KIRIM TATAR HALKININ MUKADDERATI: DEVLET VE KÜLTÜRÜN GEÇMİŞİ, BUGÜNKÜ PROBLEMLERİ VE GELECEĞİ

KIRIM TATAR HALKININ MUKADDERATI:

DEVLET VE KÜLTÜRÜN GEÇMİŞİ, BUGÜNKÜ PROBLEMLERİ VE GELECEĞİ

Yazan: Dr. Svetlana ÇERVONNAYA*        Çev.: Dr. İbrahim YILDIRAN, Arzu MERTOL

    Avrupa halkları ve halk grupları arasında, Türk halklarına ve Müslüman dünyasına ait, ancak, ne Ön Asya’dan, ne de Doğu’nun herhangi bir yerinden Avrupa’ya gelmiş olan tek bir halk vardır, ileri derecede gelişmiş Avrupai bilinciyle bu Türk halkı, Güney Avrupa’nın yegâne, henüz yok edilmemiş “yerli halkı”dır ve etnik teşekkülü burada Doğu ve Batı medeniyetlerinin kaynaştığı sahnede başlamıştır. Söz konusu olan, eski SSCB’nin Avrupa yakasının güneyinde, Karadeniz’in çepeçevre sardığı ve şimdi Rusya ve Ukrayna arasındaki politik ihtilafta paylaşılamayan bir ganimet rolünü oynayan güzel Kırım yarımadasının talihsiz yerli halkı, Kırım Türkleri veya Kırım Tatarları’dır.

    Tanınmış Alman tarihçi, Der nationale Kampf der Russlandtürken adlı kitabın yazarı Gerhard von Mende, 1952’de Edige Kırımal’ın araştırması Der nationale Kampf der Krimtürken‘in Emsdetten baskısının önsözünde şunları yazıyordu:

    “Doğu Avrupa halklarının millî hareketlerinin araştırılması yalnızca Alman Doğu araştırmalarının değil, bilakis bütün Doğu araştırmalarının ihmalidir (…). Rus devleti ya da Sovyetler Birliği devlet olarak o denli ön planda duruyor ve kendisiyle meşgul olmayı zorunlu kılıyordu ki, içinde yaşayan halkların arka plandaki, yarı legal veya illegal hareketleri neredeyse fark edilmiyordu” (1).

    O zamandan beri 40 yıl geçti ve tabiatıyla çok şey değişti. Dünya bilimi ve geniş Avrupa kamuoyu, eski “Sovyet” Baltık ülkeleri Letonya, Litvanya ve Estonya’daki durumdan, 1980’li yılların sonu ile 1990’lı yılların başlarında kendi kaderlerini bizzat tayin etme haklarını, hükümranlıklarını yüksek sesle açıklayan ve şimdi Topluluğun (BDT) içinde veya dışında bağımsız devletler olarak boy gösteren Ukrayna, Moldavya, Kafkas ve Orta Asya cumhuriyetlerinin millî çabalarından ve bugünkü politik statülerinin özelliklerinden haberdardır. Buna rağmen, eski SSCB’nin haritasında ve onun Avrupa bölümünde “beyaz lekeler” (bilinmeyen, araştırılmamış tarihî bölgeler) kalmıştır ve bilimimiz (tarih, etnoloji, sosyoloji) bu boşluğu doldurmaya ancak bugün başlayabilmiştir.

    Bu tür meçhul (veya bir yığın uydurmalar, tahminler, tahrifatlar ve politik efsanelerle dolu bilgilerle, yarı meçhul) sahalardan biri de son zamana kadar yasak olan Kırım Tatar Millî Kurtuluş Hareketi’nin fevkalade mühim meseleleri ve haddizatında, komünist etnik soykırım politikasına karşı, hayranlık uyandıracak derecede bir mukavemet gösteren; sürülmüş, bertaraf edilmiş bir halkın modern tarihinin tamamıdır. Ayrıca, bu hareketin aktüel ihtiyaçları ve günümüzdeki başarıları, iç muhalefetleri (Mustafa Abdülcemil Kırımoglu liderliğindeki genç, güçlü ve radikal “Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı” ile 1960’lı yıllarda yetiştirilmiş “eski tüfekler” arasında), teşkilat metotları ve formları, millî devletin, devlet tasavvurunun yeniden doğuşun ve millî kültürün meseleleri ve (özellikle büyük anlam taşıyan) Güney Doğu Avrupa’da çok güçlü sarsıntıların ve etno-politik patlamaların tehdidini taşıyan olayların yaygınlaştığı Kırım’daki politik güçlerin bugünkü gruplandırmaları içinde “Kırım Tatar Meselesi”nin rolü ve yeri, hemen hemen meçhul kalmıştır. Etkili güçler (resmî Rusya – Moskova, resmî Ukrayna – Kiev; Yanmada içindeki ve dışındaki vatansever, millî Slav hareketleri; bölge üzerinde kendi özel alâkaları olan bir yanda eski “Sovyet”, bugünkü Rus, diğer yanda Ukrayna Ordusu) bugün “Kırım yorganı”nı kendi üzerlerine çekmek istiyorlar. Yükselen Avrupa’nın politik geleceğinde çok şey, Kırım Tatarları’nın bu mücadelede hangi gücü hangi doğrultuda kullanacaklarına bağlıdır. Bugün, Kırım’a hükmetmek isteyen Rusya’ya karşı Ukrain “RUH” (hareket) ile birlik arıyorlar, ancak, Kırım Tatar – Ukrain ittifakı bu millî hareketlerin tamamen değişik amaçlarının olması dolayısıyla uzun süremez.

