BED’Ü’L-EMÂNÎ ADLI KIRIM TATARCA YAZMA VE YAZMANIN LATİNİZASYONU

BED’Ü’L-EMÂNÎ ADLI KIRIM TATARCA YAZMA VE YAZMANIN LATİNİZASYONU

 

Levent Edige ÖZDEMİR*

Özet

Tecvid’in, Kur’an okuyuş kuralları şeklinde açıklanışı en yaygın tanımıdır. Tecvid hem ilgili bilim dalının, hem bu dalda yazılan eserlerin, hem de yapılan uygulamanın adıdır. Tecvid kuramsal bilgi temelli olsa da kendisini daha çok uygulama ve sanat alanında ortaya çıkarmaktadır. Tecvid sözcüğü için yapılan tanımların bütününe bakıldığında güzelleştirerek okumak anlamının ön plana çıktığı görülmektedir. Bu çalışmada latinizasyonunu yaptığımız tecvid hakkındaki Kırım Tatarca bir yazma üzerinde durulmuştur.

Anahtar sözcükler: Kırım Tatarca, Tecvid, Kıraat, Kur’an-ı Kerim, Yazma, Latinizasyon.

 

Bed’ü’l-Emânî Crimean Tatar Language Lettering and Latinization of Lettering

Abstract

The most common definition of Tajvid is the rules of recitation of the Qur’an. Tajvid is the name of the related branch of science, the works written in this branch, and the practice made. Although Tajvid is based on theoretical knowledge, it reveals itself in the field of practice and art. When we look at all the definitions made for the word Tajvid, it is seen that the meaning of reading by beautifying comes to the fore. In this study, we will focus on a Crimean Tatar manuscript about Tejvid, which we have Latinized.

Keywords: Crimean Tatar language, Tajvid, Recitation, Quran, Lettering, Latinization.

 

I. Eser ve İçeriği

Kırım Tatar milli kültürü için en başta dil ve söz varlığı açısından katkıda bulunacağını  düşündüğümüz bu yazma döneminin dil özelliklerini barındırması, günümüze taşınmayan bazı sözcükleri bulundurması, sade ve akıcı bir dil kullanılması nedeniyle oldukça değerlidir. Bunun yanında kuralları örneklendirmesi, Kırım Tatarca açıklamalar yapması, anlaşılır ve özet bir tecvid bilgisi sunması tecvid öğrenmek isteyenler için de kendisini oldukça verimli kılmaktadır.

Bed’ü’l-Emânî adlı bu yazma Ebî Abdurrahman Fahrettin İbn-i Ali en-Nûr Kavî tarafından yazılmıştır. Yazar hicrî 1310 (m.1917) yılında Aşkana köyünde ölmüştür. Yazma 28 noyabr (kasım) 1894 yılında, İlyas Mirza Boraganî el-Qırımî matbaasında basılmıştır. Bu matbaa Saint Petersburg’da bulunmaktadır.[1] Yazma Rusya Milli Kütüphanesinin yedi numaralı salon, yedi numaralı dolap, beş numaralı rafında yer almakta olup bütünüyle Arap harfleriyle yazılmıştır.

Yazmanın adı Arapça isim tamlaması şeklinde “Bed’ü’l-Emânî” olarak konulmuştur.[2] Tamlamada tamlanan (muzaf) konumunda bulunan Bed’ü (بَدْء) sözcüğü Arapça’da başladı fiilinin (بَدَأَ) mastarı olarak başlangıç anlamına gelmektedir. Türkçe’de kullanılan iptidai sözcüğü de bu fiilin iftiâl bâbında çekimlenmesiyle oluşturulmuştur. Yine başlamak anlamına gelen ibtede’ (اِبْتَدَأَ) fiilinden türetilmiş olan ibtidaî (اِبْتِدَائِيّ) sözcüğü ilkel, orijinal, gelişmemiş ve başlangıç anlamlarına gelmektedir. Tamlamada tamlayan (muzâfun ileyh) olan el-Emânî (الأَمَانِي) sözcüğü ise istekler demektir. Buna göre tamlama “isteklerin başlangıcı” anlamına gelmektedir.

