SOYKIRIMIN SONUCU: BUGÜNKÜ KIRIM’DA NEO-STALİNİZM

SOYKIRIMIN SONUCU: BUGÜNKÜ KIRIM’DA NEO-STALİNİZM

 

Greta UEHLING*

Çeviren: Bülent TANATAR

Kırım Tatarlarının soykırımı en bariz, ama yine de yirminci yüzyıldaki soykırımlar içinde en az incelenmiş olanıdır. Burada kullanılan tanım en iyi Alexander Hinton tarafından özetlenmiş olan, “kim oldukları için insanlıktan çıkartılmış ve dışlanmış bir halk grubunu az veya çok eşgüdümlü biçimde imha etme girişimi” şeklindeki kapsayıcı tanımdır.[1] 1944 sürgününün toplam ölüm oranı feciydi: bu dönemde nüfusun yüzde 46’sının helâk olduğu sanılıyor.[2] Bu fiziksel imhaya ilaveten, Kırım manzarasından onların bütün izlerinin silinmesi ve hayatta kalanların gurbet ellerde asimile olmasının sağlanması için çaba sarf edildi. Bu ve bunu izleyen hadiselerin eleştirel soykırım incelemeleri içinde tahlil edilmesi, yerli Kırım Tatar halkına uygulanan muamelenin önce Rus, sonra da Sovyet rejimleri bakımından süregiden bir toplumsal pratik ve iktidar teknolojisi olduğunu ortaya koyuyor.[3]

Kırım Tatarlarının sistematik olarak köklerinin kazınması bütüncül niteliktedir. Kırım Tatar yer adları Sovyet adlarıyla değiştirilmiş; camiler sinemalara (ya da daha kötüsü) çevrilmiş; evler, hayvanlar ve bahçeler ellerinden alınmış; ve Kırım Tatarlarının adı referans kitaplarından kaldırılmış veya kısaltılarak verilmişti. Kırım Tatarları vatanlarında yaşayamaz ya da ondan bahsedemezlerdi. Şahsî evrak içinde Kırım Tatar kimliğine ait işaretleri saklamak bile mümkün değildi. Orta Asya’da, daha hayatta kalmış olanları asimile etme çabaları yürürlüğe sokulmazdan evvel, Kırım Tatarları, on binlercesinin kötü beslenmeden, susuzluktan ve hastalıktan öldükleri bir Özel İskân rejiminde yaşıyorlardı. Aynı zamanda şeytanlaştırılmışlardı. Bir örnek vermek gerekirse, Kırım Tatarları okulda Orta Asyalı öğretmenleri tarafından nasıl başlarında boynuz arandığını anlatırlar.

Bu makale birkaç aşamadan oluşuyor. Soykırımın bir bileşeninin veya sonucunun grubu resmî tarihten silme girişimi olduğunu göz önüne alarak, hatıra, bilhassa toplu anma (merasim) mahallerini keşfe çıkacağım. Kırım Tatarlarının mazilerini bağımsız Ukrayna’nın bir parçası olarak anma yetenekleri ilk bakışta bir esneklik akla getirse de, yarımadadaki varlıklarını yeniden kayda geçirme ve haklarını geri kazanma yolundaki çabaları muhalefet ve direnişle karşılaştı. Toplu anmalar beni ilgilendiriyor, çünkü bunlar birbiriyle yarışan tarih yorumlamalarının işitilebilir ve okunabilir hale gelmesi ve sonra da bunlara itiraz edilmesinin bir yoludur. Bağımsız Ukrayna’nın bir parçası olarak iki bastırılmış bilginin isyanı,* ilan panoları ve bir film, bu itirazları gözler önüne serer. Hâlihazırda Kırım’da yaşayan halkın, büyük ölçüde, Kırım Tatarlarına yönelik muameleyi hiç de soykırım olarak görmemeleri daha derin bir tahlili gerektirir. Makalenin ikinci kısmında bu yerli halka karşı yöneltilmeyi sürdüren antipatinin arkasında yatan düşünce ve duyguları açımlayacağım. Dışlamayı, ayrımcılığı ve nefreti besleyen yerel anlayışların içine doğru yapılacak etnografik bir keşif yolculuğu bir toplumsal süreç olarak soykırım kavrayışımızı derinleştirecektir. Yaklaşımım diğer soykırım üzerine çalışan akademisyenlerin çalışmalarını bir tarihsel habitus** veya müzmin bir maziyi yorumlama ve cisimleştirme yolunun söz konusu olduğunu önererek genişletecek. Bu yorumlamalar Hinton’ın soykırımın ontolojik yankılanması (rezonansı) dediği şey tarafından tahkim edilir. Kırım’da, bu ontolojik yankılanma Kırım Tatarlarının tehlikeli Ötekiler olarak kategorik biçimde ayrı tutulmasıyla ortaya çıkar. Son olarak, Kırım Tatarlarının yerel ve Rusya Federasyonu’na bağlı yetkililer tarafından işgal sonrasında tabi tutuldukları muamelenin, kısmen mazi yorumlamalarının çerçevelenmesiyle beraber, nasıl bir kez daha Kırım sakinleri arasındaki ilişkileri bir yeniden yapılandırma çabası şeklinde tezahür ettiğini göstereceğim. Hepsi birlikte ele alındığında, bu açımlama (keşif yolculuğu) beni, soykırım çalışan akademisyenlerin genişletilmiş bir sonuç veya yeni bir raunda hazırlık diye adlandırdıkları şeye tanıklık edip etmediğimiz sorusuna götürecek.

 

Yöntemler

Bu makale Kırım’da 1995, 1997-1998, 2001, 2004 ve 2011 yıllarında, yerli Kırım Tatar halkı arasında yaşayıp çalıştığım dönemde yürüttüğüm uzun vadeli saha araştırmasına dayanıyor. 1997-1998 saha araştırması sırasında hem Kırım Tatarlarının diasporada kalmış olan çoğunluğunun ve onların ahfadının yaşadıkları Orta Asya’da ve hem de Kırım’da bulundum. 2004’te yayınlanmış olan etnografim Kırım’daki Rusların görüşlerini çok fazla didiklemiyordu. Elinizdeki bu makaleyle bu açığı kapatmaya başlıyorum. 2013’te Kırım’a geri döndüğümde, rastladığım neo-Stalinizm işaretleriyle sarsıldım ve burada sunduğum verileri topladım.

2013 Mayıs ve Haziran aylarında yaptığım etnografik saha araştırması yarımadada Tatarofobi ve yabancı düşmanlığının neden ve nasıl bu denli yaygın olduğunu daha iyi anlamaya çalışıyordu. İlk olarak, siyasal ve kültürel önderlerle, öğretmenler ve okul müdürleriyle, gazete editörleriyle, gazetecilerle ve sivil toplum gözlemcileriyle yaptığım formatsız görüşmeler ortak yorumların biçimlendiği tabandaki süreçlerin izini sürmeye başlamamı sağladı. İkinci olarak, Rusya Federasyonu sempatizanlarından[4] çok katmanlı bir örneklemle (etnik Ruslar ve karışık Rus ve Ukraynalılar) cevap temin etmek için görsel Stalin imgeleri kullanarak yürüttüğüm yarı-formatlı görüşmeler bir başka bilgi katmanına ulaşmamı sağladı. Bu veriler temsilî olma amacını taşımıyordu: amacım daha çok başka anlatılarda üstü örtülmüş olan Tatarlara yönelik berbat tutum hakkında bilgi veren daha derinlerdeki kimi katmanları açığa çıkarmaktı. Görsel uyarıcılar kullandım, çünkü Plamper’ın gösterdiği gibi, Stalin’e gösterilen hürmet “zihinsel evreni esasen yazılı sözlerle değil, imajlarla şekillenmiş bir halka uyarlanmış, büyük bir çoğunlukla görsel bir olgu” idi.[5] Sözde halkların babasının imgelerinin derin psikolojik ve ruhsal önemi Stalin portrelerinin sıklıkla evin eskiden ikonalara ayrılan köşesine asıldığı göz önüne alındığında aşikâr hale geliyor.

2013’te, aynı zamanda üçüncü bir bilgi kaynağından yararlandım: Matem Günü’yle ilgili bir dizi anma etkinliğine katılım. Savımın özünün üzerine bina edildiği Kırım’da yaptığım görüşmeler ve katılımcı olarak gözlemlerim bölgedeki bilirkişilerle olan sürekli iletişimin yanı sıra bugün internet üzerinde erişilebilir olan Kırım Tatarları kaynaklı muhabir haberlerini yakından izlemekle de desteklendi.

 

Sonuçlar: Bağımsız Ukrayna

Totaliter, soykırımsal veya savaş yorgunu bir maziden doğan her ülke daha iyi bir gelecek tasarlarken bu maziyi nasıl biçimleyeceği ve içselleştireceği konusunda sorularla yüz yüze gelmek zorunda kalır. Nanci Adler’in ileri sürdüğü gibi, “Kötü bir maziden” iyi bir gelecek yaratma süreci ustalık gerektiren bir iştir ve ulusal öykü için “kullanışlı bir mazi” yaratmayı gerektirir.”[6] Barışma tetkikleri sahası burada kabul, özür, hakikat, adalet ve tazminatı da içeren çoklu katmanlar ve yaklaşımlar bulunduğunu öne sürer.[7] Ama yine de, Sovyet-sonrası Rusya kendi Stalinist geçmişiyle yüzleşmek konusunda çok sınırlı çaba göstermiş, zulüm dönemi hatıralarını bastırmayı tercih eder görünmüştür.[8] Sonuç olarak, Stalinizmin hayatta kalan kurbanları yeterince ikrar edilmediler. Adler devlet destekli anlatının kurbanların karşı-öyküleri üzerindeki hâkimiyetini münasip geçiş dönemi adalet mekanizmaları yaratma ve dört başı mamur bir sivil topluma doğru yönelmede uğranılan daha büyük başarısızlığın bir parçası olarak görüyor. Onun bakış açısından, Rusya henüz içerici bir tarihe götürecek, onun “karşılıklı diyalog” şeklinde adlandırdığı şey için bir alan yaratamadı.[9]

