“KURT TÜYÜNÜ DEĞİŞTİRİR, HUYUNU DEĞİŞTİRMEZ”
M. ÜLKÜSAL
Uzun tecrübelere dayanılarak söylenen Atasözlerimiz veciz şekilde gerçekleri ifade ederler. Bunların arasında, bu yazımıza başlık olarak aldığımız Atasözümüz Rus devlet siyasetinin karakterini gayet doğru olarak anlatmaktadır.
Asırlardan beri Rusya’ya komşu olan milletler, Rus devletinin siyasî karakterini ve taktiğini çok iyi tanırlar. Meselâ Polonyalılar, Finlandiyalılar, Rumenler, Litvanya, Letonya ve Estonyalılar… Ama, bunların hiçbirisi Türkler kadar iyi tanımazlar ve bilmezler. Çünkü Türkler Ruslarla 9. yüzyıldan yâni bin yıldan fazla bir zamandan beri komşu yaşamışlar, alış veriş yapmışlar, savaşmışlardır. Rusları esir alarak köle ve câriye gibi kullanmışlardır. Ruslar aslında hilekâr, ikiyüzlü, yalancı ve nankör karakterlidirler. Vefasız ve sinsidirler. Dost görünerek beklenmeyen bir anda arkadan vururlar. Bu karakter bilhassa devlet idarecilerinin davranış ve tutumlarında görülür. Tarihlerinde yaptıkları antlaşmalara riayet etmeyip bozmakta birinci sırada yer almışlar ve almaktadırlar.
Kazan Türk-Tatarlarında “Rus’la dost olsan, baltan her zaman yanında bulunsun” diyen bir atasözü, vardır. Kazanlılar Rusya’nın ilk istilasına uğrayan bahtsız insanlardır. O’nun çok insafsız, acımasız, vahşiyane zulümlerinin acılarını çekmişlerdir.
1552’de istilâ ve imha ettiği Kazan Hanlığı’ndan sonra Rusya, takip eden yüzyıllar içinde, Astrahan’ı, Sibirya hanlıklarını, Kırım, Kafkasya, Orta Asya Türk hanlıklarını birer birer, arka arkaya istila ve imha etmiştir.
Bunlara da her çeşit baskıyı, zulmü, imhayı reva görmüş ve tatbik etmiştir.
Böylece geniş, zengin milyonlarca kilometre kare Türk ülkelerini eline geçirmiş, milyonlarca Türk insanını esir etmiştir. Osmanlı Türklerini de esir ve yurtlarını istila etmek için 200 yıl çalışmış, savaşmış, fakat — Tanrıya şükür — başaramamıştır. Osmanlı Türkleri, Ruslarla yaptıkları 28 kadar büyük ve küçük savaşta milyonlarca evladını kaybetmiştir. Türkler başka hiçbir milletle bu kadar savaşmak mecburiyetinde kalmamışlardır. Bu yüzden her Türk ailesinin ruhunda Rusya’ya karşı bir hınç ve güvensizlik tohumu yatmaktadır. O’nun dostluğuna ve iyi niyetine inanmamakta ve dâima şüphe ile bakmaktadır.
Rusya, küçük hanlıklara bölünmüş, aralarında birlik ve dayanışma sağlayamamış olan Türk ülkelerini bu zaaflarından ve hattâ birbirlerine karşı olan soğukluk ve düşmanlıktan yararlanarak ve bazılarına yardım ve himayesini vaat ederek kolayca istilâ etmiştir. Ve bir daha buralardan çıkmamış, hepsini Rus Çarlığı’na katmıştır. Rusya’nın istilâsı diğer sömürgeci emperyalistlerin işgalinden çok farklıdır. Onlar, uzak ve az oldukları için, ülkeleri kendi insanları ile iskân etmek için değil, ancak zenginliklerinden ve halklarından yararlanmak için işgal etmişlerdir.