Yazma, dini içeriğe sahip olması nedeniyle çok fazla arapça sözcük içermekle birlikte yine de yazmada sade bir dil kullanıldığı görülmektedir. Kırım Tatarcası ağırlıklı olmak üzere İstanbul Türkçesinin dil bilgisi kurallarının etkisi ve bazı Kazan Tatarca sözler de görülmektedir. Bölüm başlıkları Arapça tamlamalardan oluşmaktadır. Bununla birlikte yazar bilinmeyeceğini düşündüğü Arapça sözcüklere dipnotlar aracılığıyla Kırım Tatarca açıklamalar eklemiştir. Öyle ki konunun temel terimlerinden olan sözcüklere dahi Kırım Tatarca açıklamalar getirdiği, karşılıklar verdiği görülmektedir.

Yazma, geleneğe uygun olarak besmele – hamdele – salvele[3] ve mukaddime ile başlamaktadır. Böylece toplamda bir mukaddime ile sekiz babdan oluşmaktadır. Mukaddimede Arap yazısını okumayı kolaylaştıran ve anlamına kesinlik kazandıran işaretler[4] ve bunların konumlarının açıklanması ile konuya kısa bir giriş yapılmıştır.

II. Tecvid Uygulaması Zorunluluğunun Olabilirliği

Birinci bölüm “Bâb Fî Marifeti’t-Tecvîd” – tecvid bilme hakkında adlı bölümdür. Bu bölümde aktarılan söz ve düşünceler yazarın, İslam düşüncesindeki bağlı olduğu görüşü belirlememize olanak sağlamaktadır. Ona göre tecvid bilgisi Kur’an’ı doğru okumak isteyen her kim üzerine farz ve gereklidir. Kur’an’ı yanlış okumak bahtsızlık, günah ve ayıptır. Böyle kişinin namazı doğru olmaz. Kur’an tecvid ile inzal olmuş, günümüze kadar tecvid ile aktarılmıştır. Kuran’ı ihlas ve tecvid ile okuyana her harfine en az on sevap ve derece olur. Her kim Kuran’ı tecvidsiz okusa Kur’an onlara lanet kılar ve o günahlı olup cehenneme müstehak olur.

Türk milli kültürüne zararlı bu görüşlerin kaynağı ilkin düşünce tarihi ve gelenekte aranmalıdır. Tanrı elçisinin ölümünden sonra dinin siyasallaşması ile birlikte Kureyş’i yücelterek ona siyasal, sosyal, kültürel, dinsel ve dilsel merkeziyet kazandırılmaya, insanları Kureyş’e mahkum eden bir söylem geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu söyleme Kur’an’dan destek bulunmakta zorlanınca hilafetin Kureyş’e tapulanması gibi hadislerin uydurulması yoluna gidilmiştir.[5] Bütün bunların sonucunda Müslüman olan Arap dışı uluslar ya İslam’ı kendilerine uyarlayacaklar ya da Araplaşacaklardır. Mısır’ın Araplaşması ile bir büyük uygarlığın yok oluşu birinci seçeneğin sonucudur. Mezheplerin çoğunun oluşması ise İslam’ı uyarlama ve Araplaşmaya karşı bir tepkidir. Bu kanıya ulaşmada mezheplerin dini bir yargıya ulaşmadaki yöntemleri incelenebilir. Sünnet: Kur’an’ı, belli bir çevre kültürün, çerçevelemesi ve hegemonyası altına almasıdır.[6] Bu kültür Arap kültüründen başkası değildir. Mezheplerin, Arap kültürünü başka coğrafyalara taşımanın en etkin aracı olan hadislere kuşkuyla yaklaşmaları, Arap kültürünün evrenselleştirilmesinin yöntemi olan kıyasın yanına istihsan’ı (güzel olanın kabul edilmesi, her coğrafyanın kendi hukuki çözümünü bulması) yerleştirmeleri, örf (halkın kültürü) ve maslahat’ı (halkın yararının gözetilmesi) da kaynak saymaları şeklinde metodoloji geliştirmeleri sözü edilen kültür emperyalizmine bir karşı koyuştur. Tüm bunları Hanefî – Matüridî düşüncenin de yöntem ve amacı olarak adlandırabiliriz.

Bu kültür emperyalizminden tek rahatsız olan Türkler olmamıştır. Şuûbiye hareketi de bir tepki olarak doğmuştur ve Araplaştırılmaya reddiyedir. Gazali’nin (ö. 1111) öğrencisi olan Muvahhidîn Devleti’nin kurucusu İbn-i Tumert’in (ö. 1130) Kur’an’ı berberî diline çevirtmesi, Arapça ibadeti yasaklaması da bu dayatmaya bir karşı koymadır.

