TÜRK DİLİ İÇİN

TÜRK DİLİ İÇİN*

 

Cafer Seydahmet KIRIMER

Yayına Hazırlayan: Özge KANDEMİR TEMİZEL

 

Ankara Hukuk fakültesi profesörlerinden ve sabık Kazan Türkleri Millet Meclisi ve millî hükûmet reisi Sadri Maksudî Beyefendi tarafından (Türk dili için) ünvaniyle pek mühim bir eser neşredilmiştir.

Bilhassa yarım asrı mütecaviz bir zamandır birçok siyasî ve içtimaî âmillerle kendisini bulmağa başlayan Türk âleminde Türk dilini sadeleştirmek pek mühim millî bir mesele olmuştu. Her Türk kabilesinde yerleşen münevverler Türk halkının medeniyette yükselmesini, siyasî haklarını kazanmasını, millî birliğini kavrayabilmesini temin düşüncelerinde en başta dil meselesi ile karşılaşmışlardı.

Halkın anlayabilmesini ve bütün Türk kabilelerinin anlaşmasını temin edecek Türk dili hangi kabilenin dili idi ve bu dilden Arap, Acem terkipleri ve sözleri kaldırılarak nasıl sadeleştirilecekti? Sadri Bey eserinde Türk dünyasının bugünü ve uzak geleceği için en mühim bir mesele olan bu dil birliği hakkında şimdiye kadar ileri sürülmüş olan fikirlerin en ilmî bir surette işlemekle kalmamıştır. Bu büyük ve mühim işin halli için kendisinin düşüncelerini ve tavsiyelerini de canlı ifadelerle tespit etmiştir.

Türk dilinin birliği, diğer dillere nazaran mevkii, kuvveti ve dilimize muhtelif medeniyetlerin tesirleri, ilmî ıstılahların da Türk sözlerinden yapılarak tam mânasıyla millî bir Türk dili yaratılması meselesi, eserde ehemmiyetle tetkik edilmiştir.

Diğer milletlerin dillerinin geçirdiği tarihî safahat bilhassa başka milletlerde ilmî ıstılahlar yaratmak işinin nasıl halledildiği hakkında muhterem müellifin eserinde mühim yer ayırması dilimiz hakkındaki düşüncelerin anlaşılmasını çok kolaylaştırmıştır. Büyük Gazinin şayanı hayret olan isabet ve nüfuzu nazarı bu kitap için yazdıkları vecizelerde ve ezcümle “Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” cümlesinde bir daha tecelli etti.

Çin içerilerinden Balkanlara, Sibirya’dan Akdeniz’e kadar yayılmış olan Türk halklarının konuştukları Türkçe, bir dil midir ve bir dil olarak kalacak mıdır?…

Sadri B. Bu mühim mesele hakkındaki kat’î kanaatlerin her dımağda sağlam olarak yerleşmesine çalışıyor, eserin hemen her faslında Türk dilinin birliğini tekrarlıyor ve bu dilin bütün Türk kabilelerinde saklı kalmış sözlerle işlenerek çok zengin ve tamamiyle ilmî ve medenî bir dil olabileceğinde ısrar ediyor.

Türk ilminin her tarafında aynı kuvvetle anlaşılacak ve bütün medeniyetin esaslarını ve en ince duygularımızı aynı derecede bize anlatmaya yarayacak olan bu Türk dilinin temelini ise Sadri Bey garbî Türkiye lehçesinde buluyor. Çünkü “Sarf ve nahvinin inkişafı, savtiyatmın ahengi, lefafeti, edebiyatının zenginliği cihetinden Türkiye lehçesi Türk lehçeleri arasında birinci mevkii işgal ediyor. Ve her zaman edecektir. Bu lehçe bütün Türk lehçelerine örnek olacaktır. Başka lehçelerin yükselmesi, inkışafı bu lehçeye yaklaşmak istikametinde gidecektir.”[1]

Türk dili hakkında düşünmüş olanların pekçoğu Türkiye veya İstanbul lehçesinin dil birliğini teminde esas olacağını kabul etmişlerdi. Merhum İsmail Gasprenski’nin kanaati ve emeli de bu idi. Ve (Tercüman) bu gayeye tarihî ve mühim hizmetler görmüştü. 1905 buhranından sonra da Rusya’da yaşayan Türk kabilelerinde neşredilen matbuatın ve ilmî eserlerin büyük kısmı açık yani Arabî, Farisî terkipler kaldırılarak İstanbul lehçesinde idi. Fakat bu cereyanın yanında Azerbaycan’da yazılan tiyatro piyesleri ile, Kazan’da basılan millî romanlarla ve umum Türk kabilelerinde neşredilen şiirlerle mahallî lehçeler dahi kuvvetli bir surette işlenmeğe başlamıştı.