Eleştirel bir soykırım incelemeleri çerçevesi içinde, biz daha da ileri gidebiliriz. Yalnızca yeterli bir ikrar olmamakla kalmadı, Kırım Tatar soykırımı önce Sovyet ve şimdi de Rusya Federasyonu yetkilileri tarafından Kırım Tatarlarının kendi başlarına bela ettikleri bir şey olarak ele alındı. Yöre sakinleri, Kırım Tatarlarının cezalandırılmasının her ne kadar maruz kaldıkları muameleyi manevî bakımdan veya ahlâken haklı çıkartacak sağlam delil yoksa da, haklı olduğunu ileri sürüyorlar. Bu kısmen taban tabana zıt tarih yorumlamalarının bir sonucudur. Ruslar ve Rusya yanlısı olan karma Rus ve Ukraynalı mirasından gelenler buradaki mevcudiyetlerini Kırım’ın 1783’ten 1954’e kadar Rusya’nın bir parçası olması olgusuna atıfta bulunarak meşrulaştıran bir dil kullanmaya meyilliler ve Kırım’ın Nazilerce işgali sırasındaki ihanet suçlamalarını tekrar ediyorlar. Kırım Tatarları buna suçlamaların gözden kaçırdığı şeyi, bütün etnik grupların mensuplarının Nazi işgaline katkıda bulunduğuna ve bunların masumları alıp götüren 1944 sürgünüyle cezalandırılan insanlar olmadığına işaret ederek karşılık veriyorlar. Kırım Tatar askerlerinin Sovyet cephesinde savaşmalarına (ve hayatlarını vermelerine) karşılık terhislerinde sürgüne gönderilmeleri elbette manevî bir hakaretti. Onlar aynı zamanda yarımadadaki, II. Yekaterina’nın ilhak etmesinden çok öncelere dayanan yerli kökenlerini vurguluyorlar. Bu nedenle farklı etnik grupların ne dereceye kadar paylaştıkları yarımadayla ilişkilenmek ve gerektiğinde buradaki mevcudiyetlerini haklı çıkartmak için rakip söylemler geliştirdiklerini anlamak –ben burada Rus yanlısı kesim ile Kırım Tatarları üzerinde odaklanacağım– önemlidir.[10] Söylemleri vatan, yurtseverlik ve ihanetin anlamı konusunda örtüşse de çok farklı referans noktalarına sahipler.

Rusya Federasyonu’ndaki durumu,  ne kadar kusurlu veya sınırlı olsa da, geçiş dönemi adalet mekanizmalarının oluşturulduğu soykırım-sonrası ortamlarla karşılaştırmaya değer. Örneğin, Molly Andrews Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun bütün ülkenin geçmişi anlaması için bir ulusal anlatı ve nihayetinde ortak bir çerçeve yarattığını ileri sürer.[11] Güney Afrika komisyonunun resmî ve şahsî anlatılar arasında bir diyalog oluşturmayı ve içerici bir tarih formüle etmeyi başardığını (kuşkusuz birçok eksikliğine rağmen) belirtir. Uzlaşma sürecine yönelik zengin bir araştırma hattı bu sürecin çeşitli ülkelerdeki nüanslarını ortaya çıkartabilir.[12]

Ukrayna’nın bir parçası olarak Kırım bu iki varyant arasında oynak ve fakat bereketli bir konum işgal etti. Özerk Kırım Cumhuriyeti Ukrayna’nın bir parçasıyken, daha önce bastırılmış bilginin isyanı, 1944 sürgününün tarih kitaplarına sokulmasına, camilerin tepesine minarelerin konulmasına ve Kırım Tatar savaş kahramanları ile kültür önderlerini anmak üzere çeşitli kamu anıtları dikilmesine yol açmıştı. Süreç eksiksiz olmaktan uzak ve fiyaskolar ve hüsranlarla belirlenmiş olsa da, Kırım Tatarlarının hangi ölçüde yarımadadaki haklı mevcudiyetlerini yeniden yürürlüğe sokabildiklerini ve kutsal gördükleri topraktaki tarihlerini yeniden kayda geçirebildiklerini ayırt etmek önemlidir.

Bunlar Kırım yarımadasında gözle görülebilir hale gelse de, abide ve anıtlar gamalı haçlarla ve diğer yabancı düşmanı duvar yazılarıyla işaretlendikçe ve gruplar bir Kırım Tatar kutsal mekânı üzerine pazar yeri kondurma gibi meseleler yüzünden çatıştıkça yarımada bir nefret ve kuşku toprağına dönüştü. Ukrayna’nın bir parçasıyken Kırım Tatarlarına karşı husumet 2004’te olduğu gibi Kırım Tatar yerleşim yerlerine ve mülklerine karşı saldırılar ve pogromları içeriyordu: Özel Ukrayna çevik kuvveti Berkut tarafından da destek verilen Ocak ve Kasım 2007’de bir Kırım Tatar yerleşim yerine saldırı; Kasım 2007’de Ay Petri yaylasında Kırım Tatarlarına saldırı ve darp; Zaprudne [Degirmenköy], Zuya, Sak, Bahçesaray, Nıznohirskıy [Seyitler] ve birçok başka yerde Kırım Tatar mezarlık ve anıtlarına karşı vandalizm. Bu eylemleri izleyen Yerli Halkları Araştırma ve Destekleme Vakfı vandalizmin istisnadan çok kural olduğu sonucuna vardı.[13]

Bu itirazları nasıl anlamak lazım? Eleştirel soykırım incelemeleri çerçevesinde, karşı-hafıza ve karşı-tarih kavramlarıyla bir Foucaultcu şecere geçmişin anılması üzerindeki ve rakip vizyonları arasındaki mücadeleyi deşifre etmeye yardımcı olur.[14] Bu yaklaşım yerindedir, zira Ukrayna’nın bir parçası olarak, çapraz iktidar ve direniş akımları anma sahasını yeniden biçimlendirme ve geçmişin farklı, zaman zaman acılı yanlarını hatırlama uzamını genişletmeye başlamıştı. Arkaplan yoluyla, karşı-tarihler resmî tarihlerin dayattığı sessizlikleri bozmaya ve egemen tarihlerin ürettikleri birlik ve devamlılığı bertaraf etmeye çalışır. Savsaklamaları belirleme ve yetkililerin daha önce dayattıkları söylemsel uçurumları doldurma becerisi faaliyet yürütmenin ve gerek hegemonik güç/bilgi çerçevelerine gerekse daha somut bir düzeyde, sosyo-politik zapturapt altına alınmaya direnmenin önemli bir bileşenidir.

Benim 2004’te yaptığım etnografik tarama Kırım Tatar millî hareketindeki Mustafa Cemiloğlu, Reşat Cemilev, Ayşe Seyitmuratova, Rüstem Halilov, İzzet Hayırov ve diğer birçokları gibi aktivistlerin 1944 sürgününün Sovyet rejiminin kanun ve ilkelerini nasıl ihlal ettiğini ve Kırım Tatar halkını kırıma maruz bıraktığını açık seçik açıklayan bir karşı-anlatıyı nasıl geliştirdiklerini ayrıntılı olarak ortaya koymuştu. Onlar aynı zamanda sürgün sırasında Kırım Tatar halkının yalnızca ilk dönem kolonizasyonundan değil, mülklerinin müsadere edilmesinden, devlet teşvikli açlıktan, din adamları ve aydın tasfiyelerinden ve Nazi işgalinden de baki kaldığını ortaya koydular.[15] Bu durum kendisiyle yaptığım şahsî bir mülâkatta Mustafa Cemiloğlu tarafından hiçbiri herhangi bir himaye veya yardım sağlamayan iki hegemon arasında kalmak şeklinde özetlenmişti.[16]

Benim burada ilgilendiğim şey, Kırım Tatarlarının 1990’lardaki kitlesel geri dönüşünü kolaylaştıran akademik tarihsel çalışmalar ve eylemlerden ziyade, sıradan Kırım Tatarları, Ukraynalı ve Rusların şimdi birbirlerinin muhatabı oldukları kamusal alanlardır.  Bu mekânlar soykırımın tek bir sonucunun olmadığını, bunun çoğul bir isim haline geldiğini gösteriyor. Geçmişin Rus-yanlısı ve Kırım Tatar-yanlısı versiyonları birbirinin taban tabana zıddıdır. Maziye dair farklı perspektifler tartışmasız olarak farklı gelecek perspektiflerine yol açar. Bugün her bir grubun sürgünün bir mirası olarak yarımadadaki hak ve kaynaklara farklı erişim imkânlarına sahip olduğunu görüyoruz.

 

Çekişmeli Mazi

Kendilerini yeryüzünden silmek ve asimile etmek yönündeki girişimlere rağmen Kırım Tatarları sürgünden sonra hayatta kaldılar, güçlü bir millî hareket başlattılar ve vatana dönüş için yeterli kişisel ve siyasal kaynaklar seferber ettiler.[17] Geri dönmeye başladıklarından bu yana, Kırım Tatarları gerçek ve söylemsel temizliğin etkilerini ortadan kaldırma mücadelesi verdiler.[18] Örnekler daha önce marjinalleştirilmiş Kırım Tatar mazisinin Kırım’ın hayalî cemaatine doğru yavaş bir hareketini gösteriyor.

Örneklerden biri Kırım’da Den Pamyat i Skorbı, Hatıra ve Keder Dünü olarak anılan 1944 sürgününü anmadır. 20 yıl evvel kuşkusuz ters tepecek bir hamleyle, Kırım boyunca katılımcıları söz konusu vesileyi idrak etmeye çağıran on iki kadar pano asılmıştı. Günün anılması için çağrıda bulunan panolardan biri daha önce yasaklanan ve dışlanan bilgiyi kamu alanına getirerek birkaç birbirini kesen dikenli tel imgesi ile 69. yıldönümüyle ilgili bir mesaj içeriyordu.

Rüstem Eminov’un bir zamanlar Özbekistan’ın Taşkent şehrindeki sessiz bir cadde üzerinde bulunan özel stüdyosunda saklı durumdaki kalabalık tren vagonu resmi birdenbire birkaç kez büyütülerek ister Rus, isterse Ukraynalı veya Kırım Tatarı olsun, Kırım’daki bütün şoförlerin görüş alanına girdi. Pano askerlerin bedbaht terhisi bir yana, hayvan vagonlarında kadınların, çocukların ve yaşlıların nasıl taşındığını gösteriyordu. Sanatçının başkalarının bu imgeyi kullanmasına gösterdiği rıza sayesinde Kırım Tatarlarının sürgününün ikonu haline geldi. Panolara dikkat çekiyorum, çünkü bunlar Kırım Tatarlarının başka türlü kendileriyle görüş alışverişinde bulunamadıkları Kırım’ın diğer sakinleriyle bir tür konuşma biçimi.[19]

 

Resim 1. Eminov’un resmini taşıyan anma çağrısı panosu. Kaynak: Yazarın fotoğrafı.

