BİLİNMEYEN KAHRAMANLARDAN AYŞE HURŞUTOVA’NIN ACIKLI HİKÂYESİ

BİLİNMEYEN KAHRAMANLARDAN AYŞE HURŞUTOVA’NIN ACIKLI HİKÂYESİ
(Annem Edaye Y.’nin Hatıralarından)

 

Lilya TANATAR

Kırım’ın Aluşta şehrinde doğmuştu Ayşe Osman-kızı Hurşutova. Ne yazık ki birçok soydaşımızın acıklı kaderini onun ailesi de paylaşmıştı. O korkunç 1930’lu yıllarda, “raskulaçivaniye” adı altında olup da, belki de asıl etnik temizlik dememizin daha doğru olacağı lanetli bir uygulamayla, katil Stalin ve şurekasının emriyle ailesi Ural’a sürülmüştü. Ural’ın ağır, insanlık dışı şartlarında zorunlu çalışmaya mahkûm edilen anne ve babası, bu şartları uzun süre kaldıramamış ve sürgünün ilk iki ayı geçmeden hastalanıp vefat etmişlerdi. Ayşe ile küçücük erkek kardeşi böylece çocuk yaşlarda öksüz kalmışlardı. Erkek kardeşinin kaderi bilinmez iken, 12 yaşındaki Ayşe geri gönderilip Aluşta’nın kimsesiz çocuklar yurdunda yerleştirilmişti. İşte o sıralarda yavaş yavaş Ayşe’nin güzel sesi ve Kırım Tatar türkülerine olan yoğun merakı ortaya çıkmaya başlıyor. Çocuk yurdunda düzenlemiş olan küçük konserlerde, yarışmalarda, daha sonra şehirdeki konser ve festivallerde Ayşe sık sık sahneye çıkmaya başlıyor. Kırım’da düzenlenen hemen bütün ses yarışmalarında birincilik almayı başarıyordu. Böyle böyle keşfedilmeye başlıyor Ayşe. Tatlı yüzlü, dalgalı uzun siyah saçlı çok güzel bir genç kızdı Ayşe. Fakat Ayşe’nin en önemli özelliği inanılmaz derecede güçlü ve güzel bir sesinin olmasıydı. Onun akıl hocası ve ilham kaynağı Kırım Tatar bestecisi Rüstem Amzayev idi. Savaş öncesi düzenlenmiş olan bir ses yarışmasında jüri başkanı olan Sabriye Erecepova heyecanla şöyle haykırmış: “Evet, artık benim yerime kimin geçeceğini çok iyi biliyorum!” Daha sonra Ayşe’ye sarılıp demiş ki: “Kardaşım, muhteşem bir sesin var, fakat muhakkak eğitim alman lazım! Umut ediyorum halkımızın “bülbülü” sen olursun!” Repertuvarı çok genişti Ayşe’nin, fakat Kırım Tatar türkülerine hep öncelik verirdi. Üstelik kendisi de şarkı sözleri yazabiliyor, besteler yapabiliyordu. Ayşe’yi çok yakından tanırdık, îbizi çok severdi, sık sık gelirdi evimize.

Ama sonra o korkunç 2. Dünya Savaşı… Ayşe’nin hayalleri suya düştü. Fakat şarkı söylemeden duramayan Ayşe artık askerî hastanelerde, kulüplerde şarkı söylemeye devam ediyordu. Sadece Kırım Tatar geleneksel türkülerini değil, artık repertuvarındaki İbraim Bahşiş’in güftelerine Rüstem Amzayev’in bestelediği parçalarını da icra ediyordu.

Ekim 1941 senesinde Almanlar Kırım’ı işgal ettiler. Ayşe Hurşutova türkü söylemeyi hiç bırakmadı, ama neşeli parçaların yerini hüzünlü parçalar aldı. Onun sihirli sesini duyan Alman askerleri de şaşkınlık içindeydiler. Mütevazı keten elbiseli, güzel yüzlü, dalgalı siyah saçlı, yaklaşık 22 yaşındaki gencecik Ayşe sahneye çıktığında ortalık sessizliğe bürünüyor, parçalar bitince ise yoğun alkış alıyordu. Sihirli sesi bayağı ün kazanmıştı. Bazı söylentilere göre, Ayşe’nın partizanlarla bağlantısı varmış ve Alman ve Romen askerlerine konser vermesi de görevin bir parçasıymış. Kim bilir?