Tüm bunlar dini/Kur’an’ı Arap milliyetinin tekelinden kurtarma, araplaşmadan kurtulma çabaları olarak ortaya çıkmaktadır. Ebu Hanife’nin (ö. 767) ana dilde ibadete olur vermesinin nedenini de bunda görebiliriz. Ancak Kur’an lafızlarının Tanrı’ya aitliği düşüncesinin baskın görüş olmasıyla Hanefi alimler de bu görüşten çoğunlukla kaçınmışlardır. Savunanlara ise Karahanlı fakih ve kelamcı Serahsî (ö. 1090) ile Ferganalı Kâsânî (ö. 1191) örnek verilebilir. Bu görüşün baskın olmasının en büyük nedeni ise mezheplerin devlet tarafından desteklenmesi, dahası resmi mezhepler haline getirilmeleridir. Abbasi Halifesi Me’mûn (ö. 833) döneminden itibaren on beş yıl boyunca akılcılık hakim olmuştur. Bu dönemde Beytü’l-Hikme kurularak İslam Medeniyetinin, düşüncesinin oluşmasına ve bilimin gelişmesine olanak sağlamıştır. Ardından Halife Mütevekkil (ö. 861) döneminde tartışmaların yasaklanmasıyla sona ermiştir. Bundan sonra baskın olan ve yaygınlık kazanan akıl karşıtlığı olmuş, felsefe ve akılcılık saldırılara uğramıştır.[7] Yaygınlık kazanan bu görüş Güney’e göre daha çoğulcu, demokrat, ilerlemeci, rasyonel olan Kuzey İslam’ı içerisindeki Abdurrahman Fahrettin’in yüzyıllar sonra, 1894’te yazdığı Bed’ü’l-Emânî’de dahi kendisini göstermiştir.

Kur’an’ın lafızlarının Tanrı’ya ait olduğu görüşünün doğurduğu sonuçlar şöyle sıralanabilir: Kur’an’ın başka dile çevirisi olanaksız olduğundan kimse gerçekten ne denildiğini Arap olmadıkça ya da Arapça bilmedikçe bilemeyecektir. İlahi kelimelerin tükenmeyeceğini bildiren Kur’an’ın sınırlı oluşu çelişki yaratacaktır. Kur’an’ın yedi harf üzere inişi ve anlam merkezli okuma izinleriyle çelişki oluşturacaktır. Kur’an’daki emir ve yasaklamalardaki değişimler, nesih açıklanamayacaktır. Dinsel sınıf metnin gücünü kullanarak oluşturduğu otoritesini sürdürebilecektir.

Kimlik muhafazası için değişim ve gelişmeye karşı duruş ve kemikleşme görülmektedir. Kur’an’ın yaratılmamışlığı Arapça’nın Kur’an’ın aslı olduğu düşüncesidir.[8] Şafii’nin risalesine bakıldığında görünür ki ezeli kelam anlayışı dil ile kültürün taşınması, Arapçanın ezeli ve ebedi dil olmasının inşasıdır. Kur’an, Allah’ın ezeli kelamıdır sözü, Allah Kur’an’ı Arapça söyledi, konuştu demektir.[9] Eğer Kur’an lafızlarının Tanrı’dan geldiğine inanılırsa tecvidin de bu şekilde oluştuğuna inanmak gerekecektir. Öyle ki bu düşünce yazarın “Kur’an tecvidle inzal olmuştur.” sözünde görülmektedir. Böylece Kur’an’ın okunması için zorunlu kılınacak koşullardan biri olarak tecvid ortaya çıkacaktır. Kur’an’ı tecvid kurallarına uyarak okumayan kişi Tanrı sözlerini hatalı okumaktan günah işlemiş olacaktır.  Elbette ki böyle bir okuyuş sahibinin namazı da geçerli olmayacaktır.

