Doç. Dr. Hakan KIRIMLI.
Muhaceretteki Kırım Tatar millî hareketi içindeki rolü itibarıyla Müstecib Ülküsal hiç şüphesiz ki Kırım Tatar diasporasından yetişen en önemli ve ilgi çekici şahsiyetlerin başında yer alır. Onun bir asra yaklaşan yoğun ömrünün 75 yılı aşkın bir dönemi tamamıyla Kırım Tatar millî davasına adanmıştır. Kırım Tatar diasporasının iki temel ülkesi olan Türkiye’deki ve Romanya’daki Kırım Tatarları arasındaki millî-kültürel hareketlerin büyük bir bölümünde Müstecib Ülküsal’ın merkezî ve öncü bir rol oynadığı görülür.
1920’li ve özellikle de 1930’lu yıllarda Romanya’daki Kırım Tatarları arasında yeniden bir Kırım Tatar şuurunun ve millî hareketinin doğuşu öncelikle (o zamanki adıyla) Müstecib Hacı Fazıl ile bağlıdır. Romanya’da sâkin Kırım Tatar toplumu, özellikle XIX. yüzyıl boyunca süren göçlerle Kırım’dan Romanya’ya yerleşmiş ve gelenek, şive, sosyal hatıra ve diğer kültürel hususiyetlerinin çoğunu muhafaza etmekle birlikte, cemaatin tamamına şâmil millî mensubiyet itibarıyla Kırım’dan uzaklaşmaya ve kendilerini “Romanya Müslümanları” yahut “Romanya (veya Dobruca) Tatarları” olarak adlandırmaya başlamıştı. İşte Romanya’daki bu Kırım Tatar muhacir cemaatinin kendisini yeniden “Kırım Tatarı” olarak tanımlamaya başlamasında ve yalnız tarihî-kültürel olarak değil, hattâ siyasî açılardan da Kırım’ı aslî vatanı şeklinde telâkki etmesinde başını Müstecib Hacı Fazıl’ın çektiği Emel hareketinin büyük rolü vardır.
Her ne kadar Romanya’daki Kırım Tatarları arasında Kırım’ın yeniden vatan manâsında gündeme getirilmesi 1910’larda tanınmış şair Mehmed Niyazi ile başlamış ise de, bu hususta teşkilatlı çalışmaların nüvesi ancak 1920’lerin sonlarında Müstecib Hacı Fazıl ve arkadaşları tarafından atılmıştır. 1930 yılında Müstecib Hacı Fazıl ve on bir arkadaşı tarafından kurulan Emel Mecmuası gerçek bir dönüm noktasını teşkil eder. Mecmua başlangıçta daha ziyade Romanya’daki genel Türk/Müslüman cemaatin ilgi ve meselelerine yönelik olarak çıktığı intibaını vermekle birlikte, nâşirlerinin o dönemde muhacerette bulunan Kırım Tatar Millî Kurultayı Hükûmeti’nin sâbık Harbiye ve Hariciye Müdürü (Bakanı) Cafer Seydahmet [Kırımer] ile irtibata geçmeleri Emel Mecmuası’nın istikametinin münhasıran Kırım Tatar millî davasına hasredilmesine yol açtı. Derginin sonuna kadar izleyeceği bu çizginin ilk işareti 5. sayıda derc olunan Cafer Seydahmet’in mesajında ortaya konmuş, 14. sayıdan itibaren de kendisini “Kırım Kurtuluş Davasının Organı” ilân etmiştir. Gerçekten de artık, Emel Mecmuası mahallî bir Müslüman azınlığın dergisi olmaktan çıkarak Kırım Tatar diasporasının tamamına şâmil bir millî basın organı durumuna geldi.
