Gaspıralı İsmail Bey

Nurettin Mahir ALTUĞ.
 
«Doğmuşum ben Avcı köyde bin sekiz yüz elli birde
Mekânımdır Bahçesaray, mezarım kimbilir nerde….»
 
Bu sözleri söyleyen, bütün hayatını Türk ve İslâm âleminin uyanmasına, yükselmesine ve medenîleşmesine vaki ve hasretmiş olan İsmail Beydir. Babası, Gaspıra’lı bir münevver olan Mustafa ağa, annesi, Kırım asilzadelerinden İlyas Mirza Kaytazof’un kızı Fatma Hanımdır.
 
Gaspıralı İsmail Bey’in hayat hikâyesine başlamadan evvel, 8 Mart 1851 tarihindeki doğumuna tekaddüm eden günlerde Rusya Türklerinin ve müslümanlarının umumî durumlarına kısa bir göz atmak faydalı olur.
O sıralarda Kırım Türkleri de geçen asırlar içinde birer birer Rus esaretine düşmüş olan Kazan, Türkistan, Kafkasya Türk ve müslümanları gibi kesif bir cehalet karanlığı içinde bocalamakta, mânâsız bir dini taassubun baskısından kendilerini kurtaramamakta, bundan başka, Çarlık siyasetinin parçalayıcı ve imha edici düşmanlığı altında inlemektedir.
1428 senesinde «Altın ordu» devletinden ayrılıp müstakil bir hanlık kurmuş, Osmanlı Türklerinin garptaki fütuhatlarına birkaç yüzbin kişilik süvari ordulariyle yardım etmiş ve memleketlerinin sınırlarını pek çok genişletmiş ve nüfusu da üç milyonu bulmuş olan Kırım Türkleri; 1783 yılında Ruslar tarafından esir ve mahkûm edildikten sonra, katliâm, tehcir ve sürgünlerle birkaç yüzbine indirilmiş ve Kırım yarımadasına kapatılmış ve Rusyanın diğer yerlerindeki Türk ve İslâm kardeşlerinden tamamen tecrid edilmiş bulunuyorlardı… Buna mukabil, Çarlık Rusyasının 18 inci asır başlarında 14 milyon olan nüfusu 100 milyonu aşmış bulunuyorrdu. Bu genişleyen ve büyüyen kuvvet, halâ kendisi için bir tehlike teşkil ettiğinden, Kırımı, türlü hile ve desise ile ezmeğe ve tamamen ortadan kaldırmağa çalışıyordu… Bu maksadını tahakkuk ettirmek için de Kırımdaki kara taassubu destekliyor, kabile ayrılıklarını ve fesat ateşlerini körüklüyor, Türk dilini parçalıyor halkı tehcir ediyor ve onların yerlerine de Rusları yerleştiriyordu…
 
Avcı köylü küçük İsmail, işte böyle bir muhit ve hava içinde büyümesine rağmen yaradılışındaki fevkalâde zekâ ve seziş kudreti sayesinde ne yapması lâzım geldiğini bulmakta ve anlamakta geçikmedi… 16 yaşında Rus askeri lisesinde henüz bir talebe iken, patlak veren Girit isyanı dolayısiyle, âsileri tenkile çalışan Türk hükümeti aleyhinde şiddetli makaleler yazan Rus matbuatının mezkûr tutumundan çok heyecanlanan ve galeyana gelen genç İsmail, aslen Kırımlı, Mustafa ismindeki bir mektep arkadaşı ile birlikte mektepten kaçarak bir kayığa atladı, Volga ve Don nehirleri üzerinde kürek çeke çeke 45 günde Kırım’a geldi. Oradan gizlice Odesa’ya gittiler. Maksatları, Odesa’dan kaçak olarak vapura binmek ve İstanbula çıkıp Girit için gönüllü asker olmaktı. Böylece, Osmanlı Türk kardeşlerde bu kara günlerinde yardıma koşacaklardı. Kalpleri bu büyük duyguların heyecanı ile çırpınan bu iki genç, pasaportsuz oldukları için, Rus polisi tarafından yakalandı ve Kırıma iade edildiler. Bu vak’adan sonra artık genç İsmail Moskova’ ya gitmedi. 1868 yılında Bahçesaray’da Mengli Giray Han tarafından kurulmuş olan Zincirli medresesinde Rusça öğretmenliğine tâyin edildi. Burada kaldığı seneler zarfında bir taraftan Rus edebiyatını tetkik ederek Rus milletinin ruh ve karakterini anlamağa ve Rus matbuatını takip ederek çarlığın siyasetim kavramağa çalışıyor, diğer taraftan, kendi halkım tetkik ederek onun kusurlarım, eksiklerini anlamağa, uyanma ve kalkınma çarelerini ve yollarım bulmağa gayret ediyordu. İsmail Bey, araştırıcı zekâsı sayesinde bir çok hal çareleri buluyor ve istikbal için hazırlıklar yapıyordu. Ancak hedeflerine varabilmek için tahsilinin kâfi gelmeyeceğini düşünüyor ve mücadeleye daha mücehhez olarak başlamak istiyordu. Bu maksatla 1872 de (21) yaşında Parise gitti. Orada kaldığı iki sene zarfında bir müddet meşhur Rus edibi Turgeniyef’in kâtipliğini yapmıştır. Bir taraftan fransızcasını kuvvetlendiriyor, diğer taraftan batı medeniyetinin iç ve dış yüzünü tetkik ederek, kuvvetlerini ve zaaflarını öğreniyor.
 