Zamanla, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra olduğu gibi, o ülkeleri kendi halklarına bırakıp gitmişlerdir; gitmek mecburiyetinde bırakılmışlardır. Ama Rusya kendisine komşu olan memleketleri istilâ ettikten sonra toprağını ve insanını sömürmekle yetinip kalmamakta, Ruslarla iskân ederek Ruslaştırmaktadır. Yerli halkları asimilasyon yoluyla yavaş yavaş eritmektedir. Parçalamak, sürmek, dağıtmak suretiyle yoğunluklarını kırmaktadır.
Çarlık 1917 ihtilâli ile yıkıldı; iktidara Bolşevikler geldi: Her millete kendi mukadderatını kendisi tâyin etme hakkı tanıdığını ilân, etti. Rus olmayan milletler arasında Türkler de kendi yurtlarında istiklâllerini ilân ettiler; cumhuriyetlerini kurdular. Fakat Bolşevikler, toparlanıp kuvvetlenince, bu vaatlerinin bir yalandan, bir aldatmadan başka bir şey olmadığını meydana vurdular. Bütün millî cumhuriyetleri ortadan kaldırdılar. Yerlerine komünist usulü ve doktrinine göre — sözde muhtar ve müstakil — Sovyet cumhuriyetleri kurdular. Ama bunların hiçbirisi ne muhtar veya müstakildir ne de kendi mukadderatını kendisi tâyin etme hakkını hâizdir; Her şey yalandan ve sahtekârlıktan ibarettir. Rusya yalnız rengini ve adını değiştirmiştir: Beyaz kızıl, Çarlık Sovyet olmuştur. Çarlık imparatorluğu yerine Komünistlik İmparatorluğu oturmuştur. Fakat Sovyet Rus imparatorluğu Çarlık imparatorluğuna kıyasla daha zâlim, daha cüretli, daha istilâcı olmaktadır. Ne hukuk ve adalet tanımakta ne antlaşma ve sözleşmeye saygı göstermektedir. Yalandan, iftiradan, ikiyüzlülükten hiç çekinmemekte ve utanmamaktadır.
1939’da Finlandiya’ya saldırırken çağrıldığını söyledi. 1956’da komünist zulüm ve istibdadından kurtulmak için ayaklanan Macaristan vatanseverlerini tanklarıyla ezerken, Macar hükümetinin çağrısı üzerine geldiğini bildirdi. 1968’de Çekoslovak sosyalistlerinin ılımlı bir idare oluşturmak istediklerini görünce, kapitalist devletlerin kışkırtmalarına alet olanlara karşı komünist rejimi müdafaanın bir vazife ve mecburiyet olduğunu ileri sürerek Çekoslovakya’yı havadan ve karadan istilâ etti, haklı
ve meşru istekte bulunanları kan ve ateşle susturdu.
Bütün bu saldırılar, istilâlar ve toplu öldürmeler karşısında medenî ve demokrat dünya ne yaptı? Birkaç kınama konuşması, protesto gösterisi.
