GÜLNARA BEKİROVA: “KIRIM’DA KALANLARIN VE AYRILANLARIN TRAJEDİLERİ FARKLI OLSA DA EŞİT DERECEDE ZOR DURUMDALAR.”

GÜLNARA BEKİROVA: “KIRIM’DA KALANLARIN VE AYRILANLARIN TRAJEDİLERİ FARKLI OLSA DA EŞİT DERECEDE ZOR DURUMDALAR.”

18 Mayıs 2016

Konuşan: Gülnara BEKİROVA*

Röportör: Anastasiya LEVKOVA

Türkçeye Çeviren: Ufuk AYKOL

 

The Ukrainian Week, Kırım’ın ne anlama geldiğini ve Ukrayna için ne ifade ettiğini anlamaya çalışmak, yarımadanın ve Kırım Tatarlarının tarihindeki önemli anlara bakmak, Kırım Tatar kimliğinin temelini tanımlamak ve Kırım’ın hem Ukrayna’ya geri dönme umutlarını hem de döndükten sonraki konumunu analiz etmek için tarihçi ve siyaset bilimci Gulnara Bekirova ile konuştu.


Bugün Kırım Tatar kimliğinin temelini nasıl görüyorsunuz?

Bu birkaç sütun üzerinde duruyor. İlki ortak topraktır. Kendisini Kırım Tatar olarak görenler için Kırım bir yerçekimi merkezidir. Bizim halkımızın trajedilerinden biri, yalnızca 1944’deki sürgünden sonra değil, ama aynı zamanda Rusya’nın Kırım’ı 1783’te ilhak etmesinin de bir sonucu olarak, çoğunluğu dünyaya yayılmışken, Kırım Tatarlarının Kırım’da azınlık olmasıdır. Bu ilhakı Kırım Tatarlarının kitlesel göçü izledi. Bunun sonucu olarak, Kırım’ın yerli halkı devlet oluşturan bir milletken yalnızca bir buçuk asır sonra kendi vatanında bir azınlık konumuna düştü.

Ne olursa olsun, bugün Kırım’da yaşayan Kırım Tatarları için –bu bütün Kırım Tatarları için bir vaat edilmiş topraktır– yarımada, milletimizin simgesel bir tecessümüdür. Kimliğin diğer sütun taşları ise dil, din ve kültür ve en önemlisi, ortak tarihsel hafıza/hatıra, hususen de 1944 Sürgününün hatırasıdır. Sanırım pek çok Kırım Tatarı, siyasal tercihlerinden bağımsız olarak sürgünün hatırasını paylaşıyorlar.

İlk makaleleriniz 1990’ların başında yayımlandı. Sürgünden sonra Kırım Tatarları hakkındaki ilk malzemelerdi sanırım. Geçen 25 yıllık süre içinde Kırım Tatarları kendi tarihlerini öğrenme konusunda ne kadar aşama kaydettiler?

Aslında bizim mazimizin pek çok epizodu uzun bir süre boyunca bir sır olarak tutuldu. Sovyetler Birliği’nin son yıllarında Kırım Tatarlarının 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarındaki göç hareketleri hakkında makaleler ve Kırım Tatar tarihyazımı üzerine bir tez yazdım. Bu süreçte, daha önce bilmediğim birçok gerçeği keşfettim. Eğer Moskova’da okumasaydım muhtemelen bunları keşfetme fırsatım da olmayacaktı çünkü Rus başkenti bazı belgelere ulaşılabilecek tek yerdi. Biz Kırım Tatarları, neden kimsenin milletimiz hakkında yazmadığını, okullarda neden diğer öğrencilerin bize garip bakışlar attığını ve neden insanların bizi Moğol-Tatar boyunduruğuyla ilişkilendirdiğini anlamıyorduk.

