YILDIZLAR KADAR UZAKTA BİLE OLSA ŞAH DAMARIM KADAR YAKIN OLAN CEMİLOĞLU’NA

YILDIZLAR KADAR UZAKTA BİLE OLSA ŞAH DAMARIM KADAR YAKIN OLAN CEMİLOĞLU’NA,

 

Ümran DAĞAŞAN ÖZLÜK

 

                    “Millî meseleler yüksek mevkilerde merhamet dilenmekle çözülmez.” – M. Kemal Atatürk

 

Yıl 1800… Rusların işgal ettiği Dağıstan Babayurt’tan tam da bu mevsimde, kasım ayında bir göç hikâyesi düşüyordu tarihe. Karla karışık yağan sulu yağmurlu bir günde tepeden tırnağa silahlı Rus askerlerinin gözetiminde ilk kafileler göç yollarına dizildi. Göçmenlerin dolaştığı ne Gürcistan – Acara kaldı ne Batum Ahıska. Bazıları karlı tipili bir günün gecesinde kültür şehri Ahıska’nın yıldız yıldız ışıklarını görünce karlar üzerinde ilk şükür namazını kıldı, bazıları ise yüz metre koşucusu gibi koştu kente. Her molada yaktıkları semaver çayı gibi kanları fokur fokur kaynayan gençlerin ve çocukların oluşturduğu kalabalık, Rus kılıcının olmadığı güzel bir yere gelmenin sevinciyle Âşık Halil’in çaldığı sazın nağmelerinde coştular ve çılgınca eğlenip dans ettiler.

Altı buz, üstü kar kaplı Kür/Kur’a Nehri’nin üzerinde olduklarını bilemediler. O coşkuya ve ağırlığa dayanamayan buzun kırılması, kafilenin hepsinin azgın nehrin suyuna kapılması… Sazın nağmelerinin yerini ağıtlar alırken büyük dedemin dayısının ailesinden bir ömür boyu ağıtlarla yas tutacak dede ve baba kaldı geriye.

İşgalci Rusların, Türk yurdu Ahıska’yı da işgal etmesi ve Ahıska’yı Türklerden arındırmak için tarihteki ilk büyük göçün başlaması… Yine ölüm vardı sürgünlerde. Bereket saçan Kur’a Nehri kan çağlıyordu.

Rus’un yaşaması için akıtacağı kana ihtiyacı vardı. Bir tarafı çöl, bir tarafı bağ bahçe olan yeşil ada Kırım dâhil, bütün Kafkasya’yı boşaltır gibi 2. büyük Kafkas göçünün başlaması, göçte deniz yolunu seçen Çerkezlerin çoğunun Karadeniz’in azgın dalgalarında boğulması savaşlar tarihinde ilk büyük kayıptı. Kara yoluyla gelenlerin de son durakları Oltu oldu. Son büyük göç ile 300 dilin konuşulduğu Kafkas elleri sahipsiz kaldı

Osmanlı İmparatorluğu güç kaybettikçe, daha çok toprak isteyen Ruslarla Osmanlı arasında başlayan 93 Harbi’nde Osmanlının yenilmesi, savaş tazminatı olarak Batum, Kars, Ardahan ve Oltu’yu Ruslara vermesi yeni bir göç başlattı. Kafkasya’dan gelip bu topraklara yerleşenlerle Anadolu halkı, yani 93 Harbi muhacirleri sadece Anadolu’nun içlerine değil, bir avuç darı gibi savruldular ve başka ülkelere de gittiler. Göç etmeyip direnenler ise kırk yıl Rus esaretinde yaşadılar.

93 Harbi’nde Yeşilköy’e kadar gelen Rus’un gözü İstanbul’da, işgal topraklarında yaşayanların gözü de sınır ötesinden gelecek olan Türk Ordusundaydı. Yerel halkın Enver’in Ordusu dedikleri 3. Ordu’nun, esir Türkleri kurtarmak için Sarıkamış Kuşatması Harekâtını başlatması, büyük yenilgi ve eski sınırlarına geri çekilmesi sonrası Rusların dinmeyen kini ve öfkesi yine kan yine kan… Türk ordusuna yardımcı oldukları için, sınır boyu çok sayıda köyün halkı yaş ve cinsiyet ayırımı yapılmadan omuz üstünde baş kalmayacak şekilde kılıçtan geçirilerek cezalandırılması derken devam eden kanlı süreç…