Esasen, uzun bir süredir sesi çıkmıyor görünen muhaceretteki Kırım Tatar siyasetçileri ve aktivistleri Emel Mecmuası ile davalarını dile getirebilecekleri bir platforma kavuşmuş oldular. Bu, özellikle muhaceretteki Kırım Tatar siyasetçilerinin en tanınmışı ve Kırım Tatar Millî Kurultayı kapatılmadan evvel Kurultay’ı dış ülkelerde temsil etmekle görevlendirilmiş olan Cafer Seydahmet açısından geçerliydi. Kırım Tatar diasporasının her bakımdan en önemli merkezi Türkiye olmakla birlikte, o dönemde Cafer Seydahmet’in Türkiye’de arzu ettiği ölçüde faaliyet gösterebilmesi mümkün değildi. Bir kere, Türkiye’de büyük sayıda Kırım Tatar muhaciri yaşamakla birlikte 1930’lara doğru kayda değer bir Kırım Tatar teşkilatının var olduğuna dair hiç bir işaret mevcut değildir. Zaten, en azından legal plâtformda, bunun mevcut olabilmesi de imkân haricindeydi. O dönemin Türkiye Hükûmeti’nin politikasının bir parçası olarak Sovyetler Birliği sınırları dahilinde kalan Türk halklarının muhaceretteki temsilcilerinin Türkiye’deki “millî faaliyet” olarak adlandırılabilecek~ çalışmalarına hiç hoş bakılmamaktaydı. Bu bakımdan, (sonraları yaygın olarak kullanılacak olan tabirle) “dış Türk” politikacı ve aktivistlerinin, bu cümleden Kırım Tatarları’nın, Türkiye’de teşkilatlanmaları ve yayın yapmaları imkânsızlaştı. Nitekim, Azerbaycanlı, İdil-Urallı ve Türkistanlı grupların Türkiye’deki yayın organları kapatılacak ve aralarında çok tanınmış kişilerin de yer aldığı temsilcileri Türkiye’yi terk etmeye mecbur bırakılacaklardı. İşte böyle bir ortamda Cafer Seydahmet Türkiye’de gerçekleştirebilmekten mahrum olduğu türden faaliyetleri Romanya’daki Kırım Tatarları arasında yapabilmeyi ve sesini o zamanlar Hacıoğlu Pazarcık’da yayınlanmakta olan Emel Mecmuası vasıtasıyla duyurmayı düşünmüştü. Emel Mecmuası Türkçeydi ve bu bakımdan Kırım Tatarları’na ve diğer Türk halklarına (bilhassa da bunların Türkiye lehçesine vâkıf muhaceretteki aydınlarına) hitap ediyordu; ayrıca Türkiye sınırları dışında neşredilmekte olduğu için Türkiye’deki kısıtlamalara da tâbi olmayacaktı.
Emel Mecmuası’nı çıkaran kadronun faaliyetleri bir süreli yayın organını çıkarmanın çok ötesine gitmiştir. “Emelciler” gerçek manâda bir teşkilat gibi faaliyet göstermekteydiler. Bütün Romen Dobrucası boyunca Köstence, Hacıoğlu Pazarcık ve Mecidiye gibi şehirlerden başlayarak en küçük Müslüman köylerine kadar bizzat giderek, buralarda aydınlatma, kültür, sanat, sosyal yardım ve maarif faaliyetlerinde bulunmakta, cemaatçilik işlerinde ön safları tutmaktaydılar. “Emelci” gençler Dobruca’da Müslümanlarla meskûn köylerin her birinde “Dobruca Türk Hars Cemiyeti”ni kurarak bunları merkezî bir şekilde teşkilatlandırdılar. Emel Mecmuası sahip olduğu matbaa ile asıl derginin neşrinin yanı sıra, Dobruca’daki Türk/Müslüman ahali arasında o zamana kadar görülmemiş ölçüde edebî, kültürel ve tarihî yayınlar yapmaktaydı. Burada kayda değer olan husus, “Emelciler”in faaliyetlerinin bir taraftan halkçı-cemaatçi karakter taşımakla birlikte, diğer taraftan mahallîliği çok aşan millî vasıflarıdır. Bu gençler, içinden yetiştikleri ve ya Romanya’yı (Dobruca’yı) artık vatanları olarak görmeye başlamış olan ya da ilk fırsatta Türkiye’ye göç etmenin plânlarını yapan Dobruca’daki Kırım Tatar muhacir halkı için tekrar anavatanı yani Kırım’ı hatırlattılar. “Emelciler” sayesindedir ki, Romanya’da yaşayan Kırım Tatar diasporası ve özellikle de yeni yetişmekte olan aydınlar için Kırım artık babalarının dünü olmaktan çıkıp balalarının yarını olarak görülme sürecine girdi. “Romanya Tatarları” artık “Romanya’da yaşayan Kırım Tatarları” olduklarını hatırlamaya başlıyorlardı.
