Türk Gazetecilik Tarihi ve Gaspıralı İsmail Bey
— Ölümünün 50. Yılı münasebetiyle —
Yazan: Z. Fahri FINDIKOĞLU*
Türk gazetecilik tarihi, henüz incelenmemiş ve işlenmemiş bir ilmî araştırma sahasıdır. Bu saha siyasî hudutlarından sarfınazar edildiği takdirde bir harita parçasını dolduracak kadar geniştir. Bu genişliği ifade için Namık Kemal’in iki nevi “Türkistan” düşüncesini gözönüne almak kâfidir. Bu büyük şair – mütefekkire göre iki “Türkistan” vardır:
1 — Biri “Türkistanı-ı Kebîr – Büyük Türkistan” olup XIX. asır ortasındaki Türkiye dışında kalan bütün Türk âlemim kaplar;
2 — Ötekisi “Türkistan-l Sagîr-Küçük Türkistan” olup, siyasî hudutları değişen ve gittikçe küçülen Türkiye’yi gösterir.
Gazetecilik, şarkta ve bizde ancak XIX. asrın ikinci yansında belirmiş bir fikir ve yazı hâdisesi olduğuna göre, tarihçesi de bu devreyi ihtiva edecektir. Her iki “Türkistan”ı içine alacak bir “Türk Gazetecilik Tarihçesi” içinde adı geçen ve yeri olan Gaspıralı İsmail Bey, gazeteciliğinin sahnesi olarak “Büyük Türkistan” sahasının, gazeteciliğinin esprisi ve ideolojisi bakımından ise her iki “Türkistanlın malıdır. Yakından araştırılırsa İsmail Bey, gazeteciliğinin parolası olan “dilde, fikirde, işte birlik” sözünde de görüldüğü gibi, “Türkistanların dil, fikir ve aksiyon sahasında birleştirmeyi hedef edinmiş bir fikir adamıdır. Türk gazetecilik bilgisi, İsmail Gaspıralı’yı ele almakla, büyük Türklüğün başka bakımlardan olduğu kadar, Journalisme itibarıyla da mühim olan bir konusunu işleyecektir.
— II —
Bu sırada ölümünün 50. yılı anılan İsmail Bey, Türk kültürünün umumî meselelerinden her biri ile şu veya bu ölçüde alâkalı bir şahsiyettir. İslâmî kültür ve medeniyet, XIX. asır boyunca şarkta bir yenileşme ihtiyacı duymuş, bu kültür ve medeniyetle yoğrulmuş doğulu halklar, yaşama ve varolma zarureti karşısında tâ XV. asırdan itibaren yeniden doğan, Rönesans’larını yapan ve yaşayan garbı taklit zaruretinde kalmıştır. Bu zaruret, sosyal ve tarihî icaplarla gah 1) Fransa, gâh 2) İngiltere ve 3) Rusya karşısında veya içinde kalan Türk ülkelerinde çeşitli numunelerin tesiriyle hissedilmiştir. Meselâ Türkiye için Garp XVIII. asrın sonlarından itibaren hemen hemen sadece Fransa’dan ibarettir. Bu yüzden Türkiye Fransız tesirlerine mâruz kaldı. Mektep sisteminden hükümet teşkilâtına kadar Fransız modelinin izlerini görmek güç değildir. Birinci Dünya Harbi sırasında Cermen, İkinci Dünya Harbi sonundan itibaren Anglo-Sakson tesirlerinin, nüfuz etmesine rağmen Fransa, vaktiyle ifa ettiği modelliği muhafaza ediyor. Büyük Hindistan, yani 1947’deki ikiye ayrılış hâdisesinden önceki Hindistan, Babür Oğullarının tarihe karıştığı XIX. asrın başlangıçlarından itibaren ezici bir İngiliz kültürü tesirine maruz kaldı. O kadar ki bugünkü Hindistan, gazetecilik manzarası bakımından birer ikinci İngiltere sayılabilir. Hattâ bu tesir İngilizcenin resmî dil olması neticesini bile doğurmuştur. Hindistan, önümüzdeki sene, İngilizce yerine-Hindi’yi ikame meselesiyle karşılaşacaktır. Nihayet XVIII. asırda 60, XIX. asırda ve 1917’den önce 50 milyon olan Türkü yavaş yavaş hâkimiyeti içine alan Rusya’da da Garp Rönesansından payını alan Rus kültürünün tesiri başlamıştır. Bu tesir 1917’ye kadar başka şekilde, 1917-1964 arasında başka şekilde belirmiş, hiç şüphesiz bu son devrede siyasî ideoloji her çeşit temsil çaresine baş vurmuş, hâlâ da vurmakta bulunmuştur.