Kur’an okuyan kişiye her harf karşılığında on sevabın verileceği İbn-i Mesut’tan aktarılan bir rivayettir. Bu rivayetin amacının inananları, kutsal kitapları Kur’an’ı okumaya özendirmek, Kur’an’a yöneltmek olduğu görülmektedir. Öyleyse Kur’an’ı tecvidsiz okuyan kişinin Kur’an tarafından lanetleneceği nasıl açıklanabilir? Bu söz kişileri tecvid öğrenmeye mi iter? Yoksa Kur’an’dan uzaklaştırır mı? Üstelik bu günahkarlık ve lanetlenme yazara göre tamu’ya atılmakla neticelenecektedir. Söz konusu rivayet ile bu söylemin uyuşur yanı görülmemektedir.

İslam’da, olmaması durumunda kişiyi tamu’ya götürecek olan şeyin, bir olan Tanrı’ya inanmak olduğu açıktır. Kur’an’ın tecvidle okunmaması durumunda herhangi bir anlam yanlışlığı olmamaktadır. Etkileşim tartışmalarına girmeden Yahudilerin de Tevrat’ı tecvidle, sallanarak ve ezgiyle okuduklarını hatırlatmak yerinde olacaktır. Katip Çelebi’nin Keşfü’z-Zunûn’da tecvidi müziğe benzetmesi oldukça anlamlı bir yakıştırmadır. Ve bu benzetme tecvid sözcüğünün sözlükteki “bir şeyi güzel ve sağlam yapmak, onu süslemek” anlamına da oldukça uygundur.[10] Buna göre Kur’an okunuşunu güzelleştiren tecvidin öğrenilmesine özendirilmekte abartıldığı görülmektedir.

Yazarın anlayışınca tecvidden ve tecvidin öneminden söz ettiği birinci bölüme, hacmi toplamda on bir sayfadan oluşan bu yazmada üç sayfadan fazla yer verilmektedir.[11] İkinci bölüm olan bâb et-Tenvin’de, tenvin bölümüne geçilmektedir. Bu bölümde tecvidin en temel terimlerinden idğam, iklab, izhar ve ihfâ’ için Kırım Tatarca açıklamalar yapıldığı görülmektedir. Üçüncü bölümde sakin mim ve hallerine değinilmektedir. Dördüncü bölümde uzatmalardan söz edilmektedir. Beşinci bölümde Allah lafzının okunuşu hakkındaki kurallar açıklanmaktadır. Altıncı bölümde ra harfinin okunuşu anlatılmaktadır. Yedinci bölümde isti‘lâ’ harfleri açıklanmaktadır. Sekizinci bölüm ise okunuşta nerelerde durulabilineceği hakkındadır.

Yazarın yaşadığı dönem göz önünde bulundurulduğunda bu yazmanın akıcı ve sade bir dille yazıldığı görülmektedir. Kazan Tatarcasından da birkaç sözcük bulunmaktadır. Bunlara temuğ, qaşında, neçke sözcükleri örnek olarak gösterilebilir. İstanbul Türkçesinin de dil bilgisi ve sözcükleriyle bu yazma üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Öyle ki ikinci sayfadaki bir cümlede bilmegen ve versen sözcükleri gibi aynı cümlede hem Kırım Tatarca hem de İstanbul Türkçesinde çekimlenmiş eylemlerin olduğu görülmektedir. Bir yandan “bolmak, bolup, bar” şeklinde Kırım Tatar dil bilgisine uygun sözcükler görülürken aynı cümlede ya da bir satır aşağısında “olsa, olur, olan” gibi İstanbul Türkçesine uygun biçimde kullanılan fiiller görülmektedir. Ancak tüm bunlarla birlikte yazmanın esas dili Kırım Tatarcadır. Her bâbda sözcükler, -dır anlamında kullanılan “deyub” ifadesiyle açıklanmaktadır. Parantez içlerinde verilen faide sözcüğü ise istisnaları belirtmektedir. Eksik olan üçüncü sayfa bilinmemekle birlikte yazma boyunca toplamda on dokuz dipnot bulunmaktadır.