 

Eminov’u ve resimlerini ilk kez 1998’de Orta Asya’da yaşadığı sırada görmüştüm. Eminov’un kendisi de ressam olan babası fikirlerini sembolik kodlarla şifreli biçimde iletmek zorunda kalmışken, Eminov’un annesinin bireysel sürgün hatıralarını resim biçiminde kamusal hale getirmeyi başardığını öğrendim.[20] Bu resim biçiminin Taşkent’teki özel bir stüdyodan çıkıp Simferopol’deki bir panoya doğru kat ettiği yol Kırım Tatarlarının susturulmuş ve sürülmüş yurttaşlardan bağımsız Ukrayna’nın vatanlarına geri dönen yurttaşlarına doğru yolculuğunu katalogluyordu. Panolar Kırım Tatarlarını gıyaplarında sicile geçirmeyen hegemonik geçmiş anlayışına bir müdahale oluşturuyordu.

Daha önce bastırılmış bilginin isyanının ikinci ve çok daha büyük bir epistemik ihtilaf[21] doğuran bir örneği de 1994 sürgünüyle ilgili bir sinema filmi olan Kaytarma’nın 2013’te gösterime girmesidir.

Resim 2. Kaytarma filmi için hazırlanan tanıtım ilanı. Kaynak: Film CD’sinin kapağından alınan resim aynı zamanda gösterime giren filmin de ilan resmiydi.

 

Film yarı Kırım Tatarı savaş pilotu Amet-Han Sultan’ın hayatı etrafında şekilleniyor. Kırım’da görev yaptığı sıradaki hizmetleri boyunca kahramanı izliyor. Hikâyedeki asıl dönemeç Amet-Han Sultan’ın sürgünün arifesinde ailesini görmek için kendisine verilen izinle başlıyor. O ve iki arkadaşı kendilerini kitlesel sürgünün gecesinde Amet-Han’ın doğduğu köyde buluyorlar. Ve ardından bu korkunç gecenin film temsilini deneyimliyoruz.

Film mesajını iletmek için sömürgecilerin dili ve ikonografisini kullandığı gerekçesiyle eleştirildi.[22] Hiç kuşku yok ki, sömürgeleştirilen bir halkın kendini ezenin üniformasını giydiğini ve tam tamına onun içinde eylediğini görüyoruz. Filmin bu şekilde okunuşunun biçimsel gerekçeler bakımından bir geçerliliği olsa da, film hakkında Kırım Tatarları arasındaki konuşmalara kulak verdiğimizde daha nüanslı bir okumanın da mümkün olduğunu görürüz. Sürgünde Kırım Tatarlarının Kırım hakkında konuşmaktan men edildiklerini ve gerçek sürgün hakkında hiçbir imgenin var olmadığını hatırlayacak olursak filmin susturulmuş ve bastırılmış savaş ve sürgün hatıralarını yüzeye çıkarttığını saptarız. Sovyet rejiminin tam tekmil bir ifşası anlamında bir karşı-tarih olmasa bile, film yine de Sovyetlerin 1944 sürgününü eleştiriyordu. Amet-Han’ın kahramanlığını ve Sovyetler yanında savaşan yurtseverliğini resmederek film aynı zamanda Kırım Tatarlarının yalnızca Alman işgalcilerin işbirlikçileri şeklindeki ırkçı kategorileştirilmesinin yapısını söküyor ve etnik olarak bütünleşmiş köyleri gösteriyordu. Panolarda olduğu gibi film görsel boşluğu dolduruyordu.

Genç Kırım Tatarları için, ebeveynlerin ve büyük ebeveynlerin hikâyeleri nihayet görsel bir formattaydı. Filmde oynayan Kırım Tatarları katılımlarını yoğun, hatta katarsis yaratan bir deneyim olarak tasvir ediyorlardı. Benim de hazır bulunduğum prömiyerde, film buz kesmiş bir sessizlik ve örtük bir gözyaşına boğulma manzarası içinde izlenmişti. Film aynı zamanda Kırım’da ve Kıyiv’de ayakta alkışlarla karşılandı. Filmin sürgünün susturulmuş tarihinde bir delik açtığını ve Kırım Tatar yurtseverliğini dünyanın gözünün önüne getirdiğini söylemek de doğru olacaktır. Saha araştırmamdaki denekler değerlendirmelerinde dürüst davrandılarsa, boş bırakılmış ve uzun zaman yas sürecini karmaşık hale getiren sayfa, hadise hakkındaki kimi duyguların huzura kavuşmasına yardım ederek şimdi doldurulmuş oluyordu.

Filmin gösterimi Kırım’ın mazisinin en uygun biçimde nasıl resmedileceğiyle ilgili olarak çok miktarda epistemik ihtilafa yol açtı. Rusya Federasyonu’nun Kırım’daki Başkonsolosu Vladimir Andreyev Amet-Han Sultan’ın yetiştirdiği Rus generallerini filmin prömiyerine katılmamaları konusunda uyardı. Hayattaki sekiz generalden altısı bu tavsiyeye uydu.[23] Bay Andreyev tavrını Kırım televizyonunda açık olarak beyan etti. İkinci Dünya Savaşından (Kırım’da Büyük Yurtseverlik Savaşı olarak anılan) kalma bir mecazı dirilterek Andreyev bu savaşın gerçeğini tahrif eden bir filmin prömiyerinde Rusya’nın temsil edilmemesi gerektiğini ileri sürdü. Başlıca savı filmin Kırım Tatarlarıyla ilgili olarak onların faşist işgalcilerle besbelli işbirliği konusuyla hesaplaşmamasıydı. Bunun gibi kamusal söylemler ideolojilerin ve kültürel tavırların yalnızca yaratılmayıp aynı zamanda muhafaza da edildiğinin en önemli göstergesidir. Andreyev’in yorumu Sovyet-sonrası Ukrayna’sındaki değişimle tehdit edildiği bir sırada kültürel devamlılık yaratmaya yönelik görünüyor. Kırım Tatarlarının bir tür vatana sadakatsiz olarak eski kategorileştirilmelerini hortlatarak Andreyev anma alanını Sovyet dönemi sosyal hiyerarşisini tescil etme amaçlı bir hamleyle yeniden kutuplaştırıyordu.

O sırada evlerinde yaşadığım ailenin tepkisine bakılırsa, Andreyev’in yorumları Kırım Tatarlarını öfkelendirdi ve duygusal olarak incitti. Ev sahiplerimden biri ayağa kalkıp birkaç adım attı, bir diğerinin yüzü kıpkırmızı oldu ve her üçü de televizyona dönerek seslerini yükselttiler. Andreyev’in değerlendirmeleri gece haberlerinde verilen bir dizi gösteriye de yol açtı. Andreyev’in portresini Beriya ve Stalin’in resimlerinin yanına koyarak Kırım Tatarları iftiraya hâlihazırdaki Başkonsolos ile eskinin Sovyet liderleri arasındaki simgesel eşyapılılığa işaret ederek karşılık verdiler. Aynı zamanda Facebook gibi sosyal medyalar aracılığıyla yayılan bir dizi söz düellosu meydana geldi.

Kırım Tatarlarının İkinci Dünya Savaşına katılımı Kırım’da hayli hararetli biçimde çekişme konusu olsa da, Andreyev’in hoşgörüsüzlüğü yetkililer nezdinde bile kabul görmedi. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı derhal Rusya Federasyonu yetkililerinden söz konusu beyanatların izahını talep etti. Kırım Özerk Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nde yaptığı konuşmada o zamanki Kırım Tatar Milli Meclisi başkan yardımcı Refat Çubarov Rusya Federasyonu’nun bu hoşgörü yoksunu beyanatı kınamasını talep etti. Nitekim Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı bu beyanatın patavatsızlığını kabul etti ve Andreyev istifasını verdi. Andreyev’in değerlendirmeleri üzerindeki çatışmadan da görebileceğimiz üzere, Nazi güçleriyle işbirliğine yönelik atıflar, bütün etnik gruplar işbirliği yapmış olsalar da, sadece Kırım Tatarlarının bilinçli biçimde aradan çekilip sorumlu tutulduğu Kırım’da bilhassa toksikti. Ukrayna zayıf da olsa Kırım Tatarlarını savunarak fark yarattı.

Mebzul miktardaki çağdaş ihtilaf İkinci Dünya Savaşında işbirliği meselesinden kaynaklanmakla beraber güvensizliğin kökleri sömürge geçmişinin ta dibinde yatıyor. Rusya İmparatorluğu Kırım Tatarlarını gayri medenî, Ruslara göre aşağı seviyede ve potansiyel olarak sadakatsız görüyordu. Bu, Kırım Harbi’ndeki hadiselere imada bulunuyordu. Ortaçağlardaki Moskof üzerine akınlar bugün dahi sıklıkla zikredilmekte.[24] Bu tahlillerin ışığında, Tatarofobinin İkinci Dünya Savaşı’ndan çok Kırım Tatarlarının yarımadadaki uzun vadeli konumlanmalarıyla alakası var. Yarımadanın geçmişine ilişkin görüşler apayrı, birbirine taban tabana zıt ambarlarda kalmış. Etnik Ruslar kendilerini Kırım’ın özgün sakinleri olarak görür ve Kırım Hanlığı’nın zayıf bir ekonomiye sahip olduğunu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sadece bir vasalı olduğunu ileri sürerlerken, Kırım Tatarları Kırım Hanlığı’nın bütün inançların kabul edildiği, etnik grupların serpildiği ve ekonominin tıkır tıkır işlediği oldukça uygar bir devlet olduğunu öne sürüyorlar. Bunların her ikisi de şüphesiz basitleştirilmiş yorumlar. Asıl tahripkar olan Rus kültürünün üstün, ulusüstü olduğu ve pekiştirici bir işlev yerine getirdiği görüşü (ister etnik bakımdan Rus ister etnik bakımdan karışık bireyler tarafından benimsensin). Bir de Kırım Tatarlarının, onların Kırım’dan çıkartılması için bir diğer haklı sebep olarak sunulan, özü itibariyle hasmane ve gaddar oldukları yollu bir özcülük (essentialism) var. Bu durumda, daha geniş bir bakış açısından, Kırım Tatarları predatelstvo ya da ihanet için önceden hedef gösterilmiş oluyor.

