KIRIM TATAR GENÇLİK BİRLİĞİ HAKKINDA

KIRIM TATAR GENÇLİK BİRLİĞİ HAKKINDA

Mustafa Abdülcemil KIRIMOGLU ([*])

Pyotr Grigoryeviç Grigorenko’ya.

Taşkent şehri, 1968 yılı. Kasım

Muhterem Pyotr Grigoryeviç!

Ben sizin ricanızı memnuniyetle yerine getiriyorum ve 1962 senesinde bizim tarafımızda olanları hikâye ediyorum. Lâkin benim anlattıklarım tam olamaz. Çünkü olup biten her şeyden tam olarak haberdarım diye­miyorum. Ayrıca hadiselerin üzerinden bayağı vakit geçti ve bazı şeylerin de hatırımdan çıkması muhtemeldir. Sanırım olanları o zamanlar hapis­haneye girmiş arkadaşlarımızdan biri daha iyi yazabilirdi. Çünkü onların, muhakeme konusu olan materyalleri tanıma imkânları vardı.

Benim anlatacaklarım ise sadece şahsî hatıralarıma ve izlenimlerime dayanmaktadır.

1962 senesi Şubat ayının sonlarıydı sanırım. Taşkent’deki Alişir Nevaî Kütüphanesinin eski eserler bölümünde Kırım ve Kırım Tatarlarının tari­hine ait malûmatların mevcut olduğu kitapları karıştırıp dururken, kendi halkımızdan ve aynı konuya alâka gösteren iki genç ile tanıştım. Kısa bir sohbetten sonra, onlar bana halkımızın tarihi hakkında materyal topla­mayı ve iki hafta sonra halkımızdan 30-40 kişinin katılacağı bir top­lantıda, bu konuda kısa bir konuşma yapmamı teklif ettiler. Ben fazla soru sormaya gerek görmeden teklifi kabul ettim. Ama bu sahada bilgimin gayet dar olduğunu da belirttim. Onlar, sohbetimizi nazarı itibare ala­rak, başlangıç olarak bilgimin yeterli olduğunu söyleyerek cesaret verdi­ler.

Kararlaştırılan günde, elimde Kırım Tatar halkı tarihinin esas devir­lerine ait defter ile söylenilen eve gittim.

… Dar bir odada, uzun iskemle üzerinde öğrenci ve işçilerin oluşturduğu 25 kadar kızlı erkekli genç oturuyordu. Ara sıra heyecanlı tartışmalar yapılıyor, bazen Kırım Tatarca bazen Rusça şiirler okunuyordu. Toplanan­lar Kırım Tatarlarının öz Vatanlarına döndürülme meselesini müzakere ediyorlardı. Söz alarak konuşanlar halkımızın durumuna üzülerek “Sadık Leninci” sayılan Hruşçov’a küfürler yağdırıyorlardı.

Bana da söz verdiler ve ben yazıp getirdiklerimi okudum. Evet, övünme sayılsa da, söylemeye mecburum, konuşmam büyük bir memnuniyetle karşılandı Ömrümde, bu zamana kadar hiç kimse beni, böylesine dikkat­le dinlememişti. Beni çok alkışladılar. Toplantıda bulunanların hepsi benim hazırladığımı yazıp almak istediler.

Elbette, resmi edebiyatta, atalarının güyâ barbar, ham ve daima şanlı Ruslara yenildiklerim anlatan yazılan okumaya alışmış bu gençlere, meşhur Rus Çan I. Petro’nun Prut nehri kenarında, Türk ve Tatar askerle­rinden ağır darbe yediği ve hatta esir düştüğü, Kırım Tatarlarının Mosko­va’ya defalarca boyun eğdirdikleri veya Kınm Tatarlarının bundan yaklaşık 500 sene evvel kendi yüksek eğitim kurumları olduğu hakkında “yeni bilgileri” işitmek gayet hoş idi.

Daha sonra Kırım Tatarlarının hakları uğrunda mücadele etmek için Gençlik Teşkilatı kurulması için yapılan bir teklif hemen hemen sabaha kadar müzakere edildi. Aslında bu teşkilatın “hakikaten Leninist” olması ve mücadelenin de Anayasaya uygun şekilde yürütülmesi uygun bu­lundu. Bir süre sonra, yani teşkilat kitlevî bir şekil aldıktan sonra ilgili organlara müracaat etmek ve onu resmîleştirmek için müsaade istemek kararı alındı Buna müsaade alınabilmesine kimse inanmasa da, mesele­nin bu şekil almasına kimse karşı çıkmadı. Diğerleri de benim gibi “ileri­de ne yapmak gerekeceği, işin gidişatında belli olur” diye düşünmüş olmalılar.

Burada kabul ettiğini bildiren gençlerden birine teşkilâtın programını, nizamnamesini ve teşkilâta girecek üyeler için yemin metnini hazırlama görevi verildi.

Görüşmenin sonunda toplananlar, Kırım Tatarları arasında propagan­da işlerini yürütmek için Taşkent şehri ve Taşkent Oblastı rayonlarını paylaştılar. Bana Taşkent yakınlarındaki bir rayon merkezi düştü. Ayrıca çalıştığım iş yerinde ne kadar Kırım Tatarı olduğunu öğrenmek ve imkânı olduğu kadar onların dikkatini millî meselemize çekmek görevim vardı. Meğer burada böyle iki toplantı daha yapılmış.

İki hafta sonra anlaştığımız gibi, bizler yine aynı evde toplandık. Bu sefer yeni gelenler de vardı. Önce şehirlerdeki işyerlerinde ve öğrenci yurtlarındaki Kırım Tatarlarının sayısını belirleme ve onları amacımıza celp etmek için arkadaşların üzerlerine aldıkları görevin edası hakkında verdikleri bilgiler dinlendi. Benim anlatacak şeyim yoktu. Çünkü çalıştığım yerde hiç Kırım Tatarı bulamadım. Aynı yerde sekiz Kırım Tatarının çalıştığını daha sonra öğrendim. Binlerce işçinin çalıştığı bu fabrikada topu topu sekiz Kırım Tatarının çalışmasının sebebi, bu işyerinin askerî olması ve burada uçak üretilmesi idi. Kırım Tatarları ise resmî Sovyet matbuatının söylediğine göre, hainliğe eğilimli, güvenilmez bir halktır. Başka bir zamanda bu sekiz rakamını bana, Özbekistan SSC Bakanlar Kuruluna bağlı KGB Başkan yardımcısı, Kırım Tatarlarına ayırımcılık yapılıyor, onları bir çok işyerine almıyorlar şeklindeki iti­razıma cevap olarak söylemişti. Hem o, bu rakamı hiç bir belgeye bakma­dan irticalen söyledi. Hatta onların hangi görevlerde olduklarını bile hatırladı. Bununla o, ister istemez bazı Kırım Tatarlarına böyle “güven” duyulmuş olsa da onların, “Devlet Güvenlik Komitesi” (KGB)nin sert ve gizli nezareti altında bulundurulduklarını itiraf etmiş oldu. Verilen bilgi­lerden sonra Gençlik Teşkilatının hazırlanmış bulunan programı ve nizam­namesi, yemin metni ve bir arkadaş tarafından hazırlanmış üye kimlik kartı üzerinde tartışma ve görüşme yapıldı.