1944 senesinde Kırım Alman işgalinden kurtulmuştu. Aluşta’nın yönetimine Almanlara karşı savaşan ve çeşitli kahramanlık madalyaları alan Kırım Tatar kökenli subaylar geçti: Salayev, Menbariyev, Hayrullayev. Oysa Sovyet ordusunun Kırım’a girmesiyle halkımızı daha da büyük yıkım bekliyordu.  Tam da hayat normale dönmüş derken, bütün Kırım Tatarlarının kaderini değiştirecek olan o korkunç 18 Mayıs 1944 geldi. Aluşta’nın yönetiminde olan bütün subayların rütbelerini hiçe sayarak savaşta kazandıkları kahramanlık madalyalarını, omuz askılarını yırtıp attı “ruslar” ve Kırım Tatar halkıyla birlikte hayvan vagonlarına doldurup Orta Asya çöllerine sürgün ettiler.

Aluşta’dan kalkan o son trende benim üç halam ve Ayşe Hurşutova da vardı. 21 günden fazla sürmüş bu yolculuk, kimilerine göre 1 ay kadar. Dayanılmaz sıcak, susuzluk, açlık, hastalıklar, ölüm, acı, feryatlar ve daha neler neler. Bu korkunç yolculuk esnasında Ayşe şiirlerini yazıyor, üzüntülü türküler söylüyordu. Günlüğünde şöyle yazmış: “Allahım, niçin bizi cezalandırıyorsun? Duy dualarımızı, ne olur! Gökyüzünde güneş parlamaya başlasın, yıldızlar yolumuzu aydınlatsın!”. Şiirlerinde ise ant etmiş: “Bize bunu yaşatanların ayaklarının altındaki toprak alev alsın!” Ve nihayet tren onları Özbekistan’ın Bekabad (Begovat) bölgesindeki Helkovo istasyonunda bir çölün ortasında bırakmış. İnsanlar trenden çıkınca üzüntüleri daha da artmış. Geldikleri yer bomboş bir arazi, ne bir ağaç ne de bir ev varmış. Oradaki görevliler bağırmaya başlamışlar: “Niye duruyorsunuz öyle, gidin sığınaklara yerleşin”, sığınaklar dedikleri yerler ise toprağın içinde kazılmış soğuk, karanlık küçücük alanlar. Kimse içeri girmeye cesaret edememiş. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra çocuklar dayanamayıp sızmışlar. Yetişkinler ise üzüntü içinde oturarak gecenin geçmesini beklemişler. Ayşe Hurşutova bu uzun tren yolculuğu esnasında Kırım Tatarlarının ağır kaderlerini anlatan çok acıklı “Tatarlığım” adlı bir türkü yazmıştı. Sabaha karşı 4-5 gibi, o uçsuz bucaksız arazinin (çölün) ortasında, Ayşe’nin güçlü ve büyüleyici sesiyle herkes uyanmış. Türkünün sözleri tüm acıyı o kadar güzel anlatıyormuş ki. Sesi ise tüyleri diken diken etmiş. İnsanlar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamışlar!

TATARLIĞIM (söz ve müzik Ayşe Hurşutova)

Tatarlığım doğgan yerim

Yeşil Qırım adası

Çıqtı qarar köçmek kerek

Ne muşquldur belası

 

Gece saat 12’de uyattılar yuqumdan

15 daqqa ruhset verip çıqardılar yurdumdan.

Çatırtavdan çıqkan bulut Aluşta’nı qapladı,

Tatar halqı muacir olup ana yurdu taşladı.

 

Sıra sıra vagonlar

İçi de tolu Tatarlar,

Qayda kitkenini bilmiy

Öqürüp öqürüp ağlaylar.

 

Çongar qopüründen biz keçtik,

Sivaş’tan tuzlu su içtik

Kece qundüz hiç toqtamay,

Yat yerlerge biz yettik.

 

Ah anaylar, anaylar!

Ak saqallı babaylar,

Qartlığınızda hor oldunuz,

Evlatlarınız ağlaylar

.

Çoq düşünme, mağraşmanız

Bugunkü muşqul alımızga,

Kelir bir qun, quler herkes

Qırım Tatar balası!

 

Ertesi gün herkesi Farhad barajı (hidroelektrik ve sulama barajı) inşaatına götürmüşler, böylece acılarla dolu yeni  bir süreç daha başlamış.