    Tekrar Gerhard von Mende’ye dönerek, aktüalitesini bugün dahi kaybetmemiş olan cümlelerini tekrarlayalım: “Netice itibariyle Kırım Türklerinin (Kırım Tatarlarını böyle adlandırıyordu-S.Ç.) kim oldukları, yıllardır süren çabalarının hedefinin ne olduğu ve neye ulaştıkları sadece akademik değil, ayrıca pratik anlamı da olan bir meseledir. Zira, teritoryal reorganizasyonların sadece, ilgili halkların gerçek hedef ve istekleri bilinmediğinden veya yeterince dikkate alınmadığından, nasıl beklenen memnuniyeti sağlamayan yanlış çözümlere yol açtığı ve yeni rahatsızlıkların sebebi olduğu hakkında yeterli örnekler mevcuttur.” (2)

    Bu münasebetle, 20. yüzyılın ilk yarısında Kırım Tatar Kurtuluş Hareketinin yolbaşçısı, demokratik Kırım Cumhuriyeti’nin eski Başbakanı Cafer Seydahmet Kırımer’in söyledikleri derin ve aktüel anlam kazanmaktadır:

    “Türk ülkeleri (burada Volga-Ural bölgesi, Kuzey Kafkasya ve Kırım gibi, Türk halk gruplarının İslamiyet’in Doğu Avrupa’daki ön karakollarından bahsediliyor – S.Ç.) köklü bir tarih ve kültüre, aynı zamanda büyük yeraltı zenginliklerine sahip olmalarına ve toplam Türk nüfusunun dünyada 65 milyonluk büyük bir potansiyel gücü olmasına rağmen, pek az bilim adamı müstesna, Batı’da aydın tabaka biz Türkleri (biz Tatarları -S.Ç.) maalesef tanımıyor (…). Şimdi, bizi Batı’nın müttefik olarak tanımasının tam zamanıdır ve burada sadece “tanımak, tanımamaktan iyidir” prensibi değil, aksine, Türk (Tatar) dünyasının gelişmesinin, Batı demokrasisinin, barışının ve insanlığının savunması konusunda pek değerli yardım ve güvenilir bir güç olabileceği göz önüne alınmalıdır. ”(3) Bu fikirleri özellikle bugün vurgulamak isteriz.

    Kırım Tatarları, 13.-14. yüzyıllarda Altın Orda’nın “Ulus” denilen güney eyaleti, sonraları 1428-1475 yıllarında bağımsız, güçlü ve ihtişamlı bir devlet ve 1475-1774 yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümranlığı altında müstakil bir ülke olan Kırım Hanlığı’nın gerçek, kanunî mirasçıları ve onun eski şan, şeref ve ihtişamının manevî halefleridirler.

    Litvanya Tatarları’nın küçük grupları hariç tutulursa (Litvanya Tatarları, Litvanya, Beyaz Rusya ve Polonya’nın değişik bölgelerinde oturuyorlar ve Kırım Tatarları’nın aksine, orada hiçbir zaman ne eski hanlık, ne de modern otonomi şeklinde herhangi bir devlete sahip olmamışlardır) Kırım Tatarları Batı’nın içlerine kadar nüfuz etmiş, Hıristiyan kültürüyle değişik ilişkiler içinde bulunan Müslüman oryantal kültürünün en uç kısımlarının temsilcileridir.

