Bülent TANATAR.
Hakan Kırımlı
Kırım Tatarlarında
Millî Kimlik ve Millî Hareketler (1905-1916)
Türk Tarih Kurumu
1996, 296 s.+16 resim+1 harita
Çağdaş Kırım Tatarları tematiği ülkemizde Kırım Tatarlarının Osmanlılara habire ihaneti gibi biraz eskice ve Moğol çağrışımlı Tatar adının daha yenice (gerçi o da asırlık ya) kötü ünü gibi gerek siyasî elit söyleminden tevarüs edilen, gerekse yerleşik popüler kültürde iz bırakan önyargısal imgelerden beslenen bir küçümsemeyle (hatta bu küçümseme zaman zaman Kırım Tatarlarının 1944’te uğradıkları tehcire gerekçe oluşturan Stalinci tezi, lafız düzeyinde kalsa dahi, olumlamaya dek varmıştır) karşılaşmış, modern zamanlarda Osmanlı diyarına en eski toplu göçleri yapan, etnik bakımdan Türk kökeni aşikâr bir Müslüman halk olarak geleceğin Türk milleti içinde kolayca eriyip gitmesi ayrı bir halk olarak kendisine atıfta bulunulmasını hep zorlaştırmış ve bu durum kültürel özelliklerine (sözgelişi folkloruna, müziğine, diyalektine) gösterilen tam bir ilgisizliğe kadar varmıştır. Kuşkusuz tüm bunlar ona yönelik akademik ilgisizliği tam olarak açıklayabilecek sebepler değildir. Türkiye’nin dış dünyaya ve kendi geçmişinin uzantılarına akademik ve kültürel kayıtsızlığı daha çok genel gerilik ve yetersizlikle izah edilebilecek bir durumdur. Çok sathî, genel, biraz medyatik, pop ilgi dışında Amerikan ya da ne diyelim Rus kültür veya siyasetine en az Mezopotamya, Kafkaslar ve Balkanlar kadar eşit mesafede uzak değil miyiz? Hal böyle olunca, bu bahislere ilgi ancak dil ve kültürel yakınlık, yatkınlık avantajından yararlanan yöre kökenlilerin genellikle özel, ama kimi zaman da profesyonel girişimleriyle sürdürülebiliyor. Müstecib Ülküsal’ın Kırım Türk-Tatarları adlı genelleştirme çalışması buna bir örnektir. Kuşkusuz, bir açmaz olarak, sözgelişi bir Ukrayna incelemeleri de dünyada Ukraynalıların inhisarında ve destekleriyle yürütülebiliyor. Ama daha küçük halklar ve bunların kifayetsiz intelligentsiyaları söz konusu olunca, bayrağı büyük devletlerdeki bir avuç bilgin devralmak zorunda kalıyor. Fakat onlar da uzmanı oldukları konu ve dönemlerin dışına taştıklarında, yani genelleştirme çalışmaları yaptıklarında eserleri derinliğe ulaşamıyor. Yine de, ABD’de Edward Lazzerini, Alan Fisher, Fransa’da Alexandre Bennigsen, Gilles Veinstein, Almanya’da Bertold Spuler, Edige Kırımal’ın öncü çalışmalarını saygıyla anmak gerekli (Rus dilinde ise Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında Valeriy Vozgrin ve Svetlana Çervonnaya’yı anmak mümkün). Ne yazık ki, tüm bu çalışmalar Sovyet öncesi Kırım’la ilgili ve Sovyet dönemi Kırım, bırakın özel bir incelemeyi, diğer geniş sovyetolojik çalışmalar içinde dahi hemen hiç yer alabilmiş değil (milliyetler problemine ilişkin değinmeler ve “cezalandırılan halklarla” ilgili yayınlar hariç). Artık arşivler de peyderpey açıldığına göre, belki bir gün bu konuları da deşen birileri çıkabilir diye umut edelim.
