KORKULU RÜYALAR

KORKULU RÜYALAR*

 

Osman Cûdi’ye ithaf

 

Raşid AŞKÎ (ÖZKIRIM)**

Hazırlayan: Cemil BAĞIŞ

Şu menhus gecelerde kâbus ve elem gibi çullanan, varlığımı tehdid eden bu rüyalar bu korkulu rüyalardan acaba ne vakit tahlîs-i girîbân edeceğim (yakayı kurtaracağım)?

Geliyorlarmış, geleceklermiş, gelmişlermiş, çıkmışlarmış, işte bir sürü “mişler” ki: Her gün, her gece yeni bir gâile ile evkat-güzâr oluyorum (zaman geçiriyorum). Hele bu sinirime, asabiyetime dokunan rivayetler beni bütün bütün evhamlı bir hale soktu; âdeta mecnun oldum. İhtimal şu cinnet-i muvakkatedendir ki bütün gecelerimi de korkunçlu, müz’ic rüyalarla sabahlıyorum.

Ah! Dört bu kadar seneden beri beklediğim, müdafaa ettiğim şu mukaddes yerleri şu sevimli zeminlikleri, bu zümrüdîn tepeleri kendi rızam ile terk edeceğim öyle mi? Sonra uzaklara, ta ötelere kadar da görünmeden kaçacağım öyle mi? Neden, ne için? Mütâreke mi akdettik? Bu mütarekenin şerâiti icâbâtından mıdır? Pek âlâ ama; bu bana pek girân geldi.

Ben uzun günleri, geceleri, ayları, hatta yılları şu zümrüdîn tepeciklerde imrâr ederken her sabah yeni bir and yemini içerek bütün askerlerimle besâ ediyordum ki! “Ölürüz, burasını vermeyiz.” diyordum; binâenaleyh kendi rızamızla olan bu ric’at beni çok ağlattı. Ağladım, ağladım; Gelibolu’ya Şarköy’e, Mürefte’ye gelinceye kadar ağladım; ne kadar ağladım bilsen! Hep bu tesir etmek neticesidir ki bütün geceler korkulu rüyalara mâruz kalıyorum.

Ah! İşte anavatanın öz evladı olan sevgili Kırım’dan da sadra şifa verecek bir haber yok. Nuhust talih bir kere baş göstermesin; her taraftan kara haberler hemen birbirini tevâli eder. Biz burada dört küsür senenin evcâ (acılar) ve ıztırabiyle giryân inlerken ötede o mukaddes yurdumda da ne bî-hadd ü hisâb (sayısız) gençler her gün yeni bir mevt ile inlemeğe mahkum olarak yaşıyorlardı.

Biz burada tâli-i nâ-sâzımızın (olumsuz şansımızın) acı cilvelerine mâruz kalarak şebâbımızın en hâr demlerini âlâm u ekdâr (kederler) vadilerinde ufûl ettirirken orada o bedbaht vatanımın sîne-i şefkatinde bahar-ı ömrünü ikmal edemeden adem-âbâda yuvarlanan ne talihsiz gençler, ne âvâre delikanlılar kanlar içinde kara topraklara giriyordu.

Biz burada yıllardan beri mehcur-i hâb u rahat (rahat uykudan mahrum), mahkûm-ı sefâlet, mahrûm-ı nûr-ı irfan olarak hal-i bedâvette (bedevi halinde) hayatımızın en çağlayan demlerini hebaen mensura (boşuna olarak) yaşarken; orada o nazlı Kırım’ın Gök bayrağını temevvüç ettirmek, istiklâl-i millîsini diriltmek, millet-i mazlûmemizi zincir-i esâretten kurtarmak için ne bî-günah, ne masum, ne genç, ne tüvânâ yavrucuklar bu maksad-ı mukaddes uğrunda canlarını fedâ ettiler.

Fakat; ah! Ne acı bir hakikat ki: Bugün bunların hepsi birdir. Zıyâ-ı elîmden başka hiçbir şey değildir. Netice ne oldu? İşte öyle acı, öyle cansuz bir âkıbet ki: Her gece bir heyûla gibi karşıma dikilip korkulu, müz’ic rüyalarla mevcudiyetimi titretiyor.