1874 de Paristen İstanbul’a gelen İsmail Bey, Türk ordusunda zabit olmak için müracaatta bulunuyor, fakat devrin sadrazamı Mahmut Nedim Paşa, bu talebi, Rus sefiri İgnatiyef’e bildirecek kadar zaaf gösteriyor. Bittabi, Îstanbulda kalamıyan İsmail Bey, 1875 de Kırım’a dönüyor. İstanbul’daki ikameti sırasında sosyalizm he mücadele yolunda «Avrupa medeniyetine bir nazarı muvazene» diye küçük hacimli fakat mâna itibariyle büyük bir eser çıkarıyor.
 
İsmail Bey, birinci defa 1877 de Dereköy’de evlenmiş ise de refikasının fikrî seviyesi kendisini anlayabilmekten uzak olduğundan bu izdivaç ancak bir iki sene devam etmiştir. 1882 de Kazan eşrafından ve Akçoralar ailesinden İsfendiyar Beyin kızı Zühre Hanım ile evlendi. Çok mes’ut geçen ve yirmi sene devam eden ikinci izdivacı, refikası Zühre Hanımın 41 yaşında Bahçesaray’da vefatı ile sona erdi. Müstesna bir kadın olan Zühre Hanım, İsmail Beyin yalnız hayat arkadaşı değil, her bakımdan onun iş ve emel arkadaşı olmuştur. Bu mes’ut izdivaçtan İsmail Beyin, Şefika ve Nigâr hanımlarla Rıfat, Mansur ve Haydar isminde evlâtları olmuştur.
 
İsmail Bey, Kırıma döndükten sonra üç sene, başka bir işle meşgul olmadan, Türk ve İslâm dünyası üzerindeki tetkiklerini derinleştirmiş, mücadele plânlarını tâyin ve tesbit etmiştir. Büyük mütefekkir ve muallim, düşüncelerini kendi ifadesiyle şu şekilde hülâsa ediyordu :
 
«Milletin haline aşina olmadıkça, millete hizmet mümkün olamaz. Bunun için köy düğünlerine, derviş ve ulema meclislerine, beyler ve ağalar ziyafetlerine, medrese hücrelerine girmeli, her türlü içtimalarda bulunmalı. Çok dinleyip, az konuşup amelî dersler almalı. Her sanatın iyi cihetlerini ve uygunsuz hallerini görüp, öğrenip millî zaafın neden ibaret ve milletin neye muhtaç olduğunu anlamalı… ne yapmalı? işi nereden tutmalı— sönmüş kalpleri nasıl alevlendirmeli? basireti kapamış perdeleri nasıl atmalı ? gaflet sahrasında serpilip kalmış koca bir milleti ayağa nasıl kaldırmalı ?.
 