    Kırım’ın 1783’de Rusya tarafından ilhakı, Kırım Tatarları için oldukça vahimdir, ilhak, millî ve kültürel gelişimin tabiî-tarihî akışını inkıtaa uğratmıştır. Rus ilhakından önceki Kırım Tatar nüfusu, değişik rapor ve Kaynaklara göre(4) 5 milyona ulaşırken (Yarımada halkı ve civarındaki

Taman, Kuban,.Nogay stepleri, Bucak gibi Kırım Hanlığı’na ait olan diğer bölgelerle birlikte), Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmesinden sonra Kırım Tatar Müslüman halkın sayısı, fiziki bertaraf ve Türkiye’ye olan kitle göçleri neticesinde 20 yy. başlarında 300.000’e kadar düşmüştür.(5)

    Kırım’daki Rus politikası, toprak istimlâki sürecinde bütün meskûn bölgeler ahalisinin kendi mülklerinden çıkartılmasına yol açtı. Tatarlar öz vatanlarında “etnik bir azınlık” olurken, “Rusya’dan getirilip Kırım’a yerleştirilen yeni, genellikle Slav halk, sayıca onları geçmiş ve açıkça ağırlık kazanmıştı. 1927 tarihli Kırım dergisine göre, Kırım’da yaşayan Slav halkı o dönemde 306.000 (şimdi 2,5 milyon!), Tatarlar 150.000, Yahudiler 50.000, Almanlar 40.000, Rumlar 21.000, Ermeniler 12.000, Bulgarlar 12.000, Kırımçaklar 7.500, Polonyalılar 5.000 nüfusa sahiptiler (6). Sun’î olarak oluşturulmuş etnik çok renkliliği ile bu milliyetler durumu, 1920’li yıllarda Ruslara, burada, 114’ü “karışık”, 106’sı Rus, 3’ü Ukrain, 145’i Tatar, 27’si Alman, 14’ü Yahudi, 6’sı Rum, 8”i Bulgar, 3’ü Eston ve l’i Ermeni olmak üzere 427 ilçe yönetimi yarattırdı.

    Tatar kültürü, ele geçirilmiş Kırım’a hâkim olmak veya kendini serbest ve yaygın olarak geliştirmek için hiçbir şart ve imkâna sahip değildi. Fakat, dünyaya (sadece Doğu’ya değil, aynı zamanda Batı’ya, Avrupa medeniyetine) Gaspıralı İsmail Bey, Reşid Mehdi, Numan Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet Kırımer, Hasan Sabri Ayvaz vs. gibi meşhur alim, irfan ve kültür taşıyıcıları, politikacı, ihtilalci ve ıslahatçıları kazandıran bu kabiliyetli, gururlu, çalışkan halkın büyük yaratıcı güçleri, ileri derecede gelişmiş etnik ve medeni şuuru ve onun millî zulme karşı kesin, kararlı mücadelesi ve dirayeti, Sovyet iktidarının her halükârda, devrimden hemen sonraki yıllarda Kırım Tatar halkı ve onun millî menfaatlerini, politik çabalarıyla ve istekleriyle – severek olmasa da! – hesaba katarak, nazar-ı dikkate almak zorunda kalmasına yol açmıştı.

    18 Ekim 1921’de Lenin, Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti’nin oluşturulmasına dair kararnameyi imzaladı. Cumhuriyet, SSCB’nin politik haritasında varlığını 1945’e kadar 20 yıl hukuken devam ettirdi. 1941 sonbaharında Alman ordusunun Kırım’ı işgaline kadar ise fiilen. Bu, oldukça sınırlı bir derecede de olsa gerçekten Kırım Tatar halkının millî haklarının garantisiydi. Millî kültürün ve Kırım Tatarlarının medeni cesaretinin müteakip gelişimi için belirli bir alan, serbest bir seyir sağlıyordu. Kırım Tatar dili, Rus dilinin yanında, cumhuriyetin devlet dili idi; devlet armasında ve cumhuriyetin bayrağında Tatarca sözler ve semboller yer alıyordu; Yarımada’da Tatarca ders veren 386 okul vardı; Tatar okuyucular için bir kaç gazete ve dergi (Yeni Dünya, sonraları Kızıl Kırım, Edebiyat ve Kultura, vs.) mevcuttu; millî Kırım Tatar tiyatrosunun sahnesi başkent Akmescit’teydi; Kırım Tatar ressam ve çizerleri (meselâ, Hüseyin Badaninskiy) güzel sanatlarda Avrupa sanatındaki realizm ekolünde başarıya ulaşmışlardır.(7)

