Zafer KARATAY.
Londra’dan Kızıltaş’a son yolculuğu…
TRT için Neşe Sarısoy Karatay ile birlikte hazırladığımız “CENGİZ DAĞCI” belgeselinin sonunu Cengiz Dağcı’nın kendi kaleminden çıkan şu sözlerle bitirmiştik;
“Gözlerimi yumuyorum, kuru bir tıkırtı geliyor kulağıma. Biliyorum sosyal güvenlik dairesinden bir memur kız çalıyor kapımı, başka kimse olamaz. Soru soracak gene.
Evinizde sizden başka oturan biri var mı?
Sizi evinizde ziyaret eden hısım akrabalarınız var mı?
Ev işlerinizde yardıma ihtiyacınız var mı?
Git be kız git! Benim için hayatta gerekli olan şeyleri sen bilemezsin! Yüreğimin acılarına dermanı ben kendimde buldum bunca yıl. Bu akşam da kendi ruhumda arayıp bulacağım. Kızıltaş sandığım kadar uzak değil, karanlık kalksın hele, karlar erisin hele ben Kızıltaş yoluna koyulacağım gene. Toprağında saklı bahar bekliyor beni orada. Al perçemli bulutlar, ılık yağmurlar, gümüş çitler üzerinde serçeler, saksağanlar, mutlu martılar bekliyor beni orada. Karanlık çözülsün hele, karlar erisin hele gideceğim. Benim yalnızlığımı sen anlayamazsın. Yalnızlığımda yüz binlerin duasını yazdım yüreğime. Çalma kapımı git! Yüreğim yorgun bu akşam git git git! Uyuyacağım…” (Anneme Mektuplar, s. 492)
Ölümünden sonra gittiğim Kırım’da, Akmescit’te Kırım Tatar Drama Tiyatrosu’nda “Cengiz Dağcı” akşamı düzenlemiştim. Aslında Cengiz Dağcı vefat etmeden, Kırımoğlu, Bir Halkın Mücadelesi belgeseli çekimleri için gittiğimde Cengiz Dağcı belgeselinin bir gösterimini yapmayı planlamıştım. O düşünce Dağcı’nın vefatı üzerine bir anma gecesine dönüştü. Cengiz Dağcı ve Kırım yolunda hayatını kaybedenler için yapılan dua ile başlayan gecede Kırım Tatar Millî Meclisi Başkanı Sayın Mustafa A Kırımoğlu’nun da anlamlı bir konuşma yaptı. 28 Ekim 2011 akşamı yapılan etkinlikte, belgeseli seyrederken son dakikalarında irkildim. Tüylerim diken diken oldu. Belgeselin son birkaç dakikasını Cengiz Dağcı’nın kendi kaleminden çıkmış sözlerle bitirmiştik; “Yüreğimin acılarına dermanı ben kendimde buldum bunca yıl. Bu akşam da kendi ruhumda arayıp bulacağım. Kızıltaş sandığım kadar uzak değil, karanlık çözülsün hele, karlar erisin hele ben Kızıltaş yoluna koyulacağım gene.”
“Allahım ne kadar büyüksün!” dedim kendi kendime. Biz belgeseli Vatan Kırım’da seyrettiğimiz tam o saatlerde Cengiz Dağcı’nın naaşı Londra’dan Kızıltaş’a doğru yola çıkmak üzere hazırlanıyordu. Allah’ın büyük lütfu ile bir rüya gerçeğe dönüşüyordu.
TRT için hazırladığım Cengiz Dağcı Belgeseli ilk defa 10 Nisan 2011 günü saat 22 30’da TRT Haber Kanalında yayınlanmıştı. İyi ki o sağ iken Cengiz Dağcı belgeselini çekmişim. Allah’a şükürler olsun ki kendisi ve eserleri hakkında kendisiyle uzun söyleşiler yapmak kısmet oldu.
Cengiz Dağcı belgeselini tamamlayıp 10 Nisan 2011 günü yayınladığımızda kendisi henüz sağdı. Bu belgesele girmeyen, giremeyen ama Vatan Kırım’a çok sevdiği topraklara kavuşması adeta bir toy gibi olan kısmı inşallah gelecekte girer. Yeni bir belgesel konusu olur. Bu olağanüstü yolculuğun içinde bulunan, aktif rol oynayan biri olarak yaşananları, perde arkasında kalan kısımların bir bölümünü yazarak belgeselin son perdesine ışık tutmak istiyorum.