 

III. Bed’ü’l-Emânî Adlı Yazmanın Latinizasyonu

 

Bed’ü’l-Emânî

Eûzü bi’llahi mine’ş-şeytani’r-racim Bi’smillahi’r-rahmani’r-rahim

Elhamdülillahi rabbi’l-alemin ve’s-salatü ve’s-selamü ala seyyidena Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. (Mukaddime) Fî Marifeti’l-hareketi ve’s-sükûn. Hareke deyub damme, fetha, kesreye aytılır. Damme ötre, fetha üst(ün), kesra ast, sükûn hareke yoqluğuna aytılır. Bâb Fî Marifeti’t-Tecvîd: Tecvid deyub her harfni öz mahrecinden edâ qılıb meşâyih-i kübrâ [kıraatke pek mahir bolğan üstazlar] qaşında itibar edülgen hükümlerni harflerge verib ifratu [artdırmaq] tefritden [kimütmek] başqa harflerni telaffuz eylemekke aytılır. Kur’an-ı Kerimni tecvid ilen oqumaq her kârîge

 

(Tecvid) Kur’an’nı dürüst oqumaq, tecvid, her kim üzerine farz ve lazımdır. Kur’an’nı yalğuş oqumaq, o günah ve ayubdır. Kur’an’nı dürüst oquğan kişi dünyada ve ahıretde bahtlı kişidir. Bahtsız müslüman kim deseler (Kur’an oquv bilmegen müslüman) deyü cevab verseñ hilaf bolmas. Kur’an oquv bilmegen kişiñ namazı dürüst bolmas. Ve hem imam turmağa lâyık bolmas. Yaş bolsa da qart bolsa da turşub öğrenmek farz bolur.

 

…farzdır. Allahü Teâlâ peygamberimizge Kuran-ı Kerim’ni [kerim:hürmetli] tecvid ilen inzâl [inzâl: indirmek] eyledi. Peygamberimizden sahabelerge, sahabelerden bu asırğa dek Kur’an’-ı Kerim’ni ihlas ve tecvid ilen oqusa her harfine ekall[12] on sevap ve derece olur. Ve her kim Kur’an’nı tecvidsiz oqusa Kur’an añarğa lanet qılar. Ve o günahlı olub tamuğğa müstehak olur. Bu ilmi et-Tecvidni hasıl qılmaq Kur’an-ı Kerim’ni meşâyih ağzından işitkençe kıraatke müdâvemet [dâimçilik qılmaq] qılub daim tekrar ve Kavaidi’t-Tecvidni hıfz [yadğa almaq] ilen olur. Bâb et-Tenvin ve en-Nûnu’s-Sâkîn: tenvin iki üst, iki ast, iki ötür. Bu tenvin yazuvda hareket olsa da telaffuzda [aytmaq ve söylemek] nûn-u sâkine olur. Tenvin ve nûn-u sâkinege dört hüküm bar. İzhar [açıq qılmaq], idğam [kerütmek ve qavuşmaq], iklab [eylendürmek], ihfa [yaşurmaq]. Tenvin ve nûn-u sâkine altı boğaz harfleri olan he – hemze – ayn – ğayn – ha – kha – ğa

 

yulqsalar izhar olub iki harfni birbirinden ayrıb virak eyleb teleffuz edilür. Ğafûrûn, halîmûn, men emene, min havfin kibi. Tenvin ve nûn-u sâkine yermelûn kelimesinde olan altı harfke yulqsalar idğam olur. İdğam iki türlü. Biri idğam-ı meal ğunne. Harfni tutub mukaddemini [öñ] muahhirine [soñ] idhâl eyleb burunğa yubarub telaffuz qılmaqdır. Bu idğam-ı meal ğunne tenvin ve nûn-u sâkine (yemnû) kelimesinde olan harflerge yulqğanda olur. Hayran yerah, fazlen minallah kibi. İkinci harfke idhâl eylemekdir. Bu idğam-ı bilâ ğunne tenvin ve nûn-u sâkine lâm ile râ’ğa yulqğanda olur. Ğafûrû’r-Rahîm, hüden li’l-müttekîn, mirrabbihim kibi. Tenvin ve nûn-u sâkine ba’ğa yulqsalar iklâb olur. İklab deyûb: tenvin ve nûn-u sâkineni mim’ge kalb idüb ğunne eylemekke derler. Semîum basîr, mim ba‘adi, leyüm bezenne kibi, tenvin