Sürgünden sonra, 1950’li yılların ortasından sonra etnisiteler listesi “Kırım Tatar” etnik adını bile içermezken Kırım Tatar tarihi derinlemesine tahrif edilmişti. Kırım Tatarlarının sosyal bilimler ağırlıklı üniversitelere kabul edilmemesi konusunda “açıkça dile getirilmeyen” bir yasak vardı. Yetkililer tarihsel hatırayı silmekle uğraşıyorlardı. Bu da bizi “yeraltı tarihçiliği” adını verdiğim şeyi yapmaya zorladı. Bu tarihyazımı, Kırım Tatar millî hareketinin belgelerinde ve aktivistlerimizin çeşitli kurumlara gönderdiği belgelerde korunmuştu. Hafızasını kaybeden bir topluluk yönünü de kaybetmeye maruz kalır ve nereye yöneleceğini bilemez.

İşte bu sebeplerle Kırım Tatar millî hareketi, her zaman tarihsel hafızasını canlandırmaya odaklandı. Bu arada, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’na karşı ilk suçlama da Kırım Tarihi Üzerine İnceleme kitabı yüzünden oldu. Resmî suçlama orduda hizmet vermeyi reddetmesiydi ama ben Baş Savcılık Ofisinin belgelerini buldum, o belgeler suçlamanın asıl sebebinin tarih çalışması olduğunu gösteriyordu. Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, insan hakları aktivisti Ayşe Seytmuratova, Kırım Tatar Millî Hareketi’nin [NDKT] lideri Yuriy Osmanov, Kırım Tatar filolog Refik Muzafarov ve Kırım Tatarları için millî eşitliği savunan Rollan Kadiyev gibi insanlar sayesinde tarihsel hafızamız yavaş yavaş canlandı ve korundu. Ancak Sovyetler’deki Kırım araştırmalarında Kırım Tatarları ya düşman ya haindi ya da esamileri bile okunmuyordu. 1975 senesinde Sovyet tarihçisi Oleksandr Nekriç Cezalandırılmış Halklar isimli kitabını tamamladı ve yayımlanması için Batı’ya gönderdi. Çünkü Sovyetler’de hiçbir şekilde yayımlanma şansı yoktu. Stalin’in sürgün ettiği halklar hakkında konuşan ilk kişiydi ve derhal ülke dışına göç etmek zorunda kaldı. Buna ek olarak, Nekriç erişilemez oldukları için Sovyet arşiv belgelerine değil, daha çok bizim aktivistlerimizin tanıklıklarına dayanıyordu. 1989’daki Sovyetler Birliği Yüksek Şurası’nın Zulme Uğrayan Halklar Hakkındaki Deklarasyonu’ndan sonra “Kırım Tatar” etnik adı üzerindeki yasak kaldırıldı. Bundan sonra Sankt Peterburglu tarihçi Valeriy Vozgrin çalışmalarını yayımlamaya başladı ve bunlar bize vahiy gibi geldi. Ben de 1994’te, Moskova’daki Tarih ve Arşiv Enstitüsü’nde 18. Yüzyılın Sonlarından 1940’lı Yıllara Kadar Kırım Tatarlarının Tarihyazımı Üzerine tezimi savundum. 1990’ların başında, tarihçi Refik Muzafarov Kırım Tatar Ansiklopedisi’ni yayımladı. Yayında pek çok yanlış olmasına rağmen yine de pek çok olgu açığa çıkmış oldu.

Unutma adlı kampanyamız sırasında 1944 soykırımı hakkında pek çok hatıra topladık. İnsanlar bize mektuplarla deneyimlerini ve fotoğraflarını gönderdiler, pek çok da röportaj yapıldı. ATR kanalının sahibi Lenur İslamov’un destekleriyle topladığımız bu materyaller için dijital bir arşiv kurduk. Artık olgu toplama kısmını geçtik sanırım. Şimdi bunları özetleme zamanı.

Sıradan bir Kırım Tatarı da tarihine merak duyuyor mu yoksa bu ilgi entelektüellerle mi sınırlı?