1930’lu yıllarda Stalin idaresi altında bütün Sovyetler Birliği gibi Kırım’ın da kapıları dış dünyaya (ve bu cümleden Romanya’ya) sıkı bir şekilde kapandığından Kırım’a yönelik uyanan bu yeni ilgi elbette ki bir ölçüde platonik mahiyetteydi. Ancak muhtevası itibarıyla mahallî Dobruca karakterini çoktan aşmış olan Emel Mecmuası Kırım Tatar kültür ve tarihi hakkında bilgi verdiği gibi, hem imkân nisbetinde Kırım Tatar Sovyet basınını takip ederek, hem de bilgi ve görgüsüne başvurduğu şahıslardan yararlanarak Kırım Tatarlarının o günkü durumu hakkında ciddî ölçüde aydınlatıcı bir rol oynamaktaydı. Hakikaten de, diğer “kalıcı mahiyetteki” yazılarının yanı sıra, gerek o dönemlerde, gerekse günümüzde 1930’ların Kırım Tatar gelişmelerinin oldukça sağlam bir kroniği olmak itibarıyla Emel Mecmuası önemini hep korumuştur. “Emelciler”in Dobruca’daki Müslüman Kırım asıllı cemaate hatırlattıkları sadece vatan bağlamında Kırım kavramı değildi. Hiç şüphesiz Cafer Seydahmet [Kırımer] vasıtasıyla, Romanya’daki “Emelciler” gerek Türkiye’deki gerekse Avrupa ülkelerindeki Azerbaycanlı, Kuzey Kafkasyalı, Türkistanlı ve İdil-Urallı Türk (veya Müslüman) muhacir gruplarıyla da sıkı temasa geçmişlerdi. Bu bakımdan, dergide o dönemde daima vurgulanan bâriz “Türkçü” çizgi retorikten ibaret kalmamakta, hiç değilse muhaceretteki temsilcileri vasıtasıyla Sovyetler Birliği hakimiyetindeki diğer Türk (veya Müslüman) halkların millî emelleriyle dayanışma fiilen ortaya konulmaktaydı.
Müstecib Ülküsal [Hacı Fazıl] ismi Kırım Tatar muhaceret tarihi bağlamında öncelikle Romanya’daki Emel Mecmuası ve buna paralel diğer milliyetçi mahiyetteki faaliyetleriyle hatırlanır. Emel Mecmuası’na bağlı faaliyetlerini gerçekleştirdiği sıralarda Müstecib Hacı Fazıl 30’lu yaşlarındaydı. Halbuki onun bundan önceki yılları, yani şahsî ve fikrî oluşum dönemi de, aslında gayet ilginç zaman ve mekânlarda geçmiştir. Küçüklüğü Dobruca’da geçen Müstecib, Balkan Savaşı sırasında Osmanlı Türkiyesi’nde tahsildedir. Birinci Dünya Savaşı’nı ise savaşın yoğun bir şekilde cereyan ettiği Dobruca’da geçirmiştir. Burada, Romen cephesinin çökmesini ve İttifak Devletleri (Alman, Osmanlı, Bulgar) ordularının Dobruca’yı işgallerini yaşamıştır. Kırım’da geçirdiği iki yıldan az süre ise yarımadadaki Alman işgali ve Kırım Tatar Millî İdaresi, Solomon Krım’ın Kadet hakimiyetindeki hükûmeti, ikinci Bolşevik istilâsı ve birbirini takip eden General Anton Denikin’in ve General Peter Wrangel’in “Beyaz” rejimlerine tesadüf etmektedir. Genç Müstecib, Kırım’dan ayrılışını müteakip İstiklâl Savaşı Anadolu’sunda ve İtilaf Devletleri’nin işgali altındaki Mütareke İstanbul’unda da bulunmuştur. Görüldüğü gibi, Müstecib Hacı Fazıl’ın gençlik yılları farklı ülkelerde ve farklı rejimler altında çoğunlukla ya savaş veya inkılâp ya da bunları takip eden çalkantı ortamlarında geçmiştir. Bu çevrelerde edindiği intiba ve tecrübelerin sonraki yılların bu tanınmış aktivistinde derin etkiler bıraktığına şüphe edilemez.
Bu oluşum yıllarında genç Müstecib’in özellikle Kırım’da geçirdiği dönem muhakkak ki belirleyici olmuştur. Bir asra yaklaşan ömrünün neredeyse tamamını “Kırım” kavramına hasreden Müstecib Ülküsal gerçekte bu ülkede yalnızca iki yıl kadar yaşayabilmiştir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere, onun Kırım’da geçirdiği dönemin yarımadanın belki bütün XX. asır boyunca gördüğü en hareketli ve karmaşık devirlerden biri olduğu da hatırlanmalıdır.
