Viyana Önünde Kırım Süvarileri
Ders ve ibret alınacak tarihî olay . Viyana bozgunu
Azerbaycan «Yurt Bilgisi» mecmuasında da yayınlanmıştır.
Viyana kuşatmasının ikiyüzellinci yıldönümü münasebetiyle, Avusturya Hükûmeti, diğer bazı Avrupa devletlerinin iştirakiyle muazzam şenlikler yaptı. İstanbul gazeteleri bu münasebetle Viyana kuşatmasına dair uzun makaleler yayınladılar. Bizim muharrirlerin yazılarından anlaşıldığına göre, Osmanlı Askerleri’nin Viyana altından geri çekilmesinin başlıca sebeplerinden biri, Kırım Hanı’nın ihanetidir.
Kırım Hanlığı’nın zayıflaması için her tedbire başvuran Osmanlı devleti ileri gelenleri, her yerde ve her vesile ile Kırımlılar’ı itham etmeyi âdet edinmişlerdi. Hakikati bir derece aydınlatmak için bu meseleyi biraz tahlil edelim.
Viyana seferi açıldığı vakit, Kırım Hanı Murat Giray idi. Bu Han öteden beri Osmanlı ileri gelenlerinin Kırım hakkında takip ettiği siyasetin karşısında bulunuyordu. O, Osmanlı Devleti’ne kayıtsız şartsız hizmet etmeyi hatırına bile getirmemişti. Her yerde ve her zaman Kırım’ın müstakil olduğunu kaydetmeyi unutmadığı gibi, komşu devletlerle olan siyâsi münasebetlerinde de bu ciheti daima hatırlıyordu ki, gerek Rus Çarları’na gerekse Leh Kralları’na göndermiş olduğu yarlıklarında bunu açıklıkla görüyoruz.
Kırım Hanlığı’na pek insafsızca hücumda bulunan Smirnof bile Murat Giray’ın tutmuş olduğu siyasî yolun Osmanlı Sarayı’nda endişe uyandırdığını ve bu hanı hanlıktan uzaklaştırmak için vesile arandığını kaydetmektedir.
Murat Giray Han hicrî 1092 (1681) tarihinde Rus Çarı’na yazdığı yarlıkta diyor ki:
«Allahu tebarek ve teâlâ Hazretleri’nin yardım ve lutfuyla Uluğ Orda, Uluğ Yurtu’nun, Deşti-kıpçak’nın, Tahtı Kırım’nın yüz on bin tümenin ve hesapsız Nogay’nın ve Tagara Çerkaç’nın ve Tat bilen Tavkaç’nın ve Akkerman memleketinin Padişahı ve yüce büyük Hanı olan ben azametli, selabetli ve heybetli büyük Murat Giray Han ve çok şeref sahibi Hakan Hazretleri»[1].
Yine aynı Rus Çarı’na bir yıl sonra yazılan yarlık şöyle başlıyordu:
«Tanru Tebarek ve Teâlâ’nın esirgeme ve ihsanı ile Uluğ Orda ve Uluğ Yurdun ve Kırım tahtının, Deşti-kıpçak’nın Tat ile Tavkaç’ın Onkol ve Solkol’un ve şöhreti büyük askerin ulu padişahı ve ulu, azametli saadetli en büyük hem yiğit ve cömert, İslâm Dini padişahı Kırım Hanı Murat Giray Han»[2].
Kırım Hanları ve bilhassa Murat Giray bu yazılarıyla, Osmanlı Padişahları’na müsavi olduklarını göstermek istedikleri gibi, Osmanlı Devleti’nin idaresi altında olduğu iddia edilen yerlerin dahi kendisine ait olduklarını alenen ilân ediyordu.
Murat Giray birçok tecrübeler görmüş geçirmiş bir adam olduğundan Kırım Devleti için zararlı olan Osmanlı siyasetine kılıç kuvvetiyle son veremeyeceğini biliyor ve bu tarafa yaklaşmıyordu. O, diğer tedbirlere başvurdu.
