Bülent TANATAR.
Vatanımız Kırım’da Rus işgalinin ikinci yılını doldurup üçüncü yılına girdiği şu dönemde, yarımadada yaşayan herkesi kapsayan mal kıtlığı ve tırmanan enflasyonun yol açtığı ekonomik nitelikli sıkıntıları bir kenara koyacak olursak, gerek soydaşlarımız gerekse Ukrayna’ya sadık kalan geri kalan bütün vatandaşlar bakımından siyasal-kültürel koşullar hayli ağırlaşmış ve hayat genel anlamda boğucu ve çekilmez bir hal almıştır. Oysa işgalcilerin borazanları işgallerini haklı çıkarmak için ekonomik durumun fakir Ukrayna’nın sağladığı koşullardan daha iyisinin sunularak iyileştirileceği ve özellikle Kırım Tatar azınlığın haklarının eski rejimde verilenden daha fazla genişletileceği argümanını ileri sürüyorlardı. Bütün iddialar yalan değilse bile, fos çıktı.
İlk ağızda uyum programı uygulanarak ücretler Rusya ortalamalarına yaklaştırılsa da yaptırımların ve başat olarak hidrokarbür rantına dayalı ekonominin doğasından kaynaklanan kırılganlığın etkisiyle bu iyileşmeler kısa sürede eridi. Üstelik Ukrayna anakarasının kendisine kapanmasıyla en elzem ve kaliteli malların akışının durması bedbaht (kuşkusuz Kırım Bizim diye böğürenleri bu kategoriye dâhil etmek pek adil olmaz) Kırım sakinlerini Rusya içinden gelecek (bunun da garantisi yok, zira çarşı pazar gezince ne denli bir mal yokluğu olduğu görülüyor) düşük kalitede ikame mallarına mahkûm etti.
Yazları bekleneduran Kırım’ın yalıboyundaki plajları dolduracak turistlerin gölgeleri bile kalmadı. Her ne kadar politik duyarlılık zamane propaganda ve algı yönetimi yöntemleriyle başarılı biçimde manipüle edilse de bu durumun toplumun geniş kesimlerinin eski-yeni kıyaslaması yapmasına yol açması beklenir, en azından umulur. Kırım’da Kırımnaş coşkusu sosyal hayatta, basın-yayında giderek daha az çınlarken, kuşatılmışlık sendromunu ve buna İkinci Dünya Savaşı’nın Rusya bağlamı olan sözde Anayurt Savaşı’ndakine benzer bir seferberlik duygusuyla tepki vermeyi çağrıştıran imgeler (özellikle çocukların kullanıldığı askerî çağrışımları bol resmî törenleri hatırlayın) kamusal hayatta ön plana çıkmaya başladı.
İşgal idaresi de homojen değil. Merkez Kırım’daki işgal sürecinde ön plana çıkmış kimi figürleri çekincelerine rağmen hâlâ yerinde tutsa da bütün kilit mevkilere doğrudan kendi adamlarını yerleştirmeye devam ederek Kırım’da yeni bir bürokrasi yarattı. Bu yolla Kırım’daki eski egemen elit ve eski mafya bertaraf edildi ya da pasifize edildi. Ayrıca Kırım’ın ve özelde de Akyar’ın (Sevastopol) militarizasyonu gemi azıya almış şekilde derinlik kazanmakta. Bu hem nükleeri de içeren silah, cephanelik gibi maddî yönden hem de akın akın görevle bölgeye gönderilen yeni askerî unsurlarla inşa ediliyor.
