DOBRUCAMIZ MÜSLÜMAN MATBUATININ BİR TARİHÇESİ*
Mehmet NİYAZİ**
Yayına Hazırlayan: Dr. Cezmi KARASU
Her hususta nakıs[1] kalmamızın başlıca sebebi ilimsizlik olduğunu kabul eder isek ilmin vasıta-i intişarı olan matbuatın memleketimize ne kadar geç geldiğini anlamak pek o kadar güç bir şey olmaz.
1890 senelerine kadar biz Dobruca Müslümanları için gazete ve gazetecilik tamamen meçhuldü. O vaktin meclislerinde, ziyafetlerinde, ailelerin gece hayatlarında sesi güzelce çocuklara, mollalara, mesela hanımlara Mevlit, Muhammediye, Ahmediye gibi menkıbevi şeyler okutulur ve bunların manevi tesirleri ile gözyaşları akıtılırdı. Buna binaen İstanbul’a yalnız medrese tahsili görmek maksadıyla giden talebe, avdetlerinde heybe ve zembillerini bu gibi kütüp ve resâil[2] ile doldurarak döner ve menfaatlerinin temine çalışırlardı. Bu meyanda Seyit Battal Gazi, Ebu Müslim Horasani hikâyeleri de kutsiyette ötekilerinden pek geri kalmazdı. Zaten İstanbul’da da İkdam, Sabah, Tercüman-ı Hakikat gibi birkaç gazete ile bir iki mecmuadan maada sadre şifa[3] verir neşriyat yoktu.
Dobruca ve Bulgaristan Müslüman âlemi koyu bir karanlık içinde uyumaktalar iken “İttihat ve Terakki” mensupları hariçte faaliyet ibraz etmek üzere birer ikişer Türkiye’den firara başlamışlar ve bunlardan bir kısmı da başta Doktor İbrahim Temo ve merhum Kırımizade Ali Rıza beyler olarak Dobruca’mıza yerleşmişlerdi. İşte biz bugün lezzetini anlamaya başladığımız semerat-ı matbuatı[4] her şeyden evvel İttihat ve Terakki’nin Köstence şubesini tesis eden bu zevata medyunuz.
Şube; Paris, Cenevre, Mısır gibi merakiz-i medeniyede tab ve neşr edilen gazete ve kitapları paket paket celp ediyor ve bunları kasabalara, köylere parasız, pulsuz dağıtıyordu. Halk; zulmün, istibdadın aleyhinde neşriyatta bulunan bu gazete ve kitapları evvela kerhen[5] okumakta idiyseler de sonradan irfan nuru dimağlarına girmeye başlamış ve bundan ümitvar olan şube sayini teşdit eylemişdi.[6]
Cemiyet mensupları bu kadarlık hizmetle kanaat etmediler. Bulgaristan ve Dobruca’da matbaa küşadıyla neşriyatta bulunmağa teşebbüs ettiler. Bulgaristan’da İttifak, Gayret, Balkan, Muvazene, Hamiyet, Feryat ve biraz daha sonra Tuna, Uhuvvet gibi bir hayli haftalık gazete neşr edilmeye başladı. Bunlar şüphesiz hamiyetli insanların vesatatiyle[7] Dobruca’nın birçok köylerine giriyor ve hararetli münakaşalara sebep teşkil ediyorlardı.
1896 senesi Bükreş’te Doktor İbrahim Temo tarafından ve Giorgiu şehbenderi Şefik beyin maddi muaveneti ve Feryat’çı Mustafa Ragıb Bey merhumun el yazısıyla taş basma olarak “Hareket” namında ilk risale neşredilmişti ki işte bu Dobrucamız namına kaydedilmesi icap eden ilk matbuat adımıdır.
1898’de yine Bükreş’te “Şark” namıyla bir gazete neşredildi. Bunun sahibi ve muharriri bir ara İstanbul Matbuat Müdürlüğünde bulunmuş olan maruf “Ebul Mukbil Kemal” idi. Maksadı, güya hukuk-ı saltanatı müdafaa etmek ve bu suretle Sultan Hamit’ten para çekmekti. Emeline nail olamayacağını anlayınca bu da İttihatçılara iltihak ederek muhalefet vadisinde dolaştı ve kapandı.