Smirnof, yaptığı tetkikat neticesi olarak diyor ki:
«Murat Giray, idaresi altında olan memleketlerde, eski Tatar kanununu «Töre»yi tesis ederek şeriat esaslarını kırmak için yaptığı teşebbüsler akim kalmıştır»[3].
Bu kayıttan anlaşıldığına göre, Murat Giray, eski Cengiz Töresine dönerek, Osmanlı Devleti ile Kırım arasındaki münasebetleri diğer kalıba dökmek istemiştir. Yani, Osmanlı devlet adamlarının Kırım işlerine karışmasına bu suretle nihayet vermeye uğraşmıştır. Murat Murat Giray’ın bu teşebbüsüne başlıca Kırım ulemâsı mâni olmuştur ki bunların başında Şeyh Vani Efendi bulunuyordu.
Murat Giray gayet doğru idi, Cengiz âdetlerine vâkıftı. Bundan dolayı gerek Kırım ileri gelenlerine ve gerek halka kendini sevdirmeye muvaffak olmuştu ki bu da onun atmak istediği adımlar için oldukça ehemmiyeti haizdi.
Viyane Seferi açıldığı zaman, Han, bu sefere dâvet olunmuş ve yüzbin Tatar ve Nogay askerinden başka, emrine tâbî olan Çerkez kullarını da alarak yola çıkmıştı. Yukarda kaydettiğimiz sebeplerden dolayı Kırım Hanı’nın bu muharebeye canla başla iştirak etmediğine şüphe yoktur. Fakat bununla beraber, Osmanlı ordusuna ihanet etmeyi düşünmemiştir. O, sırf askerini Kara Mustafa Paşa’nın inadı uğruna imha etmeye razı olmamıştır. Smirnof diyor ki:
«Murat Giray Han bu muharebeye istemeyerek girmiştir. Kırım Hanı’nı bu vakitler en fazla alâkadar eden mesele Kırım’ın dahilî meseleleri idi»[4].
Kırım Hanı Stolni Belgrad’a[5] gelerek Kara Mustafa Paşa ile birleştikten sonra, Hanın iştirakiyle bir danışma toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıda evvela Sadrazam söze başlayarak:
«Gerçi maksadımız Yanık kalesi’yle Komran kalesi’nin fethidir[6]. Hakkın lutfu ile ele geçirmek mümkün, lâkin kale almış oluruz memleket değil. Dileğim inşallah «Beç»’e[7] gitmektir. Ne dersiniz? diye üç defa sağına soluna bakarak sordu ise de kimseden cevap alamadı.»
Sonra Hüseyin Paşa’ya:
«Ağzın bağlı mı? Neye söylemezsin? diye sorduğunda : «Ferman sizden, hizmet bizden…» Sözleri ağzından döküldü. Diğerleri de «Sözü makuldur» cevabını verdikten sonra Fatiha okunmuştu. Söyleyen çok, kimsede itiraz belirtisi yoktu»[8].
Tarihçinin bu kaydından anlaşıldığına göre, Serdar Kara Mustafa Paşa’nın bu çılgın maksadına paşalardan hiç bir kimse iştirak etmiyordu. Fakat onlar kellelerinin uçmasından korkarak «Ferman sizden, hizmet bizden…» demekten başka çare bulamamışlardı. Kara Mustafa Paşa ise:
«Kendisinin hem sözünü dinleyen hem de akıl hocası olan Reisülküttâp vazifesi gören Mustafa lalasının dalkavukluğuna ve kendi hırsına kapılarak «tama-ı ham» (olmayacak istek) belasına tutuldu ve bencilliğinin bir eseri olarak Yanık kalesinin zaptından vazgeçerek niyetini Viyana Kalesi’ne çevirdi» (Silahtar Tarihi).
Fakat bu danışma toplantısında hazır bulunan Murat Giray, kendi fikrini belirtmekten çekinmedi, fakat Serdarı Viyana’ya gitmekten vazgeçirmek için gösterdiği gayretler bir netice vermedi.