Kırım’da işgal ardından başlayan ve halen hız kesmeden devam eden bir diğer olumsuz süreç de demografik yapının bozulmasıdır. Ukrayna asıllı olup da işgal rejimiyle barışık olmayan, sayıları on binlerle ifade edilen sayısız insan başlıca olarak anakara Ukrayna’ya göç etmekte. Bu eğilim maalesef Kırım Tatarlarını da etkisine almış durumda. Onların da bir kısmı değişik kaygılarla (özellikle askerlik çağında çocukları olanların çocuklarını Kırım’da tutmak istemediklerini, ayrıca hem okumak için hem de daha iyi hayat şartları bulmak için ya da kısaca nefes alabilmek için de gidenler olduğunu yüreğimiz burkularak gözlemliyoruz) yarımadayı boşaltarak istemeden de olsa işgalcinin elini rahatlatıyorlar. Onlar da temelde Ukrayna anakarasına, ama aynı zamanda Türkiye’ye ve Batı memleketlerine doğru bir göç zinciri oluşturdular. İşgalciler bu durumdan çok hoşnut olsalar gerek ki çıkışta sınırlarda hiçbir zorluk çıkarmıyorlar. Oysa içeri girmek malum olduğu üzere o kadar kolay değil. Aksi yöndeki, işgalcinin nüfus ağırlığını daha da kesif hale getirmek üzere buraya kütlevî sayılarda yığılan Donbaslı Rus yanlısı “mültecileri”, asıl Rusya’dan gönderilen çinovnik’leri,[1] askerleri ve bunların ailelerini de alt alta yazarsak herhalde Kırım’da demografinin tam manasıyla tersyüz edildiğini esefle görürüz. Burada bir parantez açıp 1783’ten itibaren Kırım’a devlet memurlarının yanı sıra belli aralıklarla başta Slav kökenliler olmak üzere çok sayıda Hıristiyan nüfusun (Rus ve Ukrainler, Protestan Almanlar, Grekler, vb.) taşındığını, geçen yüzyıl başında artık Kırım Tatar nüfusunun yarımadada çoğunluğunu yitirdiğini ve bilhassa 1944 Kırım Tatar sürgününden sonra çalışkan nüfusundan arındırılan yarımadaya Rusya’nın uzak mahallerinden birçok ipe sapa gelmez adamın (letunı) da zorla yerleştirildiğini hatırlatmakta yarar var. Tarih Rusların elinde kaldığında acımasızca tekerrür ediyor sanki.
Bu arada Putin ve hempalarının yıllar yılı oluşturmak için türlü atraksiyonlar yaptıkları Batı dünyasına alternatif bir odak yaratma, Sovyet-sonrası ideolojik boşluğu doldurma teşebbüsü de yavaş yavaş billurlaşmaya başladı. Her ne kadar içinde sayısız çelişki barındırsa da çevresini bile ikna etmek için Machtpolitik’ten[2] başka bir yol bilmeyen geleneksel Russkaya idea’dan,[3] Rus yolundan gayrı bir bagajı olmayan Rus otokratı Nikolay Trubetskoy’dan mülhem eski Avrasyacılık fikrini Surkov veya Dugin eliyle yeniden ısıtarak servis etmeye koyuldu. Bu fikir ve günümüzdeki versiyonları Rus milliyetçiliğini baz alan, merkeze koyan bir Rus imparatorluğu fikrinden başka bir şey değildir. Oyda biz tarihten de tanım gereği de biliyoruz ki imparatorluk milliyetçilikle çelişir. Bu fikir de gönüllü kabul görmeyecektir. Rusya’nın son dönemdeki Suriye hamlesi, İran’ın hamiliğine soyunması ve Türkiye açılımı gibi politikaları taktik plandan stratejik plana geçişi ne ölçüde başaracak yaşayıp göreceğiz, ama kuşku duymadığımız bir şey var ki, o da Rusya’ya elini verenin kolunu kaptırabileceği riskini unutmaması gerektiğidir.
Kırım Tatar millî hareketinin yolbaşçısı Mustafa A. Kırımoğlu’nun da haklı olarak Kırım Tatar Ukrayna diasporasının kitlesel kümelenmesinin ana mekânı olarak vazettiği Herson bu dönemde Kırım’ın “ekonomik ablukası”nın merkezi oldu. Lenur İslam’ın sevk ve idaresinde çok az kaynakla ve insanî unsur bakımından daha çok gönüllülük temelinde yürütülen abluka çalışmaları Ukrayna anakarası ile Kırım sınırındaki yasadışı ticaretin bloke edilmesiyle başladı ve gözden kaçan, ama Ukrayna-Rusya arasındaki ilan edilmemiş savaşın ruhuna aykırı olarak devam edegelen kimi ticarî ilişkilerin gözden geçirilmesine yönelik eylemlerle sürdü. Kamuoyuna yansıyan akislerden görüldüğü kadarıyla bu girişim Rusya tarafında büyük rahatsızlık yarattı, öyle ki işgalcinin propaganda makinesi bir ara Kırım Tatarları ve Ukraynalılar arasında çatlak sesler yaratarak bunu engellemeye dönük bir strateji dahi izledi.
