Zafer KARATAY
1980’lerin başları, Sovyetler Birliği’nde sürgünde yaşayan ve Vatan Kırım’a dönmek için mücadele eden Kırım Tatarlarının Taşkent’te Gafur Gulam Neşriyatevinde basılan kitapları ile daha yakından tanıştığım yıllardı. Ayrıca Lenin Bayrağı Gazetesi ve Yıldız Mecmuası da ara sıra elimize ulaşırdı. Emel dergisini yayınlama görevini üzerimize alacağımız belli olunca Taşkent’te yayınlanan eserlere daha fazla odaklandık. O yıllarda hiçbir Kırım derneği faal değildi. Özellikle gençleri bir araya toplayıp Kırım mücadelemizi canlandırmak için çalışmalar yapıyorduk. Önceleri düzensiz olarak bir araya gelip Kırım’ı konuşur ve neler yapabiliriz diye fikirleşirdik. Sonraları her Perşembe Ankara’da Kolej semtinde bir kahvehanede toplanır, yan tarafta bulunan muayenehanesinde çalışan rahmetli Dr. Çiçek Kırımlı teyzemizin işini tamamlayıp, ışıkları söndürüp eve gitmesini bekler, sonra oraya geçer toplantımızı sürdürürdük. Emel için Bahçelievler son durakta eski bir kasap dükkanını kiralayınca ve buraya rahmetli Müstecib Ülküsal’ın avukatlık ve Emel idarehanesindeki masa, sandalye ve koltuklar gelince toplantılarımızı burada yapmaya başladık. Bu toplantılara katılan her yeni arkadaşımızın ilk görevlerinden biri Kiril alfabesini öğrenmek ve bu alfabede Kırım Tatar Türkçesinde basılan gazete, dergi ve kitapları okuyabilmekti. Sürgündeki kardeşlerimizi yakından tanımak ve neler yaptıklarını yakından takip etmek için bu şarttı. Ayrıca Kırım Tatar yazarlarımızı, şairlerimizi, sanatçılarımızı ve eserlerini Emel dergisi vasıtasıyla Türk kamuoyuna, muhaceretteki Kırım Tatarlarına ve Dünyaya tanıtmaya çalışıyorduk.
Müstecib Ülküsal ve Emelci büyüklerimiz, Kırım’ın 1783 yılında Çarlık Rusyasının esaretine düşmesinin 200. yılı için Emel’in 1983 yılındaki 135. sayısını özel bir sayı olarak hazırlıyorlardı.136. sayıdan itibaren dergiyi biz Ankara’da hazırlayıp, bastırıp dağıtacaktık. Emel için yoğun bir hazırlığa başladık. Taşkent’te basılan kitaplardan, Lenin Bayrağı ve Yıldız dergisinden elimizde olanlardan şiirleri, makaleleri, hikâye, destan vb. Kırım Tatar halk kültürüne ait zenginliklerimizi, Latin alfabesine aktarmaya ve Emel için hazırlamaya başladık. Yararlandığımız ilk eserlerden birisi rahmetli Cafer Bekirov’un toplayıp tertiplediği Destanlar (Taşkent, 1980) idi. Destanlar kitabı içinde destanların içeriğine uygun karakalem resimler vardı. Kendine özgü karakteri olan, millî motiflerimizi yansıtan, Kırım’ı hatırlatan resimlerdi. Kitap künyesinde ressamın adı olarak Zarema Trasinova yazıyordu. Böylelikle Sovyetler Birliği’nde sürgünden Vatan Kırım’a dönmeye çalışan halkımız arasında adını öğrendiğim, tanıdığım ilk ressam da o oldu. Daha sonra başka yayınlarda da Zarema Trasinova, resimleriyle sık sık karşımıza çıkmaya başladı. Artık resmi kimin yaptığına bakmadan onun resimlerini kolaylıkla tanır hale gelmiş ve çok sevmeye başlamıştım onun sanatını çizgilerini, resimlerini. Şevket Asanov ve Ablâziz Veliyev’in birlikte toplayıp neşrettikleri Tapmacalar (Taşkent, 1988), kitabı gibi Kırım Tatar halk kültürüne, onların tarihine, medeniyetlerine dair eserlerin kapağını yahut içindeki sayfaları genellikle Zarema Trasinova süslerdi.