Bu suallere kısaca şu cevabı veriyor: «Milletdeki fikri uyandırmak, zihniyeti değiştirmeli. Millet, fikri uyanmadıkça terakki edemez ve zihniyeti değişmedikçe medenîleşmek ve yükselmek yoluna giremez.»
 
Az konuşup çok düşünmek, pratik ve ilmi olarak çalışmak, vakitsiz ve usulsüz olarak hareket etmemek, tedbir ve ihtiyatı asla elden bırakmamak gibi prensipleri bütün işlerinde kendisine düstur edinmiş olan büyük mütefekkir, ilk iş olarak milletteki fikri uyandırmak zaruretini ele almış ve bunun için de en iyi vasıta olan matbuatı kullanmaya karar vermiştir. Bu maksatla, 1879 da Çar hükümetine müracaat ederek bir gazete çıkarma ruhsatı istedi, fakat müracaatı reddedildi. İsmail Bey, yılmadı ve teşebbüsünden vazgeçmedi. Ruhsatı elde etmek için tam dört yıl uğraştı. Bu sebeble birçok defa hükümet merkezi Petersburg’a gitti. Nihayet, Türkçesinin aynı Rusçası da basılmak şartı ile ruhsat almağa muvaffak oldu. Böylece, TERCÜMAN gazetesini ilk olarak eski 10, yeni 23 Nisan 1883 tarihinde satışa çıkardı… İsmail Beyin (Tercüman) ın ilk sayısını bu tarihte çıkarması tesadüfi değildir. İsteyerek ve bilerek yaptığı bir şeydir. Çünkü, Rus matbuatı, gerek hükümeti ve gerekse milleti, o günlerde, Kırım Hanlığının yıkılarak, General Potemkinin 30 bin Kırım Türkünü kılıçtan geçirerek güzel Kırım’ı Rusyaya ilhak edişinin tam 100 üncü dönüm yılını kutlamaya hazırlanıyorlardı. Bütün Rusya, bayram şenlikleri içinde çalkalanırken, esir Türk yurtları ve bilhassa Kırım, matem içinde göz yaşı döküyordu. (Tercüman) ın böyle bir günde doğuşu, derin mânalar saklamaktadır. Rusyanın o günkü şartları içinde bir gazete çıkarmanın, küçük te olsa bir matbaa kurmanın pek kolay bir iş olmadığı görülüyor. Maddî ve manevî güçlükleri yenmek ve ufak bir matbaa kurabilmek için İsmail Bey, annesinden kalan kıymetli eşyaları, karısının altın ve mücevheratını satmak zorunda kalıyor. Kırım zenginlerinden birine müracaat ederek ödünç para istediği zaman, zengin kendisine «tütün ekseydin sana para verirdim, fakat gazete çıkarmak için vermem» diyor. Bazı zenginler ise, «niçin memur olmuyorsun? Gazete ve neşriyat işinden ne çıkar” diyorlîar. Bu arada, bazı mutaassıp mollalar ise Tercüman gazetesine karşı cephe alıyorlar. Hattâ zamanın âlimlerinden sayılan Gulman Kerimof ismindeki bir hoca fevkalâde zeki olan Fatih ismindeki küçük oğlunun elinde (Tercüman) gazetesini görünce o derece hiddetleniyorki, oğlunu öldürmeye teşebbüs ediyor. Fakat asıl katli lâzım gelenin gazeteyi çıkaran kimse olduğunu düşünerek Bahçesaraya İsmail Beyi öldürmeye gidiyor. Taassubuna rağmen akıllı ve muhakemeli bir zat olan Gulman hoca uzun ve hararetli münakaşalardan sonra, İsmail Beye tamamen hak vererek memleketine dönüyor ve (Tercüman)ın hararetli taraftarı ve propagandacısı oluyor. Gulman hoca, oğlu Fatih’i tahsil için İstanbul’a göndermiş, Fatih, Rusyaya avdetinde gazete çıkarmıştır. Türklere büyük hizmetlerde bulunmuş olan Kazan Türklerinden meşhur Fatih Kerimî işte bu Gulman Hocanın oğlu Fatih’dir. İsmail Beyin (Tercüman) yolunda çektiği ilk sıkıntılar yalnız bunlar değildir. Parasızlık kadar okuyucu ve yazıcı sıkıntısı da vardı. Bilhassa Çar hükümeti, Rus misyonerleri ve matbuatı ile savaşmak kolay olmuyordu. Bütün bunlara, ancak İsmail Bey gibi fevkalâde yaradılışı olan ve idealini her şeyin üstünde tutan bir insan mukavemet edebilirdi.
 