İşgalcinin yüzüne bir tokat da Kırım kızı Jamala’nın 1944 adlı İngilizce, ama içinde sürgün döneminin halka mal olmuş bir ağıtından doğrudan beslenen Kırım Tatarca sözleriyle de zenginleşmiş şarkısıyla önce Eurovision şarkı yarışmasında Ukrayna’yı temsil hakkını kazanması (malum, bu hakkı 2011 yılında bir katakulliyle gasp edilmişti), ardından da bizatihi Eurovision şarkı yarışmasını kazanması vesilesiyle atıldı. Rusya bu şarkının “siyasî” olduğu gerekçesiyle yarışma dışına atılması için türlü numaralar yaptı, hatta Kırım’a yasal olamayan yoldan girdiği için Ukrayna tarafından tekrar giriş izni verilmeyen bir handikaplı bayanı Rusya adına yarışmacı olarak göndererek nafile yerde Avrupa kamuoyunun kafasını karıştırmaya bile çabaladı. Jamala (gerçek adıyla Susana Camaladinova) özellikle horlanmış, ezilmiş yakın geçmişlerindeki makûs talihlerine set çeken başarısıyla, yeryüzündeki bütün Kırım Tatarlarının ve Türk halklarının haklı gururu oldu, yüreklerine su serpti. Siyaset dilinin yıllar yılı anlatabileceğinden çok daha fazlasını bir çırpıda anlattı. Üstelik o muhteşem sesiyle bir müzikal havasındaki, çok modern bir ritim seksiyonla harmanladığı o etnik müzik ezgisini hiç de ezmeden.
Ukrayna’nın Avromaydan hareketi öncülüğünde yürüttüğü “haysiyet devrimi”ne Rusya içinden de nazire yapan az sayıda, ama kahramanca eylemler eşlik etmeye başladı. Bunları da Rusya devlet aygıtının ve onun liderinin suratına vurulmuş küçük fiskelerden saymak doğru olacaktır. 2015 Aralık ayından itibaren bir avuç Sankt Peterburglu her ayın 18’inde Kırım’ın işgalini ve işgalci rejimin uyguladığı zulmü kınayan pankartlarıyla kelle koltukta nümayiş yapıyorlar.
Kırım’daki zulüm de, artık vakayı adliyeden olmuş olan adam kaçırmalar, kaybolmalar, ev aramaları, tacizler gibi bilindik biçimlerde devam ediyor. Sadece birkaç örnek vermek gerekirse: Ervin İbragim hâlâ kayıp; Ahtem Çiygöz işlemediği suçlarla itham edilip tutuklu yargılanıyor; Rus asıllı Kırımlı sinema yönetmeni Oleg Sentsov sadece bir iftiranın delil sayılmasıyla 20 yıl hapis yatmak üzere Sibirya’yı boyladı. İşgal hukuku Kırım Tatarlarının mahkemelerde savunulmasını bile engellemenin çaresi peşinde avukatları kovuşturuyor. Kırım’da 1944 meşum sürgününü anmak bile yasak. Bağımsız yargı hak getire. Ama bütün bunlar arasında en önemlisi Kırım Tatar Millî Meclisi’nin “ekstremist” (aşırılık yanlısı) örgüt diye nitelenerek yasaklanması ve mal varlığına tıpkı Kırım Fonu’nda olduğu gibi el konulmasıdır. Buna “sözün bittiği yer”den başka ne denir? Bunca yılın, cümle alemce ezbere bilinen barışçı Kırım Tatar millî hareketinin serbest seçimlerle oluşturulan en yetkili organı olan Meclis’in “aşırıcı” olarak damgalanması komik ötesi. Buna kötü niyetli körebe oynayanlar müstesna, dünyada inanacak saflıkta kaç kişi var? Bu balgam sahibine geri dönecektir.
Rusya’dan kendilerine özgürlük getirmesini bekleyen halk veya halklar varsa şimdiden uyaralım: ellerinizi kelepçeye, boynunuzu tasmaya uzatıyorsunuz.