    Tabii ki bu asla tam bir muhtariyet değil, bilakis, eksik, oldukça deforme edilmiş, sadece formel, propaganda amacına yönelik bir “sosyalist” otonomi, Kremlin’in, itaatkâr, kanunî haklarından mahrum “hizmetçi kızı”ydı. Stalin’in emriyle, hiçbir suçu olmaksızın kurşuna dizilen, Kırım Merkez Komitesinin (Cumhuriyet hükümetinin) başkanı Veli İbrahim’in trajik kaderi, Akmescit’in halkın ve onun “millî hükümeti”nin elinde ne kadar az şeyin olduğunu göstermektedir. Mamafih, muhtariyetin (yarı muhtariyetin!) bu biçimi, Kırım Tatar halkı için çok pahalı ve lüzumluydu.

    Muhtariyet, 11 Mayıs 1944 tarihli “Kırım Tatarlarına dair”(8) hükümle ortadan kaldırıldı ve bütün Kırım Tatar halkı (kadınları, çocukları, yaşlıları, savaş kahramanlarıyla – istisnasız) bir gece içinde (18 Mayıs 1944’de) cebren Kırım’dan tehcir edildiler. “Ezeli” “özel muhacerete göre, doğu ve kuzeyin susuz çöllerinde, Orta Asya’nın malarya bölgelerine, kerestecilik endüstrisinde mecburi çalıştırılmak üzere Kuzey ormanlarına Kırım’dan sürgüne gönderilen Kırım Tatarlarının sayısı 238.500 idi ve bunların 205.900’ünü Kadınlar ve çocuklar (sürülenlerin % 86.4’ü) oluşturuyordu. Bu zorunlu göç esnasında (yük trenlerinde kapatılmış hayvan vagonlarında, susuz, yiyeceksiz ve ilaçsız) ve göçten sonraki ilk aylarda, yabancı diyarlarda Kırım Tatar halkı 109.956 insanını kaybetti (9). Bu sayı, Kırım Tatar halkının hemen hemen % 46’sına tekabül ediyordu ve halkın, aktif olarak katılmak zorunda kaldığı 2. Dünya savaşında verdiği zayiattan 4 kat daha fazlaydı. Bu totalitarizmin vahşi ve kanlı etnik soykırım politikasıydı.

    Kırım üzerindeki Müslüman – Türk halk kültürünün tüm izlerini ortadan kaldırma çabası da, bu politikanın bir parçasıydı. Muhtar Cumhuriyet, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin Kırım Bölgesi’ne dönüştürüldü ve 9 yıl sonra, 19 Şubat 1954’de, SSCB Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun kararıyla Ukrayna’ya devredildi. Bu Rus halkı tarafından, “kardeş” Ukrayna halkına, “ebedi” dostluk ve Rusya ile Ukrayna’nın yeniden birleşmelerinin (1954) 300. yıldönümü anısına verilmiş pahalı ve lüks bir oyuncak-hediyesiydi. Nihayet, şimdi, Doğu Slav tarihi, bu “ağır hareketlerin mayını”na çarptı; fakat bu daha o zaman, Kırım Tatar halkının vatanının kaderini, halkın istekleri ve çabalan hilafına keyfi olarak çözmeye kalkışan, caniyane, kanunsuz ve ahlâksız bir denemeydi. (Bunun tarihî paraleli, kadim Alman toprağı Doğu Prusya üzerinde “Kaliningrad Bölgesi”nin teşekkülüdür.)

    Kırım Tatar kültürüne ait birçok eski abide (mezar taşları, camiler, çeşmeler) barbarca tahrip edildiler. Kırım’ın toponimisi, dağların, derelerin, yerleşim bölgelerinin adları hiçbir Türkçe tabir kalmayacak derecede değiştirildi.

    En önemli medenî ve insanî temel haklar, Kırım Tatar halkının elinden alınmıştır. Esirler imparatorluğu içinde bu halk en talihsiz ve mutsuz esirdir. Tabii ki, “sürülmüş” halkın durumu, Stalin’in ölümünden sonra bir parça iyileşti. SSCB-Yüksek Sovyeti Prezidyumu’nun 26 Nisan 1956, 5 Eylül 1967, 3 Kasım 1972, 9 Şubat 1974 ve nihayet parlamento komisyonunun Kırım Tatarları’nın “Sovyet halkının düşmanı” ve “vatan haini” olmadığı, serbestçe vatanlarına dönmeye hakları olduğu neticesine verdiği 28 Kasım 1989 tarihli kararıyla, bütün halkın iğrenç cehennem azabında azalma oldu.