İşte İsmail Gaspıralı, Türklük âleminde Rus tesirinin hükmünü icra ettiği bir köşenin matbuat tarihini temsil ediyor: Kırım. Fakat bu temsil sadece tabiî ve coğrafî bir mânâ taşımaktadır. Hakikatte Bahçesaray şehrinin “Tercüman”ı her iki “Türkistanı”ı birliğe götüren yolun işçisidir. Bu işçi çalışmağa başladığı 1883 tarihinden son nefesini sarfettiği 1914 tarihine kadar bu yolu hazırlamış, son derece muvaffak olmuştur. O kadar ki, 1917 de Rusya inhilâl ettiği ve Bolşevizmin pençesine maruz kaldığı zaman Rusya Türklerinin neşrettikleri gazeteler, mecmualar ve kitaplar, İstanbul’da; İstanbul’un çıkardığı gazete, mecmua ve kitaplar da Bahçesaray, Kazan, Taşkent, Buhara hattâ Kâşgar beldelerinde rahatça okunmakta, “dilde birlik” faraziyesi böylece gerçekleşme yoluna girmektedir. Zira “Tercüman” 1883 tarihinde kurulduğu ve 1917 tarihine kadar binbir müşkülâtla devam ettiği devrede idealist sahibi tarafından mânâsı ve kıymeti anlaşılmış, bir ide, bir fikir için yaşatılmış ve beslenmiştir.
Eğer 1917 fırtınası eski Rusya’yı silip süpürmeseydi. İsmail Bey “Türklük dünyasında tek dil”, daha doğrusu “Türklük dünyasında tek lehçeli Türkçe”, tıpkı çeşit Alman lehçeleri fevkinde “Yüksek Almanca-Hochdeutsch”, muhtelif Fransız diyalektleri dışında “Paris Fransızcası”nın ve emsali yüksek kültür dillerinin teşekkülüne benzer bir “Yüksek Türkçe” ideali daha çok gerçekleşecektir.1 1917-1964 devresi İsmail Gaspıralı’nın gerçekleşmeye yüz tutmuş mefkuresini baltalamakta devam ediyor. 1920 –
1924 arasında İstanbul Üniversitesindeki talebeliğim esnasında arkadaşım olan Türkistanlı Şehit Esenler, Kırımlı Hamdi Giraylar ve başkalarıyla bir Konyalı, bir Erzurumluyla konuşur gibi konuşurken bugün durum büsbütün başkalaşmış bulunuyor. Birkaç sene evvel Amsterdam sosyoloji kongresinde, bu sene başında Delhi Oryentalizm kongresinde, Sovyet heyetleri arasına katılmış, cümleler içine Boşça kelimeler sokuşturan Özbek, Azeri, Kırımlı Türk temsilcileriyle görüşmede bir hayli müşkülât çektiğimi bizzat denedim. Niçin? Bunun sebebini aslı Lâtince olan “Arala, sonra parala-Diviser, pour regner” sözünde aramalıdır. Bu “arala, sonra parala” neden ibarettir? Birkaç sene evvel İstanbul Üniversitesi adına bir konferans veren Abdullah Battal Bey’in vardığı neticeye işaret ile kalalım:
“Sovyet İmparatorluğunda bugün sözde beş müstakil, dört muhtar cumhuriyet vardır. Bu Türk Cumhuriyetlerindeki çeşitli yazı dillerine gün geçtikçe Rusça kelimeler ve tabirler dolmakta onları Türkçe olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bu neşriyat bundan 20 yıl önce Rusya Türklerine zorla kabul ettirilen Rus harfleriyle basılmaktadır. Yazılan şeyler hep komünizm ve bolşevizm ruhunu taşır”.2
— III —