18 Mayıs 1944 sürgünüyle birlikte Sovyetler Birliği’nde Kırım yasaklanmıştı Kırım Tatarlarına. Tarihleri silinmişti kitaplardan. Kırım’ın vatanları olduğunu yazmak yasaktı. İsmail Gaspıralı, Numan Çelebi Cihan, Kurultay, Kırım Hanları, kısaca millî tarihleri, millî medeniyetleri, geçmişleri yasaktı. Millî kimlikleri yoktu. Kırım çok güzel bir yerdi. Sovyet propaganda kitaplarında Kırım başköşelerdeydi, ama sanki orada Kırım Tatarları hiç yaşamamış gibi gösteriliyordu. Sanki 1500 Türk geçmişi, 1000 yıla yaklaşan İslam geçmişi yoktu.
Stalin ve totaliter Sovyet rejiminin Kırım Türklerini bir halk olarak tarihten silmek için hesaplar yapıp planlarını uygularken hesap edemedikleri şey Kırım Tatarlarının sahip oldukları karakterleri ve değerleriydi. İnatçıydılar. Numan Çelebi Cihan’ın 1917 yılı Kasım ayında Hansaray’ın müze olarak açılışında yaptığı muhteşem konuşmasında “İnanarak tam bir buçuk asır sabrettik. Bir buçuk asır edebiyatsız, ilimsiz, sanatsız, ticaretsiz ve siyasetsiz olarak mahkûmiyetler, mahrumiyetler içinde yaşadık” diye tarif ettiği 1783’te başlayan Çarlık Rusyası altındaki esaret hayatından İsmail Gaspıralı’nın ektiği tohumlarla yeşeren, onun yarattığı iklimde büyüyen ve aydınlattığı yolda yürüyen kahramanlar, Numan Çelebi Cihan’ın yolbaşçılığında özgürlüğü yaşamışlar, millî benliklerini bulmuşlar ve 1917’de Kırım Halk Cumhuriyeti’ni kurmuşlardı. Stalin ve rejimi 1927’den itibaren bu aydınları ve bu şanlı dönemin izlerini yok etmeye başladı. Maddî olarak Kırım Türklerine ait birçok şey yok edilirken, Kırım Tatarlarının toplumsal hafızasını, yüreklerine sinen vatan sevgisini yok edemediler.
Vatan Kırım’a dönüş, millî ve dinî medeniyetlerini yeniden canlandırma mücadelesinde Kırım Tatarlarının ezici bir çoğunluğu, ataları İsmail Gaspıralı’nın “milletini seviyorsan elinden gelen işle başla!” öğüdü gereği bu mücadeleye bir şekilde katıldı. Elbette sanatçılarımız da bu mücadeleden geri kalmadı. Bunların başında da 5 yaşında sürgünün bütün dehşetini yaşayan Zarema Trasinova’nın geldiğini söylemek yanlış olmaz.