Yâni lâf ve yaygara…
Bu çekingenlik ve nemelazımcılıktan cesaret ve cüret kazanan Sovyet idarecileri, komünizmi sevmeyen ve hattâ düşman gören komşu memleketlere evvelâ sızma ve sonra istilâ planları hazırlayıp uygulamaya girişti. Bu plânın temeli şuna dayanır:
Halkı bölmek, birbirine zıt ve düşman hale getirmek; rejime ve devlete karşı saygı ve güveni sarsmak; zamanı geldiğinde bir darbe ile iktidarı ele geçirmek ve komünizmi ilân ve tatbik etmek. Bu hedeflerine ulaşmak için şu metodu uygularlar:
a — Sosyal ve ekonomik eşitsizlikten, bozukluktan, pahalılık ve enflasyondan yararlanmak;
b — Etnik ayrılıkları, mezhep farklarını, siyasî anlaşmazlıkları körüklemek;
c — Fakirleri zenginlere, işçileri işverenlere, cahilleri okumuşlara, mutaassıpları lâiklere, gençleri muhafazakârlara karşı kışkırtıp düşman hale getirmek;
ç — Millî örf ve âdetleri, ahlâk ve terbiyeyi bozup insanları kozmopolitleştirmek;
d — Millî kültürü yozlaştırıp millî duygu ve şuuru sarsmak, millî tarihe ve millete hizmet edenlere olan saygı ve bağlılığı gevşetmek;
e — Milliyetçilik şuurunu insanlık ve insancıllık duygusuna aykırı gösterip enternasyonalciliği fazilet (!) ve büyüklük olarak tanıtmak;
f — Dinî duyguları ve inançları ilkellik saymak, dinleri insanları uyuşturmak için kullanılan birer afyon telâkki etmek;
g — Hayatı ve buna bağlı unsurları maddeden ibaret sayarak materyalizm felsefesini kabul ettirmek ve bu düşünceleri yaymak;
ğ — Kişileri insan toplulukları içinde birer alet gibi kullanıp otoriter bir iktidar altında şahsî hürriyetlerden mahrum ve başı eğik olarak yaşamaya mecbur ve mahkûm tutmak…
Bu akıl ve mantık dışı, uygulanması imkânsız kuralları kapsayan komünizm doktrinini yaymak ve propaganda ettirmek için el atmak istediği memlekette para, mevki, şöhret, şehvet gibi hırsları’ olanları, zayıf karakterli manyak ve psikopatları bulup kullanmasını çok iyi becerirler. Bu hususta bol para harcamaktan kaçınmazlar; her vasıtayı verirler ve her şeyden yararlanırlar. Gözlerine kestirdikleri tatbikatçıları yanlarına ve teşkilatlarına alıp yetiştirirler; bunlar vasıtasıyla içerde örgütlerini ve bunların çeşitli kollarını ve yuvalarını kurarlar ve faaliyete geçirirler.
Sovyet idarecileri plânlarına aldıkları memleketlerin yakınlık, kültür, etnik, mezhep, ekonomik, sosyal, coğrafî, askerî ve tarihî durumlarını ve siyasî davranış ve hareketlerini göz önünde tutarak en uygun metotlarını tatbik ederler. Tatbikat sırasında dost ve düşman devletlerin ve ittifaklarının, birliklerinin siyasî, sosyal ve özellikle askerî ve silah durumlarını iyi hesaplarlar; gösterecekleri tepkileri, müdahaleleri ve imkânları iyi ölçer ve biçerler. Böylece hazırlandıktan sonra zuhur eden fırsatı kaçırmadan hemen harekete geçerler.
Sovyet Rus emperyalistleri de Çarlık emperyalistleri gibi Rusya’dan daha yüksek medeniyet ve teknoloji seviyesinde olduklarını bildikleri ve uzun zaman esaretlerinde tutup Ruslaştıramayacaklarına kanaat getirdikleri Batı Avrupa ülkelerini istilâya girişmekten vazgeçmiş ve istila hareketini Doğuya yöneltmişlerdir. Bu bölgelerde yaşayan halkların hem durumları her bakımdan istilâya müsaittir, hem de memleketlerinden zengin kaynaklara giden yollar geçmektedir; ılık denizlere, okyanuslara geçitler vermektedirler. Bu maksatla İran’da bugünkü durumu hazırlamışlardır. Hem öyle bir hazırladılar ki, Amerika Birleşik Devletleri Tahran’da rehine alınan 50 Amerikalının hayatını tehlikeye sokmamak için eli kolu bağlı durmak zaruretinde kalıyor. Amerika bu sıkışık durumda iken Afganistan’da hazırladıkları dramı sahneye koyuyorlar. Kendilerinin besleyip avının peşine saldıkları zağarları öldürtüp en korkunç kurt köpeğini, en usta avcılarını mükemmel surette silahlandırıp göndermekte hiç tereddüt etmiyorlar.