Türk milliyetçiliğinin oluşumuna ve Türk modernleşmesine hasredilen çeşitli çalışmalarda, ileri gelen Kırım Tatar aydın ve siyasetçilerine zaman zaman dolaylı atıflarda bulunulmuş olsa da, muhtemelen dil zorluklarından (muteber Avro-Amerikan dillerinin yanı sıra eski yazı Osmanlıca, Rusça ve diğer Türkî dilleri okuyup anlama gibi) ve kaynak malzemelere ulaşmanın yakın zamana dek hayli güç oluşundan kaynaklanan sebeplerle perspektif değişikliği yapılamıyor ve meseleye diğer cephelerden bakılamıyordu. Örnek olarak 1988’de Türkçe çevirisi çıkan Tadeuzs Swietochowski’nin Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe: Rus Azerbaycanı 1905-1920 adlı eseri bu meyanda boşluğu dolduran öncü bir çalışma olmuştur.
İşte Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Kırımlı’nın eseri de ilk ağızda böyle meşakkatli bir emeğin ürünü. Unutulmuş ve devamı gelmemiş nadir kitapların hafifçe araladığı tünelin ucunu büyük bir gayretle açmış ve döşeye döşeye giderek bir hayli yol örmüş. Eser, başlığından da anlaşılabileceği gibi Kırım Tatarlarındaki millet oluşturma sürecini millî hareketler bağlamında irdeliyor. Aracılığıyla demiyoruz, çünkü bu hareketler kitabın içerdiği tarih boyutunu da aşan süreç içinde hayli değişkenlik gösteren bir seyir izlemiş, yazarın iddia ettiği gibi, her zaman millî yanı ağır basan sapmaz bir fil conducteur, bir sacayağı var olsa da, dönemin iklimine göre savrulmaktan geri kalmamıştır.
Kitap, Kırım Tatarlarının Ortaçağına kuşbakışı bir göz attıktan sonra asıl 1783’teki Rus hâkimiyetine girişi izleyen dönemdeki gelişmelerin sonuçlarını özetleyerek başlıyor ve 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başında Kırım yarımadasındaki sosyo-kültürel ve politiko-ekonomik bağlamın çerçevesini çiziyor. Burada tüm Kırım incelemelerinin onsuz olmaz konusu olan göçler, geride bıraktıkları etkiler itibarıyla gözden geçirildikten başka, işgali izleyen rejim değişikliği çerçevesinde, Rus kolonizasyonunun evrimi ve sonucu ile toplumun yeniden şekillenmesi (yeni bir olgu olarak bünyeye dahil edilen soslovie: Kırım Tatarları örneğinde yeni aristokrasi olarak eski mırzalar, İdare-i Ruhaniye şebekesi boyunca din adamları ve köylüler) koca bir yüz yıl aralığında yol açtıkları dönüşümler ve intibaklar aracılığıyla ele alınıyor. Burada tekil bir seyir izlemeyen bir tarihle yüz yüze geliyoruz: Kırım’ın 1917 devrimine dek süren idarî bütünlüğünün bozulması geleneğinin yaratıcısı II. Katerina’nın sömürgeci olmakla birlikte, Ruslaştırmacı olmayan aydınlanmacı rejimi ve sadece kültürel izleri itibarıyla nominal düzeyde tutmuş olan “Yunan Projesi”; kısa ömürlü I. Pavel’in rejim değişikliği, I. Aleksandr’ın eski rejime geri dönüşü, Kırım Harbi’ni izleyen 1860 yılındaki kitle göçünü Herzen’in Kolokol’unu fena kızdıran bir deyimle, “mutlu bir olay” diye niteleyen “azatçı” çar II. Aleksandr’ın Kırım Tatarları açısından boğucu rejimi, III. Aleksandr’ın Pobedonostsev’in yol göstericiliğindeki gözü dönmüş istibdatı ve sistematize edilmeye çalışılan Ruslaştırma, nihayet II. Nikolay’ın istibdat taklidi… Buna paralel olarak kitap, Rusya İmparatorluğunun Ortodoks misyoner İlminskiy’in metodik Kirilleştirme yoluyla Hıristiyanlaştırma