Tarih, Kırım Tatarlarının zihninde çok önemli bir bileşen. Ancak mevcut koşullar dâhilinde bu ilgiyi topluca karşılamak zor. İşgal edildiğinden bu yana, Kırım’da sürgünü anma nümayişleri yasaklandı ve yetkililer Kırım Tatarlarının bundan söz etmeyi bırakmalarını söylüyorlar. İlhakın ikinci ayında, Kırım Tatar Sürgünü’nün 70. yılının anılmasının yasaklanması adeta yüzümüze tükürülmesi demekti. Üstelik anma için epey de hazırlık yapılmıştı. Neyse ki, Sürgün’ü anlatan uzun metrajlı bir film olan Haytarma işgalden önce gösterime girmişti. Bunu şimdi yapmak imkânsız olurdu. Sürgün’den sağ kurtulanların tanıklıklarından oluşan kitaplar yayımlayacaktık, ama sonra Mart 2014 geldi. Tek muvaffakiyet, 2014’te Kiev’de Rusça Dünyada Cehennemi Gördük adlı kitabın yayımlanmasıydı. Kitap, yürüttüğümüz Unutma çalışmasını anlatıyor ve sağ kalanların tanıklıklarını içeriyordu. Ancak daha derin bir araştırmamızı ertelemek zorunda kaldık. 2015 senesinde Kırım’dan Kiev’e taşınmak zorunda kalan ATR televizyon kanalındaki “Tarih Sedası” programında düzenli olarak Kırım Tatarlarının sürgünü ve o yıllarda yaşananlar hakkında konuşuyorum. ATR ayrıca Kırım Tatar tarihiyle ilgili Hatıra adında, hatıralardan ve fotoğraflardan oluşan bir kampanya organize etti. Ayrıca şunu da belirteyim ki, başta Ukrayna anakarasındaki pek çok kişi olmak üzere, artık halkımın tarihiyle daha fazla insan ilgileniyor.

Eğer Kırım, Ukrayna’ya dönerse, Kırım Tatar dili tamamen işlevsel hale gelebilir mi?

Şu anda birçok Kırım Tatarı anadillerinde akıcı bir şekilde konuşamıyorlar. Buna karşılık, bu konunun çözümünün zor olmadığına ve eğitimle hallolabileceğine inanıyorum. Kırım’daki herkes Rusça ve Ukraynacanın yanında Kırım Tatarca da öğrenmelidir. Ondan sonra Kırım Tatar diliyle ilgili tam teşekküllü bir bilgiye sahip olacağız ve inanıyorum ki bu herkes için faydalı olacak. Şu örnekte biraz kararsızım, ama yine de vereceğim; Kırım Tatar dilini bilenler Türkçeyi ve pek çok Türk lehçesini anlayabilirler. Sürgünden önce Kırım halkının çoğu Kırım Tatar dilini biliyordu ve bu da diğer etnik grupların bu dili öğrenebileceğini kanıtlıyor. 1944 senesine kadar Kırım’da “lingua franca” Kırım Tatar diliydi. Eğer zorunlu bir ders olarak okutulursa, öğrenilmesi çok zor olmaz. Tabiî ki bu, şu an işgal altındaki Kırım’da mümkün değil.

Kırım Tatar dili okullarda seçmeli ders olarak okutuluyor ve biz bu konuda Kırım’daki yetkililerle hiç anlaşamıyoruz. Televizyonda, bilirsiniz, eski devlet televizyonunda Dilde, Fikirde, İşte Birlik talk show programının sunucuları sadece programın başında ve sonunda Kırım Tatarca konuşuyorlardı. Sunucular aslında Kırım Tatar dilini mükemmel derecede konuşabiliyorlar ve misafirleri olan Kırım Tatar yayıncıları ya da editörleri de öyle. Fakat bunun yerine canlı yayında Rusça konuşuyorlar. Bu noktada Kırım Tatarca için Kırım’da hiçbir ümit göremiyorum. Peki, Ukrayna anakarasında bir geleceği var mı? Bilmiyorum, ama var olduğuna inanmak istiyorum. Hem sanırım Taras Şevçenko Millî Üniversitesi’ndeki Kırım Tatarca Bölümü bu sene çok popüler.

Ukrayna ve AB yetkililerinin, Kırım’ı asla Rusya’nın bir parçası olarak tanımamakla ilgili zayıf açıklamalarından başka Kırım Tatar aydınlarının, Kırım’ın sonunda Ukrayna’ya döneceğine inanmaları için nedenleri var mı? Bu neye mâl olur?