İsmail Beyin çalışmaları umumî hatları itibariyle iki safhaya ayrılabilir :
 
Birincisi, nazari safha : Gazetesi ve muhtelif broşürleri ile millete, uyanmak, yükselmek ve medenileşmek için maarifin gerektiğini anlatmak; halkı mekteplerde ve medreselerde ıslâhat yapmak lüzumuna inandırmak, kızlarımızı da okutup yetiştirmek ihtiyacına ikna etmek; Rusların parçalama siyasetine karşı Türkleri birleştirmek, İslâmları uyandırıp kuvvetli ve hristiyan âlemi ile boy ölçüşebilir bir camia haline getirmek, 50 milyonluk Türk dünyasının tek müstakil devleti olan Türkiyeyi bütün Türklere sevdirerek ve ecnebilere karşı koruyarak, desteklemek ve kuvvetlendirmek… (Dilde, fikirde, iste birlik) şiarı bu düşüncelerinin neticesidir.
 
İkincisi, ameli: safha: Seyahatler, neşriyat, toplantılar yapmak, mektepler açmak, cemiyetler kurmak suretiyle bizzat ve bilfiil çalışmak. 1918 de Kırım Millî hükümetini kuranlardan şehit Çelebi Cihan’ın dediği gibi o, «fikirler lavoratuvarı» müstesna bir şahsiyettir.
 
İsmail Beyin üzerinde en çok durduğu meselelerden biri, Türk dilinin sadeleştirilmesi ve birleştirilmesi idi. O, Osmanlı Türklerinin (edebî dil) diye kullandıkları fakat Anadolu halkının anlayamadığı Arap ve Fars sözleriyle dolu yazı dilini beğenmez, lisanın ecnebi kelimelerden temizlenerek sadeleştirilmesini isterdi. İsmail Bey, bütün Türk lehçeleri arasındaki farkı tedricen kaldırmak suretiyle umumi ve müşterek bir okuma ve yazma dili yaratmak taraftan idi. Bu maksatla, 1906 senesinde toplanan (Bütün Rusya müslümanları üçüncü kongresi) nde bütün Türk illerindeki Türk ilkmekteplerinin 4 üncü sınıfında tedrisatın umumî ve müşterek Türkçe ile yapılmasını teklif etmiş ve bu teklifi de kongrece kabul edilmişti. İsmail Beyin tasarladığı ve istediği (umumî ve müşterek Türkçe), İstanbul lehçesine çok yakın sade bir Türkçe idi. İsmail Beyin bu gayesini, Türkler ne kadar candan takdir ediyor idiseler, Rus hükümeti de o kadar kötü görüyordu. Çünkü, bu, Rus siyasetinin (parçala ve hükmet) prensibinin tecellisine engel oluyordu.
 
 İsmail Beyin bu gayretleri boşuna olmamıştır. 1905 Rus inkılâbını müteakip, Rusya Türklerinin çıkardıkları birçok gazete ve dergilerde (Tercüman) m sade ve müşterek Türkçesinin tesirleri görülyordu. Bu tesir, bolşevikler devrinde bile 1930 senesine kadar devam etmiştir. İsmail Bey, mukaddes düşünce ve gayelerini anlatmak ve yaymak için (Tercüman) dan başka, (Tonguç), (Kamer), (Şafak), (Meramı Cedit), (Türkistan Üleması), (Terakki), (Hakikat), (Rusya müslümanlarının medenileşme başlangıcı), (Darürrahat müslümanları), (Âlemi nisvan), (Arslan kız), (Gündoğdu) gibi muhtelif, risale, mecmua ve romanlar da neşretmiştir.
 