Onunla yaptığım söyleşilerin kamera kayıtlarında da var. Söylemek zor olsa da “Cengiz Ağa Allah geçinden versin. Ama eninde sonunda hepimiz öleceğiz. Siz ölünce nereye, nasıl gömüleceksiniz? Hiç düşündünüz mü?” diye sormuştum. Yüzüme her zamanki tatlı tatlı gülümseyerek baktı “Vallahi Zafer kardeşim ölünce gideceğim yer Regina’nın yanıdır. Mezar yerimi aldım. Sanırım yerim orası” dedi.
Bu konuyu konuşmayı sürdürdüm: “Peki nasıl bir cenaze merasimi olacak? Siz bir Kırım Türküsünüz ve Müslümansınız. Bizim geleneklerimize ve dinimize göre kim sizi son yolculuğunuza uğurlayacak? Kızınız ve damadınız ile bu konuyu hiç konuştunuz mu?”
Yüzündeki ifade ciddileşti. Epeyce düşündü. “Vallahi kardeşim hiç konuşmadım. Elbette onlar bilmezler” dedi. Israrım üzerine damadı Frank ile konuşacağını kendisini bilgilendireceğini söyledi. Eşi Regina’nın onları sürekli ziyaret eden, onunla ilgili birçok habere imza atan gazeteci arkadaşımız Mustafa Köker’e, kalp ameliyatı olacağı zaman Cengiz Dağcı hayatını kaybederse, onun bir Müslüman olarak gömülmesi konusunda yardım rica ettiğini hatırlattım.
Bu konuyu daha sonraki görüşme ve telefon konuşmalarımızda hatırlatmayı sürdürdüm. En büyük korkum vefat ettiği zaman kızı ve damadının onu kimseye haber vermeden sessizce defnetmeleri idi. Cengiz Dağcı belgeselinin son çekimlerinde tarih doktorası için Londra’da bulunan sevgili Melek Maksudoğlu da bizimle oldu. Daha sonra o, Cengiz Dağcı ve damadı Frank ile sürekli irtibat halinde oldu.
Cengiz Dağcı ya da damadı ve kızının Türkiye’ye telefon ederek bizi haberdar etmekten imtina edebileceklerini düşünerek kendisine bir şey olursa Melek Maksudoğlu ve Mustafa Köker’e haber vermelerini telkin ettim. Sağolsun Melek Maksudoğlu bu irtibatı mükemmel sürdürdü. 2010 yılı bahar ayında beni Kırım’dan aradılar. Kız kardeşi Ayşe apte, Cengiz Dağcı’ya telefonla ulaşamadıklarını, endişe ettiklerini, söyleyip yardım isteyince, Melek Maksudoğlu’na evine gidip bakmasını rica ettim. Melek, zili ısrarla çaldığı kapı açılmayınca komşulara sormuş. Onlar da akşamları evde ışık olduğunu söyleyince büyük cesaret göstererek, evin yüksek arka bahçe duvarından atlayarak eve girmişti. Kızı Arzu Ursula gayet soğuk olarak karşılamış, “Babam hasta ve kimseyle görüşecek durumda değil! Telefonunuzu bırakın ben sizi bilgilendiririm!” demiş.
Melek bu irtibatı sürdürürken, bizim Cengiz Dağcı belgeseli hazırladığımızı, vefat ettiği takdirde cenaze merasimini de belgesel için çekmek istediğimizi ve cenaze masraflarını Kırım Derneği ve Emel Kırım vakfı olarak bizlerin karşılamaya hazır olduğumuzu iletmişti.
23 Eylül 2011 Cuma sabahı son belgeselimiz olan Kırımoglu, Bir Halkın Mücadelesi için Kırım’a gitmek üzere hazırlanırken telefon çaldı. Arayan Cengiz Dağcı belgeselimizin metin yazarlığını da yapan Dr. İsa Kocakaplan’dı. Damadı Frank’tan e-mektup almış. Sesi üzgündü. Cengiz Dağcı’nın vefat ettiğini söyledi. Hemen Mustafa Köker’i aradım, ulaşamadım. Ardından Emel Kırım Vakfı Londra temsilcisi Melek Maksudoğlu’nu arayarak haber verdim ve “Frank’ı aramasını ve Cengiz Dağcı’nın cenazesini ve bütün masrafları bizim üstlenmek istediğimizi” iletmesini ve “Mustafa Köker’den de Londra’daki cenaze işleriyle uğraşan kişi ve kuruluşlarla irtibata geçmesini rica ettiğimizi” söyledim.