Müstecib Hacı Fazıl’ın Kırım’a ayak bastığı Eylül 1918’de Kırım Alman ordusunun işgali ve kendisi Litvanya Tatarı olan General Süleyman Sülkeviç’in Başbakanlık görevini yürüttüğü “Kırım Ülke Hükûmeti”nin idaresi altında bulunmaktadır. Almanya’nın geçici bir idare olarak desteklediği ve teşkiline izin verdiği “Kırım Ülke Hükûmeti” Cafer Seydahmet gibi Kırım Tatar milliyetçilerinden, yerli ve Almanyalı Almanlardan ve anti-Bolşevik monarşist veya liberal Rus politikacılarının oluşturduğu pek de istikrarlı olmayan bir koalisyon mahiyetindedir. Kırım Tatar Millî Kurultayı ise Alman işgali döneminde tekrar toplanabilme imkânını bulmuş olup, Kurultay toplantıları arasında onu temsil eden Kırım Tatar Millî İdaresi ise bilfiil Kırım Tatarları’na ait her türlü sosyal, dinî ve kültürel konuya hâkimdir. Kırım’daki bütün etnik ve siyasî unsurlar, geçici olduğu bilinen Alman askerî işgal döneminden kendi lehlerine kalıcı bir sonucuna ulaşılabilmesi için yararlanmak arzusundadırlar. Bu meyanda, Kırım Tatar Millî İdaresi de Osmanlı Türkiyesi’nin siyasî ve mâlî desteğini celbedebilme çabalarının yanısıra, her sahada karşılaşılan büyük kadro eksikliklerini kapatabilmek amacıyla Türkiye’den ve diğer Balkan ülkelerinde yaşayan Kırım Tatar diasporasından yetişmiş insanların vatana dönüşlerini teşvik etmeyi düşünmekteydi.
Kırım Tatar Millî Kurultayı’nın Dobruca’daki Kırım Tatarlarıyla doğrudan teması ancak 1918 yazında olabildi. Bu tarihlerde İstanbul’a giderken Köstence’ye de uğrayan Kırım Tatar Millî Kurultayı murahhası Bekir Sıtkı Odabaş burada Mehmet Niyazi ve arkadaşlarıyla da görüşerek onlara Kırım’daki gelişmeler hakkında bilgi verdi. Böylelikle, Dobruca’da yaşayan Kırım Tatarları vatandaşlarının Kırım’daki istiklâl hareketlerinden ilk defa haberdar olmuş oldular. Odabaş’ın özellikle üzerinde durduğu bir husus da Dobruca’daki Kırım Tatarları’na ve bilhassa aydınlarına bu zor günlerde Kırım’da büyük ihtiyaç olduğu idi. Odabaş’ın anlattıkları evvelce Romen ordusuyla birlikte Moldova’ya çekilen, bilâhare de Kırım’a giden ve o günlerde ailesini görmek üzere geri gelmiş bulunan Hacıoğlu Pazarcık Müftüsü Halil Fehim Efendi tarafından da doğrulanmaktaydı. Bu haber Dobruca’daki Kırım Tatar aydınları üzerinde derin tesir yapmış olmalıdır. Nitekim, Azaplar köyünde yaşayan Hacı Fazıl oğlu genç Müstecib de bunu heyecanla millî bir çağrı olarak kabul edenlerdir. Derhal Köstence’ye giderek Mehmet Niyazi ile görüşüp onun da Kırım’a gideceğini öğrenmesi üzerine, Müstecib kesin kararını verir. Köyüne döner dönmez ailesine Kırım’a gidiş kararını bildirir ve başka arkadaşlarını da bu işe davet eder. Kendisi de dahil toplam otuz üç Kırım Tatar genci Kırım’a gitmeye karar verirler. Genç Müstecib gerekli işlemleri yapmak üzere bu otuz üç genç adına Köstence’ye gider ve buradaki Alman işgal kumandanlığı ile görüşür. Ancak, kendisine savaş bölgesi olduğu için Kırım’a giriş-çıkışın mümkün olmadığı ve zaten yaşlarının küçüklüğü dolayısıyla her halükârda kendilerine izin verilemeyeceği bildirilir. Bu hayal kırıcı olaydan sonra tavassut için Köstence’deki Osmanlı işgal kumandanlığına da giden Müstecib Türk kumandandan da bu gibi işlerin Almanlara ait olduğu ve karışamayacakları cevabını alır.
Ancak Müstecib kararlıdır ve ne pahasına olursa olsun, gerekirse tek başına Kırım’a bir yolunu bulup gidecektir. Nitekim, 1918 Eylül ayında Kırım’a giden bir vapura tayfalarla anlaşmak suretiyle kaçak olarak biner ve zor bir yolculuktan sonra Akyar’a (Sevastopol) varır. Ne var ki, daha sahile çıkmaya imkân bulamadan vapurda arama yapan Alman askerlerine yakalanır ve tevkif edilir. Bu tevkifi esnasında meşhur Akyar hapishanesine konulursa da, bir süre sonra Kırım Tatar Millî İdaresi’nin Akyar’daki Alman kumandanlığı nezdindeki temsilcisi Sadık Kaytaz’ın tavassutuyla serbest bırakılır. Beraberinde, aynı vapurla kendisi gibi Dobruca’dan (Toksofu köyünden) kaçak olarak gelmiş olan Ali Efendi isminde birisi de vardır.