Fikrin uyanmasında en kuvvetli âmil olarak maarifi gören İsmail Bey, evvelemirde tedris usulü ile, bunların tatbik edildikleri yer olan mektepleri ve medreseleri ıslâh etmekle işe başlamanın zaruretine kanaat getirdi. 1881 yılında, yaptığı tetkiklere nazaran, Rusya Türklerinin 16 bin küsur mahalle mektebi, 214 kadar medresesi bulunduğunu söyleyen İsmail Bey, buralarda çocukların ve gençlerin ancak dinî kitapları okuyabildiklerini, Türkçe beş satır olsun okuyup yazamadıklarım esefle beyan etmektedir. Bu sebeble, usulü cedit dediği yeni okuma usulünü tatbika başlıyor. İlk muallimi bizzat kendisi yetiştiriyor, ve bununla Bahçesaray’da 1884 de ilk (usulü cedit) mektebini açıyor. Bu mektebe bin müşkülâtla ancak 12 talebe kaydedebiliyor. Kara taassup, buna da muhalefet ederek, aleyihinde propaganda yaparak (usulü yezid) namını verdikleri bu okula çocuklarını göndermemeleri için halkı teşvik ediyor. Azmin ve imanın müşahhas bir timsali olan İsmail Bey yılmıyarak çalışıyor, talebelerinin 45 gün içinde hem Türkçe ve hem de Kuran-ı Kerimi okuyabilmelerini sağlıyor. İmtihana davet edilen Bahçesaray eşraf ve ağalarından 200 kişiden ancak otuzu davete icabet ediyor. Davetliler, çocukların yeni usulle ulaştıkları başarıya hayran kalıyorlar. O gün okula kırk talebe daha yazılıyor. Öğretmen ücretini ise halk kendiliğinden, çocuk başına iki ayda iki kuruştan 12 kuruşa çıkarıyor. İsmail Bey bununla yetinmeyerek, Bahçesarayda bir akşam kursu açmış ve burada 20 kadar hammal ve bakkal çırağını bizzat okutmuştur ve 40 akşamda kendilerine okuma yazma öğretmiştir. Bu muvaffakiyetleri, İsmail Bey ve usulü cedidi için öyle bir propaganda oldu ki, Rusyanın her tarafından genç mollalar ve hocalar, Bahçesaray’a (usulü cedit) i tahsile geldiler. İsmail Bey, bunları parasız okutuyor ve üç ay sonra mezun ediyordu. Fakat kendilerinden, yaptığı bu hizmete mukabil iki şey istiyordu :
 
Her öğretmen, iki arkadaşına (usulü cedit) i öğretecek ve iki köy okulunu ıslâh edecek. Bu suretle usulü ceditçilerle ıslâh edilmiş ilkokulların sayısı az zamanda binleri aşmıştı.
 
İsmail Bey, kısa bir zamanda, bu nurlu çalışmaları ve hızlı hizmetleriyle bütün Türk âleminde tanınmış, sevilmiş ve bir önder olarak kabul edilmiştir. «İndimde şark meselesi demek maarif meselesi demektir» diverek büvük muallim, Türkistan, Hindistan ve Türkiyeve giderek maarifin ıslâhı hakkında konferanslar verdi. Nümune mektepleri açtı. Bilhassa ve bu meyanda müslümanlar için açtığı (Savtî usul nümune mektebi) nin muallimini bizzat yetiştirmesi ve mektebin iki aylık masrafını (Tercüman) gazetesinden ödemiş olması, bu büyük adamın ne kadar idealist olduğunu göstermeğe kâfidir.
 
Baron de Bay, 1906 da Pariste çıkardığı (Kırım Tatarları arasında) isimli eserinde, Bahçesaray şehrinde erkekler için 22 ve kızlar için 13 muntazam ilk mektep bulunduğunu yazmaktadır. Bütün bu mektepler Rus devlet hâzinesinden ve ecdattan kalma vakıfların tahsisatından tek bir ruble olsun yardım görmüyordu. Sırf Türkün hamiyet kesesinden çıkan akçalarla ve büyük önderin gayretiyle y aşırır iu İsmail Beyin gayret ve himmetiyle, bütün bu mekteplerin masraflarını karşılamak, öğretmenlerin maaşlarını vermek, istidatlı fakir çocuklarını Rus mektep ve Üniversitelerinde okutmak maksadı ile Kırım’da her kasaba ve şehirde ve hattâ köylerde, bütçeleri sırf teberrü ve aidattan teşekkül eden, zengin varidatlı (Cemiyeti Hayriye) ler kurulmuştu. Bu cemiyeti hayriyelerin Kırım ve diğer Türk illerininde gördükleri hizmetler büyük, yetiştirdikleri talebelerin sayısı ise muazzamdır.
 