Bu iki cereyan arasında temadî eden kuvvetli rekabetin neticesi bitaraf olarak tetkik edilirse kanaatimce artık mahallî lehçeciliğin galebesini kabul etmemek imkân haricindedir.

Azerbaycan’da, Kırım’da, Kazan’da ve bilhassa Kazak-Kırgız ve Başkırtlarla, Özbeklerde mahallî lehçelerde yapılan neşriyat hayretle karşılanmağa elyaktır.

Azerbaycan devlet neşriyatının 1927 kataloğu (35) sahifeyi mütecavizdir. Ve burada (ince edebiyat) bahsinde (72) eserin neşredildiği görülür. Fuzulî ve Nevaî’ye dair olan eserlerden maada bugün Azerbaycan lehçesinde bütün dünya edebiyatından mühim eserler tercüme edilmiştir. Faraza (Cak London)’un yedi eseri Azerbaycan lehçesi ile neşredilmiştir.

Bu katalogda (Kendli – seriyasi) yani köylü serisi ile uşak yani çocuklar edebiyatı ve ayrıca gençler edebiyatına dair kısımların zenginliği pek büyüktür. Yalnız Azerbaycan’da değil bütün Türk kabilelerinde halk edebiyatına dair basılan eserler ve bilhassa atalar sözleri, halk sairlerinin eserleri, destanlar, masallar ve hattâ il edebiyatı ve mahallî musiki tarihleri ve halk türkülerinin metin ve notları toplanmıştır. Gene Azerbaycan’da (65) bin kelimeyi mütecaviz bir (Söz lûgati) ve bilhassa hükûmetin her komiserliğinde çalışan ıstılah komisyonlarının eserleri de ayrıca zikre şayandır. 1927’den beri ise Hint ve Japon edebiyatı da dahil olmak üzere dünya klâsiklerinden birçoklarının eserleri Azerbaycan lehçesi ile neşredilmiştir.

Kazan Türklerinde ise Azerbaycan’dan daha kuvvetli olarak mahalli lehçede pek büyük neşriyatta bulunulduğu kat’îdir. Bunların hepsinden daha mühim olanı ise Kazan – Kırgızlardaki neşriyattır. Türk dilinin en sade olarak kaldığı ve Radlof’un da teslim ettiği veçhile halk edebiyatının en zengin bulunduğu lehçe Kazan – Kırgız lehçesidir. Burada bilhassa bu on sene zarfında başlayan neşriyatla yapılan ıstılahlarını nazarı itibara alınması zarurîdir.

1924’te (Orenburg)’ta neşredilmiş olan Baytorus oğlu Ahmet Bey’in Kırgız – Kazan sarf ve nahvine ait (4) ciltlik eserinde (isim) sözünden mada Arapça ve Farisî bir tek kelime bulunmaması[2] yalnız bu lehçenin kuvvetini değil aynı zamanda bu lehçede ıstılah yaratmak hususunda ne kadar ileri gidildiğini gözterir bir misaldir.

Bütün Türk kabilelerinde mektep kitapları da tamamiyle mahalli lehçelerde neşredildiği gibi bu kabilelerin memleketlerini tetkik cemiyetlerin iktisadî, içtimaî eserleri de hep mahallî lehçelerde yazılmaktadır.

Bundan maada vaktiyle mahallî lehçelerin tesiri ile zaten inhilâle başlamış olan imlâ birliğinin yeni Lâtin ifadelerinden sonra büsbütün ortadan kalkması ile Türk kabilelerindeki mahallî lehçecilik tamami ile kuvveli bir vaziyete geçirmiştir.