Genç Müstecib artık hayal etmiş olduğu gibi hür bir insan olarak vatanındadır ve millî maarife hizmet edebilecektir. Hapisten kurtulur kurtulmaz hemen Bahçesaray’a giderek Kırım Tatar Millî İdaresi’nin buradaki Maarif Müdürlüğü’ne durumunu anlatarak müracaatta bulunur. Memnuniyetle karşılanarak Bahçesaray’daki Kaytaz Ağa ilkmektebine muallim olarak tayin edilir ve orada Türkçe, tarih ve coğrafya dersleri vermeye başlar. Kaytaz Ağa mektebinde henüz yirmi gününü doldurmamışken, Maarif Müdürlüğü’ne çağırılır ve kendisine Fotisala köyü cemaatinden gelen talebe binaen bu köyde muallimlik yapıp yapamayacağı sorulur. Kabul etmesi üzerine derhal Fotisala’nın zenginlerinden Abdulla ve Ahtem Abduramanov kardeşlerle birlikte Bahçesaray’ın güneyindeki bu büyük köye hareket eder. Fotisala o sıralarda Kırım’ın en büyük köyleri arasındadır: Beş bin nüfuslu ve altı mahalleli olup, içinde büyük bir hastahane, eczane, fırınlar, lokantalar, atelyeler, dükkanlar ve her mahallede de birer cami bulunmaktadır. Üç Rus ailesi hariç sâkinlerinin tamamı Kırım Tatarı olan Fotisala’da iki Müslüman mektebi ve Çarlık zamanında açılmış bir resmî zemstvo mektebi (şkola) bulunmaktaydı. Müstecib’in gelişine kadar Müslüman mekteplerinde yalnızca Kur’an ve ilmihal okutabilen birer sarıklı hoca tedrisatta bulunmaktaydı. Devlet mektebinde ise Çarlık zamanının Tatar Öğretmen Okulu (Tatarskaya Uçitelskaya Şkola) mezunu Bahçesaraylı Yakub Seytcelil isimli bir muallim Rusça okutmaktadır.
Dobruca’dan gelen İstanbul’da tahsil görmüş bu genç muallimin Fotisala’ya gelişi köy cemaatini heyecanlandıran bir olay olur. Genç Müstecib Zeynelâbidin Hacı adındaki zengin bir köylünün vakf ve tahsis ettiği yeni, güzel bir binada ders verecektir. Köyün yerlisi bir hoca da onun yanısıra Kur’an okutacaktır. Yeni mektep törenle açılırken muallim de toplanan cemaate takdim edilir. Müstecib Hacı Fazıl oradaki kısa hitabında cemaate mealen şunları söyler:
“Sevgili ağabeylerim, ben kendi yurduma ve buradaki kardeşlerime gücüm ve kudretim içinde çalışarak faydalı olmak için geldim. Dobruca’daki Kırım Tatarları, sizin kardeşleriniz, yurdumuzda kurulmuş olan Kurultay hükûmetinin ilân ettiği hürriyet ve istiklâliyetten büyük sevinç ve bahtiyarlık duydular. Buraya benimle beraber pek çok genç gelmek istiyordu. Ama orada yerleşmiş olan geçici Alman askerî idaresi izin vermedi. Dobruca’daki kardeşleriniz vatan hasreti çekmektedirler. Ben şunu açıklamak istiyorum: Ben buraya para kazanmak, rahat yaşamak için gelmedim. Bana oturacak bir tek oda, yaşayacak kadar para verirseniz, bütün hevesim ve gayretimle çocuklarınızı, benim kardeşlerimi okutmaya çalışırım. Burada ben pek yeniyim, yaşama şartlarını bilmiyorum. Siz ne takdir ederseniz ben razıyım.”