Gaspiralı İsmail Bey, yenilik ve inkılâp taraftarı ve kuvvetli milliyetçi olmakla beraber, aynı zamanda İslamcı idi. O, Türk kardeşleri kadar, müslüman kardeşlerinin de saadet ve refahını düşünüyor ve bunlar için de çırpmıyordu. 1907 de Mısırdaki İslâm kongresinin toplanmasına bu gaye ile teşebbüs etti. Mezkûr yılın Eylül ayında, Kahirede toplanan 600 kadar münevver ve âlimin iştirakiyle ve birik Avrupa gazetelerinin muhabirlerinin de hazır bulunması ile yapılan İslâm kongresini açan İsmail Bey, İslâm memleketlerinin maarif, ticaret sanayi, medeniyet bakımlarından içinde bulunduğu geri ve feci durumu anlatarak, bunlara hep birlikte çareler aramak ve bulmak lâzım geldiğini, aksi takdirde bütün müslümanları felâketler saracağım yana yakıla izaha çalışmıştı. Müslümanların terakkilerinin insanlık bakımından da bir zaruret olduğunu, ayrıca görüştüğü, Mısırdaki İngiliz, Transız ve Rus sefirlerine anlatmağa gayret etti. Bu mevzuda, Hidiv Abbas Hilmi Paşa. Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile de uzun uzun konuşmalar yaptı. Bütün bunlardan. Onun, müslümanlık gayesi uğrunda da çırpındığını anlıyoruz.
 
İsmail Bey, yalnız sarsılmaz imanı, tükenmez sebatı, kırılmaz azmi olan bir idealist değildi. Aynı zamanda, çok ince bir taktik kudrete malik, uzak görüşlülüğe ve soğukkanlılığa sahip bir siyaset ve inkılâp adamı idi. Muvazene ile heyecanı, cesaretle sabrı nefsinde bağdaştırmasını biliyordu. Her ne bahasına olursa olsun, ramam ve yeri gelinceye kadar söz ve sırrı saklamasını bilen, hiddete, heyecana, garaz ve hasede yapılmayan bir insandı. Önderlik vasıfları vardı. Mistik ruhlu Rus edebiyatçıları ile hayalperest Rus inkılâpçı ve ihtilâlcilerini hiçbir zaman taklit etmedi. Yersiz çıkışlar, müvazenesiz yazılar ile milleti galeyana getirmek, maceralara sürüklemek yollarına aslâ sapmadı.. Daima, halkının ananesine ve âkidesine hürmet ederek, halkını ikna, telkin yolu ile uyandırmaya, birleştirmeye ve yükseltmeye çalıştı.. Ve bu kuvvetli taktiki, basireti sayesinde 35 senelik muharrirlik ve mürşitlik hayatında bir kere olsun cezaya marûz kalmadı ve gazetesi kapatılmadı.
 
Rus misyoneri İlminski, İsmail Beyin «çok mahir bir düşman olduğunu, Rusça yazılariyle bir kısım Rus münevverlerinin itimadını kazanarak bunları Türkler lehinde kullanmağa muvaffak olduğunu»; Profesör Muşanof ise, İsmail Beyin, «hakikî maksatlarını ustalıkla gizlemeye ve zehirli gayelerini yaldızlı kâğıtlara sarıp Huşlara yutturmağa muvaffak olan bir adam olduğunu» söylüyorlardı. Müfrit bir Slavcı gazete olan «Novava Vrema» ise Ona şiddetle hücum ederek, kendisini «Türkive casusu» olarak vasıflandırıyordu. Çünkü. İsmail Bey, yazılarında daima Türkiyeyi müdafaa eder. Avrupa devletlerinin Türkiyeye vaptığı haksızlıkları açıklar ve bu hususta Rus gazeteleri ile münakaşaya girişirdi. İsmail Bev, Türkiyevi, Türk dünyasının sıklet merkezi olarak düşünür, bunun için Türkivenin daima kuvvetli ve sağlam, nüfuzlu ve şerefli olmasını ister, Türk ve İslâm dünyasını Onun etrafında toplamağa gayret ederdi. Bu sebeble, 1914 yazında, Birinci Cihan Harbinin patlak vereceği günlerde, hastalığına ve yorgunluğuna rağmen, Türkiyeye gitmiş ve o zamanki İstanbul hükümetini, müstakbel harpte tarafsız kalarak, yaralarını sarmağa, memleketin maarifini kuvvetlendirmeğe ve iktisadiyatını zenginleştirmeye teşvik ve iknaa çalışmıştı.
 
