. yüzyılın başlarındaki bizler, Kırım Tatarları, uygun olan şartları ve fırsatları iyi kullanmamız, kaçırmamamız gerekiyor.
1985 yılında İstanbul’da Milletlerarası Türkoloji Kongresi’nde bir Sovyet Rus tarihçinin sözlerini hiç unutamam. Bizlerin genç, Kırım için uğraşan, Emel Dergisini çıkaran ateşli Kırım Tatarları olduğumuzu öğrenince çok şaşırmıştı. Kırım ruhunun böylesine canlı olacağını hiç aklına getirmemiş, şaşırmıştı. Biraz kızgın, biraz da gıptayla dolu bir ses tonuyla “Sizi gidi Gaspıralı’nın çocukları!” demişti. O zaman Gaspıralı’ya kızdığını hissetmiştim.
1980’li yılların başında “Gaspıralı’nın çocukları” çok değildi. Şimdi yüzlerce var. İnanıyorum ki “uyuyan devi” uyandırmada hep birlikte büyük işler yapacağız. Amerika’dan Romanya’ya, Türkiye’den Almanya’ya Kırım Tatar Dernekleri ve sivil toplum teşkilâtları yüzlerini Vatan Kırım’a dönmüşlerdir. Ezici bir çoğunluğu, Kırım Tatar Milli Kurultayı’nın ve Kırım Tatar Milli Meclisi etrafında toplanmışlar ve milli mücadelenin arkasındadırlar. Kırım Dernekleri ve Sivil Toplum Teşkilâtlarının geldikleri nokta, Kırım sevgisi ve ilgisinin yer bulduğu tabanın inanılmaz bir süratle gelişmesi ilerisi için umutla bakmamıza yol açmaktadır.
Önemli olan bu potansiyelin, Kırım sevgisi ve ilgisinin “iş”e yani eyleme çevrilmesidir. Kırım sevgisi yüreklerde ve gönüllerde yaşayan hapsolmuş, hareketsiz eylemsiz bir sevgi değil, yüreklerden ve gönüllerden kopan, kor gibi yakan, önünde hiç bir engelin duramayacağı yoğrulmuş işe hizmete dönüşmüş bir sevgi olmalıdır. Vatan Kırım’ın, sadece kâğıt üstünde kalan eylemsiz bir sevgiye değil, hizmete ihtiyacı var. Yoksa Kırım kendi kendine kurtulmaz!
* Karpat, H. Kemal, Ottoman Population, 1830-1914: Demographic and Social Characteristics, Uni of Wisconsin.1985 s.66.