Bu sözlerden çok memnun kalan köy halkı Müstecib muallime içi döşeli bir oda ve 150 ruble de aylık maaş verir. Bu maaş ve yemekler mektepte okuyan çocukların velileri tarafından temin edilmekteydi. Din dersleri haricinde kalan dersleri, yani Türkçe, tarih, coğrafya, müzik, resim ve beden terbiyesini aynı zamanda mektebin de idarecisi olan genç Müstecib okutuyordu. Oğlan ve kız toplam elli kadar olan talebeler bilgi seviyelerine göre beş sınıfa ayrılmışlardı. Müstecib Hacı Fazıl gerek talebeleriyle, gerekse köy halkıyla kısa sürede kaynaşmayı ve kendisini sevdirmeyi başararak, çalışmalarını sıradan köy muallimliği sınırları dışına çıkardı. O dönemin bir çok milliyetçi-reformcu mualliminin yaptığı gibi, küçük talebelerine millî ruh aşılamak ve sosyal yönlerini geliştirmek amacıyla çocuklara millî ve terbiyevî konularda müsamereler düzenletmek, marşlar ve şiirler söyletmek ve törenler yaptırmak gibi bir sıra faaliyetlere girişti. Bu müsamerelerde millî karakterdeki bazı piyesleri bizzat Müstecib muallim yazdığı gibi, halkı aydınlatmak amacıyla tarih konulu konferanslar da vermekteydi. Bunlar zamanın Fotisala köyü için çok ilgi çekici ve emsali görülmemiş yeniliklerdi. O kadar ki, müsamere ve diğer faaliyetlerin ünü çevre köylere de yayılacak ve ısrarlı ricalar üzerine üç komşu köyde söz konusu müsamere ve törenler tekrarlanacaktı. Genç muallimin zaman zaman camide vaaz vermesi ve dinî bilgisini de ortaya koyması köyün gayet muhafazakâr yapıdaki ahalisini ona daha da bağlıyordu.
1919 ders yılı başında Müstecib Hacı Fazıl köydeki zemstvo şkolasına geçti. Artık maaşı Yalta zemstvosu tarafından verilecek ve burada Bahçesaraylı Yakub Seytcelil ile beraber çalışacaktı. Kuvvetle milliyetçi olan her iki genç muallim kısa sürede kaynaştılar ve sıkı bir dostluk tesis ettiler. Müstecib genç meslekdaşı ile birlikte müsamere faaliyetlerini yeni okulunda da sürdürdü. Böyle bir müsamereyi civardaki Kökköz köyünde bulunan meşhur Yusupov sarayının muhteşem salonlarından birinde sahnelediler. Yakub Seytcelil ve Müstecib Hacı Fazıl birlikte bir Türkçe-Rusça sözlük hazırlama çalışmasına da giriştiler. “M” harfine getirebildikleri bu sözlük çalışması, 1920 Haziran’ında Müstecib’in Kırım’dan ayrılmaya mecbur olmasıyla yarım kaldı. Yakub Seytcelil ise çok sonraları Sovyet rejimi tarafından pek çok diğer Kırım Tatar milliyetçisi gibi idam edilecekti.
Müstecib muallim ders ve sosyal faaliyetlerinin yanısıra çevreyi ve vatandaşlarını tanımaya ve tahlil etmeye gayret ediyordu. Fotisala köyünün o yıllardaki durumunu şöyle tasvir etmektedir: “Köyün halkı tütüncülük, yemişçilik ve bunların ticaretini yapıyorlar. İnsanlar dindar, muhafazakâr, çalışkan, hamiyetli, karakter bakımından sağlam ve dürüst; geleneklerine bağlı ve saygılı. Çoğunluk cahil. Medresede okuyanları var; bunlara molla diyorlar; mutaassıp kişiler. Yenilikle başları pek hoş değil. Kızların çok okumalarını beğenmiyorlar. Orta tahsil görmüş olanı bir kaç tane. Yüksek tahsil görmüş olanı hiç’ yok. Kadınlardan ilkokulu bitiren bile yok denecek kadar az. Kadınlar erkeklerden kaçıyorlar, görüşmüyorlar. Düğünlerde kız ve kadın erkeklerden ayrı toplanıyorlar ve eğleniyorlar. Çöl taraftaki Kırımlıların ‘çınlaşma’ âdeti ve geleneği bunlarda yok. Konuşma dilleri Yalıboyu (Tat) şivesidir. Yazın tütün işlerinde çalışanların hepsi Ukraynalı kadın ve kızlar. Tatar kadınları çalışmıyorlar ve evden çıkmıyorlar. Bu tutumun iktisadî ve sosyal bakımdan Kırımlılara pahalıya mal olduğunda şüphe yoktur.”