Moskova, Humeyni’nin bu keşmekeşten çıkamayacağını ve bir gün nasıl olsa anarşinin ve terörün kurbanı olacağını biliyor, İran’ın
parçalanacağını, etnik grupların ayrılacağını, Amerika’nın ve Batılıların kendi aralarındaki rekabetleri yüzünden anlaşamayacaklarını kestiriyor, işte o anda İran’ı istilâya girişecektir.
Afganistan’ın istilâ işi, maalesef zavallı Müslüman gerillaların kahramanca ve cansiperane direnişleri, vuruşmaları ve beş bin kadar kurban vermelerine rağmen tamamlanmıştır; kuzey ayısı başını ön ayaklarının arasına ve kulağını yere koyup etrafı dinlemeye ve bir tehlike belirmediğini seyre dalmıştır. Dindaş, demokrat ve bağlantısız devletlerin durumlarına alaylı bir tarzda gülümsemektedir. Devletlerin bu faciadan gerekli dersi almaları ve sonucu çıkarmaları lâzımdır.
Rusların Afganistan’ı terk etmeyecekleri ve Brejnev doktrinine göre en küçük bir karşı hareketi şiddetle bastıracakları muhakkaktır.
Carter, Pakistan’ın yetkili devlet adamları ile görüşüp Pakistan’a yapacağı ekonomik ve askerî yardımları görüşmüştür. ABD eski Dışişleri Bakanı H. Kissinger, bu yardımların yetmeyeceğini, ABD’nin Pakistan’da birkaç üs edinmesi ve buralardan fiilen müdafaa ve müdahalede bulunması gerektiğini ileri sürmüştür.
ABD Savunma Bakanı, Komünist Çin Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı ile Sovyetlerin yayılma ve istilâ saldırılarını durdurma hususunda uzun görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştır. Dışişleri bakan yardımcılarından birisi Tokyo’ya gidip Japonya’nın Sovyetlere karşı daha faal ve etkin bir durum takınmasını istemiştir.
Dünya devlet ve milletlerinin büyük çoğunluğu Sovyet Rus İmparatorluğu’nun son Afganistan istilâsını nefret ve lanetle karşılamıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda İran’a ve Sovyetler Birliği’ne karşı alınan ekonomik kısıntı tedbirlerini de onaylamıştır. Fakat bunların hepsi sözlerden ibaret kalan kararlardır. Sovyet emperyalistlerini, başardıkları işgal ve istiladan vazgeçirtecek, hazırladıkları plânlardan caydırtacak fiilî kuvvet ve tatbikattan mahrumdur.
Moskova, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınmak istenen ekonomik ambargoyu veto ederek önlemiştir. Genel kurulunda alınan kararı ise, İran’a her türlü ekonomik ve hattâ askerî yardımı yapacağını beyan etmek suretiyle neticesiz bırakacağını açıklamıştır. Böylece, bir taraftan İran’a iyi komşuluk ve yakınlık gösterisinde bulunurken, diğer yandan alınan bütün kararlar karşısında fazla etkilenmiş görünmemeye çalışmaktadır.
Bununla beraber, dünya durumunun kritik olduğunu, insanlığın barışa değil, savaşa sürüklendiğini söylemek mümkündür.
Rusya eskiden beri büyük bir Kuzey ayısı olarak tasvir edilir. Bu, görünüşü bakımından O’na çok uygundur. Ama davranışı itibariyle O’na en münasip tâbir “Kurt tuğunu değiştirir, huyunu değiştirmez” sözüdür.
Türk’ün “Huy canın altındadır, can çıkmayınca huy çıkmaz.” atasözü de akıldan çıkarılmamalıdır. Bunun icâbına bakılmalıdır.