Teşkilâta “Kırım Tatar Gençlik Birliği” adının verilmesi karar­laştırılmış idi. Bu toplantıda ona “Vatana Dönüş İçin” sözlerinin eklen­mesi kararlaştırıldı. Aklımda kaldığına göre nizamname tamamen S.B.K.P.’nin prensiplerine göre düzenlenmişti. Programında birinci görev olarak Kırım Tatarlarının millî şuurunu ve siyasî faaliyetlerini geliştirmek için geniş çaplı propaganda işlerini yürütme zarureti ortaya konuluyordu. Yakın vakitte Kırım Tatar meselesinin ele alınmasını ve onların öz vatanlarına döndürülmesini talep ederek hükümete mektup yazma, bunun için imza toplama ve Kırım Tatar delegelerini Moskova’ya yollayabilmek için halktan para toplama işini teşkilatlandırmak karar­laştırıldı.

Belirlenen üye kimliğinin üstünde Kırım Yarımadasının şekli ve onun yukarısına Lenin’in sözleri yerleştirildi. Daha sonra bütün bunları kabul ve tasdik için oya koyma kararı verildi. Bazı arkadaşlar program ve nizamnamede değişiklik yapılmasını istediler. Ancak çoğunluk değişiklik yapılmadan kabul edilmesi yönünde oy kullandı. Şahsen ben kendim de program ve nizamnamenin değiştirilmeden kabul edilmesi yönünde oy ver­dim. Ben yalnızca üye kimlik kartının şekline itiraz etmiştim. Ben onun üzerinde Lenin’in sözleri yerine Birleşmiş Milletler Teşkilatı veya insan Hakları Evrensel Beyannamesinin sözlerinin olmasını teklif etmiştim.

Teşkilatta bir kaç bölüm olması göz önüne alınmıştı: ilişkiler bölümü. Maliye bölümü, Tarih bölümü ve hatta görevi teşkilata hain ve provo­katörlerin sızmasını önlemek için özel bir bölüm daha vardı. Ben bu bölüme girmeyi çok istedim. Ancak benim adaylığımı kabul etmediler ve bana Tarih bölümü başkanlığı görevini verdiler. Görevim, tarihe ilgi duyanları etrafıma toplamak, Kırım Tatar tarihini öğrenmek ve yazmak, bu tarihi çarpıtanlara karşı makaleler yazmak, halk yaratıcılığı numu­nelerini toplamaktı.

Artık hemen hemen her hususta hemfikir olup, genel bir karara varılmıştı ki, yeni gelenlerden biri söz istedi. Adı Velit Gaziyev idi. Yaşı da toplantıda bulunanlardan bayağı büyüktü. O, yemin metnine de, prog­rama da, nizamnameye de, üye kimlik kartlarına da kesinlikle karşı idi ve bunların hepsini lüzumsuz safsatalık olarak nitelendirdi. O, “gençlik teşkilatını kurmak zaten hepimizi hapse attıracak maceracılıktan başka bir şey değildir” dedi. “Biz ne kadar çok olursak olalım, hepimizi hapse attıracak maceracılıktan başka bir şey değildir” diye bağırdı ve “Bizi bütün halkımız destekler diyorsunuz ama, milyonlarca insanı hapishane­lerde tutabilen hakimiyet, 400 bin kadar Kırım Tatarına da yer bulur. Onlar hiçbirimizi bırakmaz, memleketten sürgün edebilirler de. Böyle yol tutmak olmaz. Bundan da başka, hakimiyet organları bizim bu hareketi­mizi, halkımızın haklarına saldırmak için ve resmî çevrelerde işlenen Kırım Tatarlarının Sovyet hakimiyetine düşman oldukları fikrini onay­latmak için faydalanabilirler. Sonra onlar bu teşkilata, hatta bu teşkilat Sovyetler Birliği Komünist Partisinden komünist olduğu takdirde bile “antisovyet, antikomünist damgası vururlar” dedi.

gayet dar olduğunu da belirttim. Onlar, sohbetimizi nazarı itibare ala­rak, başlangıç olarak bilgimin yeterli olduğunu söyleyerek cesaret verdi­ler.

Kararlaştırılan günde, elimde Kırım Tatar halkı tarihinin esas devir­lerine ait defter ile söylenilen eve gittim.

… Dar bir odada, uzun iskemle üzerinde öğrenci ve işçilerin oluşturduğu 25 kadar kızlı erkekli genç oturuyordu. Ara sıra heyecanlı tartışmalar yapılıyor, bazen Kırım Tatarca bazen Rusça şiirler okunuyordu. Toplanan­lar Kırım Tatarlarının öz Vatanlarına döndürülme meselesini müzakere ediyorlardı. Söz alarak konuşanlar halkımızın durumuna üzülerek “Sadık Leninci” sayılan Hruşçov’a küfürler yağdırıyorlardı.

Bana da söz verdiler ve ben yazıp getirdiklerimi okudum. Evet, övünme sayılsa da, söylemeye mecburum, konuşmam büyük bir memnuniyetle karşılandı Ömrümde, bu zamana kadar hiç kimse beni, böylesine dikkat­le dinlememişti. Beni çok alkışladılar. Toplantıda bulunanların hepsi benim hazırladığımı yazıp almak istediler.

Elbette, resmi edebiyatta, atalarının güyâ barbar, ham ve daima şanlı Ruslara yenildiklerim anlatan yazılan okumaya alışmış bu gençlere, meşhur Rus Çan I. Petro’nun Prut nehri kenarında, Türk ve Tatar askerle­rinden ağır darbe yediği ve hatta esir düştüğü, Kırım Tatarlarının Mosko­va’ya defalarca boyun eğdirdikleri veya Kırım Tatarlarının bundan yaklaşık 500 sene evvel kendi yüksek eğitim kurumları olduğu hakkında “yeni bilgileri” işitmek gayet hoş idi.