Genç Müstecib’in günleri Fotisala’da ve çevre köylerde genellikle oldukça sâkin bir ortamda geçerken, Kırım siyasî açıdan fevkalâde karışık bir süreç içinde bulunmaktaydı. Alman ordusu Kırım’dan çoktan çekilmiş, Kırım Tatarları hükûmetten ayrılmışlar, idare önce anti-Bolşevik liberal Rusların, sonra da Beyaz Ordu’nun eline geçmişti. Bir ara, 1919 ilkbaharında Bolşevikler iki aydan az bir süre için yarımadayı ele geçirdilerse de, Beyaz Ordu tekrar Kırım’a hâkim olmuştu. Kırım’daki Rus hakimiyetinin siyasî rengi değiştikçe hâkim gücün askerleri köye de geliyorlar, ancak günlük yaşantıda fazla bir değişiklik olmuyordu. Müstecib muallimin günleri Kırım çapındaki gelişmelerin merkezinden uzakta geçmekle beraber, zaman zaman olaylar yaşadığı köyün küçük dünyasına da aksetmekten geri durmuyordu. General Peter Wrangel’in liderliğindeki Beyaz Ordu’nun hakimiyeti sırasında Beyazların Kırım Tatarlarını Bolşeviklere karşı savaşmak üzere zorla askere alma teşebbüsleri kanlı olaylara yol. açmıştı. Beyazların “Tek ve Bölünmez Rusya” siyasetleri ile Kırım’da tatbik ettikleri şiddet Kırım Tatar milliyetçilerini giderek anti-Beyaz bir tâvra sevketmekteydi. Beyaz Ordu’nun Kırım Tatarlarından zorla asker toplama teşebbüslerinin en acı hatırlanan örneklerinden birisi sonradan meşhur bir halk yırına konu olacak olan “şompol” (tüfek harbisi) vakasıydı. 1920 Kırım Tatarlarına bir ders vermek isteyen Beyaz subaylar Bahçesaray halkını tarihî Hansaray’ın avlusuna toplamışlar, gençleri “şompol” ile feci şekilde dövmüşlerdi. Bu olayın çok daha küçük bir kopyası da Fotisala köyünde cereyan etmişti. Olaya şahit olan Müstecib Hacı Fazıl yayınlanmamış hatıralarında şöyle yazmaktadır:
“1920 yılının Mayıs ayının ilk haftası idi. Saat 17.00 sıralarında köyün merkezinde 50-60 kadar Rus süvarisi gördüm. Bunlar yüze yakın erkeği toplayarak abluka altına almışlardı. Etraftan da bu kalabalığa yavaş yavaş toplananlar vardı. Ben de bu arada kalabalığa yaklaştım. Dişler kilitlenmiş, yüzler sararmıştı. Gözlerden kin ateşi fışkırıyordu. Dükkânların önünde üç-dört Rus subayı ile bir albay yavaş sesle bir şeyler konuşuyordu. Orta boylu, kara sakallı, esmer, cellât çehreli albay subaylardan ayrılarak şosanın ortasına yürüdü ve yüksek sesle emir vermeye başladı. Süvariler toplanan halkı bir daire şeklinde sıraladılar. Dairenin ortasına kolları arkasına bağlı bir Tatar delikanlısını getirdiler. Albay bağırarak, `Biz Bolşeviklerle savaşıyoruz. Tatarların bize yardım etmelerini ve asker vermelerini istiyoruz. Vermezlerse zorla alacağız. Askerden kaçanları cezalandıracağız’ dedi ve ortada duran Tatar gencinin yere yatırılıp kıçına kıçına 25 şompol (tüfeğin çelik çubuğu) vurulmasını emretti. Yere yatırılan delikanlı orta boylu şişmanca, yağız çehreli, börklü, Bahadır köyünden idi. Denikin birlikleri tarafından askere alınmış, fakat kaçıp tutulmuştu. Şimdi herkesin gözü önünde ibret olsun diye cezalandırılıyordu. Süvariler kılıçlarını kınlarından çıkarmışlar, her hangi bir direnmeye veya ayaklanmaya karşı koymak ve tenkil etmek üzere hazır durumda idiler.
Kıçından pantalonu çıkarılıp yüzükoyun yere yatırılmış olan Tatar gencinin iki omzunu bir asker dizleriyle, diğer bir asker iki ayağını elleriyle bastırdı. Ejderha gibi bir çavuş bir metre uzunluğundaki çelik çubuk (şompol) ile Tatar gencinin kıçına vurmaya başladı. Albay yüksek sesle kuvvetle inen şompolu sayıyordu: 1, 2, 3, 4, 5, 6 …. Gencin iç donu parçalandı ve kaba etinden kan fışkırmaya başladı. O ana kadar sesini çıkarmayıp dişlerini sıkan genç, boğazlanan bir dana gibi böğürmeye ve acı feryatlar çıkarmaya başladı. Çavuş vurmaya, albay saymaya devam ediyordu. Tatarlar, canları dişlerinde, başları eğik renkten renge giriyorlardı. Bu tahammülü güç manzara karşısında ben titremeye başladım. Bir anda zihnimde şu düşünce canlandı: `Birden albayın üstüne atlayıp boğazına sarılayım, boğup geberteyim. Benim burada kimsem yok. Yalnız beni öldürürler, başkaları kurtulur…’ Bu anda birisi beni kolumdan geri çekti. Baktım, köyün galavası (muhtarı) Halim Efendi: `Hoca, biraz gelir misin?’ dedi ve sâkinleşmekliğimi, bir felâkete sebebiyet vermemekliğimi söyledi ve beni oradan uzaklaştırdı. Sonradan, Halim Efendi bana, beni gözü ile takip ettiğini, sararıp titrediğimi görerek bir hadise çıkaracağımdan korktuğunu ve bunu önlediğini söyledi ve beni teselli etti.