Nedense dünya savaşları tarihinde, her savaş sonrası işgal topraklarında halk kalırken sadece Türkler sürgün ediliyordu. Sonrası mı; 1915-16’da Anadolu içlerine yönelen yeni göç dalgası ve Erzurum da dâhil Rusların Ermenilerle birlikte jenosit gibi Türklere uyguladıkları katliamlar serisi…

Hayatları boyunca bir yere tutunmak için mücadele eden ama her şeyleri her defasında ellerinden alınıp göçe zorlanan bir ailede dünyaya gözlerini açmak nasıl bir şey olmalıydı? Uzun kış gecelerinde hikâye gibi anlatılan asırlara yayılan ata dedenin yaşadığı çoğu hüzünlü anılar… Güzel başlayan bir akşamın gecesinde yatma zamanı söylenen ağıt gibi türküler ve acı hikâyelerle ağlayan kızarmış gözlerde uykular… Türküleriyle Âşık Halil ve geçmişte yaşayan herkesin birlikte iyi geceler demeleri… Tatlı bir masal dinlemek nasıl bir şeydi hiç anlatılmadı. Yaramazlık yaparken bile “Urus geliiir, seni onlara vereceğiz” diye korkutularak büyütülen biz çocukların ruhsal dengesi?

Türk mitolojisinde önemli yeri olan Bozkurt ve Ergenekon destanlarının okullarda anlatılması, sarı saman sapından yaptığımız Bozkurt resimlerinin yeni filizlenen çocuk ruhumuzda yarattığı heyecan…

Kore Savaşı’ndan dönmeyenlerin yası tutuluyorken, 1960 ihtilali, Talat Aydemir’in darbe girişimi, 1968’de Amerikan 6. filosunun gelmesi ve onun için başlayan protestoların ülke geneline yayılması…

Okulda kimi öğretmenler Türk milliyetçiliğinden, Bozkurt efsanesinden bahsederken Kızıl Elma, Turan ile bitiriyorlardı sohbetlerini. Kimileri de sosyalizmden veya komünizmden bahsediyordu. Faşizm, kominizim, sosyalizm, milliyetçilik kelimeleri dilimize dolanmıştı.

“Komünizm mi? Aman Tanrı’m! Bu Uruslar yine mi gelecekler?”

Taşra ilçesinde okul kitapları haricinde, az sayıda gelen gazete ve birkaç fotomodel dergisinden öte okuyacak kitabımız yoktu. Bir şubesi de ilçede acılan Ülkü Ocağına gidiyor, orada bulunan Türk tarihi ile ilgili eserleri ve büyük Türk yazarlarının eserlerini okuyorduk. Şubatta açan taze erik fidanı gibi kırılgan gönlümüzle yeni ve farklı bir hayatı tanıyorken, kalbimiz bilmediğimiz heyecanla çarpıyordu.

Öğrenciler arasında Yenice ve Bafra sigaralarının kırmızı-mavi şeritlerini saatin tam ortasından geçirip siyasi tarafımızı belli etmiştik. Göktürklerin rengi mavi sağ, kırmızı renk sol görüşlülerin rengiydi. Bu renkler hayatımızda sanki bir devrimdi. Bize bir şey oluyordu, biz bir şey oluyorduk. Neyin ne olduğunu henüz tam anlarken çoktan sağ sol diye gruplara ayrılmıştık.  

Yıl 1971… Başından karın ve sisin eksik olmadığı aksallara benzeyen dağlarla çevrili en fazla iki katlı binaların olduğu zümrüt vadi Oltu’dan sonra, Başkent’te Hacettepe Üniversitesi’nin öğrencisi olarak dev binalarının arasında dolaşmak, şiddeti gittikçe artan öğrenci olaylarının arasında olmak nasıl anlatılmalı? Kolumdaki mavi bantlı saatimle ben de kendi safımda yer almıştım.

Soğuk savaş yılları… ABD ve SSCB’nin başı çektiği iki kutbun çekişmeleri devam ederken, yıllar ilerledikçe ülkemiz bir kargaşaya sürükleniyor ve ardı arkası gelmeyen olaylar, karşı protestolar, tutuklanmalar ve ölümler gittikçe artıyordu. Asırlardır sürgün ve Rus esaretinde kırk kara yıl yaşayan dedelerin torunu olarak Rusya’ya karşı bir nefret söylemi yüreğimde kemikleşmişken elde bayrak eylemlere katılmak geçmişe ait bir vefa borcuydu.