Savaş bitince, 1946 senesi cenkten dönen Ceppar dayım, bir subay olarak kolayca izin alabilmiş ve bizi Fergana bölgesine bağlı Beşarık kasabasından Semerkant’a (Samarkand) taşımıştı. Semerkant’ta ailemiz şehrin eski bölgelerinde (Starıy gorod) yer alan Hoşhauz sokağına yerleşti. Azbara bakan bir odada ben (Edaye), annem Sayde ve kardeşim Ayder, üçümüz kalıyorduk, diğer odada ise büyükanam Rebiya, dayılarım ve teyzem, toplam 4 kişiydiler. Azbarımızın iki ucu paralel sokaklara çıkıyordu. Sene 1948. Bir gün geceleyin kapımız çalındı. O korkunç yıllarda gece vakti kapı çalındığında insanları ister istemez korku sarardı. Temkinli bir şekilde büyük dayım azbar kapısına yöneldi, açtığında da şaşkınlık içinde kaldı. Tam karşısında ayakta duramayacak kadar yorgun, bitkin bizim Ayşe Hurşutova duruyordu. Yerleşim yerinden izinsiz kaçıp, ta Bekabad’tan bizim buraya kadar gelmiş, yük vagonlarında saklanarak, küçük at arabalarında gizlenerek çok sevdiği Sayde aptesinin (annemin yani) evini sora sora bulmuştu nihayetinde. Eskimiş ve yırtık terliklerini çıkartıp odanın köşesindeki minderin üstüne resmen yığılmıştı. Ne konuşacak, ne de ağlayacak hiç gücü yoktu, açlıktan eli ayağı titriyordu. Annem durumu hemen kavradı ve hâlâ soğumamış olan, o bölgede yetişen sorgum isimli tahıl ailesinden gelen yoğurtlu (ekşi süt orijinal dilde) cugara kaşasını (pilavı) ve yanında da yeşil çay getirip karnını doyurmasını bekledi. Çayını hiç bekletmeden içti ve heyecanını gizlemeden açıklamaya başladı. Bekabad’tan kaçtığını söyledi, tehlikelerle dolu uzun yolculuğunu anlattı, tek güvenebileceği kişilerin bizler, yani annem Sayde ve ailesi olduğunu söyledi. Annem fazla soru sormadan yorgan uzatarak: “Yat, dinlen dedi, çok yorgunsun, uyuman lazım!”. Bir gün boyunca deliksiz derin derin uyumuştu Ayşe. Ertesi gün uyandığında ise, bizde sadece iki gün kalmak istediğini anlattı. Niyeti Özbekistan’nın sınır bölgesindeki Termez (Tirmiz) veya Türkmenistan’nın Kuşka şehrinden (yeni adıyla Serhetabat) sınırını geçip, önce Afganistan’a, daha sonra ise Avrupa’ya ulaşmakmış. Büyük bir tehlikeye attı hem kendini hem de bizi. O yıllarda tüm sürgün edilen Kırım Tatarları ayda bir yoklamaya tâbi tutuluyorlardı. İkamet ettikleri yerlerini izinsiz terk etmenin cezası 25 yıl hapisti. Üstelik bizim aile üyeleri de yataklık ettikleri için yakalansaydılar aynı cezayı alacaklardı. Ayşe’nin anlattıklarına göre hudutta nerede askerlerin nöbet tuttuklarını ve nerede asker olmadığı hakkında bilgisi varmış. “Sovyet Birliği’nden kaçabilsem ve Avrupa’ya ulaşabilsem eğer, tüm Dünyaya halkımıza yapılan zulümleri anlatacağım, mücadele edeceğim! Bunu vazife olarak görüyorum!” dedi. Ailemiz Ayşe’yi misafir etti, o zamanlar OHAL durumu vardı ve sürekli komendantlar (nöbetçiler) sokak sokak dolaşıp, bazen evlere de baskın yapıp kontrol ederlerdi. Bu durum çok büyük tehlike taşıyordu. Dayılarım sırayla nöbet tutarlardı. Bahsettiğim gibi, bizim azbar iki paralel sokağa çıkıyordu. Ve ne zaman komendantlar sağ sokağından geçerlerdi, dayılarım Ayşe’yi öbür tarafta saklarlardı ve sonra tersini yaparlardı. Tam da Ayşe’nin kaldığı günlerden birinde, Kırım Tatarları olan komşularımızda küçük bir düğün vardı. Misafirler dağıldıktan sonra, tedbir amaçlı geceye doğru Ayşe’yi de götürdük oraya. Ayşe o derin güzel sesiyle birkaç türkü söylemişti toy evinde, onun büyüleyici sesini duyan herkes hayran kaldı. Bir gün sabah benden kalın bir defter ile kalem isteyip, kaldığı o 2 gün içinde tüm bildiği Kırım Tatar türkülerini, Azeri, Türk parçalarının ve çok sevdiği ve saygı duyduğu İbraim Bahşiş’in sözlerine Rüstem Amzayev’in bestelediği parçalarının ilk 2-3 kıtasını, küçük küçük el yazısıyla yazmıştı defterine. Toplam 72 parça (rakam net değil, daha fazla olabilir). Uyumadan gece gündüz yazdı onları, en son ise bana birkaç öğüt yazmıştı. Bitirdiği zaman bana defteri uzatıp, şöyle dedi: “Bu defter çok önemli Edaye, onu sana emanet ediyorum, Ruslar kültürümüzü yok etmeye çalışıyorlar, sen bu defteri sakla. Eğer bana bir şey olursa bunu sen kullanırsın”. Gitmemesi için Ayşe’ye hepimiz yalvardık. “Hayır, ben bu ülkede kalamam! Halkıma söz verdim, Sovyetlerin halkıma yaptığı zulmü tüm Dünyanın öğrenmesi lazım!” demişti. Vazgeçtirmek için ne kadar uğraşsak da nafile. 3. gün sabah erken eline bir iki kuruş para tutuşturup, yanına da bir miktar erzak verip dayılarım Termez’e (Tirmiz’e) giden yolcu trenin kondüktörüyle para karşılığı gizlice anlaştıktan sonra Ayşe’yi trene bindirebilmişler. Ne yazık ki Ayşe’den bir daha hiç haber alınamadı. Muhtemelen sınırı geçmeye çalışırken yakalanıp kurşuna dizilmiştir. Akıbeti bilinmiyor.