Daha sonra Kırım Tatarlarının hakları uğrunda mücadele etmek için Gençlik Teşkilatı kurulması için yapılan bir teklif hemen hemen sabaha kadar müzakere edildi. Aslında bu teşkilatın “hakikaten Leninist” olması ve mücadelenin de Anayasaya uygun şekilde yürütülmesi uygun bu­lundu. Bir süre sonra, yani teşkilat kitlevî bir şekil aldıktan sonra ilgili organlara müracaat etmek ve onu resmîleştirmek için müsaade istemek kararı alındı Buna müsaade alınabilmesine kimse inanmasa da, mesele­nin bu şekil almasına kimse karşı çıkmadı. Diğerleri de benim gibi “ileri­de ne yapmak gerekeceği, işin gidişatında belli olur” diye düşünmüş olmalılar.

Burada kabul ettiğini bildiren gençlerden birine teşkilâtın programını, nizamnamesini ve teşkilâta girecek üyeler için yemin metnini hazırlama görevi verildi.

Görüşmenin sonunda toplananlar, Kırım Tatarları arasında propagan­da işlerini yürütmek için Taşkent şehri ve Taşkent Oblastı rayonlarını paylaştılar. Bana Taşkent yakınlarındaki bir rayon merkezi düştü. Ayrıca çalıştığım iş yerinde ne kadar Kırım Tatarı olduğunu öğrenmek ve imkânı olduğu kadar onların dikkatini millî meselemize çekmek görevim vardı. Meğer burada böyle iki toplantı daha yapılmış.

İki hafta sonra anlaştığımız gibi, bizler yine aynı evde toplandık. Bu sefer yeni gelenler de vardı. Önce şehirlerdeki işyerlerinde ve öğrenci yurtlarındaki Kırım Tatarlarının sayısını belirleme ve onları amacımıza celp etmek için arkadaşların üzerlerine aldıkları görevin edası hakkında verdikleri bilgiler dinlendi. Benim anlatacak şeyim yoktu. Çünkü çalıştığım yerde hiç Kırım Tatarı bulamadım. Aynı yerde sekiz Kırım Tatarının çalıştığını daha sonra öğrendim. Binlerce işçinin çalıştığı bu fabrikada topu topu sekiz Kırım Tatarının çalışmasının sebebi, bu işyerinin askerî olması ve burada uçak üretilmesi idi. Kırım Tatarları ise resmî Sovyet matbuatının söylediğine göre, hainliğe eğilimli, güvenilmez bir halktır. Başka bir zamanda bu sekiz rakamını bana, Özbekistan SSC Bakanlar Kuruluna bağlı KGB Başkan yardımcısı, Kırım Tatarlarına ayırımcılık yapılıyor, onları bir çok işyerine almıyorlar şeklindeki iti­razıma cevap olarak söylemişti. Hem o, bu rakamı hiç bir belgeye bakma­dan irticalen söyledi. Hatta onların hangi görevlerde olduklarını bile hatırladı. Bununla o, ister istemez bazı Kırım Tatarlarına böyle “güven” duyulmuş olsa da onların, “Devlet Güvenlik Komitesi” (KGB)nin sert ve gizli nezareti altında bulundurulduklarını itiraf etmiş oldu. Verilen bilgi­lerden sonra Gençlik Teşkilatının hazırlanmış bulunan programı ve nizam­namesi, yemin metni ve bir arkadaş tarafından hazırlanmış üye kimlik kartı üzerinde tartışma ve görüşme yapıldı.

Teşkilâta “Kırım Tatar Gençlik Birliği” adının verilmesi karar­laştırılmış idi. Bu toplantıda ona “Vatana Dönüş İçin” sözlerinin eklen­mesi kararlaştırıldı. Aklımda kaldığına göre nizamname tamamen S.B.K.P.’nin prensiplerine göre düzenlenmişti. Programında birinci görev olarak Kırım Tatarlarının millî şuurunu ve siyasî faaliyetlerini geliştirmek için geniş çaplı propaganda işlerini yürütme zarureti ortaya konuluyordu. Yakın vakitte Kırım Tatar meselesinin ele alınmasını ve onların öz vatanlarına döndürülmesini talep ederek hükümete mektup yazma, bunun için imza toplama ve Kırım Tatar delegelerini Moskova’ya yollayabilmek için halktan para toplama işini teşkilatlandırmak karar­laştırıldı.

Belirlenen üye kimliğinin üstünde Kırım Yarımadasının şekli ve onun yukarısına Lenin’in sözleri yerleştirildi. Daha sonra bütün bunları kabul ve tasdik için oya koyma kararı verildi. Bazı arkadaşlar program ve nizamnamede değişiklik yapılmasını istediler. Ancak çoğunluk değişiklik yapılmadan kabul edilmesi yönünde oy kullandı. Şahsen ben kendim de program ve nizamnamenin değiştirilmeden kabul edilmesi yönünde oy ver­dim. Ben yalnızca üye kimlik kartının şekline itiraz etmiştim. Ben onun üzerinde Lenin’in sözleri yerine Birleşmiş Milletler Teşkilatı veya insan Hakları Evrensel Beyannamesinin sözlerinin olmasını teklif etmiştim.

Teşkilatta bir kaç bölüm olması göz önüne alınmıştı: ilişkiler bölümü. Maliye bölümü, Tarih bölümü ve hatta görevi teşkilata hain ve provo­katörlerin sızmasını önlemek için özel bir bölüm daha vardı. Ben bu bölüme girmeyi çok istedim. Ancak benim adaylığımı kabul etmediler ve bana Tarih bölümü başkanlığı görevini verdiler. Görevim, tarihe ilgi duyanları etrafıma toplamak, Kırım Tatar tarihini öğrenmek ve yazmak, bu tarihi çarpıtanlara karşı makaleler yazmak, halk yaratıcılığı numu­nelerini toplamaktı.

