CENGİZ DAĞCI İLE MEKTUPLAŞMA
Hüseyin PEHLİVAN*
Seksenli yılların başında, bugün bile hâlâ nereden elime geçtiğini hatırlayamadığım Cengiz Dağcı’nın Korkunç Yıllar adlı kitabını okuduğumda çok etkilenmiştim. Bu kitabı okuduktan sonra Kırım’a ve Cengiz Dağcı’nın eserlerine büyük ilgi duymaya başladım. Ardından Yurdunu Kaybeden Adam romanını okudum. Önce Sovyet ordusunda Almanlara karşı teğmen olarak savaşan Cengiz Dağcı, Ukrayna cephesinde Almanlara esir düşer. Almanlar, Türk esirlerden Türk lejyoner birliğini kurar ve bu sefer Alman subayı olarak Sovyetlere karşı Almanlarla birlikte savaşır. Almanların İkinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra esirlikten kurtulur, ancak doğduğu topraklarda yaşama şansı kalmamıştır. Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin de anlamı yoktur.
İngiltere’ye yerleşen Dağcı’nın yüreğinde doğup büyüdüğü Gurzuf’un, Kızıltaş’ın, Akmescit’in, Yalta’nın özlemi ve izleri ölünceye kadar anılarında hep diri kalmış ve bunu romanlarında derinlemesine işlemiştir. Onlarda İnsandı romanı muhteşemdi ve olağanüstü ilgimi çekmişti. Üst üste 2 defa okudum. Burada anlatılanlardan çok etkilendim.
Sürgüne gönderilen Kırım Tatarlarının evlerine yerleştirilmek üzere bir gece Yalta limanına gemi ile gelen Rus uyruklu insanlar, boşaltılan köylere getirildi. Başlarında sürgünden önce köye karın tokluğunda çalışmak üzere babasıyla birlikte sığınmacı olarak gelen İvan vardı. İvan, kinle intikam alma dürtüsüyle hareket etmekteydi. Herkesin bir ev sahiplenmesi istenmişti. Gece karanlığında herkes bir ev sahiplendi. Uzun yolculuktan gelen bu Rus köylüleri, gece karanlığında nasıl bir yere geldiklerini merak etseler de bir kısmı yorgunluktan sahiplendikleri evlerin etrafında uyuyakaldı. Ancak içlerinde çok meraklı biri vardı, Kostyürk. Kostyürk nasıl bir yere geldiğini çok merak ediyordu. Bazen çakmağını yakarak çevreyi gözlemlemeye çalışıyordu. Sabaha kadar beklemişti. Sabah tan yerinin ağardığında etrafı gözlerken denize doğru uzanan üzüm bahçelerini ve o güzel coğrafyayı görünce ellerini açıp “Yaşa Stalin yoldaş, bize dünyada cenneti verdin” demişti. Oysa trenlerle vatanlarından uzaklaştırılan, yollarda ölenler de vatan toprağına hasret bırakılanlar da insandı. Ağlayan insanların evlerine yerleşenler, onların acılarını yüreklerinde hissetmiyordu.
O Topraklar Bizimdi adlı romanda yıllarca bağ ve bahçelerinde özgürce çalışan insanlar artık kolhozlarda kendilerine değil, devlete çalışmak zorundaydılar. Bu coğrafyada acılar, İkinci Dünya Savaşı’nın getirdikleriyle daha da katmerleşmişti.
Dönüş romanında Kırım’a dönen romanın kahramanı Niyazi’nin doğduğu topraklara olan özlemi ile askere çağrılan arkadaşı Veli’nin “Ben Sovyetler tarafında savaşmam” deyip sağ kolunu bile bile omzundan kesmesi ve kanlar içinde kalması, eşinin çaresiz ağlayarak bakışları herkesi derin üzüntüye boğmuştu.
Anneme Mektuplar adlı romanda, içinde biriken bütün duyguların hepsinin geçmişe dönük, annesi üzerinden okuyucuya yansımasıdır. Gurzuf, Ayı Dağı, Memiş’in bayırı, Kızıltaş ve Yalta, Akmescit, romanda sık sık dile getirilen yerlerdir. Önceden ifade ettiğim gibi, Onlarda İnsandı romanı en çok etkilendiğim romandı. Okuduktan sonra ruhumda derin sarsılmalar yaşadım. İvan tarafından kahpece öldürülen Sabri’yi hiç unutmadım. Bir toplumun memleketinden bütün değerlerini geride bırakarak uzaklara sürülmesi ve çoğunun yollarda ölmesi insanlığın kabul edeceği bir olay değildi. Bunu Badem Dalına Asılı Bebekler adlı romanında da işlemişti. Hele Anneme Mektuplar isimli romanında ortaya koyduğu duygu ve özlem beni çok derinden etkiledi. Trabzon’da bulabildiğim eserlerini okudum ve birkaç kişiye okuttum. Özellikle Onlarda İnsandı romanını herkese okutturmak isteğim vardı. Bu konuda çaba sarf ettim. İstanbul’a yolum düştüğünde, Ötüken Neşriyata uğradım. Oraya gitmişken içeride birkaç kişinin Dağcı hakkında konuştuğunu duydum. Konuşmalar ilgimi çekti. Çok zamandır Cengiz Dağcı’ya ulaşma isteğim vardı. Onlara Dağcının adresinin olup olmadığını sordum. Bana onun adresini verdiler.
Trabzon’a döner dönmez kendisine heyecanla bir mektup yazdım. Okumadığım eserlerin kendisinde bulunup bulunmadığını sordum. Bir hafta sonra ondan bir mektup aldım. Heyecanla yazılmış mektubumdan bahsederken, Üşüyen Sokak ve Genç Temuçin adlı eserlerin yakında Ötüken Neşriyat’ta ‘Bütün Eserleri’ serisinde yayınlanacaklarını ifade ediyordu. Daha sonra o kitapları temin ettim. Ayrıca, Türkiye’ye neden gelmediğini sordum. O zaman Sovyetler Birliği yeni dağılmıştı. Doksan üçlü yıllardı. Bana sağlık nedenlerini gerekçe göstermişti. Birkaç yıl sonra vefat etti. Rahmetli mektubun içinde, puro içerken evinin önünde çiçekler arasında gülen gözleriyle çekilmiş bir resim göndermişti. Zaman zaman bu resme bakardım. Bu dünyada belki de hiç kimsenin yaşamadıklarını yaşayan, vatanından koparılmış yüreği sevgiyle dolu bu insanın ruhumda insanlık adına yarattığı güzel duygular adına kendisine minnet duyarken, öteki dünyada sıkıntısız bir yaşamı, yani cenneti Allah kendisine nasip etsin. Allah rahmet eylesin, toprağı bol, mekânı cennet olsun. İnsanlığın bir daha böyle acılar yaşamaması dileğimle tüm acı çekmiş insanların ruhu şad olsun mekanları cennet olsun.
* 1958 yılında Trabzon’un Yomra ilçesinde doğan Hüseyin Pehlivan kamu hizmetinden sonra 2018 yılında emekli oldu. Cinius Yayınları’ndan Güneş Doğmadan Önce (2017) ve Gençlik İhtirası (2019) adıyla yayınlanmış iki romanı var.