Cuma namazı çıkışı Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Deliömeroğlu aradı. Mustafa Köker’in benim sürekli meşgul olan telefonuma ulaşamadığını, Mustafa Köker’in Cengiz Dağcı’nın damadı Frank ile görüştükten sonra Süleymaniye Kültür Merkezi ile irtibata geçerek cenaze işleri konusunda anlaştıklarını ve onların aileyle işlemler konusunda irtibatta olduklarını bildirmiş. Cenaze masrafları konusunda banka hesabı vermek üzere benim ve İstanbul Kırım Dernek başkanı Celal İçten’in telefonlarının verildiğini söyledi. Melek de aradı aynı bilgileri verdi. Ben de Melek’ten irtibatı sürekli tutmasını ve gelişmeleri takip ederek bilgi vermesini rica ettim.
Mustafa Köker ile de konuşunca rahatladım. Sağolsun o gerekenleri yapmış hemen. İyi ki Mustafa Köker hayat tercihini Londra’dan yana kullanmış. Onun Cengiz Dağcı ile yaptığı haberler ve son yolculuğundaki hizmetleri unutulmaz. En azından son yolculuğuna dualarla, cenaze namazı kılarak uğurlayacaktık. Ancak o kadar arzu etmeme ve niyet etmeme rağmen kendim katılamayacağım için üzülmüştüm. Ama Allah’ın neler takdir ettiğini bilemiyorsun. Çeşitli sebeplerden Kırım’a çekim için gitmem gecikmişti. Tam yola çıkarken vefat haberini almıştım. Meğer bunlar harikulade bir sonun, tanıklık ve katkım olacak tarihi bir olayın bir parçası imiş. Tanrının takdiri imiş.
Londra’da cenaze namazının ve toprağa verilmesinin çekimlerinin yapılması için gerekli görüşmeleri yaptım. Emel Kırım Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği de yapan arkadaşım Dr. Fikri Kançal, New York’da bulunan Dışişleri Bakanımızı bilgilendirdiğini söyledi.
Uçağımız Kırım’a indiği zaman QHA Koordinatörü İsmet Yüksel güzel bir haber ile bizi karşıladı. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu Hakan Kırımlı ile konuştuğunda “ Cengiz Dağcı’nın Londra’da gömülmesine gönlünün razı olmadığını, Kırım’da olmaz ise, Türkiye’de defnedilmesini, ailesinin izni olursa bütün işlemleri Türkiye Devleti olarak yapacaklarını” söylemiş. Hemen müjdeli haberi Melek Maksudoğlu’na verdim ve Arzu Ursula ve Frank’ı aramasını, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın Cengiz Dağcı için başsağlığı mesajı yayınladıklarını ve Kırım’da gömmek isteğimizi bildirmesini rica ettim. Telefonları kapalı olduğu için ertesi sabah ulaşabilmiş ve izin almış. Bu bilgi Dışişleri Bakanımıza ulaşınca, sayın Ahmet Davutoğlu, diplomatik nezaket gereği Ukrayna Devleti’nden izin alana kadar bu haberin kamuoyuna duyurulmamasını rica etmiş haklı olarak.
Bu olağanüstü durum ortaya çıkınca derhal Kırım’da hazırlıkları başlattık. Kız kardeşi Ayşe Dağcı ve akrabalarına cenazenin Kırım’a getirileceği bilgisini verdim. Kız kardeşi Kızıltaş’ta toprağa verilmesini istedi. Ben de aynı fikirde idim. Kırım’da kimi arkadaşlarımız Akmescit’te kimi arkadaşlarımız Bahçesaray’da Zincirli Medrese haziresinde toprağa verilmesi fikrinde idiler. Ben fikrimi ve neden Kızıltaş’a gömülmesi gerektiğini ve bunun manasının ne olduğu konusundaki düşüncelerimi Kırım Tatar Millî Meclisi Başkanımız Mustafa Kırımoğlu ile paylaştım. O da bana hak verince hemen bir hazırlık komitesi kuruldu ve hazırlıklara başlandı. Belgesel çekimlerim sebebiyle toplantılara katılamasam da, telefonla onlarca görüşme yaparak Kırım, Türkiye, Londra arasındaki koordinasyonu sağlamaya devam ettim.