 

Neostalinizm

Kırım Tatarının yarımadadaki varlığını yeniden tesis etmek, Kırım Tatarlarına hain veya kötü adam olarak rol biçilen anlam dünyalarının yeniden yapılandırılmasını gerektirecektir. 1944 sürgünün yıldönümlerinin anılması, Kırım Tatar geçmişine dair anıtların dikilmesi ve Kırım Tatar sürgününün tarihe geri kazandırılması gibi Ukrayna dönemindeki gayretler uzay ve zamanı yeniden siyasallaştırdı.[25] Sanki Newton’un üçüncü yasasına tabiymiş gibi, her Kırım Tatar eylemine karşılık ona eşit ve karşıt bir tepki geliştiriliyordu. Bunun paradigmatik bir örneği Stalin’e Kırım’da yüksek değer biçen karşı-harekettir. 2012’de, Zamanın Özü [Sut Vremeni] adlı bir organizasyon Stalin’in doğumunun 133. yıldönümünü anan bir sergi düzenledi. Stalin hakkında övgü dolu yorumlarla yaklaşık 150 resmi bir araya getirdiler. Bunlar başkentin merkezinde soykırım kurbanlarının gözünün içine sokulurcasına kocaman afişlerde sunuldu. Kırım Tatar yürütme organı Meclis planlama aşamasında böyle bir serginin Stalin’in kurbanları için son derece saygısızca olacağını yüksek sesle dile getirdi. Yine de sergi gerçekleşti.

 

Resim 3. Stalin Kırım’ın başkentinde övülüyor. Kaynak: İnformatsionnoye agenstvo “e-Krım” http://www.e-crimea.info

 

Açılış gününde, Meclis’in Uluslararası İlişkiler şubesinin başı Kırım Parlamentosu sektreterliğinin başkanıyla beraber sergiye gitti.[26] Stalin’in milyonlarca insanın ölümünden suçlu bulunduğunu ve caniyane bir eylem olarak Kırım Tatarlarının sürgünü emrini şahsen verdiğini belirterek organizatörlerden resimlerin indirilmesini talep ettiler. Organizatörler serginin kaldırılmasını reddedince gücenmiş ziyaretçiler standları bizzat söktüler.

Olay yerinde bulunan birkaç düzineden oluşan kolluk kuvvetleri müdahale etmediler. Yetkililerin Kırım sakinlerini açıkça anma alanı için bizzat kavga vermeye iten tepkisiz kalışı rakip iddiaları etkili bir şekilde yatıştırmak konusundaki resmî kararsızlığı ya da belki tereddütü açığa çıkartıyordu. Deneklerden birinin dediği gibi, “buna izin veren Belediye başkanı bunun yasalara aykırı olduğunu biliyordu, ama ruhlarının derinliklerinde bizi burada görmek istemiyorlar, bizden nefret ediyorlar. Diğer insanların yerini aldıklarını biliyorlar.”[27] Sergi Stalin’in olağanüstü bir kamusal reytinge sahip olduğu bir zaman ve mekânda gerçekleşmişti. Levada Merkezi’nin anketleri, diğer şeyler arasında, insanların İkinci Dünya Savaşı’ndaki zaferin şerefini bizatihi Stalin’e atfettiklerini ve zaferin öneminin yapılan onca yanlışı kat be kat aştığını düşündüklerini gösteriyordu.[28] Bir başka araştırma deneklerin Stalin’i “bütün zamanların en seçkin simalarından” biri olarak gördüklerini ortaya koyuyordu.[29]

Stalin nasıl böylesi uzun bir siyasal hayata nail olmuştu? Sovyetler Birliği’nde Stalincilikten arınma ve siyasal özgürleşmeyi sağlamaya yönelik bir değil, iki yoğun hamle yapıldığı göz önüne alındığında, bu ilk bakışta şaşırtıcı görünüyor. İlk girişim Stalin’in zulüm rejimi hakkındaki sessizliği bozan ve Stalin’in kamusal alanlardan kovulmasına çağrı yapan Nikita Hruşçov’un 20. Parti Kongresi’ndeki nutkundan sonraydı. İkinci hamle Başkan Gorbaçov’un reformlarının bir parçasıydı. Gorbaçov Sovyet devleti için açıkça konuşabilen insanlara tutarlı bir malî ve manevî destek vermenin bir ihtiyaç olduğunu kabul etmişti. Gorbaçov’un 1980’lerdeki Stalin’den arınma kampanyası Hruşçov’un 1960’larda karşı karşıya kaldığı aynı sorunların çoğuyla yüzyüze geldi.[30] Polly Jones en dayanıklı eleştirilerin Stalincilikten arınmanın bir “kahramanlardan kurtulma”, “çarpıtma” ve “ideolojik sapma” biçimi olduğu yollu eleştiriler olduğunu öne sürer.[31] Stalin’i diri tutan psikoloji neo-Stalinizmi geçmiş ile bugün arasında ayrım gözetme konusundaki bir yeteneksizlik olarak kavramamıza yardımcı olan Freud’un, Derrida’nın ve Gilroy’un melankoli üzerine olan çalışmalarıyla aynı eksende yer alır.[32] Freud’un ünlü melankoliyi yastan kalkarak tanımlaması burada yararlıdır.

Sovyet devleti ülkeyi Stalin’den arındırmakta neden daha başarılı olamadı? Jones gerçek Stalincilikten arınmayı bloke eden şeyin terör hatıraları ile savaş zaferi hatıralarının “karşılıklı birbirinin içine girmesi” dediği şey olduğunu ileri sürer.[33] Bu kamusal hafızanın çekirdeğinde merkezî, görünürde çözümsüz bir gerilimin bulunduğu anlamına gelir: Sovyet zaferini kurbanları da rencide etmeyecek şekilde nasıl kutlamak ve de onun başarısızlıklarıyla yüzleşmek lazım gelir? Rusya’da Memorial gibi organizasyonlar bu meseleyle boğuşmayı denedi ve onların çalışmaları on binlerce insanda yankı buldu. Bu, sorunun etnik bakımdan yüklü olduğu Kırım Özerk Cumhuriyeti’nde özellikle çetrefil bir konudur.

 

Ontolojik Yankılanma (Rezonans)

Bu anma alanı üzerindeki dış mücadeleye, Pierre Bourdieu’nun habitus ya da kalıcı tavır olarak adlandırdığı şey enerji verir. Habitus, Bourdieu’nün “geçmiş deneyimleri bütünleştirerek her an bir algı, takdir ve eylem matrisi olarak işlev gören, kalıcı, aktarılabilir tavırlar sistemi” kavramıdır.[34] Habitus fazlasıyla tarihseldir: “tarihin bir ürünü olan habitus, tarihin doğurduğu düzenlere uygun biçimde bireysel ve kolektif pratikler –daha fazla tarih– üretir.”[35] Bunu eşanlı olarak mikro ve makro sosyolojik bir şey olarak anlayabiliriz: neo-Stalinist veya Stalinizm-yanlısı bir tutum, aynı anda hem edinildiği sosyal koşulları yansıtır hem de kademeli bir telkin süreciyle elde edilir. Bir habitus, Bourdieu’nün iktidar tarafından sağlam kazığa bağlanan bir nesnel, tarihsel ilişkiler kümesi olarak gördüğü alanından asla bağımsız değildir.[36] Benzer hatlardan ilerleyen Hinton, Neden Öldürdüler? kitabında, soykırımın karmaşık olduğunu ve çeşitli faktörler yoluyla motivasyonel güce sahip bir seviyeye yükselen yerel kültürel bilginin belirli bir “ontolojik yankılanmasını (rezonansını)” içerdiğini öne sürer. Hinton gibi ben de, Khmer, Rus ya da Sovyet olsun, insanlar nihayetinde siyasal şiddet eylemleri hakkında bilgi veren sosyal pratiklere girdikçe zaman içinde oluşan dünya-içinde-olma kalıplarının rolüyle ilgileniyorum.[37]

Resim 4. Stalin’in Aleksandr Laktionov tarafından yapılmış portresi.

Kaynak: Corbescero (2011).

Stalin’i Kırım’da rehabilite etmeye yönelik sergi hakkında bilgi veren tavrı daha iyi anlamak ve Kırım Tatarlarına karşı süregiden antipatiyi daha yakından süzmek için Rus toplumunu oluşturan çevre içinden çok katmanlı bir denek örneklemiyle mülâkatlar yaptım.[38] Deneklerin lider hakkındaki duygularını ortaya çıkartmak için çağrışım olarak Corbescero’nun Rusya’daki araştırmasından derlediğim Stalin resimlerinden yararlandım. Birinci resim Stalin’in meşhur üniformalı portresiydi.[39]

İkincisi bir votka etiketi olarak yeniden oluşturulan aynı portreydi, üçüncüsü 9 Mayısı kutlamak için aynı Stalin imgesini bir otobüs üzerinde tasvir ediyordu[40] ve son resim de her biri bir gösteride ayrı bir Stalin portresi taşıyan göstericileri gösteriyordu. Resimler hem sözlü hem de içgüdüsel tepkileri ortaya koyuyordu: denekler resimleri gördükçe gülüyor ve ağlıyorlardı. Tepkileri geçmişle derin duygusal bağlantıları ve geçmiş deneyimler ile hâlihazırdaki algıları bütünleştiren bir kalıcı tavrı ele veriyordu.

 

Ne Suçluluk Duygusu ne Utanç

Stalin’e hürmet Ruslarla ve karma Rus ve Ukraynalı mirasa, ama Kırım özelinde Rus-yanlısı bir bakış açısına sahip bireylerle yapılan mülâkatlar boyunca yankılandı durdu. Kendilerine liderin resimleri gösterildiğinde denekler duygularını tasvir etmek için “hayatta olduğumuz için şükran”, “yaptığı işlerden gurur”, “empati”, “tarafsız”, “kabul edilebilir”, “bu iyi bir insanın resmi” gibi ifadeler kullandılar. Bazen düşüncelerinde çarpık bir mantık vardı: “Bu kadar zorba biri olsaydı onu öldürürlerdi!” Bu denek açıkça zorbalığın nasıl işlediğini veya asıl zorbanın zorbalığının onu himaye ettiğini hiç düşünmemişti.

