EMEL’İN İKİNCİ ÇIKIŞI

EMEL’İN İKİNCİ ÇIKIŞI


Ahmet KARAKAYA

Sayın M. Ülküsal, bir konuşmamızda bana, “Dergimizin ilk çıkışı hakkında l. sayıda açıklama vardı. İkinci çıkışı hakkında ise böyle bir yazı yok. Bir vesile ile bu konuda bir yazı yazarsan iyi olacak. Böylece derginin ikinci çıkışı da belgelenmiş olurdu” demişti.

109. sayısı ile Emel, 19. yılına başlamış bulunuyor. Bu vesile ile “Emel”in ikinci çıkışı hakkında bilgi vermek yerinde olur diye düşündüm.

Filhakika Emel, bundan 18 yıl evvel, yani 1960 Kasım’ında Ankara’da ikinci defa çıkmağa başlamıştı. Derginin 1-11. sayıları Ankara’da çıkmış, müteakip sayıları ise İstanbul’da yayınlanmış ve halen de yayınlanmaktadır.

İlk Emel, kesintisiz olarak 11 yıl müddetle Romanya’da çıkmıştı. Bu süreye Türkiye’deki süre de eklenirse, karşımıza 30 yıl yayın hayatında kalmış bir dergi çıkar ki, imkânlarımız göz önünde bulundurulduğu takdirde, dergimizin bu kadar yıl yaşayabilmiş olması bir başarıdır ve bu bizim için mutlu bir olaydır. Bu olayı, hemen hemen tek başına gerçekleştiren, hiç şüphesiz M. Ülküsal’dır.

Emel’in ikinci çıkışı olayına, Ankara’da oturmakta olmam hasebiyle, ben de karışmıştım. Birlikte çalışmış olduğumuz arkadaşlarımın hemen hepsi maalesef bugün hayatta değillerdir. Esasen bu sebepten dolayı bu yazıyı yazmak bana düştü.

“Emel” ikinci defa neden ve nasıl Ankara’da çıkmağa başladı? Bu hususu şu şekilde açıklamak mümkündür.

Öteden beri, “Neden bir dergimiz yok?” diye düşünenlerimiz çoktu.

Ben de böyle düşünenlerden biriydim. Ancak, 1958 yıllarında Abdülvahap Yurtsever’le tanıştıktan sonra, bu soruyu kendi kendime daha fazla sormağa başladım.

Merhum Abdülvahap Bey Azerbaycanlı idi. Samimi idealist bir Türkçüydü. Kuvvetli bir hafızası ve şaşmaz bir mantığı vardı. O, evliya gibi bir adamdı.

Ona ekseriya Azerbaycan dergisinin tanzimi işi ile uğraşırken rastlardım. Konuşmalarımızda, bir derginin öneminden bahseder ve “Neden bir dergi çıkarmıyorsunuz? isterseniz pekâlâ çıkarabilirsiniz, imkânsızlıktan bahsetmeyin, yıllık olsun, aylık olsun, isterse dört sayfadan ibaret olsun, yeter ki çıkarın” derdi.

Abdülvahap Bey’in bu telkinlerini fırsat buldukça arkadaşlara naklediyordum. Bunlardan bazıları ilgi gösteriyor, bazıları göstermiyordu.

Ancak bir dergi çıkarmak kolay bir şey değildi. Bu sebeple konunun bir çok yönlerden etraflıca incelenmesi lâzımdı. Nihayet 1960 yılı Eylül ayında bir pazar günü, Niyazi Kırımman’ın evinde toplandık. Epeyce arkadaş davet etmiştik. Bunlardan bazıları gelmedi. Gelenlerden bazıları da sonradan vazgeçtiler. İşin başından sonuna kadar beraber olduğumuz arkadaşlarla o gün ve onu takip eden günlerde aramızda uzun uzun konuştuk.

Bu arkadaşlar şunlardı:

Niyazi Kırımman: (1911 Bulgaristan — 13.02.1967 Ankara) Niyazi çocukluğundan beri Ankara’da ticaretle meşguldü, iyi bir ticaret adamı idi. Gayet samimi bir milliyetçi olan Niyazi’yi 1937 yılında, kendisinin nikâh töreninde tanımıştım. Annesi Zehra Abla olgun bir hanımdı. Ankara’daki hemşeri öğrencileri evine davet etmesi için oğlunu teşvik ederdi. Evinin baş köşesinde, rafın üzerinde, koyu renkli taş parçacıkları bulunan bir şişe dururdu. Bir gün bu şişenin içinde ne bulunduğunu sorduğumda, bana, “Kırım taşı” cevabını vermişti.

Halil Beşev: (1896 Kırım — 13.05.1973 Ankara) Halil Ağabey, Kırım’da fiilen savaşlara iştirak etmiş, hapislerde yatmış, kaç defa ölüm cezasına çarptırılmış, fakat her defasında ölümden kurtulmuş ve bir roman kahramanı olabilecek gerçek bir mücahit idi. O da ticaretle meşguldü. Yaşlanmış olmasına rağmen dinç ve enerjikti. Göğsündeki milliyetçilik ateşi hâlâ alev alev yanıyordu.