Türk gazetecilik tarihinde müstesna bir yeri olan İsmail Gaspıralı’nın kendisine mahsus bir gazetecilik siyaseti, ayrıca dikkati celbediyor. “Tercüman” koleksiyonunun karşısında edinilen intihalardan biri de, Gaspıralının âdeta “Apolitique – lâsiyasî” (yani ne siyasî, ne de gayri-siyasî olmayıp siyaseti bir kenara bırakan) bir hüviyet sahibi olması ve gazetesinin de bu hüviyete sadakat göstermesidir. 1243’te Cengizin torunu Batu, İslâv sürülerini kendine bağlamış, o tarihten itibaren Altın Ordu Devleti kurulmuştur. Bu sürülerin Garpten ders alan İslâv idarecileri sayesinde yavaş yavaş halk, daha sonra millet haline gelmesi ve 1552’de Kazan’a
saldırmasıyla Altın Ordu Devleti mukadder âkıbet ile karşılaşmıştır. Aradan geçen üç asır içinde İslâv psikolojisi, Türke karşı kin ve husumet ile dolmuştur. İsmail Bey yaman bir ruhiyatçı sıfatıyla bu husumeti takdir etmektedir. Herhangi bir siyasî ve millî ideoloji, Çarlık idaresini fazlasıyla sinirlendirebilir. Nitekim gazete çıkarma müsaadesi kolay alınmıştır.
Nihayet bazı şartlarla bu müsaade alınıyor ve 1914 tarihine kadar idame olunuyor. Bu az bir muavaffakiyet midir? Bazı milliyetçi görüş sahipleri “Rusya Türklerinin yalnız medenî ve içtimaî yükselmesiyle meşgul olan”, “siyasî hak vs. talep etmeyen” İsmail Bey’i insafsızca tenkide kalkışmışlar, bu davranışının belli bir gayeye varmak için takınıldığını düşünmemişlerdir.
Hakikatte Pan-İslâvist mütefekkirlerinin kışkırtması neticesi olarak Çarlığın, meselâ “Rusya Müslümanları” veya “Rusya Türkleri”, “dilde birlik” gibi ifadelerle dahi vakit vakit sinirlendiğini görmüyorlar. Hattâ Türkiye Türkçesinin ağır ağır Rusya Türkleri arasında (Tercüman) vasıtasıyla yayılması az bir şey midir? Rus matbuatında bundan sinirlilikle bahsedilmiyor mu? Nihayet “Tercüman” baş muharririne “Türkiye için casusluk” atfedildiğini nasıl unutabiliriz? İsmail Bey, bu gibi mülâhazalar,
suçlamalar karşısında dimdik duran, her tenkidi tebessümle karşılayan bir ideal heykeli gibidir. Türk Ocağı’nın kuruluşundan sonra İstanbul’a bir daha gelen İsmail Bey’in, sohbet esnasında Hamdullah Suphi Bey’e söylediği söz bu ihtiyatkâr, akıllı ve zeki gazetecinin davranışını çok güzel izah etmektedir. “Bazı düşünceler vardır ki onları düşünmek bize yasaktır. Onları bizlerden sonra gelecek nesillere bırakalım. Önce manevî birliği yapalım, dilleri birleştirelim. Siyasî meseleleri başkaları düşünsün”. Gerçekten Tercüman koleksiyonlarında sansasyon yaratacak, Çarlık idaresini küplere bindirerek siyasî neşriyatın yokluğu yanında, ondan daha tesirli başka çeşit neşriyat fazlasıyla mevcuttur. Bu gazetenin koleksiyonlarını sayı sayı, satır satır tahlil eden merhum Cafer Bey’in dediği gibi “gaflet sahrasında serilip kalmış koca bir milleti kaldırmak” için “fikir ve iş