Rusya’nın sahip olduğu ve Putin döneminde giderek şahikasına çıkardığı propaganda ağına karşı durmak biz cılız Kırım Tatarları ya da daha kendi iki yakasını bir araya getirmek için çok uzun zaman yol gitmesi gereken Ukrayna’nın kaynaklarının çok yetersiz olduğu aşikâr. Ama bu yalnız olduğumuz ve/veya Kırım’ın üzerine mıh gibi çökmüş koca “ayıyı” yerinden oynatamayacağımız anlamına gelmiyor. Dünya ne mutlu ki sadece ezenler ve ezilenler şeklindeki klişe örüntüden ibaret değil ve insanların eylemleriyle yapabilecekleri çok şeyler ve bizim de demokrasiyi içlerine sindirmiş, uygar düşünceli yiğit insanlardan dostlarımız var. Bunlar Türkiye başta olmak üzere, Avrupa ve Amerika’nın çok şehitli memleketlerine dağılmış diasporamızın başını çektiği gizil gücümüz ve onlara eklemlenen dostlar tayfının yanı sıra gerek Batı Dünyası ve onun sinir merkezleri olan Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin bütün yürütme kanalları ile bizzat Rusya içinden bugün küçük, ama yarın büyümeye aday insan haklarını başköşeye koymuş özgürlük yanlısı hareket ve çevrelerden oluşuyor.
Bugün yasaklanmış ve dağıtılmış durumda olan Kırım Tatar Millî Meclisi’nin önünde yeni görevler bulunuyor: hedef değişmese de, diasporada yeniden organize olup yeni görev dağılımlarıyla yeni aktörlerle yeni bağlantılar kurmak. Ukrayna’da sürgünde KTMM üyesi veya değil, eski millî hareket veteranlarının yanında yeni, iyi eğitimli, azimli genç bir zümre de peyda olmuş durumda. Burada tek bir örnek anmak gerekirse CrimeaSOS/KrımSOS bunlardan biri. Malum sebeplerden formel bir örgütlenme ihtimali olmasa da Kırım’da da halkımız olay temelli ad hoc mahfiller (rassemblements) meydana getirmekte pek mahir. Bu ve benzeri birçok oluşum KTMM’nin temas kurup yardımlaşabileceği en yakın, en samimî kanallar olacak gelecekte. Öte yandan KTMM Dünya Kırım Tatar Kongresi’ni de daha aktif bir yürütme organına çevirmek için gayret göstermeli. Ne de olsa artık “Kırım Tatar sorunu” ister istemez “uluslararasılaşmış” durumda.
Günümüzde her insan kendi başına bir evren oluşturuyor ve elinde çeşitli sosyal medya unsurları gibi bağımsızca kullanabileceği imkânlar mevcut. Bunları yetkinlikle kullanabilecek gençlerimiz etkinliklerini artırdıklarında uluslararası ölçekte geniş kitlelerin kenetlenmesi için bir platform kolayca kurulabilecektir. Dünya Kırım Tatar Kongresi’nin faaliyetlerini bu yönde teksif etmesi yerinde olacaktır. Biz Kırım Tatarları da derneklerimiz ve diğer teşkilatlarımız vasıtasıyla onun arkasında duralım. 18 Mayıstaki Ankara mitingimiz, internet üzerindeki çeşitli flashmob’lar[4] iyi bir haberleşmeyle sanal düzlemde olduğu kadar fiziksel olarak da büyük sayıları bir araya getirip ses getirebileceğimizi göstermiştir. Ağır bir sürgünün yaralarını daha saramadan yurdumuz uluslararasında bir büyük oyuna kurban giderek işgal edilmiştir. Önümüzdeki günler uzun ve güç geçebilir. Bu günlerde orada zulüm altında yaşayan soydaşlarımızı en geniş manada düşünüp desteklemek için elimizden gelenin en iyisini yapmayı ihmal etmeyelim. Vatanımızdan işgalciyi kovmak için barışçı yoldan sapmayan sivil itaatsizlik davranışlarıyla işgalci gücü olabildiğince yıpratalım.
*
[1] Çarlık zamanından kalma, memurları anmak üzere kullanılan bir kelime.
[2] Uluslararası ilişkilerdeki sorunları güç kullanarak çözme yolunu güden politika anlamında Almanca bir terim.
[3] Berdyayev’in meşhur ettiği bir terim, Rus düşüncesi.
[4] Birbirlerini tanımayan insanların internet üzerinden sözleşerek belli bir eylem yapmaya dönük sosyal etkinlikleri.
Emel 254/257. Sayfa 3-8.