Fındıklılı Mehmet Ağa burasını şöyle anlatıyor:
«Kırım Hanı akıllı bir padişah idi. Katiyyen razı olmadı. Bu yıl Yanık ve Komran kaleleri alınsın, akıncı askere izin verilip yer ve ülkeler tahrip edilsin düşmanda şehir, memleket, kuvvet ve kudret kalmaz. Kışı sınır başında geçirip ilkbaharda kendi memleketiniz gibi sahip olun. Zira bu Nemse Kıralı büyük düşmandır. Namı çasardır. Anoşirvan’ın[9] korona adını verdikleri tacı başında olduğu zaman eli altındaki kâfirlerin bile bu anda kavgayı bırakarak ona yardım edeceği bellidir.»
Dediği zaman:
«Halkı karıştırıyorsun, fikrime karşı geliyorsun..»
«Diyerek bir parça incinir gibi oldu, fakat belli etmedi, sevgisi düşmanlığa döndü ve bir daha toplantıya çağırmadı, dönüşünde Han kusurlu görülerek hanlıktan uzaklaştırıldı»[10].
Kırım Hanı ile Osmanlı Serdarı arasında başlayan düşmanlık gittikçe şiddetlendi. Kırım Hanı Viyana’nın alınamayacağını açıkça söylemişti. Orduda hazır bulunan ihtiyar İbrahim Paşa da Han’ın fikrine iştirak etmiş ve Serdar Kara Mustafa Paşa’ya:
Bu düşmanı diğerleriyle bir tutmayınız; Kâfirler bir millettir. Sıkılıp bağırdıkları zaman en uzak frenkistandakiler bile buna yardım ederler. Yakında olan kırallar bizzat gelirler. Uzak olanlar para ve asker ile imdada yetişirler. Kıt aklımın kabul ettiği budur ki, bu yıl Yanık Kalesi’yle Korman Kalesi’nin alınmasına emek verin, usul ve nizamı kurun ve kış geldiği zaman Yanık civarında bekleyip dinlenin, Tatar ve sair akıncı gruplarına çapul verin. Viyana yakınlarına gidebildikleri kadar gidip Nemse ülkesini yakıp yıksınlar, taş üstünde taş bırakmasınlar. İleri gelenleri kırıp kadın ve çocukları esir, mal ve erzaklarını ganimet olarak alsınlar, düşmanda kol ve kuvvet kalmaz, o zaman hudutta, istediğiniz yerde kışı geçirip, gelecek yıl gidip hak âdeti ile sıkıntısızca zapt ve ele geçirirsin dedi. Zira Yanık Kalesi’ni geride bırakarak Viyana’ya gidilmesi gurur ve kötü tedbirden ileri gelen bir harekettir.
Merhum Sultan Süleyman Han Gazi 936 senesinde gidip yirmibir gün dikkatle döğdükten sonra hayal kırıklığı ile döndü. Bunun da sonunda pişmanlıkla dönüş şüphesizdir. Diyerek Yanık Kalesi’nin muhasarasını tercih ve makul gördü.»
Bu ihtiyarın makul sözleri Serdarı çileden çıkardı, onu hakaretle yanından ayırdı. Viyana önünden geri çekildikten sonra Deş? (Beç-Viyana) bozgununa sebep oldun diyerek O’nu öldürttü.
Kara Mustafa Paşa nihayet Viyana’yı muhasara altına aldı. Murat Giray Han ise düşmanın Viyana’ya yardım etmesine mâni olmak maksadiyle etrafını talan ediyordu. Serdar Viyana civarında otağını kurmuş, çadırlarını kadın ve kızlarla doldurmuş zevkederken, asker Viyana muhasarasından bıkmış usanmıştı.
«Hatta birkaç defa bütün yeniçeri ve serdengeçti yürüyüş etmek için kul tayfası dilekte bulundu:
«İzin emirleri rica olunur.» diye dilekte bulundukları zaman Veziri-âzam cevap olarak:
«Kale içinde merhum Sultan Süleyman Han zamanından kalma hazine vardır. Eğer yeniçeri ağaları bu hazineye zarar gelmeyeceğini, yağma ve talan olmayacağını üstlenir ve kefil olurlarsa emrimiz olur. Benim bu kaleyi döğe döğe almam kararlaşmıştır.»