Sadri Bey eserinin 13üncü saifesinde “Son yıllar içinde Taşkend, Buhara, Kazan, Bakü ve Akmescit’te Türk münevverleri Türk lehçelerini tetkik etmek, Türk imlâsını tesbit etmek ve Türkçe ilim ıstılahları yaratmak yolunda takdir edilmeğe lâyık bir faaliyet gözteriyorlardı.” buyuruyorlar. Fakat yukarıda yazdığımız veçhile bu pek şümullü olan faaliyetin neticesi acaba garbî Türkiye lehçesinin Türk âleminde inkişafının sekteye uğradığını ve yarın için tasavvur ettiğimiz bütün Türklerin millî ve medenî dillerinin temeli olabilmek ihtimalini de sarstığını ifade etmez mi?

Buna binaen Sadri Bey’in “Türkiye lehçesinin bütün Türk lehçelerine örnek olacağı, ve bilhassa da başka lehçelerin yükselmesi, inkışafı bu lehçeye yaklaşmak istikametinde gidecektir.” hükümlerini kabul çok müşkül oluyor. O emel bizim de bütün ruhumuzla candan temenni ettiğimiz bir maksattır. Fakat hakikatin bizim temennimize zıt bir yolda ve kuvvetli olarak yürüdüğünü teslim mecburiyetindeyiz.

Mahallî lehçecilik yalnız Türkiye lehçesinden uzaklaşmakla kalmıyor, her kabilede ilmî, fennî ıstılahlar yaratılmakta olduğundan ilerde bunların değiştirilmesi nasıl kabul olacaktır? Bundan da maada Rus inkılâbından evvel Rusya’da yaşayan Türkler arasında okuryazarların adedi pek mahdut iken bugün bu nisbet her gün artmaktadır. Binaenaleyh mahallî şivede yazılan eserler halkın çokluğunun dimağında yerleşmekte ve umumî bir hal almaktadır. Buna mukabil ise bütün Türk kabilelerinde Türkiye Türkçesinde hemen hiçbir şey yazılmamaktadır ve Türkiye’de basılan eserlerin ve matbuatın Rusya Türkleri tarafından okunması menedilmiştir.

Bu vaziyetin uzun sürmeyeceğini ümit ederek bu kısa devrin Türkiye lehçesini numunî millî dilimiz olmasına esasta tesir edemeyeceğine ve hatta mahallî lehçeciliğin bu takdirde millî dilimizin daha kolaylıkla işlenmesine yardım edeceğine biz de umit ve tasavvur etmekteyiz. Fakat bunlar ümit ve temennidir. Hakikat ise bugün aleyhimizdedir. Ve bu vaziyet daha ziyade uzarsa bu mahallî lehçelerden hangisinin dilimizde hâkim rol oynayacağı ve bilhassa bir ilmî ve fennî dilin bütün Türk dünyası tarafından kabul edileceği pek meşkûk bir şekil alacaktır.

Türk kabilelerinde mahallî lehçeciliğin bu kuvvetli inkışafına mukabil bu gaye uğrunda bizdeki faaliyet maalesef çok zayıftır. Sadri Bey’in eserlerinde de gerek dil heye’tinin bir akademiye kalbi ve gerekse bu teşkilâtta çalışanların muvaffak olabilmeleri için lâzım gelen ruhî ve ilmî şartlar nazarı itibara alınırsa[3] (3) bu büyük mesele için de Türkiye’de pek hayırlı emeller besleniyor diyebilirsek de henüz işin derecesiyle mütenasip bir teşkilat ve faaliyetten uzak bulunduğumuzu kabul zaruridir.

Muhterem müğellifin dil meselesinde siyasî hâkimiyete ve nüfus çokluğuna büyük ehemmiyet atfile bunların tesirlerini kat’î görmelerinden ziyade biz halk edebiyatının zenginliğine ve bilhassa bütün Türk kabilelerindeki hars faaliyetlerini yakından takip ederek onlardaki zenginliklerle kendi lehçelerini bir kat daha işlemeğe muvaffak olmak esaslarına daha müsbet vehakikî ehemmiyet veriyoruz. Bu itibarla da bizce millî ve edebî dilimizde hangi kabilemiz lehçesinin temel olacağı veyahut da bu hususta en büyük yardımda bulunağı kat’iyyetle kestirilmekten uzak bir meseledir.