1901 senesi; Köstence’de merhum Kırımizade Ali Rıza beyin ser-muharrirliği altında “Dobruca”nın ilk nüshası bir bomba tesiri ile çıktı. Yıldız Sarayını öyle tedhiş ve tehdit etti ki ikinci nüshasının neşrine meydan verilmeden Romen hükümetinin müdahalesi ile Türkiye’nin Bükreş Sefiri Kâzım Bey tarafından Devlet-i Aliyye hesabına ve Kırımî’nin rızasına muhalif satın alarak teslim edildi.
Bu tarihten sonra zulmün, istibdadın düşmanları Dobrucamızda çoğalmaya başladı. En koyu mutaassıplar, en sersem riyakârlar ve dalkavuklar açık münakaşalarda mağlup oluyorlar ve hakikate karşı söyleyecek lakırdı bulamıyorlardı.
“Küçük Tatlıcak” Dobruca köyleri arasında bir istisnâiyet teşkil ediyordu. İlmine, fazlına bilhassa ahlakına hâlâ meftun olduğum merhum Hüseyin Avni Efendinin; kapısının üzerine “Kâşane-i Hürriyet” yazılı küçük odasına her taraftan gelen gençler ve genç fikirliler toplanır ve hariçten gelen “Kanun-i Esasi, Meşrutiyet, Türk, Tunalı Hilmi Bey’in hitabeleri, Derviş Hima Beyin risale ve layihaları vesaire” gibi gazete ve risaleleri bol bol okuyarak müdavele-i efkârda[8] bulunuyorduk. O zaman İbrahim Temo Bey Köstence kaza tabibi idi; Kırımizade Ali Rıza Bey Tatlıcak’ta oturuyordu.
Türkiye’de Meşrutiyet ilan edilmişti “İttihat ve Terakki Cemiyeti” her yerde vaziyete hâkim olmuştu. Hürriyet feyziyle ne yapacağını bilemeyen efrat içinde biz de bulunuyorduk. Fikir dalgaları; kendine sahip olamayan bi-çareleri sürükleyip duruyordu. Bu esnada ben de Köstence İslâm Mektebi müdürü bulunuyordum. Bir “Dobruca Tamim-i Maarif Cemiyeti” tesisini düşündüm ve bunu bir iki samimi arkadaşlarla istişare de ettim. Cemiyet teessüs etti. Bir de “Dobruca Sedası” namında bir gazete neşrine başladı. Bunun başmuharriri ben idim. İşler yolunda gidiyordu, cemiyetimiz köylerde ve kasabalarda konferanslar veriyor ve maarifin tamimi hususunda cidden çalışıyordu.
Tecrübesizliğimiz ve bahusus iki kardeşimizin muannidlikleri[9] aramıza nifak soktu. Bir kısmımız muhalefet bayrağı açtık. Bittabi gazetenin muharrirliğini de kardeşimiz Ömer Lütfi Bey’e terk ederek çekildim. İş bununla bitmedi. Biz inat ve ısrarda biraz ileri gittik. Hemen “Teşvik” namıyla diğer bir gazete daha neşir eyledik. Şimdi “Dobruca Sedası” ile “Teşvik” iki nihabet[10] gibi çalışıyorlardı. Bu şekl-i hayat bir, bir buçuk sene kadar sürdü ve söndü. Maatteessüf bize pek büyük ümitler bahşeden Tamim-i Maarif Cemiyeti de öldü. Doktor İbrahim Temo Bey Mecidiye’ye çekilmişti. 1914 senesi iptidasında kendisinden bir davet telgrafı almıştım. Hatta yağmurlu bir kış günü idi. Hemen Mecidiye’ye geldim, görüştük. Teklif şu idi: “Medrese-i resmi Türkçe muallimliğini kabulüm ile Cevdet Kemal Efendi ile müştereken küşadı takarrür eden “Işık” matbaa ve gazetesinde el birliği ile çalışmak…”
Bu benim gibi heveskâr bir adam için bulunmaz bir nimetti. Köstence İslâm Mektebi müdürlüğünden istifa ile Mecidiye’ye yerleştim. Matbaa açıldı. Tam bir formalık makine ile diğer bir el makinası ve Türkçe, Romence 800 kilo kadar yeni hurufat vesairemiz vardı. Artık Işık muntazaman çıkıyor birkaç arkadaş mesut çalışıyorduk. Bu say’i[11] kendime kâfi görmedim. Millete acizâne hizmetimde biraz daha faaliyet gösterebilmek üzere “Mektep ve Aile” mecmuasını da kendi hesabıma neşre başladım. Bahtiyardık. Parasız kaldığımız günler bile bizi meyus[12] edemiyordu. Her gün ümidimiz artıyor ve yazılarımızın takdire mazhar olduğunu gördükçe cesaretleniyorduk. “Işık” Dobrucamızda her türlü levâzımıyla teessüs etmiş yegâne bir matbaa idi. Bu matbaada hükümetin vekâleten bastırdığı “Savt-ı elifba”[13] ve “Türk- Romen tekellümü (diyaloğu)” ve “Hıfz-ı Sıhha” ve “Tababet-i Âvam” basıldı. Fakat harbin ilanı, bugün bir iki milyonluk bir sermayeyi haiz olması muhakkak olan bu ocağı da yıktı ve söndürdü.