Ancak 25 Eylül 2011 günü Bahçesaray’da çekim yaparken Melek Maksudoğlu aradı. Çok üzgündü. Ağlamaklı bir sesle, “Zafer Agam, Frank aradı. Çeşitli internet sitelerinde kendisinin ve Arzu Ursula’nın çok kötü olarak gösterildiğine, kendilerinin Cengiz Dağcı’yı Katolik olarak gömeceklerine, ama cenazenin kendilerinden kaçırılırcasına kurtarılarak Londra’da Müslüman mezarlığında gömüleceğine dair haberler okuduklarını, Arzu Ursula’nın sinir krizleri geçirdiğini, Cenaze için verdikleri izinden vazgeçmek düşüncesinde olduklarını söylediler” dedi. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.
İnternetten bakınca gerçekten kimi internet sitelerinde böyle haberler vardı. Dr. İsa Kocakaplan’ı arayarak, gelişmeler konusunda bilgi verdim ve internet sitelerine ulaşarak bu haberlerin düzeltilmesi konusunda yardım rica ettim. KTMM Başkanımızı bilgilendirerek, hem koordinasyonu sağlayan KTMM Türkiye Temsilcisi olarak, hem de kendileri adına bir basın duyurusu yayınlamak ve kızı Arzu Ursula ile damadı Frank’a gösterdikleri anlayış için teşekkürlerimizi bildireceğimi söylemek için iznini aldım. İlgili haber ve Cenazenin Kırım’a getirileceği haberi QHA tarafından Türkçe ve İngilizce servis edildi. Internethaber.com sitesinde ve başka yerlerde yayınlandı. Melek Maksudoğlu bu bilgileri Frank ve Arzu Ursula Posner’e iletmiş. Çok memnun olmuşlar ve teşekkür etmişler.
Cengiz Dağcı’nın kız kardeşi Ayşe Dağcı’nın sürgünden döndükten sonra ikamet yeri olarak Kızıltaş’ta kayıt olması da ve pasaportundaki adresinin Kızıltaş olması işimizi çok kolaylaştırdı. Pasaport bilgileri ve diğer evraklar Londra’daki Süleymaniye Kültür Merkezinden cenaze işlerini yürüten ve devamlı haberleştiğim Yahya Köse Bey’e gönderildi. Bundan sonraki bütün işlemleri sağ olsunlar onlar ve Türkiye’nin Londra ve Kiev’deki elçilik mensupları ve merkezdeki ilgili görevliler hallettiler.
Londra Büyükelçimiz, Cengiz Dağcı’nın naaşına Melek Maksudoğlu’nun refakat etmesini istemiş. Yürüttüğü başarılı koordinasyonun karşılığı olarak böyle bir onura erişen Melek Maksudoğlu’nun pasaportuna kayıtlı olarak Cengiz Dağcı’nın naaşı, Vatan Kırım’a 1 Ekim 2011 günü geldi.
Doğrusu ilk planda Cengiz Dağcı’nın cenazesini Kırım’a hemen getirmeyi planlamamıştık. Çünkü Cengiz Dağcı Ukrayna vatandaşı değildi. Bizim normal yollardan getirme, Kırım’a cenazesinin giriş ve defin izni almamız, günler belki aylar sürebilirdi. Bunları dikkate alarak cenazeyi uzun süre bekletemeyeceğimiz için ilk planda kefenleyerek, cenaze namazı kılınarak Cengiz Dağcı’yı İngiltere’de geçici olarak toprağa vermek için hazırlıklar yürütmüştük. Daha sonra nakli için uğraşırız diye planlıyorduk.