Zarema Trasinova 17 Aralık 1939 tarihinde Akmescit şehrinde Stalin ve Sovyet rejiminin dehşetinin hüküm sürdüğü bir dönemin, Nazi Almanyasının Polonya’yı işgaliyle başlayan II. Dünya Savaşı sebebiyle hız kestiği ama yeni fırtınalara ve facialara gebe günlerinde dünyaya geldi. Stalin ile anlaşarak, Orta Avrupa’da sınırlarını genişleten Hitler, 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırınca Zarema Trasinova’nın Kırım Tatar tiyatrosunda sanatçı olan babası, Abduraman Cemil Kızıl Ordu’ya alındı. Baba kucağı ve sevgisinin ne olduğunu anlayamadan babasından mahrum kalan küçük Zarema, henüz 5 yaşında iken, binlerce Kırım Tatar çocuğu ile birlikte, Sovyet rejimi tarafından çok çok ağır şekilde, insanlık suçu olan bir cezaya uğratıldı. 18 Mayıs 1944 günü babaları Kızıl Ordu’da savaşan yüzlerce Kırım Tatar çocuğu, kadınlar kızlar, yaşlılar, hastalar ile beraber küçük Zarema hayvan vagonlarına doldurularak doğduğu topraklardan, evinden, yurdundan sürgün edildi. Evlerine sürgüne gelenler o kadar acımasızdı ki, tek başına iki çocuğu bakmak için gece gündüz çalışan annesinin yatılı çocuk yuvasına bıraktığı 2 yaşındaki evladı Osman’ı gidip almasına dahi izin vermediler. Anası Sündüs hanımın ölene kadar durmadan kanayan yarası, hiç kesilmeyen yürek sızısı Zarema Trasinova’ya da sirayet etti. Bütün ömrünce kardeşinin izini bulmaya çalıştı. Zalim Stalin döneminde Kırım Tatarlarına karşı işlenen suçların günümüze kadar hep bir şekilde üstü örtülmeye çalışıldı.
Küçük Zarema ve anasıyla birlikte Taşkent yakınlarındaki Sirderya ilçesine sürgün edildi. Anası Sündüz hanım tek başına kızını yetiştirdi v kazandığı az parayla onun eğitim almasını sağladı. Küçüklükten beri resim yapmayı seven ve yeteneklerini gören öğretmenlerinin de yönlendirmesiyle Zarema Trasinova Taşkent’teki P. Benkov Sanat Okulu’nu bitirdikten sonra İ. Ostrovski Taşkent Tiyatro ve Sanat Enstitüsü’nde Grafik bölümünde eğitim aldı. 1960’lı yıllarda Taşkent’teki üniversitelerde Kırım Tatar gençleri arasında vatanseverlik duyguları çok yüksekti. Kırım Tatar Millî Hareketinde faal olan cesur gençlerden Ali Trasinov ile evlendi. Ancak acı ve talihsiz kader onun mutluluğunun uzun olmasına izin vermedi. Her zaman millî hareketin ön saflarında bulunan Ali Trasinov 1968 yılında bir protesto mitingi sırasında polis tarafından yakalanıp vahşice dövüldü. Başından aldığı darbeler sonucu çok geçmeden hastalanan Ali Trasinov 1969 yılında genç yaşta vefat etti. Zarema Trasinova eşi Ali Trasinova ile evlenince ilk işi onunla birlikte Kırım’a gidip kardeşini aramak oldu. Ancak Kırım’daki Sovyet rejiminin elemanları hiç yardımcı olmadı, eli boş döndü.
Küçük kızı ile hayata tutunmaya çalışan Zarema Trasinova her şeye rağmen eğitimini sürdürdü ve okul arkadaşı, kendisi gibi ressam olan Alim Üseyin ile hayatını birleştirdi. Onunla birlikte aile huzurunu buldu. 1989 yılında eşi ve anasıyla birlikte Vatan Kırım’a döndü. Yollarda neryerde oğlunu görürüm diyen annesi 1999 yılında vefat etti.
1980’li yılların başlarında resimleriyle tanıdığım Zarema Trasinova ile Vatan Kırım’da tanışmak mutluluğuna 1990 yılında eriştim. Ondan sonra Kırım’a neredeyse her gittiğimde bir şekilde bir yerde karşılaştık. Çünkü nerede bir millî faaliyet varsa orada mutlaka Zarema Trasinova da bulunuyordu. Her zaman zarif, sakin, çevresindekilere karşı nazik davranan bir insandı. Ama onda hep derinlerde bir hüzün sezilir. Kibrin musallat olmadığı asil bir hanımefendiydi. Kendisini hemen sevdiren ve saygı duyduran bir karakterdi. Zaten halkının ona karşı sevgisini onunla konuşurken kolaylıkla görebilir, hissedebilirsiniz. Kırım Rusya işgali altında iken 2019 yılı Aralık ayında onun şerefine 80. doğumu günü için düzenlenen geceyi internet üzerinden canlı seyrederken gözlerim doldu. Elzara İslâmova öncülüğündeki Qaradeniz Prodüksiyon ekibinin hazırladığı ve canlı yayınladığı gece muhteşemdi. Orada olmayı ne kadar isterdim. Gece Kırım Tatar halkının Zarema Trasinova’ya bir teşekkürü, ona olan sevgi ve saygısının gösterilmesiydi.