 

Yazarlar Birliği üyesi olan şair İbraim Bahşiş Nisan 1944 senesinde NKVD tarafından tutuklanıp Rusya’nın ücra bölgelerinden olan ve kötü üne sahip olan Vorkuta’ya gönderilmişti. 14 Eylül 1951 senesinde Vorkuta hapishanesinde ölü bulunmuştu. Ayşe Hurşutova’nın akıl hocası ve en büyük destekleyicisi olan besteci Rüstem Amzayev sürgünün ilk senesinde ağır şartlardan dolayı yakalandığı hastalıklarından Özbekistan’da vefat etmiş.

Maalesef sevgili Ayşe Hurşutova’nın bana emanet ettiği o kıymetli defteri ben koruyamadım. Vatanımız Kırım’a döndükten sonra önce Kezlev’de, sonra Sak’ta yaşadığımızda Alife İbragimova (sosyal medyada kendini Yaşlavskaya olarak tanıtan bir kadın), evimizde sık sık misafir olmuştu. Ayşe Hurşutova’nın acıklı hikâyesini benden duyunca bu defteri birkaç resimle birlikte kısa süreliğine isteyip aldı benden. Dediğine göre, bir profesör arkadaşının çalışması için bu defteri ona gösterip daha sonra bize geri verecekti. Fakat tüm ısrarlarımıza rağmen o defteri bugüne dek bir türlü alamadık! O da onun vicdanına kalsın. 1990’larda Lila halamın aracılığıyla Ayşe Hurşutova’nın hikâyesi Kyiv’de bir yerel gazetede çıkmıştı (elimizde maalesef kopyası yok).

(Edaye Y.)

Bilinmeyen kahramanımız Ayşe Hurşutova’ya Allah rahmet eylesin! Ruhu şad, mekânı cennet olsun! Yıl 2023, düşmanımız aynı. Vatanımıza, halkımıza yıkım ve zulüm getirmeye devam ediyor gene. Sizin adınıza da mücadeleye devam etmeliyiz rahat uyuyun diye! Bu defa umutluyuz!

 

* Bu yazı “Sürgünlerde Solan Bir Gül: Ayşe Hurşutova” adıyla Türk Edebiyatı dergisinin Haziran 2024 sayısında s. 15-18 arasında yayımlanmıştır.

TAVSİYELER

TÜRK DÜNYASINDA KADIN ÇALIŞTAYI KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NDE YAPILDI

Türk Dünyasından kadın temsilcilerini bir araya getiren ve açılışına KKTC Cumhurbaşkanı  Sayın Ersin TATAR’ın da …