teşebbüsünün (bu teşebbüs yaklaşık altmış yıl kadar sonra din karşıtı Stalinci Sovyet rejimi tarafından bir nevi devralınmış ve bu kez Rus olmayan dillerin Kirilleştirilmesi operasyonu başarıyla gerçekleştirilmiştir) örnekleri üzerinden giderek uygulamanın orta vadede nasıl aksi neticeler (Rus-Tatar okullarının sayısız milliyetçi ve ilerici yarattığını düşünecek olursak) verdiğini ortaya koyuyor. Ardından yalnız Kırım Tatarları değil, tüm Rusya Türk ve Müslümanları nezdinde de etkileyici bir aydınlatıcı (prosveditel) ve modernleştirici rol oynamış olan İsmail Gaspıralı’nın millî uyanışın temel taşlarını atan ortamın yaratılmasındaki payını gözler önüne seren anlayışı ve mücadelesi ayrıntılı bir okuma ve tevsikli belgeler eşliğinde sunuluyor. Gaspıralı siyasî olmaktan çok kültürel bir aktivistti, ama yine de bir aktivistti. Onun sadece bir düşünür olarak kalmayıp uzlaşmacı yanı ağır basan eylemci bir karakteri de şahsında mecz etmesi büyük bir şans olarak değerlendirilebilir. Gerek geniş bir çevreye hitap edebilecek özelliklerle harmanlanan Tercüman gazetesi tecrübesi, gerekse ilkokul ders kitabı yazmaya varıncaya dek içine gömüldüğü usûl-ü cedid mekteplerinin akıllı taktiklerle geleneksel mekteplerin içine başarıyla yedirilmesi çalışmaları onun Bahçesaray belediye başkanlığı gibi, yarı yarıya siyasî sayılabilecek eylemine bir yerde hem zeyl hem de onun yetersizliğine verilen cevaptır. Gaspıralı’nın gayreti kimi alanlarda (Örnekse, belki Zincirli medrese hariç, İç Rusya’ya nazaran Kırım’da sağlam kökleri olmayan, bilhassa medreselerde; fakat bu yaşanan tarihin kendisinin ördüğü yerel bir özelliktir: Nitekim modernleşmeci intelligentsiya Kazan havalisinde kendisine medrese kökenli damarlar bulmuşken, Kırım’da aynı rolü daha dünyevî kanallardan, seküler eğitim ve gazetecilikten geçen intelligentsiya oynamıştır.) dumura uğrasa da, maya tutmuş ve yazarın gösterdiği gibi, yüzyıl sonundaki edebî boom’un da işaret ettiği halka açık bir intelligentsiya çevresinin çatıları atılmıştır. Bu noktada özellikle dikkat çekilmesi gereken olgu, bu intelligentsiyanın kendi kabuğu içinde hapsolmayıp, özellikle Kıpçak lehçesi itibarıyla akrabası klasik Kazan havalisi ve Oğuz lehçesi itibarıyla da diğer akrabası Osmanlı-Türk ve Azerbaycan havalisi aydınlarıyla sıkı bir rabıta içinde olmasıdır.
Sonraki bölümde, Hakan Kırımlı, haklı olarak “gerçek bir dönüm noktası” diye nitelediği 1905 devriminin tüm Rusya Müslümanları üzerindeki o muazzam politize edici etkisini analiz ediyor. Bu politizasyon sayesinde, genel olarak Rusya imparatorluğunda yaşayan tüm gayri Ruslarda (inorodtsı) olduğu gibi, Müslüman ve Türklerde de -bu arada, Kırım Tatarlarında- sorunlarına çözümlerin ortak olduğu, dolayısıyla cause commune fikri iyice ortaya çıktı. Sayısız tartışmalar ve kongreler hem talepçi [revendicative] siyasî ve kültürel-medenî hareketlerin doğmasına hem de varolan grupların iyice ayrışıp billûrlaşırken kendi dışlarındaki benzerleriyle de yakınlaşmasına yol açtı: Muhafazakârlar, liberaller, sosyalistler, vs… Bu aşamada Finler ve Lehleri ayrı tutarsak, henüz ekstra-teritoryal muhtariyetin sınırları zorlanmıyordu. İlk ağızda, oluşmakta olan siyasî-kültürel