 

ve nûn-u sâkine bu mezkûr harflerge başqa on beş [te, se, cim, dal, zel, ze, sin, şın, sad, dad, tı, zı, fe, kaf ve kef] harfke yulqsalar ihfâ-i meal ğunne olur. İhfa deyûb izhar ile idğam arasında bir hâlet üzere ğunne ilen telaffuz eylemekke derler. Yunfikûne, fe in zeleltüm, ‘akıran feheb lî kibi. Fâide: nûn-u sâkine vav ilen ya’ğa yulqub her eküvi bir kelimede olsalar idğam olmay, belki izhar edilir. Sınvanun, dünya kibi. Fâide: her harf-i sakin öz misline yulqsa idğam qılınur. Bel lâ kibi, meğer idğam qılınmas harf-i el-med [uzatmalı] olsa bu vaqıt izhar vâcib olur. Fî yevm, kâlû ve hüm kibi. Oşandaq mahrecde bir bolub sıfatta muhtelif olan iki harfniñ evveli sâkin olsa idğam qılınur. Kul rabbi kibi. Bâb el-Mimü’s-Sâkine: Mim-i Sâkinege 3 hal ve hüküm bar mim’ge yulqsa idğam-ı meal ğunne olur. Aleyhim mu’sade kibi. Ba’ğa yulqsa ihfâ-i meal ğunne olur. Rabbihim bihim kibi. Başqa harflerge yulqsa izhar

 

olur. Leküm diniküm, ve hüm fîhi kibi. Bâbü’l-meddât. Medd deyub harfü’l-medd ile tavuşını uzun qılmağa derler. Harfü’l-medd üç: vav, elif, ya’dur. Vav harfü’l-medd olur özü sâkin olub aldağı harf kesralı olsa, elif her vaqıt harfü’l-medd olur. Bu hurûfu’l-medd sebebü’l-medden hâli olsalar bir elif mikdarı medd qılınub muña medd-i tabî‘ derler. Sebebü’l-medd iki: biri hemze biri sükûn. Medd dört qısım. Eğer harfü’l-medd hemzege yulqub ikisi bir kelimede olsa sebebü’l-muttasıl olub medd qılmaq vâcib ve muttefekun aleyhdur [ ittifak qılınmış, her kim qaşında demek]. İzâ câ’ kibi. Eğer hemze ikinci kelimede olsa sebebü’l-munfasıl olub meddi caiz ve muhtelif fîhdur [muhtelif fîh: ihtilaf qılınmış ve türlice aytılmış]. Etâ emrullah kibi. Eğer harfü’l-medd sükûn-ı lâzımğa yulqsa medd-i lâzım olub medd qılmaq vâcib ve muttefekun aleyhdur. Sükûn-ı lâzım deyub:

 

vasılda hem vakıfda olan sükûnğa derler. Elif lâm kibi. Eğer harfü’l-medd sükûn-ı ârızğa yulqsa medd-i ârız olub medd qılmaq caizdur. Medd-i ârız vasılda olmay, vakıfda olan sükûnğa derler ya‘melûn kibi. Bâb-ı lafzatullah: Allah lafzı Allahnıñ lâm’ı damme ve fetha ba‘dında olsa qalun oqulur. Lammâ kâme Abdullah, seyü’tinâ-llah kibi. Kesra ba‘dında neçke oqulur. Billahi kibi. Bâbü’r-Râ: Ra hareketli olub hareketi damme ve fetha olsa qalun oqulur. Ğafûrû’r-Rahîm kibi. Hareketi kesra olsa neçke oqulur. Rizkan, kâlû ricâlün yuhibbûne kibi. Ra sakin olub evvelinde kesre-i lâzime olubda ra ile kesra bir kelimede olsa ra soñunda harf-i isti‘lâ’ olmasa neçke oqulur. Miryetün, fir‘avnün kibi. Soñunda harf-i isti‘lâ’ olsa qalun oqulur. Mirsâd kibi. Ra ilen kesra iki

 

kelimede olsa qalun oqulur. Em ertebû kibi. Kesra ârız olsa qalun oqulur. İrkeû‘ kibi. Râ’ğa sükûn ilen vakıf qılınsa evveli kesra yahud yâ-i sâkine olsa neçke oqulur. Ve lâ nâsır kibi. Kad Kadir kibi. Khayr, ğayr kibi. Oşandaq neçke oqulur. Sükûn ilen vâkıf qılub evveli sükûn olsa ez-zikr, es-sihr kibi. Bâb hurûfu’l-isti‘la’: hurûfu’l-isti‘la deyub hussa tağtın gız harflerine aytılır. Bu harfler her vaqıt qalun oqulur. Bu mezkûr harflerge başqa huruf-ı sefliyye diyorlar. Anlarnı her vaqıt neçke oqulur. Bâb el-vukûf: vakıf deyub tavuşnı vusulni kesib toqtatmağa derler. Mushaf-ı Şerifde vakıf alâmeti bolmasa vakıfdan saqlanmaq kerek. Eger solu bitüb vakıfğa muztar [eyrüksiz bolmuş] bolunsa evvelinden qaytub alınır. Meğer qaytub alınmas vakıf qılğan kelime tamam ayt ahırı bolsa solu ber. Kelimenin