arasına girecek hayallere vakit bırakmamak”, realist olmak gerektir. Ölümünün 50. senesinde adını, eserini ve aksiyonunu yadettiğimiz Gaspıralı’nın bu formülü, Türkiye dışındaki Türklük dünyalarında da tatbiki lâzım bir formül olsa gerek. “Siyasî” davranışlar ancak medenî ve içtimaî kalkınmasını temin etmiş cemaatler içinde faydalı olabilir. Aksi takdirde bu davranışlar, cemaatin esaretini, mahkûmiyetini daha da uzatacaktır. Olsa olsa Türklük bakayasının bulunduğu yabancı memleketlere devletlerarası hukuk ve kültür siyasetleri yoluyla tesir edilebilir. Nihayet mahkûm Türk bölgeleri, kendilerini gizli ve açık şekilde mahkûm eden rejimler içinde de erimekten kurtulma ve ırkî hürriyetlerini koruma yollarını müstevliyi veya emperyalisti ürkütmeden hazırlayabilirler. Türklük dünyasının tek müstakil ülkesi olan Türkiye daima uyanık bir Türkçülük hukuku örgüsünü milletlerarası teşekküller canlı ve dinamik bir halde bulundurmaya çalışırken mahkûmluk hayatı yaşayan Türk cemaatleri de zahirî de olsa “apolitique lâsiyasî” davranışların maharetini göstermelidirler. Bu maharetin üstatlığını gazetesiyle, seyahatleriyle, gazete dışı kültürel neşriyatı ile yapmış olan büyük Türkçü İsmail Bey’i daima aramızda görmeliyiz. Arasıra tıp tarihi dışında kültür meselelerine de ehemmiyet veren Tıp Tarihî Enstitüsü ile, vazifesi Türk gazetecilik tarihini tetkik etmekte olan veya olması lâzım gelen Gazetecilik Enstitüsü’nün, 50.ölüm senesine rastladığımız İsmail Gaspıralı için bir şey yapmalarını, bir hareket göstermelerini temenni edebilir miyiz?
— IV —
Bu vesile ile Gaspıralı İsmail ile doğrudan doğruya olmayan bazı şahsî tesirlere işaret etmek isterim:
1920-1925 arasındaki üniversite talebeliğim esnasında Gaspıralı’nın oğlu Mansur ile Edebiyat Fakültesinde beraberdim. Babasından ara sıra bahsederdi. İsmail Bey’in adı ve eseri hakkında o zaman oğlundan bilgi edinmiştim. Daha önce idadilerdeki edebiyat derslerimizde kendisinden herhangi bir vesile ile bahsedildiğini hatırlamıyorum.
1933-34 ders yılında Avrupa’dan avdet ettiğim ve üniversiteye tayin edildiğim zaman bir sosyoloji mecmuası tesis etmeyi düşündüm ve mecmuanın adı üzerinde durdum. Tercüman’ın “dilde, fikirde, işte birlik” düsturu gözlerimin önünde telkinkâr bir tablo gibi canlandı. Sonra Kutadgu Biligte’de “action” karşılığı olan “iş”ten bahseden mısralara rastladım. Türkiye türkçesinde “iş” kelimesi, “maslahat”, “amelenin gördüğü iş”, “işverenin teşebbüsü olan iş”, hülâsa “kazanç getiren iş” mânasına geliyordu. Garp dillerindeki action’u Türkçe imlâ ile kullanmayı düşündüm. Fakat sonra vazgeçtim. Tereddütlerim devam ederken Ziya Paşanın meşhur mısraı aklıma geldi:
“Ayinesi işir kişinin, lâfa bakılmaz.” Nihayet karar verip mecmuanın adım koyduk: İŞ.