Ancak Ahmet Davutoğlu, bizim için olağanüstü olan bir durumu, bir rüyayı bir gerçeğe dönüştürdü…
Çok tartışılan konulardan biridir. Bana da çok soruldu. Cengiz Dağcı niçin Türkiye’ye gelmedi? Küs mü? Cengiz Dağcı Türkiye’ye elbette küs değildi. Geçmişte iki defa kalbi kırılmıştı. İlki ve çok bilineni Cengiz Dağcı’nın Türkiye’ye göç etmek için Londra’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne başvurduğunda aldığı cevaptı. Ona çok üzüldüğünü yazmıştı. Ama bunun uluslar arası siyaset döneminin şartları olarak olabileceğini söylerdi ve olabilir derdi. Bana da konuşmalarımızda röportajlarımızda küsmediğini üzüldüğünü, kırıldığını ama bunun çok yıllar öncede kaldığını söylemişti.
Ama asıl onu üzenin, şaşırtanın hayal kırıklığına uğratan olayın Birleşmiş Milletlerde yıllar önce Kırım Tatarları dahil pek çok halkı vatanlarından sürgün eden SSCB’nin kınanması ile ilgili karar tasarısı üzerinde Türkiye’nin sessiz kalmasıydı. Çekimser oy vermesiydi. Bolivya dahi Kırım Tatarlarının ve diğer halkların sürülmesini kınayan tasarıyı destekledi ama Türkiye sessiz kaldı demişti.
Bu üzüntüleri yaşayan Cengiz Dağcı’yı, 71 sene sonra Vatan’ı Kırım’a getiren Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Türk Dışişleri Bakanlığı görevlileri geçmişin buruk anılarının üzerine muhteşem bir tarih yazdılar.
Türkiye’ye Türklere kardeşlerine asla küsmeyen Cengiz Dağcı’nın son yolculuğunda, Akmescit Kebir Camii’ndeki cenaze namazında Ahmet Davutoğlu yaptığı harikulade konuşmayla bu muhteşem yolculuğu, bu olağanüstü hizmeti taçlandırdı. Ahmet Davutoğlu beraberinde çok geniş bir heyetle özel uçakla Kırım’a gelmeden, biz hazırlıklarımızı sürdürürken arkadaşım Fikri aradı. Cengiz Dağcı belgeselini seyretmek istediğini söyledi. İnternet üzerinden seyredilebilen linkini verdim. Gerçekten de Ahmet Davutoğlu gelemeden bu belgeseli seyretmiş. Zaten konuşmasında belgeselden izleri görmek mümkün. Bu elbette mutlu etti. Kızıltaş’ta Cengiz Dağcı toprağa verilirken, dönemin Kültür Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a beni tanıştırırken özellikle de belgeselden bahsetti. Ne yazık ki daha sonrasında Cengiz Dağcı ve belgeseli ile ilgili olarak Kültür Bakanlığımızdan herhangi bir faaliyet yapılmadı
Cengiz Dağcı’nın Kızıltaş köyünde üzüm bağları arasındaki tarihî mezarlıkta üstüne atılan, onu sarıp sarmalayan, hasretle kucaklayan Kırım toprakları bir destanı sona erdirirken, yeni bir destanın ilk sayfaları ilk bölümünü yazıyordu. İnşallah yeni Cengiz Dağcı’lar ortaya çıkar bu olağanüstü son yolculuğu, daha doğrusu iki sevgilinin kavuşmasının gerçekleştiği bu toyun hikâyesini yazarlar.
Bu mezar, Kırım Türklerinin vatanlarına dönüş sürecinde yer verilmeyen, toprak verilmeyen Kırım’ın çok kıymetli Karadeniz kıyılarındaki topraklarında bir yeniden doğuş, yeniden var oluş destanının abidesi olarak var olacaktı.
Cengiz Dağcı’yı yakından tanıma, onunla çok iyi bir dost olma ve onun ile ilgili sağlığında kendisiyle yapılmış en geniş röportajların yapıldığı tek belgeseli yapmanın onuru, hayatımın en önemli gurur kaynağı, hizmetlerimin bir ödülü olarak kalacak.
Hiç şüphesiz Cengiz Dağcı’ya hepimiz çok şey borçluyuz. İlkokul dördüncü sınıfı bitirmiş yaz tatili başlamıştı. Okumaya çok meraklıydım. Rahmetli amcam Sıddık Karatay’ın kitapları arasında bulduğum Korkunç Yıllar kitabını o gece okuyup bitirdim. Annem defalarca yatmamı istemişti. Ama o eser beni sürükledi aldı ve bambaşka dünyalara götürdü. İyi ki de götürmüş. Allah daha sonraki yıllarda bana Kırım’a bir çok hizmet etme fırsatı sundu böylelikle.