1905 Rus inkılâbından sonra, Rus siyasî partilerinde veya müstakil siyasî gruplarda çalışan bazı ateşli ve heyecanlı Türk gençleri, İsmail Beyi fazla ihtiyatkâr bularak, Onu «muhafazakâr ve pasif kalmak» la tenkit ediyorlardı. İsmail Bey, bunlara verdiği cevapta; «Bazı düşünceler vardır ki onlar bize yasakdır. Bu düşünceleri bizden sonra gelecek nesillere bırakalım. Biz manevî birliği yapalım, dilleri birleştirelim, siyasî birliği başkaları düşünsün» diyordu. 1905 Rus inkılâbından sonra, çok kısa süren hürriyet devresini müteakip Çar istibdadının daha müthiş bir zulüm ile hortladığını ve bunun ne kadar baş ve canlara mal olduğunu düşünürsek, İsmail Beyin ihtiyatkârlılığını takdir etmemek elden gelmez.
 
İsmail Bey, bütün bu faziletleri, hasletleri ve faaliyetleri ile bilhassa Rusya Türklerinin ve müslümanlarının yalnız muallimi ve mürşidi olmakla kalmamış, onların manevî babası da olmuştu. Halk, «Tercüman» ı eline alınca, «bakalım baba bugün ne diyor» diye makalesini okur ve satırlar arasında ustalıkla gizlediği hakikati keşfe çalışırdı. 1908 senesi Mayıs ayında «Tercüman» m 25 inci neşir yılı Bahçesarayda törenle kutlandığı zaman, İsmail Bey, bu hakikî sevgi ve yüksek takdirin, derin şükran ve minnetin misâl ve tezahürlerini o zamana kadar kimseye nasib olmayan bir şekilde gördü. Bu tören münasebetiyle, Rusyadan maada, Çinden, Hindistandan, Mısırdan ve Türkiyeden yüzlerce mektup ve birçok kıymetli hediye geldi. Gelen hediyelerin en mânalısını Urenburg Türklerinden Sıddık Hakberdi ismindeki zengin göndermişti. Bu zat gönderdiği plâtin yüzük vesilesiyle İsmail Bey hakkında şu satırları yazmıştı : «Plâtin hararete en çok mukavemet eden bir madendir. İsmail Bey, Pubedenotsof, İlminski, Ostromof, Alekterof ve tevabiilerinin cehennemlerinde yanıp ve eriyip gitmedi. Bu, kendisinin, insanların plâtini olarak yaratıldığını gösterir».
 
1914 senesinin ortalarında İstanbula yaptığı seyahatten Kırıma, hastalığı daha da şiddetlenmiş olarak dönen İsmail Bey, Eylül ayının 11 (24) inci günü, yalnız çocuklarını, akraba ve dostlarını değil, milyonlarca şakirdini ve milletdaşını da göz yaşları içinde bıraktı ve Tanrının rahmetine kavuştu…
 
İsmail Beyin son sözleri şunlar olmuştur ;
 
«Büyük Allahım, 63,5 sene yaşadım. Bu hayatın 35 senesini müslümanların uyanması, terakkisi, tealisi ve tekâmülü uğrunda sarfettim. Milletimin selâmet ve saadeti için elimden her ne geldi ise hepsini yaptım. Yarabbi. Ey büyük Tanrım. Meydana getirmek istediğim birçok şeyler daha vardı. Fakat buna muvaffak ola-mıyacağım. . . . Artık …. artık ne varsa hepsi senin, her şey senin elindedir Allahım. …. ».
 