***

Bugün hala vazife-i vataniyemle meşgul çabalanırken yarının hâr ve ziyâdâr güneşinin tulûuna intizâr ederek âlâm-ı ömrümü tüketmekteyim. Gençlik; -öyle bir imân-ı kavî ile iddia ediyorum ki:- hem de bütün gençlik tam manasıyla tevdi edilen vazifeyi yaptı, fakat çi sûd (Ne fayda) ki: Gençlik yanlış yollarda mahvedildi.

Bidâyetten nihâyete kadar bir râh-ı sakîm üzerinde hareket eden bu gençliğe azıcık acıyanlar olsaydı acaba bu âkıbete mâruz kalır mı idik? Kim bilir! Evvelini iyiden iyiye derpiş ederek bu girdâb-ı felakete yuvarlanmasa idik ne o ufûl eden gençler gurûb ederdi; ne de bugün elde kalan bir avuç gençler nûr-ı irfandan mahrum kalırlardı. Fakat vâ esefâ (Yazıklar olsun) ki bu elîm âkıbet bizi bekliyormuş.

***

Aman ya Rabbi! Bu geceki ıztırâbâtım, bu geceki müz’ic düşüncelerim ne bî-amandır! Her saat mahvef ve müthiş rüyalarla uyanıyorum. Mümkün değil yatamadım, nısf’ul-leyl oldu, hala o mütemâdi rüyalardan bî-huzurum. İşte artık kalktım. Çâresiz olarak masamın başına geçtim ve şu perişan satırları karaladım. Fakat, ah! Ne nevmidiyetdir bu!

Nûr-ı ümid tulû edecek midir? Vatanımda, o bedbaht Kırım’ımızda halâs bayramları olacak mıdır? Bütün milletlerin mukadderâtı derpiş edilirken acaba bu tulûsuz diyarın sekenesi de der-hâtır edilecek midir?

Zavallı Tatar milleti! Anavatanınız, koca Osmanlı ülkesi tarihî günlerini yaşarken sen de âlem-i medeniyete gözlerini dikmiş oradan bir kelime-i teselliyet bekliyorsun, öyle mi? Seni lâyemût bir muhabbetle seven gençlik, senin uğrunda dünkü gibi, hatta bu sefer daha metin ve daha emin bir azm ile çalışacak didinecektir. Ta ki senin istiklâlini bütün dünya tasdik edinceye kadar.

* Raşid Aşki’nin genç bir subay olarak katıldığı Çanakkale Savaşı esnasında birliğinin geri çekilmesi üzerine duyduğu hislerden yola çıkarak yazdığı bu yazı, 1918-1919 yıllarında İstanbul’da yayınlanan Kırım Mecmuası’nın 1919 yılı 18. sayısından alınmıştır. Yazının Arap harflerinden Latin harflerine aktarılması ve günümüz Türkçesinde artık kullanılmayan kimi sözcüklerin yanına anlamları parantez içerisinde ilavesi sayın Cemil Bağış tarafından yapılmıştır. Cemil Bağış’a teşekkür ederiz. (EMEL)

**** Raşit Aşki Özkırım (21.03.1893 – 16.10.1969), Çorabatır adıyla, Türkiye Türkçesi ve Kırım Tatar Türkçesinde şiirleriyle tanınan Emelci büyüğümüz, Kırım Bahçesaray’dan göç eden Abdurrahman efendinin oğlu olarak Adapazarı’nda doğmuştur. İstanbul’da okurken Cafer Seydahmet Kırımer ve diğer Kırımlı talebelerle de tanışmış, Balkan savaşı ardından da Çanakkale savaşlarında genç bir subay adayı olarak savaşmıştır. Emel dergimizde çok sayıda şiirleri olan Raşid Aşki Özkırım’ın vefatından sonra ona geniş yer veren Emel dergimizin 55.sayısında (1969) hakkında geniş bilgi ve şiirlerini okuyabilirsiniz (EMEL)

Ocak-Şubat-Mart 2025. Sayı: 290.  sayfa .

TAVSİYELER

KIRIM SÜRGÜNÜNÜ ANMA, FİLM GÖSTERİMİ VE KONFERANSA DAVET

EMEL KIRIM VAKFI VE EMEL DERGİSİ- EMEL FİKİR KÜLTÜR KONFERANSI Üsküdar Belediyesinin desteğiyle Kırım Sürgününün …