Deneklere liderin olumlu bir imgesini korumalarına yardım edecek bir strateji de onun suçlarını asgarîye indirmekten geçiyordu:

Soru: Portresine baktığınızda ne hissediyorsunuz?

Denek: Nasıl desem? Empati. Liderliğini bir parça abarttığına dair empati. Doğru, zalim taraftaydı.[41]

Başdöndürücü bir ahlakî tersyüz edilişle, bu denek, kurbanlarından ziyade liderle empati kurmayı seçmişti. Yorum yaparken denek Stalin’in zalim tarafta olduğunu söylemek için bir niteleyiciye başvururken insanlığa karşı işlenen muazzam suçları küçük bir sıfatın içine daraltarak jestokovata [gaddar, zalim] sözcüğünü kullanmıştı. Bu zihniyet çerçevesi bağlamında ancak Rus yurtseverliği ile Tatar işbirliği arasındaki ham ve sonuç olarak uygunsuz ikilik sürdürülebilir. Kırım Tatar yurtseverliğine yönelik resmî olarak onaylanmış amnezi [bellek yitimi] ve Stalin’in suçlarının gerçek düzeyi hususundaki bilinçli unutkanlık bu görüşün süregitmesine vesile oluyor.

Küçültme ile haklı gösterme el ele gitti. Haklı gösterme kısmen beka temelli olarak ortaya çıktı. Denekler Stalin’in yaptıklarının zafer için gerekli olduğu varsayımından hareket ediyorlar ve kişisel bekalarını onun taktikleriyle ilişkilendiriyorlardı:

Soru: Portresine baktığınızda ne hissediyorsunuz?

Denek: Hayatta kaldığımız için şükran duyuyoruz [ağlamaya başlar]. Savaş sırasında hiçbir şeyimiz yoktu, hiçbir şey [hayatta kalmak için yenen şeylerin izahı]. Ardından, savaştan sonra, annem ve benim çayımız ve içinde şekerimiz oldu ve ben bu çayı ömrüm boyunca hatırlayacağım, çok az şeyle uzun süre yaşadıktan sonra böyle bir izlenimim oldu.[42]

Aşırı bir yoksunluktan sonra hayatta kalmak anlaşılabilir şekilde şükran duygusu ortaya çıkartıyor. Fakat çayın tatlılığı ile Stalin rejiminin ölü sayısını yan yana koyduğumuzda, çayın “maliyeti” ve deneğin vatanı adına işlenen suçların azametinden görünürdeki tam duygusal kopukluğu apaçık göze çarpar. Kampları çevreleyen gizlilik, geçen zamanın uzunluğu ve insanları imha etmek için kullanılan araçların çeşitliliği nedeniyle, tam ölü sayısını hesaplamak çok güç. Yine de Sovyet güvenlik servislerinin temsilcileri 18 milyon sayısını veriyorlar.[43] Bu gerçekler zaferi yeniden yaşamaya ve idrak etmeye odaklandıklarında Kırım’daki denekler için önemsizleşiyor. Tatar-olmayan denekler tarafından ifade edilen neo-Stalinist görüşler on yıllardır beslenen bir kalıcı tavır veya bir habitus’un söz konusu olduğunu ima ediyor.

Masum kadınları, çocukları, yaşlıları ve Kırım’ın savaş gazisi sakinlerini sürme gerekçeleri Kırım Tatarlarının bir şekilde bunu hak ettikleri ve hatta, bönlüğe varan bir düşünceyle, sürgünden yarar sağladıkları fikrine dayanıyor. Rus gerekçeleri soykırım gerçeğinden kopma eğilimi gösteriyor. Bir örnek vermek gerekirse:

Stalin buna karar verdiyse, bu gerekliydi demektir. Mesele şu ki, onlar [Kırım Tatarları] faşistler zamanında bütün köylerde kıyım yaptılar. O [Stalin] onları kovdu,           ama daha sıcak bir iklime gönderdi! Bu o zamanlar doğru olan radikal bir önlemdi. [Kırım Tatarlarının] şikayet edecek kadar kindar olduklarını görmüyor musunuz?  Hayatın güzel olduğu bir yeri bıraktılar.[44]

Bıraktıkları yer kuşkusuz 1980’ler ve 1990’lardaki Orta Asya. Burada ifade edilen duygular Kırım Tatarı olmayan halkın sıklıkla onları imha etmekten çok ılıman bir iklime sürgün etmenin “insancıl” nitelikte olduğu iddiasını ileri sürdüğü Kırım’da hayli yaygın. Bu mülâkatlarda ortaya çıkan Stalin’in eylemine yönelik kabul bunun duygusal ve bilişsel bir altkatmanın, Simferopol’ün orta yerinde 2012’de Stalin’in yad edilmesi ve bunu izleyen diğerleri gibi hadiseler hakkında bilgi veren bir habitus’un olduğunu kanıtlıyor.

Kırım hakkında yazan Rory Finnin, perspektifin muzaffer olana odaklanmaktan kurbanlarla ilişkili daha empatik bir konuma doğru kaydırılmasında, şiirin potansiyelini araştırırır. Finnin, biri Çiçibabin’in diğeri Nekipelov’un olmak üzere, iki şiirin Stalin’in en büyük suçlarından biri olarak masumların kitlesel sürgününü (işbirlikçilerin geri çekilen Alman ordusuyla birlikte tahliye edildiğine inanılıyor) algılamada nasıl bir duyarlılık yarattığını araştırdı. Benim konuştuğumdan daha hoşgörülü ve empatik kesimleri düşünerek Finnin şiirlerin hakkını vererek okunmasının okuru “azimli bir eylemciliğe sürükleyen bir suç işleme fiili”yle yüz-leştirebileceğini ileri sürer.[45] Finnin edebî eserlerin Sovyet yurttaşlarının sürgündeki suç ortaklıklarının kabul edilmesini kolaylaştıracağını düşünür. İşin düğümü şurada ki, süreç başkalarından değil de, bazı belli özne konumlarından duyulduğunda başarılı olma şansı daha fazladır: eğer edebî eser mağdur edilmiş topluluktan kaynaklanırsa, kaçınma eğilimine sürükleyebilecek bir utanç duygusu uyandırmaya yönelir. Oysa suçluluk duygusu, onarma ve telafi etme çabalarını seferber etme eğilimindedir.

Stalin’in fiilinin bir suç olarak duygusal ve bilişsel kabulünün ihanet suçlamalarının gölgesindeki Kırım toplumunda gerçekleşmesi beklenebilir bir şey değildir. 2013’teki saha araştırmasında, Kırım Tatarları sık sık suçluluk duygusuna benzer herhangi bir şeyin yokluğundan hayıflanıyorlardı. Tam tersine, deneklerin beyanları muhtemelen Kırım toplumunda başat konumlarını sürdürmenin ve bu hükümranlıkla gelen zafer ve güç duygusunu yeniden canlandırmanın bir yolu olarak Stalin’in otoritesini yeniden yeniden kutsuyorlardı.[46] Stalin’in üniformalı resmine bakarak verdiği yanıtta bir Rus kadın denek şöyle diyordu:

O her zaman büyük bir liderdi, öyledir ve hep öyle kalacaktır. O kutsanmış gibidir ve bunu öyle kalbinizden öylece söküp atamazsınız. Milyonlarca insan dudaklarında onun adıyla öldü. Bunu nasıl kaldırıp atabilirsiniz? Şimdi bunu değiştirmek için çok geç [ağlıyor]. Gözyaşlarım için özür dilerim, fakat benim yaşadığım hayat bu.[47]

Nüfusun bir kesimi içinde su yüzüne çıkan Stalin’e yönelik bu hürmet ulu önder büyüsünün süredurduğunu telkin ediyor. Bu deneğe sürgün edilmeyen veya savaştan sonra Kırım Tatarlarının yerine getirilen Rus veya Ukraynalı Kırım sakinlerinin bir suçluluk duygusu hissedip hissetmediklerini sordum.

Şahsen ben mi? Yoo! Niye suçluluk duyayım ki? Tatarların evlerinde birçok Rus ve Ukraynalının yaşadığının farkındayım. Kendim de bir Tatarın evinde yaşıyorum! Ama geldiğimiz zaman boştu.[48]

Bu deneğin bağlantısını kuramadığı şey o ve annesinin geldiklerinde evin niçin boş olduğuydu. Kamusal hatırlama alanının aktörleri olarak bu denekler Kırım Tatar halkının ödediği pahaya bahane bulmak için zaferi kullanıyorlardı.

Burada yapılan beyanların Rus Toplumu’nun Simferopol’deki ana merkezlerinde dile getirilmesi rastlantısal değil. Denekler o sırada Rus Birliği partisinin başında olan ve Mart 2014’te Başbakan seçilen Sergey Aksyonov’un posterlerinin altında konuşuyorlardı. Bir başka deyişle, bunlar onun seçmen tabanının duygularıydı. Benim 2013’te bilmediğim, bunların ilhaka eşlik eden Kırım Tatarlarına yönelik kötü muamelenin ne kadar isabetli bir habercisi olduğuydu. Antropolojik bir yaklaşım burada değer taşır, çünkü Kırım Tatarlarının hem geçmişte hem de şimdide Öteki olarak ontolojik rezonansını açığa çıkarır. Kırım Tatarlarının hain olarak kurgulanması Rus sömürgeciliği döneminde oluşmuş olan kategorilerin ontolojik rezonansını gösterir. Aynı zamanda ilhakın ardından Kırım Tatarlarına yönelik muameleyi haber verir. 2014’ü izleyen zaman aralığı bir dizi insan hakları ihlallerinin damgasını taşır: Kırım Tatarları toplanma özgürlüğünden mahrum bırakılır, tehdit edilir, hapse atılır ve aykırı görüşler ifade etmeye yeltendiklerinde sınır dışı edilirler. Kırım Tatarları evlerinde, okullarında ve camilerinde yapılan aramalar ve müsaderelerle taciz edilirler. Daha da kötüsü, gözaltına alınırlar, keyfî biçimde tutuklanırlar ve ortadan yok olurlar.[49]

Bu inkâr ve unutkanlık arkaplanını göz önünde bulundurarak, Mustafa Cemiloğlu’na Kırım Tatarlarına yönelik empati yokluğunu nasıl izah etmek gerektiğini sordum. Onun içgörüleri resmî tarih ile popüler duygu ve inkâr ile korku arasındaki bağlantılara işaret ediyordu.