Daha sonraki yıllarda diğer eserlerini okudum. Okumaya devam ettim. Ama o zamanlar, Cengiz Dağcı ile tanışacağımı, onun hakkında belgesel film yapacağımı hayal bile edemezdim. Hatta 10-15 sene önce Cengiz Dağcı vefat edince Kırım’a gömülmesi bile mümkün olmayacak bir dilek gibi görünüyordu.
Cengiz Dağcı ile 1983 senesinde Emel Dergisi’nin yayınını arkadaşlarla üzerimize alıp Emel Ankara’da çıkmaya başlayınca mektuplaşmaya başladık. Adresini rahmetli Feyzi Rahman Yurter veya Fikret Yurter’den almıştık. Daha sonra telefonlaşmaya başladık.
İlk defa kendisiyle yüz yüze görüşmek 19 Ekim 2003 günü oldu. Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği İstanbul şubesi başkanı Celal İçten, eşi Tülay İçten ve Neşe Sarısoy Karatay ile onu Londra’daki Southfield semtindeki evinde ziyaret etmiş ve hasretle sevgiyle kucaklaşmıştık.
25 Ekim’e kadar evine gittik. Onunla Londra sokaklarda dolaştık. Kameramla Cengiz Dağcı belgeselinin ilk çekimlerini yaptım. Daha sonra iki defa daha ziyaret etmek ve çekimler yapmak fırsatı buldum. Cengiz Dağcı ile uzun çekimler ve röportajlar yaptım. Bütün bu görüşmelerde kaygımız onun ölünce nasıl defnedileceği idi. Kızıyla, damadıyla torunuyla tanışamamıştık.
Kendisi hayatı ve eserleriyle ilgili yaptığım uzun röportajları bir kitap olarak neşretmek bir borç artık benim için.
Anılarını anlatırken, o anları yaşardı. Annesini anlatırken yüzündeki derin hüznü ve Anneme Mektuplar romanının ilham kaynaklarını görebilirsiniz. Almanlara esir düşmesini anlatırken, yaşadığı sıkıntıların onu nasıl sardığını görür ve Korkunç Yıllar’ı hissedersiniz. Regina ile tanışmasını anlatırken gözlerindeki pırıltıyı, yüzündeki heyecanlı ve çocuksu gülümsemeyi görünce derin ve romantik bir aşkın ürünü Regina’yı okur gibi olursunuz.
Sürgüne uğramış ve büyük bir mücadele ile yurduna dönmüş halkı Kırım Türklerinden söz ederken, kimi zaman üzülen, kimi zaman gururlanan, kimi zaman heyecanla kahramanlık türküsü söyleyen, yaşananlara isyan eden, yapılan zulüm ve haksızlıkları kabul etmeyen, halkına inanan, güvenen, direnen bir mücadeleci ruhu görürsünüz.
Zaten eserleri ortada. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun hocamızın dediği gibi, onu okumayan eksik kalır. Bu vesileyle önemli bir hatıramı da aktarıyım. Cengiz Dağcı belgeselini çekerken, Türkiye’nin en tanınmış kitap eleştirmenlerinden, Doğan Hızlan’ı aradım. Cengiz Dağcı’nın eserleriyle ilgili belgesel için bir değerlendirme yapmasını istedim. Aldığım cevap “okumadım bir değerlendirme yapamayacağım” oldu. Şaşılacak şey! Senelerdir bir çok kitap eleştirisi yapan biri, Türkiye’de 20’den fazla eseri yayınlanmış, bu eserleri Varlık gibi Ötüken gibi çok bilinen yayınevlerince basılmış bir Türk yazarını okumamış!
Doğan Hızlan gibi Cengiz Dağcı’yı görmezden gelenlere en büyük cevabı Türk okuyucusu verdi. Vermeye de devam ettirecektir. Okumayan kalmasın. Hele Türk edebiyatını severim diyen, Kırım’ı severim diyen bir kimse mutlaka okumalı. Okutmalı. Okunmasına vesile olmalı.