 

Ortasında bitub solu bitken harfden alub bir kelimenin bazı harfini taşlab ibtida’ qılmaq fahiş ve yaramaz işdir. Misali hüve-llahü’l-khâliku’l-beri’l-musavvir’de el-musavvir kelimesinde solu yetüb el’ni taşlab musavvir deyü ibtida’ qılsa pek bozuq bolur. Fetha ba‘dında tenvinge vakıf edilse tenvin elifge kalb edilür. Azîzen hakîmâ kibi. Tâ’ğa vakıf edilse tâ toñaraq yazılsa he’ge kalb edilür. Ve’s-salvet kibi. Tâ uzun yazılsa ta-i sâkine edub vakıf edilür. Fî cennet kibi.

 

 

IV. Sözlük:

 

deyub: denilen

edülgen: edilen

öz: kendi

bolğan: olan

aytılmaq: denilmek

kârîge: okuyucuya

harflerge: harflere

qaşında: yanında

üstaz: hoca

kıraatke: okumaya

hilaf bolmaq: yanlış/aykırı olmak

oquğan: okuyan

yalğuş: yanlış

oquv: okumak

bilmegen: bilmeyen

qart: yaşlı

yaş: genç

lâyık bolmaq: layık olmak

imam turmaq: imamlık yapmak

dürüst bolmaq: doğru olmak

sahabelerge: sahabelere

asırğa: asıra (kadar)

ekall: en az

temuğ: cehennem

añarğa: onlara

bar: var, mevcut

hasıl qılmaq: elde etmek

işitkençe: duyana kadar

yazuv: yazmak

yulqmaq: rastlamaq

kibi: gibi

burunğa: buruna

idhâl eylemek: katmak

oşandaq: benzer, yakın

olmay: olmuyor

eküvi: ikisi

hâlet: durum

mezkûr: anılan

muña: buna

aldağı: önündeki

uzun qılmağa: uzatmaya

tavuş: ses

soñunda: sonunda

qalun: kalın

neçke: ince

saqlanmaq: çekinmek, yapmamak

qaytmaq: dönmek

qaytub alınmaq: geriden almak

solu: soluk

ahırı: sonu

yaramaz: kötü

taşlamaq: atmak

bitken: biten

kalb edilmek: çevrilmek

ba‘dında: sonrasında

yadğa almaq: ezberlemek

 

 

V.Sonuç

Bazı metinler kendine özgü okuma kuralları ile de okunabildiği gibi Kur’an’ın da uyulması beklenen okuma kuralları vardır. Bu kuralların varlığının çeşitlilik ve zenginlik yaratacağı açıktır. Ancak içeriğinin ön planda tutulması gereken ve yine içeriğince buyruklarının uygulanması istenilen bir kitabın, tecvid kurallarını bilmemeleri gerekçesiyle inananlarından uzak tutulması, istenmeyen bir durum olsa gerektir. İçeriğinin ve anlaşılıp uygulanmasının ön plana alınması gereği düşünülürse metnin, okuyucunun anladığı dilde olmasının gerektiği görülecektir. Kur’an da muhataplarının bilmedikleri konuda tartışmayıp (3:66) bilgi sahibi olmaları gerektiğini (35:28) belirtmekte, “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (39:9) demektedir. Bu bilmenin ilk aşamasını ise anlamak oluşturmaktadır. Bu yüzden dallarla değil kökle ilgilenmeli, eylemlerde ve söylemlerde her zaman ölçülü olmalı, erdemden ayrılmamalıdır.

 

*  Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, lisans. leventozdemir1917.gmail.com

[1] PSB olarak da kısaltılan Petersburg, Ruslarca “Sankt Peterburg” diye de adlandırılmaktadır. Bunun yazmada da سانکت پتربورغ diye yazıldığı görülmektedir.