Veziriâzamdan kul tayfasına bu doğru olmayan cevap geldiği zaman bütün yeniçeri ve serdengeçti tekrar: «Bizim Sultan Süleyman Kanunu’na göre siperde beklememiz kırk günden fazla olamaz. Bu yürüyüşe emir verilmezse bütün siperlerden çıkarız.» dediler[11].
Kara Mustafa Paşa askerin tehdidine ehemmiyet vermedi. O, yine inadından vazgeçmedi. Bu sırada düşmanın kalabalık bir ordu ile Viyana’nın imdadına gelmekte olduğunu Murat Giray bir mektupla Serdara bildirdi. Mektupda deniliyordu ki:
«Elbette topları siperlerden geri çekersiniz. Zira gelen düşman büyük, kalabalık kuvvetiyle geliyor. Buna tedbir sağlam olmazsa iş yamandır. Bütün askerler cenkten usanmıştır. İhtiyatsız olmak yakışık almaz.»
Kara Mustafa Paşa ise haberi duyduğu zaman öfkelenip kızarak ve gururla:
«Haydi, ne bilir onlar, varsın beygirlerin gütsün. Ben gelen Kâfirleri çadıroğlanlarıma tokmakla tepeletirim…. Onların korkuları varsa karışmasınlar…»
Diyerek, alaylı, uygunsuz bir cevap verdi ve hoş olmayan sözler söyledi. Boş lafları harman gibi savurdu. Bu boş sözler Han hazretlerinin kulağına gittiği zaman, O’nun bu huyuna çok kederlendi ve elem duydu.
«Hoş, şimdi ey Türk sen cezanı bulursun, bir alay Muhammet Ummetine büyük bela olursun.»
Dedi ve aralarında büsbütün düşmanlık hasıl oldu[12].
İşte bundan sonra Murat Giray düşmanla çarpışmaktan ve Kara Mustafa Paşa’nın keyfine askerlerini feda ve imha etmekten vazgeçti. Zaten Kırım kuvvetlerini hiç yere Macaristan ovalarında ifna etmenin akıl ve mantığın kabul etmeyeceğini iddia eden Murat Giray, Büyük Serdara şiddetli bir ders vermeğe karar vermişti. Zaten aralarına bu kadar düşmanlık girdikten sonra bundan bir hayır beklenemeyeceği açıktı.
Birleşmiş Leh ve Nemse orduları Tuna’yı geçerken, Murat Giray yüksek bir yerde, at üstünde bunları seyrediyordu. Hanın imamı yanına gelip:
«Hanım, şu bölük bölük geçen kâfiri kırdırsanız artık gerisi kesilmez mi idi?…»
Dediği zaman:
«Behey efendi, siz bu Osmanlı’nın bize ettiği zulmü bilmezsiniz. Bizi o hale koydular ki yanlarında Eflâk ve Boğdan keferesi kadar kıymetimiz kalmadı. Bu düşmanın birliğini ve hareketini kaç defadır yazıp bildirdim. Düşman çok mukavemet mümkün değil. Askeri ve topları siperden çıkar, gerekirse saf cengi yapalım ve emniyete olalım dedim. İnadından dönmediği için söz geçiremedim. Pek çok kaba cevapları ile gönderdiği mektuplarında kokmuş beygir yediğimize varıncaya kadar yazmış. İnsaallahu teâlâ defedilmesi benim için değersiz bir işti ve biliyorum ki dinimize düşmez ihanettir[13]. Lakin gayret (aziz ve kutsal bir şeye tecavüz edildiğini görmekten doğan asîl, temiz duygu)[14] beni bırakmadı. Onlar da görsünler kendilerini, kaç akçalık adam imişler. Tatar kadrini bilsinler…» diyerek Padişah ordusuna gelerek doğru büyük Serdarın otağına indi ve düşmanın durumunu söyledi.
«Köpek gibi ardıma düşmüş geliyorlar ve yürüyüşlerine gereğini yapıp pazar günü karşı harekete geçmemiz lâzımdır»[15].