Mahmut Oktay: (1912 İstanbul — 04.02.1974 Ankara) Bizim neslin çok sevilen kişisi idi. O kimseyi kırmaz, herkesle iyi geçinirdi. Ona kendi aramızda “muhtar” adını vermiştik. Dükkânına da “muhtarlık” derdik.

Bütün hemşeriler Mahmut’u tanır ve severlerdi. Herkesin derdi ile ilgilenir, herhangi bir kimse, hemşeri olsun olmasın, bir haber almak veya bir haber iletmek istediği zaman, Mahmut bunu eksiksiz yerine getirirdi.

Bu üç arkadaşımız da Hakkın rahmetine kavuştular. Halil Beşev bir trafik kazasında, Niyazi yanlış bir narkozla hayatını kaybettiler. Mahmut Oktay ise, onulmaz bir hastalığın kurbanı oldu. Nur içinde yatsınlar.

Konuşmalarımız sonucunda bazı kararlar aldık:

1 — Bir dergi çıkarmak faydalı olacaktır.

2 — Bu dergiyi devam ettirebilir mi idik? Münhasıran Ankara’daki arkadaşlar bu dergiyi devam ettiremezdik. İstanbul’daki arkadaşlarımızın bir dergi çıkarma konusunda mütereddit olduklarını biliyordum. Ancak imkânlarımızı birleştirirsek dergiyi devam ettirebilirdik. Dergiyi çıkarmağa kararlı olduğumuzu onlara bildirdiğimiz takdirde, onların tereddütlerini giderebileceğimizi tahmin ediyordum. Nitekim öyle oldu.

3 — Derginin adı ne olmalıdır? Derginin adının EMEL olması gerektiğini tereddütsüz kabul ettik. Çünkü ilk derginin adı da “EMEL” di.

Böylece bizim dergimiz, EMEL’in bir devamı ve dolayısıyla takip edeceği yol da aynı olacaktı.

4 — En önemli bir cihet, para ve yazı temini meselesi idi. Niyazi Kırımman, derginin bütün masraflarını karşılayacağını açık ve kesin olarak ifade etti. Yalnız ileri sürdüğü tek şart şu idi: “Yeter ki dergi, Cafer Seyitahmet Bey’in çizdiği yoldan yürüsün!”

Halil Beşev para yardımı yapmayı ve abone temin etmeği kabul etti.

Mahmut Oktay da aynı yardımları yapmayı ve ayrıca dergiyi yüzden almadan dükkânında satmayı üstlendi. Bana da derginin tertip ve tanzimi, yazı temini, baskı ve tevzi işleri düştü.

Bundan sonra ilk iş olarak durumu İstanbul’daki arkadaşlara yazdık, İbrahim Otar vakit geçirmeden Ankara’ya geldi. Kendisi ile konuştuk ve mutabık kaldık. Onlar da EMEL adıyla bir dergi çıkarılmasını uygun buldular ve para ve yazı yardımı yapacaklarını vaat ettiler. Ve bu yardımlarını fazlasıyla yaptılar.

Nihayet derginin derhal yayın hayatına girmesi için çalışmağa başladık.

Niyazi ilk iş olarak bir miktar kâğıt ve kapaklık aldı.

Derginin imtiyaz sahibi Niyazi oldu. Yazı işleri müdürlüğünü yapacak arkadaşı bulmak biraz vakit aldı. Çünkü yazı işleri müdürlüğü için kanun bazı şartlar arıyordu. Hüsameddin Korkut istenilen vasıfları haiz olduğundan ona teklifte bulunduk, o da kabul etti. Böylece resmî makamlarla temas ederek derginin çıkması için gerekli müsaadeyi o aldı.

Nihayet ilk sayı 1960 yılı Kasım ayında Ankara’da Ayyıldız Matbaasında basıldı ve dergi piyasaya çıktı. Baş yazı M. Ülküsal tarafından imzasız olarak yazılmıştı.

Bidayette bütün masraflar Niyazi tarafından karşılandı. Diğer arkadaşlar da ellerinden geldiği kadar maddî ve manevî yardımlarını esirgemediler.

Dergi iki yıl müddetle, yani 12. sayıya kadar Ankara’da çıktı. 12. sayıdan itibaren bazı zaruretler dolayısıyla İstanbul’a devrettik. Esasen bu derginin çıkması gereken yer İstanbul’du. Bizim rolümüz, böyle bir derginin çıkmasına ön ayak olmaktan ibaretti. Bir emri vaki yaptık, tuttu. Ve iyi de oldu. 19 yıldır dergi aksamadan ve başarılı bir şekilde çıkmaktadır. Daha da uzun ömürler dilerim. Bu arada, kaderin acı cilvesi neticesinde, vakitsiz vefat etmiş olan arkadaşlarımızı sevgi ve rahmetle anarım.

 

Emel Kasım – Aralık 1978, Sayı: 109

TAVSİYELER

KANAL 3 TV’YE KONUŞAN ZAFER KARATAY UKRAYNA RUSYA SAVAŞINI VE KIRIM’IN DURUMUNU DEĞERLENDİRDİ

KARATAY, KIRIM’DA RUS ZÜLMÜ DEVAM EDİYOR VE KIRIM TÜRKLERİ RUSYA İŞGALİNDE YAŞAMAK İSTEMİYOR Kırım Tatar …