Artık hemen hemen her hususta hemfikir olup, genel bir karara varılmıştı ki, yeni gelenlerden biri söz istedi. Adı Velit Gaziyev idi. Yaşı da toplantıda bulunanlardan bayağı büyüktü. O, yemin metnine de, prog­rama da, nizamnameye de, üye kimlik kartlarına da kesinlikle karşı idi ve bunların hepsini lüzumsuz safsatalık olarak nitelendirdi. O, “gençlik teşkilatını kurmak zaten hepimizi hapse attıracak maceracılıktan başka bir şey değildir” dedi. “Biz ne kadar çok olursak olalım, hepimizi hapse attıracak maceracılıktan başka bir şey değildir” diye bağırdı ve “Bizi bütün halkımız destekler diyorsunuz ama, milyonlarca insanı hapishane­lerde tutabilen hakimiyet, 400 bin kadar Kırım Tatarına da yer bulur. Onlar hiçbirimizi bırakmaz, memleketten sürgün edebilirler de. Böyle yol tutmak olmaz. Bundan da başka, hakimiyet organları bizim bu hareketi­mizi, halkımızın haklarına saldırmak için ve resmî çevrelerde işlenen Kırım Tatarlarının Sovyet hakimiyetine düşman oldukları fikrini onay­latmak için faydalanabilirler. Sonra onlar bu teşkilata, hatta bu teşkilat Sovyetler Birliği Komünist Partisinden komünist olduğu takdirde bile “antisovyet, antikomünist damgası vururlar” dedi.

— “Siz nerede yaşadığınızı biliyor musunuz? Gökte uçmayınız dostlar, yere basınız!” diye gülmüştü. O bunun yerine somut bir şey teklif etmiyor ve “Peki sence nasıl hareket etmeli?” sorusuna, “düşünmek gerek” diye cevap veriyordu.

Onun konuşması toplantıda bulunanlar arasında fikir ayrılığı doğurdu ve onun tarafını tutan bir kaç kişi daha ortaya çıktı. Onlar Nizamname’yi ve diğer vesikaları şimdilik kabul etmeyelim fikrini öne sürdüler. Bunun­la birlikte Velit, burada yazılmış yazıları, tutanakları derhal yok etme ve ileride hiç bir şekilde tutanak tutulmaması fikrine çoğunluğu razı ede­bildi. Ben şahsen o zaman onu korkak ve vesveseli bir kişi olarak gördüm ve onu bir daha bizim toplantılara çağırmayalım diye düşündüm.

Toplantının sonunda teşkilatın nizamnamesi, programı, yemin metni ve üye kimlik kartının hepsinin şimdilik kabul edilmemiş ve Gençlik Teşkilatı kurulmamış sayılması kararlaştırıldı. İki hafta sonra tekrar toplanmak üzere anlaştık.

Toplantı sabah 8’de bitti. Ben arkadaşlardan birisi ile “kendi” rayonuma gittim. Orada artık çok olmasa da bizim niyetimizi destekleyen 11 kişilik bir grup vardı. Fabrikalarda, Yüksek Öğrenim kurumlarında, rayonlarda ve diğer oblastlarda böyle gruplar teşkil edilmişti.

Taşkent’e iki gün sonra geldim ve kötü haberi duydum. Meğer 8 Nisan’da yani bizim toplantı dağıldıktan sonra, bir kaç saat geçmeden KGB mensupları bir kaç arkadaşımızı tutuklamışlar.

Bunlar Taşkent Traktör fabrikasında usta Marat Ömerov, Taşkent Üniversitesinde Fizik Fakültesi öğrencisi Refat Gocenov, aynı üniversitenin Hukuk Fakültesinde okuyan tek Kırım Tatar Öğrencisi Seyit Amza Umerov, toplantılarımızın yapıldığı evin sahibi şoför Ahmed Asanov idiler.

Onların evlerinin hepsi didik aranmış, çeşitli yazılar, şiirler top­lanmış, Ahmed’in evinde sobanın içinden toplantılarımızın yırtılmış lâkin yakılmamış tutanakları bulunmuş. KGB’de kağıt parçalarının hepsi teker teker yapıştırılmış. Sonradan bunları delil olarak kullandılar.

Arkadaşlarımızın dışarıdan sakin görünmeye çalışsalar da, bayağı şaşkın halde ve heyecanlı idiler. Herkes bunda bir hainin parmağı olduğunu kabul etti. Birisi, arkadaşlarımızın tutuklanmasını protesto eden yazıları şehirde çeşitli yerlere yapıştırmayı teklif etti.

Üç gün sonra KGB binası önünde protesto gösterisi yapma kararına varıldı. Sabah saat 10’da Leningrad sokağında, söz konusu binanın yanında 50’ye yakın kişi toplandık. Biraz fikir alış verişinden sonra on­larla ilk önce “iyilikle” konuşma kararlaştırıldı.

Bizi Özbekistan SSC Bakanlar Kurulu yanındaki KGB Başkanı Gene­ral Naymuşin kabul etti. Kilimlerle döşeli geniş bir odada, yüksek bir koltuk üstünde, etrafı bir çok yanıp sönen lambalar, telefonlar ile çevrili iri gövdeli bir adam çay içiyordu.

Bizler, duvar yanında sırayla dizilmiş sandalyeler üzerine yerleştikten sonra. Generalin bizlere söylediği ilk sözler şunlar oldu;

— Öyle, öyle… Demek siz artık KGB’ye girmeye de korkmuyorsunuz! Ya biz sizleri buradan göndermezsek? Ha., ha… ha…

Bu onun şakası idi.

General ve onun yanındaki daha düşük rütbeli kişiler onun her sözünü onaylıyorlardı. Yalnız uzun bir masa başında oturan Ermeni Yarbay, gene­ralin her sözüne kafa sallayıp bir şeyler katıyordu.

General bizimle son derece kaba konuştu. Bizden kim söz almak isterse kabaca onun sözünü kesti.

— Siz ne diyorsunuz! Ben Çeçenleri de, Kırım Tatarlarını da biliyorum. Onların neden sürgün edildiklerini de biliyorum. Siz orada neler olduğunu biliyor musunuz, orada nereye baksan hainlik olduğunu? Çeçenistan’da bu­lundum, Kırım’da da. Daha hala omuzumda Çeçen kurşunu duruyor. Dok­torlar çıkaramıyorlar. Evet öyledir… -dedi.

Uzun bir zaman bizlerin minnet duygusundan mahrum insanlar olduğumuzu ispat etmeye çalıştı. Çünkü devlet bize “hiç bir şeye bak­maksızın” emek, rahatlık, okuma, sayılma hakkı vermiş, bizler ise min­nettar olup, parti ve devlete sonsuz teşekkür etmek yerine, antisovyet millî toplantılar yaparak haklı olmayan taleplerde bulunuyormuşuz. Kırım’ın, Rusların kendi topraklan olduğunu ve bizim Kırım’a dönme ko­nusundaki talebimizin kesinlikle haklı olmadığını söylüyordu.