Kırım Tatarları sürüldüğünden beri bu insanların nasıl bir propagandaya maruz kaldıkları akla getirilirse Tatarofobi anlaşılabilir bir durum. Artı, bizim evlerimizde yaşadıkları göz önüne alınırsa, bu propaganda onlara belli bir iç huzur veriyordu. Aynı zamanda Tatarların başına gelenin onların da başına gelebileceği korkusu var.[50]

Kırım Tatarlarının “anavatanı satan hainler” şeklinde nitelenmesinin değişime karşı dirençli olduğu kanıtlanmıştı. Kırım Tatarlarını daha baştan farklı, suçlu ve cezaya müstehak olarak damgalayan ontolojik rezonansı özetleyen elverişli bir cümle sağlıyordu.

Soykırımı kabul etmekle ilgili zorluklar Kırım’a özgü değildir: başka bağlamlarda ortaya çıkan çok benzer meselelere de tanık oluyoruz. Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanların suçluluk duygusunu deneyimlemelerini önleyen, hafızaya karşı karmaşık bir savunma mekanizmasının devreye girdiğini ileri sürerek bu konuda önemli düşünceler ortaya koydular.[51] Bu bilim insanları her türlü suç ortaklığının inkârı gibi, Adolf Hitler hayranlığını da Yahudi-karşıtlığını da içeren bir psikolojik arazlar dizilişinin merkezi olarak görüyorlar. Psikanalistler bu düşünce çizgisini suçluluk ve utanç duygusunun yanı sıra onlara karşı getirilen savunmaların nasıl nesilden nesile geçtiğini keşfetmek için geliştirmişlerdi.[52] Katharina Rothe Yahudi-karşıtlığının İkinci Dünya Savaşı’ndaki mağdurlarla empati kurmaya karşı bir savunma mekanizması olarak görülmesi gerektiğini ileri sürer.[53]

Bu fikir yerel sakinlerin Tatarlara yönelik şüphelerinin çoğu zaman gerçekten çok kurguya dayandığı[54] ve Refat Çubarov’un Kırım Parla-mentosu’nun önünde belirttiği üzere, Başkonsolos Andreyev’in iğneleyici sözlerinin, yabancı düşmanı beyanlarının halk söyleminde neredeyse moda olduğu[55] Kırım’daki dinamiği anlamak için zengin imkânlar sunuyor. Benzer bir savunmanın hâlihazırda Kırım’da süreduran Tatar-karşıtlığına da can verdiğini zannediyorum. Bazı sakinler için Stalin’i takdir etmek ve onun suçlarından herhangi bir çıkar sağladığını reddetmek daha az ıstıraplı ve Cemiloğlu’nun işaret ettiği gibi, daha münasip olabilir. Bizler içinse hadiseleri bir başkasının perspektiften görmek çok daha zor. Kırım Tatarlarının şeytanlaştırılması fesat veya ihanet suçlamalarında bulunanlara Stalin’i göklere çıkarmak, Tatarlardan şüphe etmek ve hem suçluluk hem de utanç duygusundan kaçınmak için imkân sağlıyor. Psikanaliz kavramlarının sosyo-kültürel hadiselerde kullanımına karşı çıkanlar olsa da, ben LaCapra’yla birlikte, psikanalizin bireyin psikolojisi olarak yanlış anlaşıldığını iddia ediyorum. LaCapra psikanalizin temel fikirlerinin gerçekte birey ile toplumu birbirine bağladığını öne sürer. Bu ikisi arasında mutlak bir karşıtlık yapaydır, bireyin başına gelen daha geniş sosyal, politik ve kültürel süreçlerle bağlantılıdır.[56]

 

Sosyal Pratik Olarak Soykırım

Kırım’daki mazinin geleceğini öngörmek için bir dizi gösterge var. Kırım Ukrayna’nın bir parçasıyken Kırım Tatarlarının nasıl kamuya açık bir şekilde 1944 sürgününü anabildiklerini daha önce tasvir etmiştim. Bunun gibi simgesel biçimlerin toplumsal hiyerarşilerin yaratılması ve muhafaza edilmesine yardım ettikleri doğruysa, 2013’teki anma etkinliğini duyuran panolar özellikle manidardı: Kırım Tatarları, mazilerinin Ruslarınkinin yanı sıra tanıtımını yaparak, geçici olarak ve kademe kademe anma alanını eşitlediler. Rus ilhakı ise Kırım’a bambaşka bir gerçeklik getirdi.

Bir taraftan, Putin Mayıs 2014’te Moskova’ya giden Kırım Tatar temsilcilerine Rusya’nın Kırım Tatarlarını himaye edecek ve onlara “kendi topraklarında tam tekmil efendiler” olduklarını hissettirecek önlemleri alacağını temin etti.[57] Aynı anda, Kırım Başbakanı Sergey Aksyonov 2014 sürgün anmasını bilfiil yasadışı ilan ederek bölgedeki bütün kitlesel toplantıları yasaklayan kararnameyi çıkardı. Aksyonov aldığı karar için çoğu ulusal güvenlik merkezli sürüsüne bereket değişik sebep ileri sürdü.[58] Kırım Tatarlarının toplanacakları merkez meydanı Rus çevik kuvvet polisi saflarının yanı sıra Rus-yanlısı sözde öz-savunma birliklerince koruma altına altınan çitlerle çevrildi ve zırhlı personel taşıyıcılarla kapatıldı. Çatışmadan kaçınan Kırım Tatarları başkent Simferopol’ün eski Akmescit bölgesindeki caminin yakınlarındaki alanda toplandılar. Burada fıldır fıldır dönen helikopter kanatlarının altında kısa kesilen bir anma gerçekleştirdiler.

Yaşayanlar arasındaki ilişkileri ölünün anılmasını yasaklayarak düzenlemeye yönelik bu girişim ilhak-sonrası Kırım’da topluluğun yeniden hizaya getirilmesi sürecine bir tür başlangıçtı. Soykırımla ilgili çalışan akademisyenler bu tür iktidar teknolojilerinin soykırımı nasıl başlangıcı, ortası ve sonu olan münferit bir hadise değil, bir toplumsal süreç haline getirdiğini giderek daha iyi anlıyorlar.[59] Açıkça görülüyor ki, iktidar değişimi ve yarımadanın Rusya Federasyonu’nun bir parçası olarak statüsü jeopolitikten daha fazla bir şeyi biçimlendiriyor. Başbakan ve Yüksek Sovyet Başkanı Sergey Aksyonov ile Cumhurbaşkanı Putin’in onayladığı Başsavcı Nataliya Poklonskaya gibi liderler şimdi Kırım’daki yaşayanların savaşın mirasıyla mücadele etmek zorunda kaldıkları toplumsal süreçlere angaje olup müdahale ediyorlar: kim, nasıl ve ne zaman onurlandırılacak?[60] Kim, nasıl ve ne zaman yas tutacak?

Bu duygusal altkatman içinde carî yetkililerin amaçları Zafer Günü’nü anmak isteyenlere hasredilen geniş mekân ışığında açık: Kırım Tatarlarına kayıpları için yas tutma yasağından kısa süre sonra, Putin Sevastopol’de Sovyetlerin Nazi Almanya’sı üzerindeki zaferini kamuya açık biçimde kutlamak üzere Kırım’a uçtu.  On binlerce kişiye sokaklara akın etmeye izin verildi ve 60 askerî araç ve 70 uçakla bir geçit resmi yapıldı.[61] Ruslara (ve Rus-Ukraynalılara) kıyasla Kırım Tatarlarına tanınan anma alanının büzüklüğü kanun önünde eşitlik yönündeki resmî açıklamaların hasır altı ettiği yarımadadaki gerçek güç dengesizliklerinin çırılçıplak ortaya çıkmasını sağladı.

Kırım Tatarlarının gelenek haline gelmiş anmalarının yasaklanmasına tepkisi bizi tekrar soykırım ile tarihsel hafıza arasındaki bağlantıya geri getiriyor. Soykırım, etnik-millî-dinsel çeşitliliği doğrudan yok etmeyi ve istenmeyen halkların istenmeyen izlerini ortadan kaldırmak için toplumların sosyal dokusunu değiştirmeyi amaçlayan bir eylem olarak anlaşılabilir.[62] Bu, fiziksel olarak toplumsal hafızaya kaydolmuş bütün yerlerden insanların çıkartılmasını gerektirir. Refat Çubarov Kırım Tatarlarının gerçekte atalarının yasını tutmaktan men edildiklerine işaret ederek anmayı yasaklayan kararı insanlık dışı bir fiil olarak tanımladı. Popüler bir talk şov programı sunucusu olan Lilya Bucurova yetkililerin Kırım Tatar halkı için matem ve anma gününün ne anlama geldiğini adamakıllı anlayıp anlamadıklarını belagatla sordu. Yasağın uzun yıllar hatırlanacağı ve hükümetin Kırım Tatarları için harcayacağı herhangi bir para miktarıyla telafi edilemeyeceği uyarısında bulundu.[63] Bucurova’nın yorumları, Aksyonov yönetimini sağlama almak için Kırım Tatarlarının desteğini istiyorsa eğer, yasağın gerçekte onun amaçlarının tam tersine hizmet edeceğini ima ediyor:

Bugün, on binlerce yurttaşım gibi, ben de annelerini, babalarını ve çocuklarını kaybedenlerin yanında durmak için kendi şehrimin merkezine gelmekten men edildim. Onların acılarını paylaşmaktan men edildim. Torunlarımın bu trajedinin bir    daha tekrarlanmayacağını bildiğinden emin olma hakkımı elimden aldınız.[64]    

Bucurova ıstırabın ancak empati ve anlayışla dindirilebileceğini ileri sürüyordu. Bununla, o daha fazla empatinin yeni otoriteler ile yerli halk olan Tatarlar arasındaki ilişkilere çok farklı bir ayar getireceğini ima ediyordu. Bu aynı zamanda geçiş dönemi adaleti hakkında bildiğimiz şeyle de örtüşüyordu. Etkili mekanizmalar repertuarı içinde, mağdurların anılması zulümcü geçmişle barışıklığın can alıcı bir parçası addediliyordu.[65] 2014’te, Aksyonov’un başında olduğu yeni Kırım idaresi toplumun bütün üyelerince daha kabul edilebilir olma ve daha az kutuplaşmış bir geleceğe doğru ilerleme fırsatını kaçırdı. Eğer 2014 yılı anmaları bir tür göstergeyse, Kırımlılar yeniden Kırım Tatar tecrübesini dışlayan tekil bir anlatının esiri olacaklar.