Bence pek çok Kırım Tatarı için Kırım’ın Ukrayna’ya geri dönüşü her zaman gündemde olacaktır ve bunun nesnel sebepleri vardır, özelikle tarihimizin son 150 yılı. Doğal olarak, Kırım’ın Rusya’nın toprağı olduğu savının yalan olduğunu uluslararası toplum çok iyi biliyor. Gerçek şu ki Kırım işgal altında ve Rus hükümeti de orası işgal altına alınan bir bölgeymiş gibi davranıyor. 1941-1944 senelerinde Nazi işgali altındaki Kırım’da da muhaliflere böyle davranıyorlardı.

İşgal altındaki bir bölgenin ilk önceliği işgalden kurtulmaktır. Ancak ben, Ukraynalılar “Kırım’ın bizim” olduğunu anlayana dek bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. 5 yaşındaki herhangi bir Rus çocuğuna sorun: “Kırım kimin?” diye. Kendinden emin bir şekilde “Kırım bizim” diye cevap verecektir. Eğer iki yıl önce veya özellikle bugün herhangi bir Ukraynalı vatandaşa sorsanız, bu soruya cevap verirken tereddüt edecektir.

Nikita Hruşçov’un Kırım’ı 1954 senesinde Ukrayna SSC’sine vermesi bir hediye değildi. Kırım’ın Ukrayna’ya bağlı kalması için bizim mücadele etmemiz gerekiyor. Fakat siyasal arenada sadece Kırım Tatarları ve Ruslar mücadeleye tutuşmuş durumdalar. Güçlerini kıyaslamak mümkün bile değil. Bu mücadeleye iki güç daha katılmalı; Ukraynalılar AB’de ve ABD’de “Kırım bize ait” demeli, üstelik sadece politikacılar da değil, sıradan halk da Kırım’ın Ukrayna’nın bir parçası olduğunun farkına varmalı.

Üstelik Ukraynalılar son gelişmeleri çok açıkça anlamalılar. “Yeşil adamcıklar” Lviv’e ya da Vinnıtsa’ya değil, Kırım’a geldiler. Onların 23 senedir bizatihi Ukrayna devletinin yetkilileri tarafından desteklenen sosyal zeminleri olduğunu kabul etmeliyiz. Aslında Kırım yavaş yavaş ve sistemli bir şekilde teslim edildi. İlkin Ukrayna yanlısı Kırım Tatarlarına karşı direniş göstererek. İkinci olarak ise Kırım’ın geri kalanını Ukrayna yanlısı yapmak için sıfır çaba sarf ederek. Bütün Kırım’da sadece 5 ya da 6 okulun Ukraynaca eğitim vermesi şaka gibiydi. Bu arada Rus ayrılıkçılığının gelişmesi için yapılan teşvikler de yıllar geçtikçe arttı. Ukrayna Kırımı’nın en büyük trajedilerinden biri de buradaki en büyük Ukrayna vatanseverlerinin Kırım Tatarları olduğu gerçeğidir. Eğer Kırım’da 500–600.000 Ukrayna yanlısı Ukraynalı olsaydı, şu an bunları konuşuyor olur muyduk?

Peki, neden insanlar Rus hükümetiyle işbirliği yapıyorlar? Kısaca ifade edersek Kırım’da hâlâ Ukrayna’ya sempati duyanlar ve onu gönüllerinde saklayanlar, bugün Ukrayna’da Kırım’ın geri dönmesine yönelik hiçbir çaba göremiyorlar. Bu da Ukrayna yanlılarının cesaretlerini büyük ölçüde kırıyor.

Kırım’ın bir gün Ukrayna’ya geri döndüğünü düşünelim. Kırım Tatar aydınlarının bundan sonrası için bir öngörüsü var mı?