Vaktiyle Rusya Müslümanlarının siyasî hayatlarında şerefli iz kaldırmış olan Sadri Makusdî B. Efendi bu pek kıymetli eserlerinde tamamiyle siyasetten uzak kalmak istemişlerdir. Buna binaen eserin 119’uncu sahifesinde “Avrupa müsteşriklerinden bilhassa Ruslardan bazılarının Türk lehçelerini müstakil diller saymaları esaslı tetkika istinat etmediğine kaniyim.” cümlesi ile Rus müsteşriklerinin bu esassız tetkiklerini ileri sürmelerindeki siyasî sebepleri ve Rus siyasetçilerinin bunlara istinatla millî birliğimizi nasıl parçalamağa çalıştıklarını tasrihe girişmemiştir. Bu meselelerin bütün tafsilâtına ve en gizli tarafların bilhassa Sadri Maksudî Beyin vâkıf bulunduğu kendisinin vaktiyle (Duma) kürsüsünden Rusya Türklerinin maarifine dair söylediği nutuklardan pek kuvvetli olarak anlaşılmıştı. Sadri Bey’in ne gibi mülâhazalarla bu noktalara temas etmediğini bilmemekle beraber Çarlığın dilimize karşı takip ettiği menhus siyasetin içyüzünün Türk kardeşlerimize anlatılmaması bizce bir nakisedir. Bu noktada şu mütelea ile de ısrar ediyoruz ki bu cihetin tavzihi sözde beynelmileliyetçi olduklarını iddia eden bolşeviklerin bu meselede de eski çarlığın Rusçu siyasetinden ayrılmadıklarının anlaşılmasına da yarayacaktı. Bolşeviklerin her Türk kabilesinin ayrı Lâtin elifbasını kabul etmelerinde ısrarları Çarlığın Türk birliğini yıkmak yolundaki siyasetinin temadisinden başka bir şey değildir. Türk kabileleri siyasî birer merkez yaratmakta ve istiklâle doğru kuvvetle yürümektedirler. Bu siyasî taazzuvlarla acaba müstakil medenî merkezlerde teessüs edebilecek midir ve bu takdirde bu vaziyetlerin dilimize tesirleri nasıl olacaktır? Sadri Bey eserinde gene siyasetten uzak kalmak fikri ile Türk âleminin, bugün girmekte bulunduğu yeni siyasî hayatın bu cihetlerden tahliline de yaklaşmamış ve bu husustaki kıymetli mütalealarını bildirmemişlerdir. Sadri Bey’in bu kıymetli eserinde biz bilhassa bir noktada tevekkufu pek zarurî buluyoruz ki o da: “Bütün dünya Türklerinin yabancı dil ve harsların tesirleri ile yat milletler tarafından temessül edilmeleri, Çin’de Çinlileşmeleri, İran’da Acemleşmeleri, Rusya’da Ruslaşmalarıdır.” meselesidir.[4]

Çin’deki Türklerin vaziyetini bilmiyorum fakat İran’da Tahran civarındaki köylerde bile Türklerin dillerini kaybetmedikleri malûmdur. Ruslaşma meselesine gelince Sadri Bey eserinin (486)ncı sahifesinde “Bugün Okrayna ismi ile mâlum ülkenin bütün cenubî kısmı eskiden Türk yurdu idi. Bugün bu sahada Türkçe konuşan zümre kalmamıştır. Buradaki Türkler temsil edilmiş, Ruslaşmıştır. Kırım’da dahi Türklerin sayısı eskiye nisbetle çok azalmıştır.” diyor.

Ukrayna’da Türkçe konuşan zümrenin kalmaması bunların Ruslaşmış olmalarından değil, orada yaşamış olan Nogayların muhaceretlerinin neticesidir. “Kırım Türklerinin sayısının eskiye nispetle pek az olması” hükmü ile de Sadri Beyin bunların bir kısmının Ruslar tarafından temsil edilmiş olduğunu kastettiğini anlamak lâzım geliyorsa da biz buna ihtimal vermek istemiyoruz. Sadri Beyin böyle bir hataya düşmeyecek kadar Kırım’ı tanıdığını biz biliyoruz. Kırım’da Türklerin Ruslaşması değil, Karaim Kırımçaklardan sarfınazar Rusların, Almanların, Rumların Kırım’da Türkçe konuştukları ve hatta Türk adetlerini benimsedikleri mâlumdur.