Hakikati söylediği için inatçı ve herşeyi beğenmeyen Kara Mustafa Paşa tarafından en ağır tahkirlere uğrayan Murat Giray Han’dan bir yardım beklemek elbette abesti. O, yine «Ümmeti Muhammedi» düşünmüş olacak ki Serdarın otağına kadar gelerek düşmanın yaklaşmakta olduğunu haber verdi.
Yazının başından beri getirdiğimiz misallerden anlaşıldığı gibi Murat Giray, Osmanlı Devleti’ne muhalif olmasına rağmen Viyana altında ihanet etmemiştir. O, yalnız askerini Kara Mustafa Paşa’nın inadı uğruna imha etmekten safınazar etmiş ve Serdar’a kendi kıymetini göstermek istemiştir. Bu mağlubiyet Murat Giray’ın sebebiyle değil, yalnız ve yalnız Kara Mustafa Paşa’nın siyasetsizliğinden ileri gelmiştir.
Kırım Süvârileri son demde bile Viyana önünde vukua gelen vuruşmaya kayıtsız kalmamışlardır. Bu büyük muharebede Hacı Giray Sultan’ın büyük yararlık gösterdiğini hemen hemen bütün Osmanlı tarihleri kaydetmişlerdir.
Kırım hanzadesinin bu muharebede gösterdiği yararlığı Mehmet Giray tarihinde şöyle kaydetmektedir[16]:
«Bir taraftan Lehli mel’unun bir uğurdan hücum edip Veziriâzam’a kasıt ve Peygamber’in Sancağı’nın bulunduğu topluluk üzerine hücum ettiler. Bunun üzerine, büyük savaş meydana geldi. Bunlar savaşırken Kırım Sultanlarından Kırım Giray Sultan’ın oğlu Hacı Giray Sultan adındaki bir sultan, beş altıyüz kadar Tatar düşmana yiğitçe saldırarak Peygamber’in Sancağı’na kasteden Lehli ve Nemse mel’unlarını ortadan bölüp şevkle kılıç salladılar. İşin aslında Büyük Vezire hayli yardım ve hüner gösterdiler. Hakikatte o yardımı göstermeseler belki Peygamber’in Sancağı kâfirin eline geçer veyahut büyük bir hata meydana gelirdi.»
Hacı Giray Sultan beş altı yüz Kırım süvârisiyle düşman üzerine yaptığı yiğitçe hücum sayesinde ordunun namus ve haysiyeti olan Sancak-ı şerifin düşman eline düşmesine mâni olmuş ve böylelikle Osmanlı Ordusu’na büyük bir yardımda bulunmuştur ki bunu kaydetmemek şehitlerimizin mübarek ruhlarını tahkir etmek olacaktır.
16 – Mehmet Giray Tarıhi , Viyana nushası. Sahife 56..
(*) – “EMEL DERGİSİ”’nin Temmuz-Ağustos/1980 – 119. Sayısından alınmıştır.
[1] Kırım Tarihi Materyalleri, sahife 665.
[2]Ayni eser, sahife 670.
[3] Smirnof «Kırım Hanlığı», sahife 597.
[4]Smirnof «Kırım Hanlığı», sahife 593.
[5] Stolni – Belgrad, bu şehrin Almanca ismi Stohli ve Macarca ismi Yesenise (Sezekeş – Feyervar)’dır. Burası 1543’de Osmanlılar tarafından zaptedilmiş ve nihayet 1688’de tekrar Macarların eline geçmiştir.
[6] Komran, Komarom kalesidir.
[7] Beç, Viyana’dır.
[8]Silahtar Tarihi, sahife 28.
[9] Anoşirvan, İran Şahlarından ve Ermeni Hükümdarlarından bazılarının ismidir.
[10] Silahtar Tarihi, sahife 29.
[11]Mehmet Giray Tarihi, Viyana nüshası.
[12] Mehmet Giray Tarihi, Viyana nüshası.
[13] Sayın Ergun Göze’nin yazısında bu kısım : «…bilürüm ki dinimize de ihanettir» olarak geçmektedir. (Emel’in notu).
[14] Gayret kelimesinin bu manası, Sayın Ferit Develioğlu’nun, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inin 1978 baskısından alınmıştır. (Emel’in notu).
[15] Silahtar Tarihi, sahife 82.