İsmail Beyin cenazesine binlerce kişi katıldı. Eylülün 12 nci Cuma günü fâni vücudu, kendisini sevenlerin elleri üstünde Bahçesarayın Mengili Giray Han türbesi civarındaki ve vasiyet eylediği yerdeki ebedî istiratgâhına götürüldü,
Büyük mürşidin cismi topraklara karışmıştı, fakat Onun büyük ve ebedî ruhu, Türk ve İslâm kalplerine iman vermekte devam etti. Nitekim, Onun 35 senelik irşadı de Türk ülkelerinde açılan nurlu yollarla ilerliyen aydın Türk yürekleri ve kafaları, fırsatları değerlendirmekte gecikmediler. 1917 Rus ihtilâli ile Çarlık istibdadı yıkılınca Kırımda, Azerbeycanda, Kazanda, Türkistanda ve Şimalî KafkasyalI y: yer millî muhtariyetler ilân edilmiş, kurultaylar açılmış ve millî Türk devletleri kurulmuştu. O sırada Petrogradda kurulan Lenin’in bolşevik hükümeti, Rus olmayan milletlerin kendi mukadderatlarını tâyinde serbest olduklarını ilân ediyordu. Sonradan bu ilânın siyasî bir hile ve tuzaktan ibaret olduğu anlaşılmıştı. Fakat o zamana kadar geçen birkaç senelik müddet içinde bahis konusu muhtar Türk ülkeleri, büyük önderin (Dilde, fikirde ve işte birlik) şiarını tahakkuk ettirme yolunda öyle bir faaliyet gösterdiler ki, Moskovada yerleşen kızıl emperyalistler maskelerini biran evvel çıkarmak mecburiyetinde kalmışlardı. Artık Rus emperyalizminin ihtirasları eskisinden de korkunç ve kanlı bir şekilde hortlamıştı. Büyük önderin 35 yıl üzerinde titrediği ve çalıştığı dil birliği korkunç bir şekilde parçalanıp yıkılıyordu. Çarlığın yapamadığının yüz mislini bolşeviklik yapıyordu. Bu menhus rejim, kırk milyona yakın Türkün ana dilini yüzlerce muhtelif şiveye parçaladı. Ayrı ayrı elifbalar, kitaplar bastırttı. Gramerler icad etti. Eski Arap harflerini kaldırdı ve yeni Türk harflerini yasak etti. Bütün bunlara rağmen, Türklük, fırsatını bulunca kendisini toparlamakta yine geçikmedi. İkinci Cihan Harbi sıralarında Kırım’da olanlar buna en iyi bir misâldir.
 
Gaspiralı İsmail Beyin ruhu daima memnun ve müsterih olacaktır. Çünkü, vefatının üzerinden elli yıl geçmiş olmasına rağmen fikirleri yaşıyor ve yaşamakta da devam edecektir.
«İndimde şark meselesi maarif meselesi demektir. İntişarı maarif umum ahaliyi malûmatlı, fehimli, efkârlı edip kesbi rızk yollarında mahir etmektir. Eğer bunun en yengil, en doğru yolu bulunup tezce zamanda icra olunabilirse yani dediğim şark meselesi hallolunursa, sair cümle meseleler kendi 
kendiliğinde hal ve yaki terkolunmuş olurlar.»
 
Gaspiralı İsmail 11 Haziran 1895
«Eğer Türkler lisanlarını biraz daha sadeleştirmiş, kıraat ve imlâyı teshil edecek surette hurufu savtiyeyi istimal etmeğe başlamış olsalardı, beş altı seneye kadar Rusya müslümanlarile lisanları sureti katiyede birleşmiş olurdu. Bundan husule gelecek faydaları izaha hacet yoktur sanırım.»
 
Gaspiralı İsmail 27 Haziran 1914
 

 Emel 24. Sayfa 18-25.
 

TAVSİYELER

KIRIM’DA İNSAN HAKLARI,RUSYA ESİRLERİ VE ANALARI KONFERANSI

Emel Kırım Vakfı ve Emel Dergimizin, Emel Fikir Kültür Konferansları çerçevesinde düzenlediği, “Kırım’da İnsan Hakları, …