“Ukrayna Kırım’ı” konsepti açık bir şekilde Ukrayna dâhilinde “Kırım Tatar millî özerkliği” olmalıdır. Kırım’ın yalnızca Kırım Tatarlarının vatanı olması gerçeği b format haklı kılar. Kırım Tatarların millet olarak teşekkül ettiği yer burasıdır.  Kırım Tatar devleti 340 seneden fazla Kırım topraklarına hükmetti. Kırım Tatarları bu devletçiliklerini hatırlıyorlar ve hissediyorlar. Nitekim 1921-1945 seneleri arasında Kırım Özerk Cumhuriyeti, Kırım Tatarlarının Kırım’ın yerli halkı olması hasebiyle vardı. Biliyoruz ki, eğer özerkliğe sahip olmazsak zamanla elimizdeki her şeyi kaybedeceğiz. Bir milletin kendi kaderini tayin etme hakkı yine o milletin millî özerkliği içinde uygulanır. Sürgünden önce Kırım’daki üst düzey yetkililerin (Merkez Seçim Komitesi başkanı veya Kırım Başbakanı gibi) birçoğu Kırım Tatarıydı. II. Dünya Savaşı’ndan önce, 1940 senesinde Kırım Parlamentosu’na bir Kırım Tatar kadınının başkanlık ettiğine dair arşiv belgeleri buldum.

Bu noktada ayrıntılı bir yol haritamız yok. Fakat bunun bir ay içerisinde hazırlanıp organize edilebileceğine sizi temin ederim. Buradaki Kırım Tatarlarının da kendi organizasyonlarını yapabilecek kapasiteleri var. Kırım’ın sivil ablukası eylemine bakın. Ukrayna anakarasında müttefikleri olduğunu fark eden bir avuç Kırım Tatarı tarafından başlatıldı. Şüpheyle yaklaşanlar bunun birkaç gün içinde sona ereceğini sanıyorlardı. Bunun aksine dört aydır devam ediyor ve önemli sonuçlar alındı. İşte bu, Kırım için insanların kendi üzerlerine düşen sorumlulukları aldıklarının kanıtıdır. Asıl önemli olan Ukraynalıların Kırım Tatarlarına karşı şüphecilikten ve önyargıdan (önceden böyleydi) kaçınması. Zaten diğerleri yolumuza çokça engel koyuyorlar. Bütün bu önyargılar ve korkular yetkililerin sürgünü haklı çıkarmak için bazı sebepler dayatmaya ihtiyaç duydukları Sovyet devrinden kalma. Bu stereotipler her ne kadar gerçek durum tam tersi olsa da Kırım Tatarlarının daima düşman oldukları, buna karşılık Rusların her zaman dost ve kardeş olduğu fikrini içeriyor.

Tarihçilikte 20. senemi doldurmak üzereyim ve bazen tüm bu kalıplaşmış klişeler karşısındaki çabalarımın boşa gidip gitmediğini merak ediyorum. İnsanların düşüncelerini değiştirmesi için çok uzun süre gerekiyor. Aslında Kırım ilhak edilmeseydi, Ukraynalıların Kırım Tatarlarının tarihini neredeyse hiç bilmediklerini fark edemezdik. 2014 yılında Herson, Lviv ve Kiev’de ders vermeye başladım ve Ukrayna’daki insanların Kırım Tatarları hakkında bütün bildiklerinin Sovyet ve Ukrayna ders kitaplarında yazılan klişelerinden ibaret olduğunu görünce şok olmuştum.

Ukrayna anakarasında yaşayan Kırım Tatarları ile Kırım’da kalanlar arasında herhangi bir ayrışma var mı?