O  bizi dinlemiyordu bile. Ben ona Kırım tarihi hakkında basılmakta olan bir çok yayınlarda bizim halkımız için hakaretli sözler yazıldığını ve bunların milletleri birbirlerine karşı kinlendirdiğini söylemeye başladım. Ancak, general beni sert bir şekilde susturup, yerime oturmamı emretti.

Öyleyse, siz de Kırım tarihini okumayınız. O size lazım değil. Genel SSCB tarihini okuyunuz, o sizin için yeterlidir.

Biz hepimiz oraya birbirimize güvenerek hazırlıksız gitmişiz. Genera­lin yukarıdaki “şaka”sı da etkisini göstermedi değil.

Neticede, hep generalin kendisi konuştu. Bizden kim konuşmak isterse başta Ermeni Yarbay onun adını, soyadını, çalıştığı ya da okuduğu yeri ve haklarında çeşitli bilgileri kaydetti. Bu durum tabii ki arkadaşları düşündürüyor ve onları işin sonu nereye varacak acaba gibi bir düşünceye sevkediyordu.

General ise anlamsız sözlerine devam ediyor:

— Biz önemli devlet işleriyle meşgulüz. Bizler düşmanlarla ve yardımcıları ile uğraşıyoruz. Siz ise bu hareketlerinizle onlara yardım ediyorsunuz. Bizim gücümüzü zayıflatıyorsunuz… İsterseniz size, yakala­nan dövizci Yahudilerden alınan şeyleri gösterelim. -Generalin gözleri parladı ve onun işareti ile, bir kaç kişi içleri altın saatler, yüzükler, kıymetli taşlarla dolu 15-20 tane cam kutu getirdiler.

— Bu daha bizim sergi için hazırlanan şeylerin bir kısmıdır.- dedi gülümseyerek.

Taşkent Üniversitesi öğrencilerinden Eskender İbraimov:

— Siz bizi yanlış anladınız general arkadaş. Biz buraya sizin bu aldığınız şeyleri görmeye ve sizin hatıralarınızı dinlemeye gelmedik. Biz buraya tarafınızdan hapse atılan arkadaşlarımızın durumunu öğrenmeye ..

Generalin birden rengi döndü ve ayağa fırlayıp kutuları götürmelerini emretti. Öfkeden kan bürüyen gözlerini bize dikip, bağırmaya başladı;

Biz sizin hepinizi hapsedebilirdik fakat acıdık. Bir kaç yıl önce böyle şeyler için hepinizi kurşuna dizerdik! Sizin bu yaptıklarınız düşmana hizmet etmek. Sizin aranızda bazıları var ki, onlara boşuna acımışız!

Yok, acıdığınızdan değil büyük olaylar çıkmasın diye korkup hap­setmediniz siz bizi, -dedi bizimkilerden biri.

Eğer sizde imkân olsa, Kırım Tatarlarının hepsini hapsederdiniz, sözlerinizden böyle anlaşılıyor,- diye birisi ona destek oldu. Bu galiba Gomer Bayev idi.

Sizin hapsettiğiniz adamlar tıpkı bizler gibi, basit iştirakçilerdir. Ama, siz onları bu işin elebaşları olarak göstermek istiyorsunuz. Bu yanlış bir şey, -diye söze katıldı Eskender.

Bu konuşmalardan sonra general aklı başında bir şey söylemedi. Yalnız konuşa arkadaşları korkutmaya çalıştı. Yarbay konuşanların adlarını, soyadlarını zorla yazıp alıyordu.

Biz oradan öfkeli bir şekilde ayrıldık. Eskender çıkarken “ben burada kendi yazımı bırakmayayım”, diyerek nöbetçinin elinden KGB binasına girerken verdiğimiz listeyi çekip alarak parça parça yırtıp attı. Neye uğradığını şaşıran nöbetçi, bizi uğurlayan subaya bakıp kaldı.

Refat  Gocenov ve Ahmed Asanov hapisle çok kalmadılar. Onları “Suçlayıcı sebep olmadığı” için  serbest bıraktılar.

KGB hapishanesinde kalan Marat ve Seyit Amza’yı Özbekistan S.S.C. Ceza Kanunu’nun 60. ve 61. maddeleri gereği yani antisovyet teşkilatı kurma ve Sovyetlere karşı propaganda ile suçladılar. Bizleri de şahitler olarak sorgulamaya başladılar.

Beni üç gün sonra, öğlen arası bile vermeden, sabahtan akşama kadar sorguya çektiler. Sorgulamayı yüzbaşı Korşunov yaptı. Bazen teğmen Lizovskiy de katıldı.

Toplantılarımızda kimlerin olduğu, neler konuşulduğu, birbirimizle olan yakınlığımız, teşkilatın kurucusunun kim olduğu, Çeçenler ve İnguşlarla ilgimiz olup olmadığı gibi sorular soruluyordu. Bunlar arasında aptalca sorular da oluyordu. Meselâ;

— Dış memleketlerden hangileriyle işbirliği yapmayı planlıyordunuz?

— Silâhı nereden ve nasıl bulacaktınız?

— Ülke yöneticilerinden kimi öldürmeye niyetleniyordunuz?

Ancak benden esas itibariyle Kırım Tatar tarihi hakkındaki konuşmama ilişkin sorular sordular. Onları, benim şu ya da bu tarihî olay hakkında bilgileri nereden aldığım, “millî fikirlerim”in bana kimden geçtiği ve yaşlı nesil Kırım Tatarlarından kimlerle yakınen tanıştığım bilhassa ilgilendirmekteydi. Sorgucu benden yazmış olduğum çalışmamı kime verdiğimi ya da nereye sakladığımı söylememi talep etti.

Bu çalışmam muhtevası onlarca tamamen bilinmekteydi. Zaten bizim toplantılarımızda yapılan bütün konuşmalardan haberdardılar. Bütün bunlar, bizim aramızda cep teybi ile KGB’ye hizmet eden bir hainin mev­cut olduğu sonucunu çıkartmamıza yol açtı. Uzun süre aramızdaki zayıf karakterli bir kızdan şüphelendik. Bu kızın çok geçmeden Komünist Parti- si’ne kabul edilmesi de bu şüphelerimizi pekiştirdi. Onun aleyhinde daha başka bir kaç bilgi de bulunmakla birlikte, elimizde somut bir delil olmadığından bundan sonra onu aramıza katmamakla yetindik.