Olayların irin gibi uç verip yayıldığı 1974 yılı…

“Kırımlı Mustafa Cemiloğlu Moskof zindanlarında ölüyor” haberiyle sarsıldık. Rusya’ya başkaldıran yiğit Cemiloğlu da kimdi acaba?

“Cemiloğlu’nu en ağır koşullardaki hücre hapsinde öldüremeyen Rus hükümeti onu Sibirya’ya ağır şartlı çalışma kampına sürdü.” gibi her geçen gün farklı bir kara haberle yüreğimiz kanıyordu.

Yıllar çabuk geçiyordu, neredeyse okul bitecekti. Terör için eylemler yaparken Cemiloğlu gündeme oturmuştu. Ne zaman Cemiloğlu ile ilgili bir haber gelse onun için eylemlerimiz devam ediyordu.

 

O yıllarda böyle bir kahramana o kadar çok hasret kalmışız ki, siyah beyaz bir resminin bastırıldığı afişlerden öte fazla bilmediğimiz Cemiloğlu için defalarca eylem ve yürüyüşler yapıyorduk.

Bütün eylemlerde değişik marşları okurken, onun için “Kırımdan gelirim gelirim

Adım da Sinan’dır hey aman aman” marşını söylerdik.

Gençliğin ne olduğunu bilemeden yıllar çabuk geçerken gönlümüze vatan sevgisinden öte başka bir aşka yer olmadı. Bizim kuşağın belki kaderi böyle yazılmıştı. Ama tek başına işgalci Rus hükümetine direnen Cemiloğlu biz üniversiteli kızların dilinde bir türkünün sözü, bir şarkının nağmesi olmuştu.

Sevdanın deli rüzgârının başımızda estiği, ilkbahar ömrümüzün şiirsiz ve aşksız geçen yıllarında, birden Cemiloğlu sevdası düştü körpe gönlümüze. Düşlerimizde gördüğümüz, hayalimizde yaşattığımız, kalbimizin prensi şiddet kullanmayan kılıçsız bir kahramanımızdı o.

Cemiloğlu sadece Kırım Türklerinin yurtlarına dönmeleri ve Kırım’ın tekrar eski kültür varlığına kavuşması için mücadele eden bir kahraman değildi. Son yüzyılda vatanı uğruna tek başına verdiği onurlu, idealist ama gerçekçi ve akılcı mücadelesiyle insan hakları savunucusu da olmuştu.

Sadece Kırım Türk aydınlarının ve ölümü düğün bayram bilen on binlerce Kırım halkının değil, esaret altında yaşayan bütün Türklerin de umudu sembolü olmuştu. Bütün dünya onu tanıyordu.

1975 ve 76 yılları… Efsane kahraman Cemiloğlu’nun ölüm orucuna başladığı ve öldüğü haberi duyulunca başta Ülkü Ocakları olmak üzere onu seven halk, onun için ülke çapında günlerce devam eden eylemler, yürüyüşler, toplantılar, protestolar ve açlık grevleri yapıyordu. Sert adımlarımızla bastığımız toprak eziliyor, soğuk taşlar parçalanıyordu. 

Cemiloğlu için geniş katılımlı eylemler hep devam ederken, Sovyet makamlarının onun açlık grevine ve dünya kamuoyunun tepkisine aldırmadan Sibirya’daki Omsk şehrinde yargıladıkları ve 2,5 yıl ağır şartlı çalışma kampı cezasına mahkûm ettikleri ve Çin sınırındaki Primoraki çalışma kampına gönderdikleri haberi geldi. Her kötü habere protestolar yapıyorduk.

303 gün süren açlık grevinde, tepkilerden korkan Rus hükümeti onu zorla besleyerek ölümüne engel olmuştu ve Cemiloğlu yaşıyordu.

 

 O kaoslu yıllardan sonra ülkemizde 1978-79 olayları tırmanırken 80 ihtilali ile sarsıldık. O yılların genç üniversitelileri olaylardan fazlasıyla nasibini alıyordu; kimisi öldü, kimisi hücrelerde çürüdü, kimisi sürgün yiyen dedelerimiz gibi bilmedikleri yabancı ülkelerde soluğu aldı.