Harpten sonra muhterem müderris arkadaşımız Halil Fehim Efendinin eser-i teşviki ile de Pazarcık’ta ikinci bir matbaa daha esâslanmıştı.[14] İkinci “Dobruca” gazetesi de bu matbaanın ilk yavrusu idi. Maatteessüf bu da devam edemedi. Muhtelif ellere geçtikten sonra “Tuna”ya inkılâp etti. Bu sırada Doktor Nuri Bey tarafından çıkarılan “Hayat” ile diğer bazı zevatın neşrettikleri “Tan” ve mizahi bir-iki gazete ve mecmualar da yaşamadan üfûl[15] eylediler.
Bu tarihçeyi gençlerimize nakıs dahi olsa bir hatıra olmak üzere yazıyorum. Hiç olmazsa Dobrucamızın matbuat hayatına (dair) bir fikir edinmiş olurlar.
Bugün Dobruca Müslümanlarının ilim ve irfan sahasını tezyin eden[16] “Romanya”, “Tuna” ve “Hak Söz” vardır. Ümit edilir ki bu gazetelerimiz yaşarlar ve yaşadıkça tedricen birer matbaa haline gelirler de bizim ihtiyacımızı temin ve tatmin ederler.
Muallim: Mehmet Niyazi”
* Emel dergimizin isim babası, şair, öğretmen ve vatansever aydın Mehmet Niyazi’nin bu önemli makalesi, Silistre’de yayınlanan Hak Söz gazetesinin 14 Ağustos 1929 tarihli 13. sayısında basılmıştır. Bu gazeteyi bulan ve makaleyi Latin harflerine aktararak artık dilimizde pek kullanılmayan Arapça ve Farsça kökenli bazı kelimelerin Türkçesini dipnotta vererek yayına hazırlayan Dr. Cezmi Karasu beye teşekkür ederiz. Hak Söz gazetesi Habib Hilmi Efendi öncülüğünde 22 Mayıs 1929 tarihinde Silistre’de yayınına başlamış, önce Arap, daha sonra Latin harflerinde 1941 yılına kadar yayınını sürdürmüştür. Dobruca’da yayınlanan en uzun süreli gazetedir. Habib Hilmi Efendi gazete kapandıktan sonra Mecidiye Müslüman Seminarı’nda öğretmenlik yapmıştır. (EMEL)
** Önemli Not: Mehmet Niyazi, bu makaleyi 1929 yılı ortalarında kaleme almıştır. Doğal olarak o zamana kadar olan Dobruca basınını konu edinmektedir. Müstecib Bey’in (küçük yazıları dışında) Dobruca basını içindeki önemli rolü 1 Ocak 1930’da Emel’in yayına başlaması ile belirmeye başlamıştır. Onu Halk ve Yıldırım gazetelerindeki rolü takip eder. Dolayısıyla Mehmet Niyazi Bey’in bu makalesinde Müstecib Bey’den bahis yoktur. (CK)
[1] Eksik.
[2] Kitaplar ve risaleler.
[3] Derde deva.
[4] Matbuat meyvelerini.
[5] İstemeyerek.
[6] Çalışmalarını şiddetlendirmişti (arttırmıştı).
[7] Aracılığı ile.
[8] Fikirleri tartışma, konuşma.
[9] İnatçılıkları.
[10] Müttefik, yoldaş.
[11] Çalışmayı.
[12] Mutsuz, kederli.
[13] Seda, ses.
[14] Kurulmuştu.
[15] Batma, ölme.
[16] Süsleyen.