Sorgucular bir ölçüde bizim onlarla gereğinden fazla konuşmamızdan da yararlandılar. KGB bizim gerçek niyetlerimizi yanlış anlıyor düşüncesiyle, arkadaşlarımız bildikleri her şeyi anlatıp sorgularda ken­dilerinin haklı olduklarını ispatlamaya çalışıyorlardı. Bu arkadaşlara göre, güyâ KGB bizim maksatlarımızın saf ve temiz olduğuna ve taleple­rimizin haklılığına inanıp işini durduracak ve arkadaşlarımızı serbest bırakacaktı. Ne var ki, sorgucular bizim söylediklerimizden yalnızca kendilerinin önceden hazırladıkları suçlamalara esas teşkil edebilecek yerleri arayıp bunlardan istifade etmekteydiler. Meselâ, benim her ne­dense Marat Ömerov’un teşkilatçılık kabiliyetini takdir ettiğim ve onu en şuurlu ve namuslu bir arkadaşımız olarak gördüğüm hakkındaki sözlerimi, sorgucular güyâ benim Marat’ın bizim teşkilatın lideri olduğunu söylediğim şeklinde çarpıttılar.

Şahit olarak sorgulananları birbirlerine çatıştırmak usulü de KGB’ciler tarafından geniş ölçüde kullanılmaktaydı. Yüzbaşı Korşunov’un,

— İşte görüyor musun, Marat sana ahmak dedi ve senin hakkında bir sürü şeyler söyledi, sen ise onu korumaya çalışmaktasın.- diyerek çirkin bir şekilde sırıttığı halen aklımda.

Sorgu esnasında sorgucuların kendilerine hakim olabilmeleri şahitin cevaplarının onları ne ölçüde tatmin ettiğine bağlıydı. Benimle yalnızca özel hayatım hakkında konuştuklarında normal davranmaktaydılar. Bundan başka mevzulara geçildiğinde ise küfür, hakaret ve tehdit başlıyordu. Lâkin, haklarını yemeyelim, el kaldırmadılar.

— Kalk ayağa! Rezil! Seni kodese tıkacağım, milliyetçi!- diye bağırıp duruyordu Korşunov tükürüklerini saçarak.- Şimdi senin oturmak­ta olduğun bu sandalyede Amerika’da ve Almanya’da özel casusluk okul­larında eğitilmiş yüzlerce ajanlar oturdular. Benim elimde onlar bile kedi gibi konuşuyorlardı. Sen ise ağzının sıkılığıyla kendini kahraman gibi göstermek istiyorsun. Ben seni öyle bir şakıtırım ki kendi sesini tanıyamazsın!

Bütün bu şamata ise sadece Seyit Amza’ın  toplantımızda güyâ Kırım Tatarlarının mücadelelerinde “Cezayir usulü”nden faydalanmak gerek­liğini söylediğini hatırlamadığım için kopmaktaydı.

Ancak beni her şeyden ziyade ezen şey sorgu süresindeki can sıkıntısıydı. Sorgucu her hangi bir soru ya da bir seferde bir kaç soru birden soruyor, verilen cevapları dinliyor ve yazmaya başlıyordu. En azından yarım saat, bazen de iki-üç saat yazıyordu. Daha sonra kendi yazdıklarını imza etmesi için “şahit” e verirdi. Ama onun yazdıklarıyla söylenilen şeyler arasında dağlar kadar fark olurdu, yani protokolde şahidin söylemediği şeyler doluydu. Eğer şahit yazılmış olan protokolün yanlış olduğunu söyleyerek imzalamayı reddederse, düzeltmek veya ta­mamen çıkarmak gereken yerlerini gösterip bunu talep edersek, sorgucu derhal bağırıyor, küfrediyor ve adeti üzere Özbekistan S.S.C. Ceza Kanunu’nun 161. ve 162. maddelerine dayanarak şahitlik malûmatlarım vermeyi reddetmek ve kimden yalan malûmat vermek suçuyla cezalandıracağını söyleyerek korkutmaya çalışıyordu. Eğer bu da fayda etmez­se, sorgucu yeniden masa başına geçerek hakaret dolu sözler mırıldana- mırıldana protokolünü yeni baştan yazmaya başlardı. Ama yapılan itiraz­ların hepsini dikkate almazdı. Protokolü defalarca baştan yazıyor, lâkin daima kendisine gereken fikirleri tıkıştırmaya çalışıyordu.

Nihayet şahit sonunda içinden “İşte, hayvan herif, al başına çal!” diyerek ne verilirse verilsin, hatta içinde ona karşı yalan ve iftira olsa bile imzalamaya hazır olurdu.

Sorgulamanın ikinci günü akşam saat 10’da ben Korşunov’a,

— Anlıyor musunuz, şehirde son yemekhane saat 11’de kapanıyor. Eğer beni eve göndermeyecekseniz, bırakın birşeyler yiyeyim. Ben sizler gibi öğlen yemeği yemedim daha,- dedim.

— Hemen şimdi, buna imza at da git,- diye Korşunov bana 20 sayfalık bir protokol uzattı.

Ben protokolü okudum ve ona “imza atamam, çünkü ben böyle şeyler söylemedim” dedim ve ona nasıl yanlış şeylerin katıldığın gösterdim.

— Ne var be! Alçak! Sana akşam yemeği yok! Ben bunu tekrar yazana kadar bekleyeceksin, -diye bağırdı ve Korşunov yine kalemine sarıldı.

Tabii ki, onun yeniden yazdığı sayfaları da imzalamadım. Çünkü hiç birşeyi değiştirmemişti. Oradan gece ikide çıkabildim. Sokakta hiç bir araba bulunmadığından kaldığım yere yayan gitmem gerekti.