Zarema Trasinova eşi Alim Ağa ile Bahçesaray’ın güney doğusunda Kaça ırmağı boyunda Şurı (Kudrino) köyünde yaşıyor. Kaça ırmağı, Cengiz Dağcı’nın eserlerinde muhteşem bir şekilde tasvir ettiği Gurzuf ve Kızıltaş’ın sırtlarında bulunan Roman Koş dağının kuzeyinden doğar. Asırlar boyunca nazlı nazlı akarak Bahçesaray’ın hemen yanı başından geçerek Akyar’ın kuzeyinden, Belbek askerî havaalanı ve üssünün güney kıyısından Karadeniz’e kavuşur. Onun oluşturduğu ve suladığı vadi boyunca Ulu Sala’da birçok Kırım Tatar köyü yer almıştır. Zarema Trasinova ve Alim Üseyin’in güzel Kırım’da yaşamak için seçtikleri yer sanatçılara ilham için harika bir ortam sunan bir bölgede. Zarema Trasinova’nın her karşılaşmamızda davet ettiği köydeki evine ne yazık ki ancak bir defa gitmek kısmet oldu. Yemyeşil bir bahçe içerisinde, sessiz, kuş cıvıltılarıyla şenlenen, Yayla dağlarının bol oksijenli mis gibi havasıyla ciğerlerinizin bayram ettiği yerdeki evine beni değerli dostum Lütfi Osman götürdü. Kırım’a her gittiğimde, Allah kısmet eder de bir gün Kırım’a dönersem nereye yerleşirim diye düşünür, bir yer beğenirdim. Orası o kadar güzeldi ki orada Zarema Trasinova’nın komşusu olarak yaşamak istemiştim. Hâlâ da en gözde yerlerimden birisidir.
Zarema Trasinova’nın kahvesini içerken, resim çalışmalarından, üzerinde çalıştığı son resimlerden bahsetti. Elbette onu hiç bırakmayan sızıyı, kayıp kardeşi Osman’ı da anlattı. O zaman onunla tanıştıktan sonra onda sezdiğim gizli hüznü açık bir şekilde gördüm. Savaşlar ve zalimler milyonlarca masumda ne yaralar açtı yarabbim! Kırım Türklerinde bu yaralar hâlâ kanıyor.
Evimde Zarema Trasinova’nın üç karakalem tablosu var. Ben onun sanatını, sanatının özelliklerini ve eserlerinin sanatsal yönden kıymetini değerlendiremem. Benim haddim değil. Benimki onun sanatıyla, mücadelesiyle, tavrıyla, Kırım Tatar Millî Hareketi içerisindeki rolü ve çizgisine bir değinme ve kişisel gözlemimdir. Tanışmak, sohbet etmek ve eserlerine sahip olmak mutluluğuna eriştiğim kıymetli bir insan, sanatçı ve vatanseverdir. Kırım Türklerinin yok edilmeye çalışılan medeniyetini canlandırmada yaptığı hizmetler, sanatımızın seviyesini yükseklere çıkarmada ve başarıyla temsil etmede oynadığı rol, yeteneğini, sanatını ve zamanını halkına sevgiyle sunması her türlü övgüye layıktır. Kırım sevgisini yüreklerimize işleyen Zarema Trasinova, sana olan sevgi ve saygımızı hep yüreklerimizde taşıyacağız. Kırım Tatarlarının tarihindeki muhteşem insanlar sayfasında yerin daim olacak…