elitin üst kesiminin teveccühü Kadet ve Oktyabristler partisinin simgelediği bir anlayışa doğruyken, kısa zamanda Çarcı reaksiyonun bulandırdığı ortamda, Osmanlı’daki Jön Türklerin de rüzgârıyla, önde gelen siması Abdürreşit Mehdi olan, sloganlarını Rus narodnik-sosyalistlerinden devşiren ve çoğunlukla SR’lere sempatik “Genç Tatarlar” yörüngeye girdi (fikrî bakımdan, Genç Tatarların Karasubazar’da çıkan Vatan Hâdimi gazetesine benzer radikallikteki solcu-milliyetçi gruplar iç Rusya, Transkafkasya ve Türkistan havzalarında da gözleniyordu: Hepsi de gazete çevrelerinden oluşan, Kazan şehrinde Tañçılar namıyla maruf Tañ Yuldızı, Bakû’de Tekâmül, Taşkent’te Terakki gibi). Bunlar önceki neslin gayretlerine yer yer küçümsemeyle karışık eleştirel bakıyor, tedhişe bulaşmamakla birlikte gizli hücreler şeklinde bir örgütlenmeye gidiyor ve Rus sosyalist partileriyle ittifak arıyordu. Kuşkusuz uzaktan bakıldığında manzara böyle görünmekle birlikte, eski nesille (Gaspıralı taraftarları) ilişkilerin saf redçi bir programa dayandığını ileri sürmenin zor olduğunu belirtiyor yazar. Ve yer yer kesişmeler olduğunu, ortak düşman olan muhafazakârlara ve Rus idaresine karşı bazen taktik, bazen stratejik ortaklıklar kurulabildiğini hatırlatıyor. Söz gelişi Hasan Sabri Ayvazov gibi bir sima böyle bir konumda bulunuyordu. Fakat yine de aslî bir ayrışma noktası vardır: Eski neslin üniversalist yaklaşımına karşılık, partikülarist-eksklüsivist Genç Tatarların asıl vurgusu “vatan” (münhasıran bu kavramı inceleyen yeni bir çalışma için bkz. Brian Williams, “A Community Reimagined. The Role of ‘Homeland’ in the Forging of National Identity: The Case of Crimean Tatars”, Journal of Minority Affairs, Cilt 17, No: 2, ekim 1997, s. 225-252) ve Kırım Tatarları üzerineydi. Nitekim, kuşkusuz devre özgü gündem farklılıklarını göz önünde bulundurmak kaydıyla, Gaspıralı kanayan göçü durdurmaya ve Ruslara Müslümanların sadakâtini ve çalışkanlığını anlatmaya çalışır ve modern okulların açılmasını yaygınlaştırmaya çalışırken, Mehdiyev topraksızlık sorununu ve Rus işgalinden sonra temellük hakları önce yağmaya kayıtsız kalan İdare-i Ruhaniye’ye, ardından 1874’te Devlet Mülkleri İdaresi’ne ve nihayet 1885’te de sözümona geçici olarak, üyelerini hükûmet memurlarının oluşturduğu Özel Komisyon’a devredilen Vakıf topraklarının iadesini gündeme getirip, Kırım’a elektrik getirmeye çalışıyor ve işgal devri Kırım’ının sosyal tarihini yazmaya uğraşıyordu. Bununla birlikte, yazarın da ifade ettiği üzere, bu hareket “esasen kristalize bir ideolojik birliğe […] sahip” olmayan, daha çok “Kırım’ın […] şehir ve köylerinde faaliyet gösteren bağımsız gruplar (krujok) veya gizli hücreler”den ibaretti. Yazar bize ayrıntılı bir dökümünü verdiği bu hareketin uzantılarının, her şeye rağmen, gerek yerel zemstvo teşkilâtlarıyla ve merkezî Duma çerçevesindeki siyasî faaliyetlerle, gerekse cemiyet-i hayriyeler gibi çağdaş yerli örgütlenmelerle sıkı bir ilişki içinde bulunarak “teşekkül halindeki” Kırım Tatar miliyetçiliğinin üç sacayaklı (teritoryal temelli Kırım Tatar kimliği, İslâmiyet, daha geniş Türklük âlemine mensubiyet) Weltanschaung’unun “ilk ifadesini” yarattığını da göstermektedir.