 

1986-87 yılları ve merhaba Kırıkkale

Hiçbir baskı Cemiloğlu’nu davasından vazgeçiremezken, Kızıl Meydan’da benzeri görülmemiş bir Kırım Tatar gösterisi haberleri dalga dalya yayılıyordu.

1995-1996 yılları, Kırıkkale’de yaşadığım yıllar… Kırıkkale medya ve gazeteciler cemiyet başkanı Ercihan Çakmak’ın da etkin rol oynadığı bir karşılama töreninin heyecanı vardı. Sayın Çakmak “Kırımoğlu geliyor, Kırımoğlu geliyor” derken heyecandan yerinde duramıyordu. O an sanki erişkin kalbime bir bomba düşmüştü. Çeyrek yüzyıldır davası ve kendisi için eylemlerimize hiç ara vermediğimiz biz üniversiteli kızların prensi Cemiloğlu’nu görecektim. Birisi söylesin bana, bu bir rüya mıydı acaba?

Heyecanla beklenen Ukrayna parlamentosu Kırım Tatar Millî Meclis Başkanı Mustafa Cemil Kırımoğlu ve heyeti özel törenle karşılandılar. Karşıda kalabalığın içinde Cemiloğlu başındaki gri kırçıllı kalpağı ve aynı renkte saçları, gülen ışık saçan yüzüyle, yüzük üzerinde en değerli elmas gibi ışıl ışıl parlıyordu. Beynime işlenmiş siyah beyaz posterdeki beyaz kalpağından dışarı çıkan koyu renk saçları ince Kürşat bıyıklı delikanlı çağdaki Cemiloğlu değildi karşıda gördüğüm. Vakur duruşuyla ve kıstığı gözleriyle, tatlı bakışıyla insanın içine huzur veriyordu.

Ben de sadece ağlıyordum, sormadan akan gözyaşlarım yanağımdan süzülüp akarken yakıyordu sanki geçtiği yerleri. Hafif iniltilerle küçük çocuk gibi inlerken, sessiz ağlamalar hıçkırığa dönmüştü. Koşup dostça ve sevgiyle sarılmayı ve ona, onun bilmediği, onu anarken geçen yılların öyküsünü anlatmak isterdim. Ancak taş yerinde ağırdı ve onca kalabalığın arasında yılların özetini anlatmanın zamanı mıydı? Konuyu bilen arkadaşımın kolumu çekiştirmesiyle toparlandım. Dünyanın efsane kahramanı olmuş birisine çok nazik ve saygılı olmalıydım. Halkı ona o kadar çok ilgisi vardı ki herkes kutsal bir emanete dokunur gibi dokunmak isterken o havayı bozmamam gerekiyordu.

O gün Cemiloğlu 1944 Kırım sürgününde Kırıkkale’ye gelerek Sulubük köyüne yerleşen Kırım Tatarlarını ziyaret etti. Burada Kırım bayrağını temsilen yapılan Çeşmenin açılışını yaptı. Çeşmeden su içti. Dönemin Kırıkkale Valisi Behiç Çelik ve Kırıkkale Belediye Başkanı Cemalettin Akdoğan, Mustafa Cemil Kırımoğlu ile yakından ilgilendiler. Kırımoğlu, Kültür Merkezi’nde Kırım Tatarlarının durumları hakkında bilgi verdi. Programın ardından Kırıkkale Belediye Başkanı Cemalettin Akdoğan, Kırımoğlu’na Kırıkkale’nin Fahri hemşehrilik beratını teslim etti. Kırıkkale MHP İl Başkanı Harun Yüksel de günün anısına halı hediyesinde bulundu. Zaman içerisinde Kırım Tatar dernekleri Kırıkkale şubesinin birtakım etkinlikleri oldu. Kaman’da tepreş·» düzenlendi. Kırıkkale Kültür Müdürlüğü’nde Kırımlı sanatçıların katılımı ile Kırım gecesi gösterimi yapıldı.

Rüyalar âleminde yaşadığımız o gün ve gecesinden sonra yıllara yayılan bir mücadelenin heyecanıyla günlerce gördüğüm düşten uyanmak istemedim.

Kırıkkale halkı Kırımoğlu’nu o kadar çok sevdi ki tekrar konuk etmek istediler. Kırıkkale –Kırım arası seyahatler yoğunlaşmaya başladı. Kırıkkale Medya ve Gazeteciler Cemiyet Başkanı Ercihan Çakmak, Kırım’a yaptığı ziyarette Mustafa Cemil Kırımoğlu makamında ziyaret ederek Kırıkkale’de konferansa davet etti. Bu davetin afişlerine kadar hazırlanmasına rağmen Kırımoğlu’nun seri programları sebebiyle seyahat ertelendi.