1936’da mecmuanın ilk nüshası çıkarken bir gün emniyet memurları, mecmuanın bu nüshalarını işçi mecmuası olduğu zannıyla topladılar. Nihayet çok sonraları kelime ilâvesiyle aynı adı kullanmaya devam ettim:
“İş ve Düşünce”. Şimdi 30 yaşına girmiş olan bu sosyoloji mecmuasının isim babaları arasında ölümünün 50. senesi yâdedilen Türkçü mütefekkir ve gazetecinin de hissesi olduğu görülmektedir. Mecmua, bu yıldönümünü hazırlayan Emel dergisine gösterdiği anma kadirşinaslığı dolayısıyla teşekkürü bir borç bilir.
________________________
* Gazetecilik Enstitüsü Profesörlerinden
1 Bir Fransız müsteşriki Bouvet, 20. asrın başında şöyle düşünüyor:
“Rusya Türklerinin bütün gazeteleri, kabil olduğu kadar İstanbul şivesine yaklaşmak istiyorlar.” Bak. Revue du Monde Musulman, 1906, 2 Ekim 1906 tarihli nüsha. (Bu şahadeti biz Cafer Seydahmet Bey’in “Gaspıralı İsmail Bey” adlı çok değerli eserinden naklediyoruz.) Rusya mahkûmu Türklük âlemi için bu ideal-yani yüksek ve tek bir Türkçe mefkuresi ne nispette mevcuttur ? Dün, bugün ve yarın için problemin alacağı şekiller, ancak bir “Türkçülük Enstitüsü” yahut 12 sene önce kurulan “Gazetecilik Enstitüsü” tarafından ele alınabilir. Pan-İslâmizmin emperyalizm ile mücadele yolları açık olsa Türkçe’nin yaşama kudreti çok ümit vericidir. Fakat tarihin kaydetmediği perdeli ve kapalı bir hayat, “gaflet içindeki Türk halklarının İstanbul’dan gittikçe daha çok uzaklaştırmaktadır. Esasen mahkûm Türklük ülkelerine ait istatistikler, İslâv veya İslâvlaşmış nüfusun yüzdelerini gittikçe yüksek göstermektedir. Bu arada Türkçe’yi Türkiye’de “yüksek Türkçe” olmaktan alıkoyan T. D. K.’nun şuursuz ve gayesiz faaliyeti de dışta ve dıştan gelen menfî tesirleri şaşılacak surette takviye etmektedir. Bu itibarla Gaspıralı’nın ideali için başka ölçüde bir dil ve kültür Erkân-ı Harbiyesinin kurulması gerekiyor. Aksi takdirde kültür sahasında Büyük Türkistan ile Küçük Türkistan’ı – Türkiye’yi – birleştirmekten, dil ve kültür bağlarıyla örmekten vazgeçtik. Dikkatli muharrirlerimizden ve değerli gazetecilerimizden Burhan Feleğin tek başına gazetesinde ve sütununda vakit vakit yaptığı dil müdafaası, aynı gazetenin başka sütunlarında yazı yazanların “T. D. K. Türkçe”sine karşı büyük bir hürmet ifa etmekte ise zavallı muharrir bu savaşında yalnız kalmaktadır.
2 Bak. A. B. Taymas: Rusya, Türkleri Arasında Matbuat Tarihçesi, 1961, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü dergisi. “Yıllık” No. – 2, s. 47 – 64. Bizim işaret ettiğimiz “Arala, sonra parala” Lâtince ifadenin merhum profesör Ragıp Hulusi’ye ait tercümesi. Sayın Taymas’ın veciz izahına ait ilmî araştırmaları-yani Rus kültür politikasının Türk cemaat dillerini nasıl 1) İslâv harfleri, 2) Rusça kelimeler, ve terimler, 3) Her cemaatin alfabesine ayrı bir renk verme suretleriyle soysuzlaştırıldığına ait incelemeleri – Almanya’da Rusya mahkûmu Türklerce neşredilen “Dergi” koleksiyonlarında bol surette görmek mümkündür.