Sorgunun son günü benimle çok nazik bir şekilde konuştular. “Siz” diye konuşarak, “Bu milliyetçilere genç ve toy olduğun için katılmışsınız”, diye beni kandırmak istediler. Hatırladığım kadarı ile Korşunov şöyle demişti;

— Eğer siz 18’inde olmayıp yaşınız daha büyük olsa idi, onlara katılmazdınız. Gördüğüm kadarıyla siz bilgili bir gençsiniz. Sizin onlarla bir işiniz olamaz. Onlar zamanında yok edilmeyen halk düşmanlarının nesilleridir. Örnek olarak Amza’yı alalım. Onları da bu işlere alet eden­ler var ki, böyleleri yüzünden sizleri sürgün etmişlerdir. Elbette siz bunları bilmiyordunuz. Olan oldu artık! Sorgu sırasında belki biraz öfkeli dav­ranmış olabilirim, bağışlayınız. İşimiz böyle! Gidin kendi hayatınızı kurun, üniversiteye girin Size bu konuda zorluk çıkarmayız, belki yardım da ederiz. Bazı şeylerde sizden yardım isteriz. İnanıyorum ki, biz daha çok görüşürüz, ama dost olarak. Bizimle işbirliği yaparsanız, kendi halkınıza faydalı olabilirsiniz. Bize hizmet edenleriniz ne kadar çok olursa, sizin halkınıza güven o kadar çok olur…

Kısacası, o beni kendilerine hizmet etmeye, yani hainliğe sevk etmek­teydi.

Ben ona, nazik sözlerini kadınlara saklamasını tavsiye ettim, ileride “dost olarak” görüşmeye gelince, bu mümkündür fakat bunun için arka­daşlarımızın serbest bırakılması ve kendisinin de bu idareyi bırakıp, nor­mal emeğe, yani hiç değilse bir tamirhanede çalışmaya başlamasının şart olduğunu söyledim.

Birbirimize öfkeli bakışlarla bakarak ayrıldık.

Bu sorgulamadan sonra bazı arkadaşlarımız okullarından, bazıları da çalıştıkları işlerinden çıkarıldılar.

Bizim toplantılarımızda şiir okuyan Kubedinov Seyran Tıp Fakültesinden atıldı. (Sonradan o, hiç sebepsiz, Pobeda sayfiyesinde boğuldu).

Taşkent Üniversitesinden Eskender İbraimov atıldı. Tabii ki onu direk Olarak üniversiteden atamayacaklardı, Bunun için, okul öğrencilerini top­layıp (içlerinde Lizovskiyin de bulunduğu) üç KGB mensubunun, üniversite idarecilerinin katılımıyla toplantı düzenleyerek, gündemde Eskender’in “ahlâkî meselesi” yani onun “antisovyet milliyetçi hareketler”de bulun­ması hakkında konu hazırlandı. O, toplantıya dışarıdan hiç kimse alınmadı. Ben onun bir grup dostları ile birlikte koridorda, kapı arkasında durup dinledim.

Önce KGB’nin temsilcisi konuşma yaparak, oradakilere bizim top­lantılarımızı sanki haydutların ve Sovyet hakimi düşmanlarının hare­keti gibi anlattı. Güyâ “orada silahlı mücadele” hakkında da konuşmalar olmuş. Sonra Komsomol “Önderleri” ve hazırlanan bir kaç öğrenci çıkıp Eskender’i “rezil” ettiler. Eskender’e de söz verdiler. O bizim toplantılarımıza karşı yapılan saldırıları esaslı bir şekilde savunarak geri çevirdi ve kısaca halkımızın şu günkü durumunu anlattı. Sonra yine KGB  temsilcisi konuştu ve Eskender’in düzeleceğine olan ümitlerinin ta­mamen kesildiğini söyleyerek, o, yaptıkları için değil af dilemek, “Şu cinai hareketler”i korumak yüzsüzlüğünü gösteriyor, Sovyet hayatını karalıyor, dedi.

Öğrenciler bu konuşmaları sessizce dinlediler. Sıra Eskender’in Üniversite’den atılması teklifine gelince, bir çoğu karşı oy kullandılar. Es- kenderin Üniversiteden “demokratik” yolla atılması teşebbüsü çok tut­madı Lakin Üniversite yönetimi ona karşı öyle zorluklar çıkardılar ki, kendisi okulu bırakmaya mecbur oldu O zaman o, Fizik-Matematik

Fakültesinin dördüncü sınıfındaydı.

Beni ise işten attılar. Müdür muavini Hakimov, beni sorgulama bittik­ten iki gün sonra odasına çağırarak;

— İsterseniz, işten kendi isteğimle ayrılıyorum diye dilekçe yazınız, aksi halde sizi kötü bir sebeple işten atarız,- dedi.

— Ya nasıl sebepten?- diye sordum.

— Meselâ, çalışırken içki içtiğiniz veya fabrika mahsülünü çaldığınız için.

— Benim bayramda bile içmek gibi bir adetim yok. Sizin uçaklarınızı da çalacak değilim!

— Zararı yok uydururuz- dedi o utanmadan.

Neticede, ister-istemez fabrikadan kendi isteğimle ayrıldım, diye dilekçe vermek zorunda kaldım.

10 Ağustos 1962 yılında Marat Ömerov ve Seyit Amza Umerov’u “Kırım Tatar Gençlik Birliği” denen antisovyet teşkilatı kurmak ve orta önderlik yaparak, sovyetlere karşı propaganda ve teşvikatçılık yapma suçlamasıyla mahkeme başladı.

Marat teşkilatın programını, nizamnamesini ve yemin metnini yazıp hazırlamakla suçlanıyordu. Aynı zamanda ona, 1957 senesinde bir top­lantıda yaptığı konuşmada milliyetçi fikirlerini ortaya attığı da hatırlatıldı.

Seyit Amza teşkilatın yöneticilerinden biri olarak, hem de top­lantılarda antisovyet şiirler okumakla suçlandı. Ona da eski “günahlarını” hatırlattılar. Meğerse o daha ordu saflarındayken, onun üzerinde milliyetçi şiirler bulmuşlar. O şiir tam olarak hatırımda değil. Ama sorgulayıcının bana, o şiirde milliyetçilik ruhu olduğunu yani anti­sovyet şiir olduğunu isbat etmesi tam aklımda: “Genç Tatar atını Uçansu Şelalesinden aşırdığı zaman”. Yani şiirde öyle bir günün geleceğine olan inanç belirtiliyordu.

Uçansu, bu elbette Kırım’daki Uçansu’nun adı. Madem ki Amza Kırım Tatarlarının Kırım’a döneceklerini göz önünde bulunduruyor, öyleyse bun­dan daha alâ milliyetçilik propagandası olur muymuş?.. O bu sözlerle “Yeni yerinde kök salmış halkı kışkırtıyor”muş!