[2] Yazma bu adıyla bugünkü Kırgızistan’ın Oş (Ûş) şehrinde doğan Matüridî kelamcı ve Hanefî fakihi Ali el-Ûşî’nin (ö. 1179[?]) Matüridî akidesine dair yazdığı manzum risale olan ‘emâli’yi anımsatmaktadır. Ancak risale ‘bed’ü’l-Emâlî adıyla şöhret bulmuştur. Bu adıyla yaklaşık sekiz yüzyıl sonraki bir metin başlığında kendini anımsattırarak bir nazire ile görülmektedir.

[3] «Kovulmuş şeytandan Tanrı’ya sığınırım. Esirgeyen ve bağışlayan Tanrı’nın adıyla. Övgü alemlerin yöneticisi Tanrı’yadır. Yakarış ve esenlik Tanrı’nın elçisine, onun ailesine ve arkadaşlarınadır.» anlamındaki arapça dua.

[4] Hareke adı verilen bu işaretler harflere hareket kazandırmaktadır. Kur’an’ı ezberlemiş kişilerin azalması, zamana bağlı sözcüklerin yanlış hatırlanması, işitme ile öğrenmenin her zaman mümkün olmaması gibi nedenlerin yanında fetihler sonucunda müslümanların, dahası yerli Araplar’ın türlü dil yanlışları yapmalar ayetlerin yanlış okunmasına neden olmuştur. Bunun için önlem alınmak istenmiş, farklı aktarımlara göre Hattab oğlu Ömer ile Ebu Talib oğlu Ali ya da daha büyük olasılıkla Basra Valisi Ebîh oğlu Ziyâd (ö. 673) tarafından Ebü’l-Esved ed-Düelî (ö. 688) mushaf yazısında sözcüklerin yanlışsız okunabilmesi için bir sistem geliştirmekle görevlendirilmiştir. Ebü’l-Esved çalışmalarında, Süryânî ve İbrânî yazılarında noktalarla gösterilen harekeleri örnek almıştır. Arapça sözlerde okunan her harfin bir harekesi vardır. Kur’an dışındaki yazılardaysa başka bir sözcükle karıştırılması olası sözcüklerde karışıklığı giderecek kadar kullanılmaktadır. (Tevfik Rüştü Topuzoğlu, «Ebü’l-Esved ed-Düelî», TDV, İslam Ansiklopedisi).

[5] Şaban Ali Düzgün, İslam’ın Yerelleştirilmesine Tepki Olarak Entelektüel Milliyetçilik: Hanefilik Örneği, s. 4. Daha  ayrıntılı bilgi için ilgili hadisle ilgili müstakil çalışma olan Mehmed Said Hatiboğlu – Hilafetin Kureyşliliği adlı esere bakınız.

[6] Mehmet Zeki İşcan, Halku’l-Kur’an Teorisi Ve Dini DüşüncedeYenilik s. 166.

[7] Sönmez Kutlu, Türkiye’de Selefi-Sufi Kutuplaşması Karşısında Üçüncü Bir Yol: Akılcı-Reyci Geleneğin İhyası.

[8] Mehmet Zeki İşcan, a.g.e. s. 166

[9] İşcan, a.g.e. s. 167

[10] Abdurrahman Çetin, «Tecvid», TDV, İslam Ansiklopedisi.

[11] Yazmanın üçüncü sayfası elimizdeki nüshada bulunmamaktadır. Ancak ikinci sayfanın tecvidin genç – yaşlı herkese farz olduğunu söylemekle bitip dördüncü sayfanın da farzdır diye başlayarak yine tecvid ilminin gerekliliğinden sözle devam etmesi nedeniyle arada başka bir bölümün olmadığı kanaatine varılmıştır.

[12] Az anlamına gelen kalîlün sözcüğünün ism-i tafdil kalıbında çekimlenerek oluşturulmasıyla elde edilmiş sözcük en az anlamına gelmektedir.

 

Emel Dergisi , 277

TAVSİYELER

ZAFER KARATAY KANAL 3 TV’DE KIRIM İŞGALİNİ VE KURSK OPERASYONUNU DEĞERENDİRDİ

ZAFER KARATAY KIRIM İŞGALİNDEN,KURSK OPERASYONUNA GELEN SÜRECİ DEĞERLENDİRDİ Afyon merkezli yayın yapan Kanal 3 TV …