Çapını abartmak istemem, ama bu sosyal medyada açıkça görülen tam bir problem. Tabiatı gereği daha çok duygusal bir problem bu ve böylesi duygular da akıldışıdır. Fakat objektif bir şekilde bakarsak, Kırım’da kalanlar için de, Kırım’dan ayrılmak zorunda kalanlar için de hayat şartları zor. Kırım Tatarlarının durumunu zorlaştıran şey, sürgünden sonra vatanlarına dönmek için mücadele etmeleri ve şimdi onu öylece bırakıp gidememeleridir. İşte bu zorunluluk her şeye rağmen insanları Kırım’ı terk etmekten alıkoyuyor. Ukrayna yanlılarının çoğunluğu Kırım’dan ayrıldı, fakat Ukrayna yanlısı pek çok Kırım Tatarı bunu yapamadı. 2014 baharının başında çoğu çaresiz öğrenci ve meslektaşlarım bana şu soruyu sordular: “Ne yapmalıyız? Kalmalı mı yoksa gitmeli miyiz?” Onlara şunu dedim ve bugün de soran herkese aynısını söylüyorum: “Eğer peşinize düşmeyeceklerini, tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya olmadığınızı ve ayakta kalabileceğinizi düşünüyorsanız, Kırım’da kalın. Eğer imkânınız varsa orada yaşayın, sesinizi çıkartmayın, çocuk sahibi olun. İşgal altındasınız diye kimse size taş atmayacak.” Fakat şimdi Kırım’da kalanların bir kısmı, ayrılanlar için hayatın daha kolay olduğunu söylüyor. Öyle mi peki? Lviv, Kiev, Herson ve Vinnıtsa’ya taşınanlar buralarda apartman daireleri kiraladılar. Her şeylerini arkada bıraktılar. Bazı insanlar Kırım’a dönemiyor çünkü anında tutuklanacaklar.

İnanıyorum ki, Trajedileri farklı olsa da Kırım’da kalanlar da, Kırım’dan ayrılanlar da eşit derecede zor durumdalar. Ayrılanların trajedisi kendi yurdumuzda yaşayamamamız. Kırım’da kalanlarsa bir rezervasyon içinde yaşıyorlar.  Aydınlar hayatlarına devam etmek ve tutuklanmamak istiyorlarsa önlerinde iki seçenek var: ya işgalcilerle işbirliği yapacaklar ya da sessiz kalacaklar. Böylece kimse onların farklı düşündüklerini bilemeyecek.

Kırım’da ATR’yi korumak için yapılan tüm kahramanca çabalara rağmen, doğruyu söyledikleri ve onların gücüne hizmet etmedikleri için işgalciler kanalın zararlı olduğuna karar verdiler. Eğer muhalefetseniz, ne olursa olsun sıkıştırılacaksınız. Arkadaşlarımın boyun eğdiklerini görmek benim için çok zor. Fakat bunun işgal altında hayatta kalma yolu olduğunu da anlıyorum. Orada yaşayan hiç kimseye taş atamam. Sosyal medyada görülen bu ayrışma, bence Kırım Ukrayna’ya döndükten sonra kolayca aşılabilecek.

Kabul edemeyeceğim tek şey, bugün iktidarda olanlar tarafından beğenilmek için işgüzarlık yapanlar: daha bir sene önce övgüler düzdüklerinin üzerine çamur atıyorlar. Sanki bir daha bizimle birlikte olmak gibi bir umutları yokmuş gibi davranıyorlar. Fakat bir gün elbette yüz yüze bakacağız, hem de belki de Kırım’da ve çok yakında.

* Gulnara Bekirova, Zaporojiya Oblastı’na bağlı Melitopol’de doğdu ve Moskova Tarih ve Arşiv Ensititüsü’nde okudu. 1994’de “Rusya’da Rus Literatüründe Kırım Tatar Halkı ve Tarihi (18. Yüzyılın Sonundan 1940lara Kadar)” adlı tezini savundu. İlk Kırım Tatar TV kanalı ATR’de çalıştı ve Tarih Sedası programının sunuculuğunu yaptı. Bekirova, Ukrayna anakarasına taşınmadan önce Kırım Pedagoji ve Mühendislik Üniversitesi’nde ders veriyordu. Kiev’de yaşayan Bekirova, 11 kitap yazdı. 2009’da Kırım Tatarları 1941-1991 monografisiyle Bekir Çobanzade Ödülü’ne lâyık görüldü. 2012 yılında “Kırım Tatar Halkının Tarihsel Anavatanına Dönüş İçin Millî Hareketi” adlı teziyle siyaset bilimi doktoru oldu. Bekirova Ukrayna PEN kulübü üyesidir.

TAVSİYELER

MÜSTECİB ÜLKÜSAL’I KABRİ BAŞINDA ANDIK

Emel dergimizin kurucusu, başyazarı, Kırım Milli Kurtuluş Merkezi Başkanı, Emel Kırım Vakfımızın kurucusu ve 10 …