Adı Seytali olan Tatar gencini yirmi beş şompol vuruşuyla cezalandırdıktan sonra bir süvarinin terkesine (eğerine) bağlayarak alıp götürdüler. Buna benzeyen cezalandırma olayları Kırım’ın başka köylerinde de cereyan etmişti. Bu zulüm olayları, Çarlık kartalının Kırım Tatarları’nın vücuduna kanlı tırnaklarını yeniden batırmaya karar verdiğini anlatıyordu. Fakat Kırımlılar ne pahasına olursa olsun Ruslara asker vermeyecekler ve savaşlarına katılmayacaklardı. Nitekim, Seytali’nin birkaç gün sonra tekrar kaçıp dağdaki diğer milliyetçi kaçaklara katıldığını haber aldık.”
Müstecib Ülküsal’ın Kırım’daki günlerine dair hatıralarında bahsettiği ilgi çekici hususlardan birisi de, kendisi Fotisala köyünde muallimlik yapmakta iken oraya Bulgaristan’da yaşayan Kırım Tatarlarına mensup Süleyman adında otuz yaşlarındaki bir şahsın gelişidir. Bulgaristan’ın Harmankuyusu köyünden olan bu genç de muallimlik yapmak ister ve Müstecib muallimin tavassutuyla köyün mekteplerinden birinde göreve başlar. Süleyman sonradan Müstecib Hacı Fazıl ile birlikte Kırım’dan ayrılmak zorunda kalacaktır. Süleyman muallimin durumu Bulgaristan’da yaşayan Kırım Tatarlarından her hangi birisinin vatana dönmeleri ve orada millî duyguyla hizmet etmeleri fenomeninin bilinen ilk örneği olması itibarıyla önem arzeder.
Müstecib Hacı Fazıl Romanya’dan Kırım’a orada yaşamak ve kendisini millî faaliyetlere hasretmek için gelmiş ise de, genel şartlar onu daha farklı davranmaya mecbur bırakır. Öncelikle, tahsilini sürdürmek ve yüksek öğrenim görmek istemesi onu Kırım’dan ayrılmaya sevk etmektedir. Dahası, 1920’nin ortalarına doğru Beyaz Ordu’nun artık çaresiz bir şekilde Kırım yarımadasına sıkışacağı belli olmuştu. Bolşeviklerin General Wrangel’in “Beyazlar”ının elindeki bu son sığınağı da ele geçirecekleri muhakkak görünüyordu. Kırım’ın böylesine siyasî tecridi ve umutsuz hali içerideki siyasî ve sosyal durumu giderek bir kaosa sevkettiği gibi, açlık ve kıtlık belirtileri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Nihayet 1920 Mayıs sonlarında mektebin imtihanlarının yapılarak tatil edilmesini müteakip Müstecib Hacı Fazıl duygulu bir törenden sonra Fotisalalılara veda eder. 1920 Haziran ayında (başlarında olmalıdır) ise Yalta’dan Ereğli’ye giden bir motorcuyla anlaşarak anavatanından ayrılır. Ancak Romanya’da bıraktığı ailesinin yanına dönebilmesi için daha iki yıldan fazla bir zaman geçmesi gerekecektir. Onu şimdi savaş içindeki Anadolu’da ve işgal altındaki Anadolu’da macera dolu bir dönem beklemektedir. İstemeyerek ayrıldığı ve bir gün muhakkak dönmeyi gaye edindiği Kırım’ı tekrar görebilmek ise hayatının geri kalan 76 yıllık dönemi boyunca hiç bir zaman nasip olmayacaktır. Bu 76 yılın hemen tamamı Kırım düşüncesiyle ve Kırım için durmaksızın çalışmakla geçecek, Kırım sevgisini sayısız gençlere aşılayacak, Kırım Tatar halkının çilesini kitlelere duyurabilmek için didinecek, hattâ muhaceretteki pek çok kişi tarafından Kırım ile özdeşleştirilecek, Kırım Tatar tarihinin en uzun ömürlü dergisini neşredecek, fakat maalesef vefatına kadar Kırım toprağına bir daha ayak basamayacaktır.
Emel Dergisi: 212 Ocak- Şubat 1996 – Sf. 19-31.
Bu makalenin dip notları internet sitemize henüz aktarılamamıştır.