Bu muhakeme Özbekistan S.S.C. Yüksek Mahkemesinde yapıldı. Mu­hakeme kapalı yapıldı. Beni mahkemeye şahit sıfatı ile çağırdılar.

“Şahitler “in her biri mahkeme salonuna girdiklerinde savcının ve mahkeme heyetinin kesin uyarılarına kulak asmadan yargılananlarla Kırım Tatarca selâmlaştı ve Marat’ın doğum gününü kutladılar (Marat o gün 25 yaşını doldurmuştu ve Seyit Amza’dan iki yaş büyüktü). “Şahit”lerin hepsi “Biz her işte birlikteydik ve bunun için burada biz şahitler değil, işbirlikçileriz”, dediler.

— Bunun için onlar cinayetçi iseler, ben de cinayetçiyim ve benim ye­rimde onların yanıdır.- dedi işçi Remzi Yusupov.

Bizim böyle pozisyonumuzu avukatlar çok beğendiler. Çünkü onların muhakeme edilenleri savunmaları şuna dayanıyordu ki, bir çok kişi suçlu da, neden iki kişi yargılanıyor? Avukatlar Özbekistan’daki avukatların en iyileriydiler. B.A. Zolotuhin, C.B. Kallistratova, D.İ. Kaminskaya.

Mahkeme dört gün sürdü.

— Hüküm kararıyla siz bizim öz vatanımız Kırım’a olan sevgimizi yok edemezsiniz! dedi Marat son sözünde mahkeme heyetine.

Özbekistan S.S.C. Yüksek Mahkemesi Marat Ömerov’u dört yıla, Seyit Amza Umerov’u üç yıla mahkum etti.

Mahkemenin son günü onları götürürlerken, kızlar arkadaşlarımızın ayaklarına çiçekler attılar. KGB mensupları böyle “cinaî” hareketlerin­den dolayı kızların resimlerini çekiyorlardı.

Bu konuda benim hatırlayabildiklerim bu kadar. Tabiî, eğer ben o za­manlar yazdığım günlük yazılarımdan faydalanabilseydim, yazacağım daha çok şey olabilirdi. Lâkin 1966 senesinde hapse atıldığımda, KGB mensuplarından önce evime gelen arkadaşlarım, alel-acele bütün yazılarımı toplayıp saklamışlar. Bir buçuk yıl sonra serbest bırakıldığımda da arkadaşlarım hapse atılmışlardı. Bu sebeple yazılarımdan yakın bir zamanda faydalanamam. Siz hangi hadiseleri merak ediyorsanız, bana yazınız. Bir şeyler yazmaya çalışırım.

Anne-Babamın yaşadıkları adrese benim adıma yazınız;

Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Sîr-i Derya Vilayeti, Gülistan şehri, Oktyabr sokağı 14, Cemilev Mustafa.

R. Marat’ı ve Seyit amza’yı Mordovya’daki Potma istasyonuna yakın kamplardan birinde, sonradan Sinyavskiy ve Daniel’in de bulunduğu kampta tuttular. Cezalarını tamamladıktan sonra serbest bırakıldılar. Seyit Amza’nın sağlığı pek zarar görmedi, fakat saçları bembeyaz oldu. Marat ise mide ülserine yakalandı.

Bu olaylara katılanlar yaşamlarına değişik yollarda devam ettiler. Onların bir çoğu 1964’de güçlenmeye başlayan millî harekette faal olarak çalıştılar ve hala çalışıyorlar. Onlardan 1941 doğumlu Mühendis Enver Abdülgaziyev şimdi hapiste. O, 21 Nisan 1968’de Çırçık şehrinde meyda­na gelen ve sizin de bildiğiniz olaylardan sonra “Kitle olarak nizamı bozma”yı teşkil edenlerden biri olarak Sovyet toplumunu ve devlet kuru­mu nu karalayan yalan fikirleri ve belgeleri dağıtmakla suçlanıp, bir buçuk yıla mahkum edildi.

Gömer Bayev, 1938 doğumlu, Makine Mühendisi. 29 Ağustos 1968 sene­sinde Akmescit’de tutuklandı. Onu antisovyet propaganda yapmak ve teşvik etmekle suçlayıp, Ukrayna S.S.C. Ceza Kanunu’nun 62. maddesi gereği hakkında soruşturma yapılmakta. O, Taşkent Sulama Mühendisliği Fakültesini bitirdi ki, 1966 senesinde beni bu Fakülteden atmışlardı. Ben onu çok iyi tanırım. O, bizim aramızda en güvenilir marksistlerdendi. İzzet Hayrov (İzzet Hayriy) 1938 doğumlu. Fizik Mühendisi.

13 Eylül 1968 senesinde Taşkent’te tutuklandı. Onu sovyet kurumunu kara­layan belgeler hazırlamakla suçladılar. Nasıl belgelerden söz edildiğini sizin anlamanız gerek. Bunlar halk tarafından Kırım Tatarlarının öz va­tanları Kırım’a dönmeleri ve millî hak ve hukukların geri verilmesini talep eden yazılı müracaatlar, dilekçeler ve protestolardı. Ayrıca mem­lekette demokratik hareketin belgeleri ve Akademi Üyesi A. Saharov’un risalesi vardı.

Bu arkadaşların mahkemeleri yakın bir zamanda bekleniyor.

Gömer Bayev’i savunmak için biz avukat D.İ. Kaminskaya’yı iste­miştik. Lâkin bizim mahkeme sistemimiz buna galiba izin vermez, çünkü sizin de bildiğiniz gibi, ona maledilen madde gereği suçlanan kişiyi sa­vunmak için KGB organları tarafından verilen özel izin kağıdı isteniyor.

İzzet Hayriy hapse atıldığı zaman o, “bana avukat tutmayın, ben ken­dimi savunurum”, dedi.

 —

[*]   Kırım Tatar Türkçesinden Türkiye Türkçesine aynen aktararak neşrettiğimiz Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun, II. Dünya Savaşı’nın önde gelen generallerinden biri olan Pyotr Grigoryeviç Grigorenko’ya yazdığı bu mektup Akmescit’de Kırım Tatar Türkçesinde yayınlanan Yıldız dergisinin 1992 yılı 3. sayısında yayınlanmıştır. (EMEL)

TAVSİYELER

Fotoğraf Sergisi ve Konferans: “DAİMA BEKLEYECEĞİM, BALAM!”

18 Mayıs 1944 Kırım Sürgününün 80. Kırım’ın Rusya tarafından işgalinin 10 yılında, sizleri Kırım’da tutuklanıp …