    Fakat bu halkın en önemli problemleri henüz çözülmüş değildir. Millî hareketlerinin hedefi, kendi bağımsız devletlerini kurma fikriyle bağlantılıdır. 12 Şubat 1991 tarihli Ukrayna Yüksek Sovyeti’nin kararıyla oluşturulan bugünkü Kırım Muhtar Cumhuriyeti, Kırım Tatar halkının devleti değildir ve ihtiyaçlarına cevap vermemektedir. Kırım Tatar halkı, toprağı ve hakları uğruna bu cumhuriyetin “komünist yanlısı” hükümeti ile çetin bir savaş sürdürmektedir. Bugüne kadar olan bir “soğuk savaş”tır, ancak Kırım topraklarında gerçek bir iç savaş tehlikesi artık çok yakındır.

    Cafer Seydahmet’in bir zamanlar halkı ve onun kurtuluş hareketi üzerine söylediklerini unutmamalıyız. “Kırım kana boğulmuş, vatanımız alevler içinde kalmış, bütün maddî varlığımız yok edilmiş olabilir. Ancak, bu sayede, Kırım Türklerinin bağımsızlıklarına olan inancı sadece yükseltilmekle kalmaz, daha da sağlamlaştırılır. Zira, tarih, er ya da geç, bağımsız ve mutlu Kırım’ı yazacaktır. ”(10)

    Kırım Tatarları’nın bu aydınlık geleceğe kansız ve savaşsız ulaşmaya muktedir olmalarını ümit edelim.

__________________________

* Rusya İlimler Akademisi, Antropoloji ve Etnoloji Enstitüsü, Moskova. Başka bir yerde yayınlanmamış olan bu makalenin orijinali Almanca’dır (Ç.n.)

1 Gerhard von Mende: Edige Kırımal’ın Der nationale Kampf der Krimtürken. (Emsdetten: 1952) adlı eserine yazdığı önsöz, s. XI.

2 a.g.e., s. XII.

3 Cafer Seydahmet (Kırımer): “Geleceğimiz” Emel Mecmuası (Köstence), 1939, Nr. 141, s. 7.

4 Bunlar Ahmet Özenbaşlı’nın “Çarlık Hakimiyetinde Kırım Faciası Yahut Tatar Hicretleri” adlı el yazmasında toplanmış, kısmen Rusça olarak yayınlanmışlardı: Ahmet Özenbaşlı: “Rol tsarskogo pravitelstva v emigratsii krımskih Tatar”, Krım, 1925. Nr. 2.

5 Halkın vatanından kitleler halindeki bu göçü, 18. yy.’in sonlarından Rusya’daki Ekim devrimine kadar sürdü. Bilhassa 1785-1800 ve 1860-1961 yılları arasındaki göç dalgaları dikkat çekmektedir. Kırım’ı terk etmek zorunda kalan Kırım Tatarlarının sayısı bir milyonu geçiyordu. Daha sonra bu sayı arttı. Bugün, Türkiye, Romanya, Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinde ve İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya ve Amerika’da oldukça yaygınlaşan Kırım Tatar azınlık bölgelerinde, 4-5 milyon insan söz konusudur. Bu bölgeler, eski Sovyetlerdeki Kırım Tatar Hareketini yurt dışından garanti altına almakta, korumakta ve manen beslemektedir.

6 S. A. Gamalov, “Natsionalnıe menşinstva Krıma”, Krım, 1927 Nr. 2, S. 187-197.

7 Krimskaya ASSR (1921-1945) Simferopol, Tavriya 1990.

8 Bu gizli emir (N 5858 ss) ilk defa şu eserimizde yayınlandı: Mihail Guboglu, Svetlana Cervonnaya: Krimskotatarskoc natsionalnoe devijenie.Torn 2. Moskva, 1992

9 Taşkentskiy protsess. Sbornik dokumentov. Amsterdam: 1967.

10 Cafer Seydahmet: “Antlı Kurban”, Emel Mecmuası, 1937, Nr. 11. s. 66.

TAVSİYELER

TARİHÇİ BÜŞRA KAYAR KIRIM HANLIĞINDA SUÇ VE CEZA HAKKINDA

Kırım tarihçisi Doktorant Büşra Kayar, Kırım Hanlığı’ndaki suç ve ceza sistemini Kırım Haber Ajansına (QHA) …