Vladimir Putin ve Aksyonov tarafından verilen teminatlara rağmen, ilhaktan bu yana olup bitenlerin tehlikedeki grubun korunmasıyla uzaktan yakından alakası yok. Bir kere, sayısız ortadan kaybolma hadiseleri var. Bir vakada, bir tanık ortadan kaybolmadan önce iki adamın siyah üniforma giymiş kişiler tarafından bir minibüsün içine zorla sokulduğunu gördüğünü bildirmişti. Rakamlar farklılık gösterse de, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre en az yedi ve potansiyel olarak 18 kadar kayıp vakası vardır.[66] Resmî makamlar ancak dört tanesini kabul ediyor. Kırım Tatarlarının evlerinin aranması 2014 yazında neredeyse rutin bir hal almıştı. Bunlar halkı “koruma” adına yapılıyordu. Aynı zamanda, kitle iletişim araçlarına da tacizler oldu; kamuflaj elbiseli ve kar maskeli adamlardan oluşan öz-savunma taburları Kırım’ın bazı büyük televizyon kanallarında aramalar yaptılar ve yayın ekipmanlarına el koydular. Topluluğu zayıflatmaya yönelik sistematik girişimler Kırım Tatar liderlerinin Kırım’da kendi halkının içinde yaşamaktan men edilmesini de içerdi. Önce ünlü insan hakları savunucusu, Ukrayna milletvekili ve Kırım Tatar Milli Meclisi eski başkanı Mustafa Cemiloğlu’nun başına geldi bu. Ardından sıra yeni seçilmiş Meclis başkanı Refat Çubarov’a geldi. Şubat 2015’te, Meclis başkan vekili Ahtem Çiygöz tutuklanıp hapsedildi. Bu uygulamalar söz konusu halkın zaman içinde ayrımcılık, taciz ve tecrit yoluyla kademeli olarak zayıflatılmasıyla sonuçlanıyor.

 

Sonuç

Yaptığım bu analizin bir neticesi olarak, Kırım Tatar soykırımının daha derinden anlaşılmasına bir katkı yapmış olduğumu umuyorum. Kırım Ukrayna’nın parçasıyken, daha önce bastırılmış bilgilerin gelgeç, ama verimli bir isyanını deneyimlediğini ileri sürdüm. Toplu anmalar yakın ve uzak geçmiş üzerine olan çekişmeleri kanalize eden bir paratoner haline gelmişti. Daha önceki eksiklikler ve unutmalar görülebilir hale geldiyse de, hegemonik güç/bilgi çerçeveleri bir grubu diğerinden daha iyi duruma getirmeyi sürdürdü.

Kırım’daki bireylerin tarihsel habitus’unu daha geniş biçimde anlamadan bu çekişmeleri tam manasıyla kavramak zordur. Taze ve bugün neredeyse elde edilmesi imkânsız veriler kullanarak, Kırım Tatarı olmayan nüfusun bir alt kümesinin geçmişe yönelik yorumlarını belirleyen kalıcı tavrı gösteren duygu ve düşüncelerine doğru etnografik bir keşif yolculuğu yaptım. Geçmişe yönelik bu perspektif, duygusal değerliliğini kısmen kategorik düşünmeden, Kırım Tatarlarını bir tehdit olarak tasavvur etmenin ontolojik rezonansından elde eder. Mülâkat verilerine dayalı olarak, Kırım’ın kapsayıcı ve sivil bir toplum formüle etmek için bilişsel ve duygusal temelden yoksun olduğu anlaşılıyor. Burada 1944 sürgününe ilişkin olarak hem suçluluk hem de utanç duygusu eksikliği manidardır.

Kırım Tatar deneyimini eleştirel soykırım çalışmaları çerçevesine yerleştirirsek, Kırım’da geçmiş üzerinde yaşanan mücadeleyi, yaşayanlar arasındaki ilişkileri yeniden yapılandırma kapasitesine sahip bir iktidar teknolojisi olarak görürüz. Soykırımın sonucunun hafiflediği sürecin bir kısmını ortaya serdim. Daha fazla etnografik çalışma, soykırımın sonucuna mı yoksa başlangıcına mı tanık olduğumuzu aydınlatabilir. Mezarlara saygısızlık, tarihsel anıtlar üzerindeki duvar yazıları, Facebook ve diğer sosyal medyada nefret dolu tartışmalar, evlerin, camilerin ve okulların aranması ve Kırım Tatar liderlerinin sürgüne gönderilmesi ve hapse atılması bu soruyu akla getiriyor.

Ukrayna-sonrası Kırım’da kamusal hafızaya ne olacağı sorusu acil bir sorudur: Kırım münhasıran Sovyet geçmişini ululamakla mı yükümlü olacak yoksa geçmiş zaferlerle bağlantılı insanî ve sosyal maliyetleri de “gösterecek mi?” Soykırımın sonucunda, Kırım Tatar hafızası ve tarihinin içeriği üzerindeki karartma devam ediyor ve neo-Stalinizm gelişiyor. Yeni yetkililerin tarihsel madalyonun sadece bir tarafını görme girişimleri, geçmişin sığ ve sonuçta tatmin edici olmayan bir anlatısıyla sonuçlanacaktır.

* Michigan Üniversitesi, Ann Arbor, MI, ABD. Çeviriye esas olan metin: “Genocide’s Aftermath: Neostalinism in Contemporary Crimea” Genocide Studies and Prevention 9, 1 (Spring 2015), s. 3-17 CC-BY-NC 2007 by GSP. Çevirinin yayınlanmasına izin verdikleri için Dr. Greta Uehling ve dergi baş redaktörü Dr. Christian Gudehus’a teşekkür ederiz. 

[1] Alexander Laban Hinton, “Critical Genocide Studies”, Genocide Studies and Prevention 7, 1 (Nisan 2012), s. 4-15.

[2] Bu rakam Kırım Tatarlarının gurbetin ilk yıllarında yaptıkları taramaya dayalıdır (Cemiloğlu, şahsî mülâkat, Haziran 1995). NKVD tahminlerine göre, ilk üç yıl içinde nüfusun yüzde 27’si helâk oldu (Nikolay Zemskov, 1994. “Spetsposelentsı iz Krıma: 1944-1956”, Krımskiy Muzey 1/94, Simferopol, Tavriya, s. 75).

[3] Daniel Feierstein, Genocide as a Social Practrice, çev. Douglas Andrew Town (New Brunswick: Ruıtgers University Press, 2014), s. 12. E-kitap.

* Insurrection du savoir assujetti. Foucault’nun “merkezileştirici iktidar etkileri”ni kırmak için geliştirdiği, çağdaş eleştiriyi ortaya çıkaran, “titiz, âlimane, kesin” olan derindeki, gömülü tarihsel içerikler, tarihsel bilgi blokları ve bilim hiyerarşisi tarafından değersizleştirilen sıradan insanların “tikel, yerel, nitelikli veya kavramsal olmayan, yeterince geliştirilmemiş, nadasa bırakılmış” bilgileri olmak üzere, iki yönlü bilgiyi açıklarken başvurduğu bir tanım. Bkz. http://1libertaire.free.fr/MFoucault160.html (Michael Foucault, “7 Ocak 1976 Tarihli Ders”, A. Fontana ve P. Pasquino (yay. haz.), Microfisica del potere: interventi politici, Torino, Einaudi, 1977 içinde, s. 163-177; aynı zamanda Dits et Écrits, Cilt III içinde, metin no. 193’dan iktibas). [Ç.N.]

** Kelime anlamı bir öznenin durumunu yansıtan dış görünüş; Bourdieu kaynaklı daha güncel olarak atıf yapılan anlamı ise bir birey veya sosyal grubun haslet gibi görünen, ama aktarılabilir olan karakteristik davranışını tasvir eden bir terim, yani sosyal aktörlerin algılama, düşünme ve davranma şemaları olarak içselleştirdikleri toplumsal pratikler bütünü, alışkanlık. [Ç.N.]

[4] Burada karmaşık kimlikler ve sadakatleri türdeşleştirmekten ve aşırı basitleştirmekten kaçınmak önemlidir. Burada Rus sempatizanlarını kullanıyorum, çünkü benim deneklerimi birleştiren şey onların Rus-dilli, Rus veya karma Rus-Ukraynalı atalardan gelmeleri ve Rusya’ya sempati duymalarıdır.

[5] Jan Plamper, The Stalin Cult: A Study in Alchemy of Power (New Haven: Yale University Press, 2012), s. 12.

[6] Nanci Adler, “Reconciliation with –or Rehabilitation of–  the Soviet Past?”, Memory Studies, 5, 3 (2012), s. 328.

[7] Johan Galtung, “After Violence: Reconstruction, Reconciliation, and Resolution”, Muhammed Abu-Nimer (yay. haz.), Reconciliation, Justice, and Coexistence: Theory and Practice (Lanham, MD: Lexington boks, 2001) içinde, s. 3-23; L. Kriesberg, “Changing Forms of Coexistence”, a.g.e. içinde; Barbara Tint, “History, Memory, and Intractable Conflict”, Conflict Resolution Quarterly, 27, 3 (2010), s. 239-256.

[8] Adler, “Reconciliation”, s. 328.

[9] Adler, “Reconciliation”, s. 336.

[10] Kırım’ın Ukraynaca konuşan nüfusunun tutumu kendi başına ayrı bir makaleyi gerektiriyor. Onların hem Rus yanlıları hem de Kırım Tatarlanyla ilişkileri Kırım Tatarlarının soykırımına odaklanan bir makalenin kapsamına giremeyecek kadar karmaşıktır.

[11] Molly Andrews, Shaping History: Narratives of Political Change (Cambridge: Universitesi Yayınları, Cambridge, 2007), 161.

[12] Janine Natalya Clark, “The ‘Crime of Crimes’: Genocide, Criminal Trials and Reconciliation”, Journal of Genocide Research, 14, 1 (2012): 55-77;Lyndsay McLean Hilker, “Everyday Ethnicities: Identity and Reconciliation Among Rwandan Youth”, Journal of Genocide Research, 11, 1 (2009): 81-100; Lars Waldorf, “revisiting Hotel Rwanda: Genocide Ideology, Reconciliation, and Rescuers”, Journal of Genocide Research, 11, 1 (2009): 101-125; Eugenia Zorbas, “What Does Reconciliation After Genocide Mean? Public Transcripts and Hidden Transcripts in Post-genocide Rwanda”, Journal of Genocide Research, 11, 1 (2009): 127-147.