Sadri Bey’in “Öz Türkçe bir medeniyet dili yaratılmazsa Türk ırkının muhtelif zümrelerinin yavaş yavaş başka milletler tarafından temsil edilmesi ve bunun neticesinde geleceklere bir gün yeryüzündeki Türkçe konuşan kavimlerin yok olması korkusu”ndan maksadını anlayamadık. Çünkü müellif eserin 148’inci sahifesinde “Türk ırkının dalgalı tarihinde Türk’ün birçok defalar değişmiştir, dil değişmemiştir, sabit kalmıştır. Türk dili Türk kavimlerinin yegâne birlik sancağıdır.” diyor. 245’inci sahifede de “Hatta Osmanlı hanedanı devrinde Türk dili büsbütün metruk olmak tehlikesine maruz oldu, fakat hâkim zümrelerin Türk dilini ihmâline, istifafına, kaba bir dil saymasına rağmen Türk dili yaşadı, metruk olmaktan kurtuldu ve bu kurtuluşunu Türk dili kendi kuvvet ve vasıflarına borçludur.” buyuruyor.

Eserin aşağılarında (sahife 17-18 5) ise “Biz Türklerde millî dile bağlılık, hiç de başka milletlerden eksik değildir. Belki bu dile merbutiyet bizde daha ziyadedir.”

451’inci sahifede ise “Türk ırkının fertleri arasındaki birlik hissi gayet uyanık ve canlıdır. Türklerde birbirlerini tanımak, birbirinin hâlini, düşüncelerini bilmek, harsî ve fikrî mahsullerini öğrenmek arzu ve ihtiyacı gayet münkeşiftir.” denilmektedir.

Türk dünyası her tarafta millî benliğini bulmağa, kendi dilini, tarihini işlemeğe bütün hars hayatını canlandırmağa ve hattâ siyasî mukadderatında pek kuvvetli ve halktan gelen cereyanla vaziyet almağa başladığı bu devirde Türklerin temsil edilmeleri ve bilhassa medenî, edebî bir dil yaratılmazsa Türk dilinin unutulup gideceği ihtimali nasıl mevzuu bahsolabilir?…

Sadri Bey’in bu (millî korkusu) olsa olsa Türk dili hakkında aşk derecesinde sevdiği fikirlerinin acele ve umumî bir surette ehemmiyetle nazarı itibara alınarak hayata çıkarılması lüzumu hakkında münevverleri tehdit gayesiyle ileri sürülmüştür. Çünkü Türk tarihinin bütün bu iddianın aksini isbat ettiğini pek muhterem müellifin yukarda kaydettiğimiz cümleleri bile iraeye kâfidir.

Bütün bunlara rağmen millî kütüphanemize Türk dili hakkındaki bu çok kıymetli eseri ilâve ettiğinden dolayı Sadri Maksudî Beyefendiyi biz yalnız tebrik ve takdire değil minnet ve şükrana da elyak addeder ve kendisini candan tebrik ederiz.

Kırımlı Cafer Seydahmet

* Bu metin, Milliyet Gazetesi’nin 24-26 Nisan 1931 tarihli sayılarında yayımlanan ‘Türk Dili İçin’ (Sadri Maksudi’nin kitap incelemesi) başlıklı yazısından alınmıştır.

[1] Türk Dili İçin sahife (455)

[2] Türk – Tatar lisaniyatına methal, muharriri Çobanzade sahife (178)

[3] Türk Dili İçin sahife (486)

[4] Türk Dili İçin sahife (485)

TAVSİYELER

MÜSTECİB ÜLKÜSAL’I KABRİ BAŞINDA ANDIK

Emel dergimizin kurucusu, başyazarı, Kırım Milli Kurtuluş Merkezi Başkanı, Emel Kırım Vakfımızın kurucusu ve 10 …