Kırıkkale halkı Kırım Türklerine olan sevgisini göstermek amacıyla dönemin Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz tarafından Kırıkkale’nin en işlek mevkilerinden olan nokta mevkiine Kırım Parkı yapılarak Kırım’ın ismi yaşatıldı. Kırıkkale Ayyıldız Yardım Derneği ise 4 yıldır Kırım’a kurban, erzak, kömür gibi insani yardımlar götürmektedir. Kırım Vakfı yöneticilerinden aslen Kırım Tatarı olan, Kırıkkale’de yaşayan hemşehrimiz ve çok sevdiğimiz dostumuz Recep İçin’in Kırım’a yönelik çalışmaları ise takdire şayandır. Kırım, Kırıkkale için bir sevgidir, bir sevdadır. Mustafa Cemil Kırımoğlu ise döneminin Türk dünyası liderleri arasındaki son temsilcidir.

Türklüğün ve Kırım Tatarlarının sesi olan Mustafa Cemil Kırımoğlu, Rus zulmü altındaki vatanını hiçbir silah kullanmadan sivil toplum örgütleri sayesinde Ukrayna’ya bağlı özerk bir cumhuriyet olmasını sağlamıştır. Kırım Türklerinin silahsız olarak sivil toplum örgütü dayanışması dünyada zulüm altında bulunan millet ve halklar arasında örnek teşkil etmektedir. Kırıkkale’de Yılmaz İdik başkanlığındaki Kırım Türkleri Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı güzel projelere imza atmaktadır. Yahşihan Belediye Başkanı Osman Türkyılmaz tarafından ilçede bulunan parka Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu Parkı adı verildi. Dernek yönetimi ile birlikte parkın açılışı yapıldı.

Sürgünden geri dönerek işgal altındaki, bir tarafı çöl bir tarafı bağ bahçe olan yeşil ada Kırım’da Putin rüzgârına direnen ve yepyeni bir destan yazan Kırım-Tatar halkının sembolü Mustafa Aga’m, Şeyh Şamil kılıcını kuşandığında, Şemhal “gazavaaat” dediği zaman 100 bin atlı birden ortaya çıkardı. Şimdi kılıçsız kahraman siz “Gazavaat” dediğinizde Dünya Türklüğü ayağa kalkıyor.

Halkının vatan Kırım’a geri dönmesi, millî, dinî ve insani hakları elde etmeleri mücadelesiyle paralel olarak sürgünlerde, hapishane ve çalışma kamplarında baskıyla gecen koca bir ömür… 13 Kasım sizin doğum gününüzdü, 79. yaş gününüz kutlu olsun. Siz çok yaşamalısınız çok, o nedenle ömrümün geri kalanını size hediye ediyorum ki bu dava sahipsiz kalmasın. Çok yaşa Cemiloğlu, çok yaşa kalbimin sesi, gönlümün tek prensi!

Kırıkkale Kırım etkinlikleri devam etmektedir. Yine Kırıkkale Kırım Türkleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği tarafından 23 Kasım’da Kırıkkale Üniversitesi’nden Profesör Doktor Hakan Kırımlı’nın katılacağı konferans yapılacak ve 23 Kasım’daki konferansa gazeteci yazar Gönül Şamilkızı da konuşmacı olarak katılacak.

En son sosyal etkinlik 24 Kasım 2022 Kırıkkale’nin Yahşihan ilçesinde Mustafa Kırımoğlu’nun adını taşıyan parkın açılışı yapıldı. Nerede olursak olalım desteğimiz devam edecektir. Cemiloğluna ve Kırım halkına sonsuz saygılar. Asla yalnız değilsiniz.

 

Ümran Dağaşan Özlük Çoruh’un Kızı

  • » Tepreş: Kırım Tatarlarının Hıdrellez sonrası kutladıkları bir bahar bayramıdır.

TAVSİYELER

MÜSTECİB ÜLKÜSAL’I KABRİ BAŞINDA ANDIK

Emel dergimizin kurucusu, başyazarı, Kırım Milli Kurtuluş Merkezi Başkanı, Emel Kırım Vakfımızın kurucusu ve 10 …