[13] Yerli Halkları Araştırma ve Destekleme Vakfı, “Information Provided by the Government of Ukraine on the Implementation of the Concluding Observations of the Committee on the Elimination of Racial Discrimination” (27 Ağustos 2007) Doc CERD/C/UKR/CO/18/Add.1, s. 7.

[14] Michel Foucault, Society Must be Defended: Lectures at the Collège de France 1995-1996, yay. haz. Mauro Bertani ve Alessandro Fontana, çev. David Macey (New York: Picador, 1997), 66-76.

[15] Greta Uehling, Beyond Memory: The Crimean Tatars’ Deportation and Return, (New York: Palgrave Macmillan, 2004); Greta Uehling “Squatting, Self-Immolation, and the Repatriation of Crimean Tatars,” Nationalities Papers 28 (2000): 317-342.

[16] Mülâkat, Kırım Tatar Millî Meclisi, 26 Mayıs 2013.

[17] Brian Glyn Williams, A Homeland Lost: Migration, the Diaspora Experience and the Forging of Crimean Tatar National Identity (Doktora Tezi, Wisconsin Üniversitesi, Madison, 1999); Greta Uehling, Beyond Memory: The Crimean Tatars’ Deportation and Return, (New York: Palgrave Macmillan, 2004); Greta Uehling “Squatting, Self-Immolation, and the Repatriation of Crimean Tatars,” Nationalities Papers 28 (2000): 317-342, Greta Uehling, “The Crimean Tatar National Movement: Social Memory and Collective Action”, John Guidry, Michael Kennedy ve Mayer N. Zald (yay. haz.), Globalizations and Social Movements (Ann Arbor: Michigan Üni,versitesi, 2000) içinde. 

[18] Kültürel ve siyasal canlanmaya yönelik yirmi yıllık sıkı çabaların başarıları hâlâ takdir edilmekle beraber, devrim öncesinden kalma Kırım Tatar siyasal organı Meclis’in yeniden kurulması, cami ve medreselerin yeniden açılması, geleneksel dekoratif sanatların canlandırılması ve Kırım Tatarcanın bazı okullarda eğitim dili olarak yeniden işlerlik kazanması asıl başarı hanesine yazılmaktadır.

[19] Kırım Tatarlarının anlatı hikâyelerinin ilk tam incelemesini ilk etnografik çalışmam olan Uehling, 2004’te yapmıştım.

[20] Uehling, Beyond Memory, 2004.

[21] Farklı normatif çerçevelerde karakterize olmuş bilgilerin birbirlerine karşı getirildiği ve bireylerin birbirlerinin ihmallerini, dışlamalarını ve hegemonyalarını sorgulamak zorunda bırakıldığı zaman ortaya çıkan karşılıklı çekişme.

[22] Yuri Shevchuk, Harvard Ukrayna Araştırma Enstitüsü Sempozyumu, “Kırım: Kimin Vatanı?” Harvard Üniversitesi, 19 Mayıs 2014.

[23] Greta Uehling, “The Release of Haytarma and its Aftermath” http://www.iccrimea.org/reports/kaytarma-review1.html .

[24] Gulnara Bekirova ve Elvidin Çubarov, Tolerannıye Uçebniki Tolerannoye Obşçestvo’da (Simferopol: Tezis, 2011, 19-20) Galenko örneğini anarlar.

[25] Katherine Verdery, The Political Lives of Dead Bodies (New York: Columbia University Press, 1994), 36.

[26] Ukrainskaya Pravda, Kırım Tatarları Stalin’e adanmış sergiyi dağıttı, 21 Aralık 2012. Bkz. www.pravda.com.ua/rus/news/2012/12/21/6980227.

[27] Mülâkat, 25 Mayıs 2014.

[28] Levada Tsentr. “Rossiyane o roli Stalina v istorii naşey stranı,” 21 Aralık 2005.

[29] Levada Tsentr. “Vıdayuşçiyesya lyudi vseh vremen i narodov,” 10 Haziran 2008.

[30] Polly Jones, Myth, Memory, Trauma (New Haven: Yale University Press, 2013), 261.

[31] Jones, Myth Memory, Trauma, 261.

[32] Sigmund Freud, “Mourning and Melancholia,” The Pelican Freud Library. Çeviren, J. Strachery, 11 (Harmondsworth: Penguin, 1984), 245-268. Jeopolitik melankoli kavramı ve sömürge-sonrası melankoli için bkz. Jacques Derrida, Specters of Marx: The State of the Debt, the Work of Mourning and the New International. Çeviren, P. Kamuf (New York: Basic Books, 1994); Paul Gilroy, After Empire. Melancholia or Convivial Culture (London: Routledge, 2004).

[33] Jones, Myth Memory Trauma, 261.

[34] Pierre Bourdieu, Outline of the Theory of Practice, çev. Richard Nice (Cambridge: Cambridge University Press, 1977), 82-83.

[35] Bourdieu, The Logic of Practice, çev. Richard Nice (Stanford: Stanford University Press, 1980), 54.

[36] Pierre Bourdieu ve Loic J.D. Wacquant, An Invitation to Reflexive Sociology (Chicago: University of Chicago Press, 1992), 20.

[37] Alexander Hinton, Why Did They Kill?: Cambodia in the Shadow of Genocide (Berkeley and Los Angeles: University of California Press), 27.

[38] Rus toplumuyla temasımı sağlayan kişi talep ettiğim yaş ve cinsiyet kotalarını doldurmak için üyelerin veri tabanından yararlandı. Bu seçim onun kimin gönüllü bir denek ve Mayıs-Haziran 2013 tarihlerinde müsait olduğu hakkındaki yargılarının etkisiyle yanlılık taşıyabilir.

[39] Susan Corbesero, “History, Myth, and Memory: A Biography of a Stalin Portrait,” Russian History 38 (2011), 58-84.

[40] 9 Mayıs aynı zamanda Nazi Almanya’sının Sovyetler Birliği’ne teslim oluşunun kutlandığı Zafer Günü olarak da bilinir. Sovyetler Birliği zamanında, bütün Sovyet Cumhuriyetlerinde bayram olarak, çalışmanın tatil edildiği tipik bir bayram olarak kutlanırdı.

[41] Mülâkat, 3 Haziran 2013.

[42] Mülâkat, 3 Haziran 2013.

[43] Kathleen E. Smith, Remembering Stalin’s Victims: Popular Memory and the End of the USSR (Ithica: Cornell University Press, 1996), 8.

[44] Mülâkat, 1 Haziran 2013.

[45] Rory Finnin, “Forgetting Nothing, Forgetting No One: Boris Chichibabin, Viktor Nekipelov, and the Deportation of the Crimean Tatars,” Modern Language Review 106, 4 (2011): 1124.

[46] Verdery, The Political Lives of Dead Bodies (New York: Columbia University Press, 1999).

[47] Mülâkat, 30 Mayıs 2013.

[48] Mülâkat, 30 Mayıs 2013.

[49] Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi. “Report on the Human Rights Situation in Ukraine, 15 April, 2014.”

[50] Mülâkat, 26 Mayıs 2013.

[51] Theodor. W Adorno, “Schuld und Abwehr, Eine Qualitative Analyse zum ‘Gruppenexperiment,’” Soziologische Schriften II, Gesammelte Schriften 9. 2, yay. haz. R. Tiedemann (Frankfurt/Main: Suhrkamp, 1955/1998) içinde, 121-325; Max Horkeimer. “Vorwort zu Paul Passings ‘Vorgeschichte des Politischen Antisemitismus,’” Gesammelte Schriften 8 (Frankfurt/Main: Fischer, 1959/1985) içinde, 126-130.

[52] Alexander Mischerlich and Margaret Mitscherlich, The Inability to Mourn: Principles of Collective Behavior (New York: Grove Press, 1975); Katharina Rothe, “Anti-Semitism in Germany Today and the Intergenerational Transmission of Guilt and Shame,” Psychoanalysis, Culture and Society 17, 1 (2012): 16-34.

[53] Rothe, “Antisemitism in Germany,” 10.

[54] Örneğin, rivayetten başka bir şeye atıfta bulunmayan insanların Kırım Tatarlarına atfen tekrarlayıp durdukları yaygın bir mecaz da savaş sırasında Kırım Tatarlarının kemerlerine bağladıkları hâlâ kan içindeki kesik Rus kafalarıyla görüldükleridir.

[55] Uehling, http://www.iccrimea.org/reports/kaytarma-review1.html

[56] Dominick LaCapra, Representing the Holocaust: History, Theory, Trauma (Ithaca: Cornell University Press, 1994).

[57] Donald Rayfield, “How the Crimean Tatars Have Survived,” The Guardian 21 June 2014.

[58] Rayfield, “How the Crimean Tatars have Survived.”

[59] Feierstein, Genocide as a Social Practice, 14.

[60] Verdery, “The Political Lives of Dead Bodies,” 12.

[61] http://www.theguardian.com/world/2014/may/09/vladimir-putin-arrives-crimea-victory-day-ukraine .

[62] Bu noktayı daha açık hale getirmeme yardımcı oldukları için anonim hakemlere minnettarım.

[63] Tok Sоu Gravitatsiya ‘Zapret na miting’. İnternet erişim adresi: http://atr.ua/video/2014-05-16-22-41-51-4040637. Son erişim 17 Temmuz 2014.

[64] Mülâkat, 16 Mayıs 2014. http://atr.ua/video/2014-05-16-22-41-51-4040637 .

[65] Priscilla Haynor, Unspeakable Truths: Transitional Justice and the Challenge of Truth Commissions (New York: Routledge, 2010).

[66] http://www.hrw.org/news/2014/10/07/crimea-enforced-disappearances ; Uehling, “‘Crimeastan’ Society for Cultural Anthropology Hot Spots,” 28 Ekim 2014. İnternet erişim adresi: http://www.culanth.org/fieldsights/617-crimeastan .

 

Emel Dergisi 270, Ocak-Şubat-Mart 2020. Sayfa 14-40.  

 

TAVSİYELER

KIRIM’DA İNSAN HAKLARI,RUSYA ESİRLERİ VE ANALARI KONFERANSI

Emel Kırım Vakfı ve Emel Dergimizin, Emel Fikir Kültür Konferansları çerçevesinde düzenlediği, “Kırım’da İnsan Hakları, …