Genç Tatarlar’ın bu çıkışı Gaspıralı’yı kendi çizdiği yoldan döndürmedi. Kültürel yayınlara tam tekmil devam etmenin yanı sıra bir süre onlarla yarışan, bu kez daha politize olmuş ve sosyal meselelere daha fazla eğilen bir kimlikle ortaya çıkan Gaspıralı bir yandan demokratikleştirilebileceğini umduğu çarlık idaresinin Müslümanlara yönelik olarak uygulayabileceği çeşitli programlar teklif etmeye, diğer yandan da kültürel boyuttaki bir pan-İslâmî ve pan-Türkî uyanışı teşvik etmek üzere Rusya dışına açılmaya çalıştı. Ama kısa vadede her iki projede de başarısızlığa uğradı.
Bu arada “Genç Tatarlar” hareketi polisiye baskıya fazla dayanamayıp çözülmüştü. Her ne kadar kitleselleşememiş olsalar da, kitleye yönelik “halka gitme” çalışmaları yapan söz konusu hareketin bıraktığı “mistik” de olsa “devrimci” izlerden bayrağı çok geçmeden, bambaşka bir ortamdan kaynaklanan geleceğin “milliyetçi” hareketi devraldı. Çoğunluğu İstanbul’daki hürriyetçi (II. Meşrutiyet) ve Türkçü çevrelerin yaydığı havayı soluyan, ama aynı zamanda yer yer Paris’den de geçmek üzere, Odessa, Saint Petersburg ve Moskova gibi üniversiter merkezlerde milliyetçi-devrimci kavramlar için bir élan vital pınarı bulan yeni bir okumuş aktivistler nesli, gözleri önünde cereyan eden Balkan Savaşları ve Büyük Savaş tecrübesiyle de bilenerek, Kırım’da yeni bir örgütlenmeye gittiler ve şartların ve şansın da zorlamasıyla 1917 devrimler çağı sırasında Kurultay’la sahnenin önüne geldiler. Yazar kitabını bu son noktaya getirip bitirmeden evvel, Rus bağlantısı güçlü “Genç Tatarlar” hareketi ile 1917’de Kurultay hükûmetini kuran, Türk bağlantısı güçlü “millî” hareketi fikrî devamlılık ve örgütsel kopma açılarından kıyaslıyor ve yeni bir kanaldan yeniden yeşeren millî hareket içinde Türkiye bağlantısının önemini gerek 1905 sonrası Kırım’a (Akmescit, Gözleve, Karasubazar, Kerç, vs.) gelerek öğretmenlik yapan birçoğu Kırım Tatar kökenli Osmanlı vatandaşlarının, gerekse Türkiye’ye öğrenim görmeye giden Kırım Tatar talebelerinin fikrî etkisi çerçevesinde izah ediyor. Bu bağlamda, İstanbul’daki Kırım Talebe Cemiyeti’nin ve Kırımlılara has olmasa da, Tatar Cemiyet-i Hayriyesi’nin sosyal faaliyeti ve uyum çabaları ile burada yapılan “Türklük”/ “Tatarlık” tartışmalarının benlik idrakında önemli payı olmuştur. 1909’da İstanbul’da kurulan Vatan Cemiyeti’nin (başlıca önderleri Noman Çelebicihan ve Cafer Seydahmet’ti) millî hareketteki etkisi kalıcı oldu ve hem 1921 sonrası Sovyet Kırım’ında, 1920’lerin sonlarında büyük ölçüde biçilene dek “Millî Fırka” gizli örgütlenmesi içindeki kadrolar, hem de diasporada davayı sıcak tutan başlıca şahsiyetler onun içinden çıktı.
Hakan Kırımlı, ancak genel çizgileriyle, şöyle bir üzerinden geçerek özetlemeye çalıştığımız bu çalışmasında ilk elden kaynakları toparlayarak gerçekten hayli ayrıntılı ve dokümante bir eser kaleme almış, akla gelebilecek hiçbir soruyu cevaplamaktan kaçınmayarak tartışmacı bir üslûpla Kırım Tatar millî uyanışının 1905-1916 dönemini deyim yerindeyse yeniden inşa etmiş, üstelik hiç üşenmeyip Türkçeye çevirmiş. Aşkolsun. Geriye tek bir soru kalıyor: Gerisi (tüm dış ilişkileri içinde 1917-1944 döneminin sosyal tarihi) gelecek mi?
Emel Dergisi 268, Temmuz-Ağustos-Eylül 2019. Sayfa 65-70.