KIRIM SÜRGÜNÜNÜ HATIRLAMAK
Ömer KARABAYIR*
Kırım yarımadası; batı ve güneyden Karadeniz, doğu ve kuzeyden Azak deniziyle çevrilidir. 9 km. genişliğinde ve 20 km. uzunluğunda bir berzahla karaya bağlanır. Toprak genişliği 26.140 kilometrekare ölçüsündedir.[1]
Gerek jeopolitik konumu gerekse kendine has güzellikleriyle Kırım, târihin her evresinde gözde bir bölge olmuştur. Politik anlamda birçok devletin hayâllerini süslerken sanatçı ve seyyâhlar için de ilham kaynağı niteliğindedir. Evliyâ Çelebi, İbn Battûta gibi seyyâhlar ve dünyâca ünlü birçok sanatçı, eserlerinde Kırım’ın güzelliklerini yansıtmıştır.[2] Bir misâl vermek gerekirse; Puşkin’in 1822 yılında, sürgünde iken gezdiği Han Sarayının ve Gözyaşı Çeşmesinin hikâyesinden etkilenerek kaleme aldığı şiir (Bahçesaray Çeşmesi), o dönemde Rusya ve Avrupa’da meşhûr olmuştur.
Karadeniz’in incisi Kırım, ortaya sürülen bazı safsataların aksine Türklerin, Tatarların yurdudur. Kırım’da konuşulan dilin bin yılı aşkın süredir Türkçe olması, bunun en açık delîlidir. Türkler ilk olarak mîlâttan sonra 4.yy’da bölgede görülmüş; bu târihten îtibâren Kırım’dan kopmamışlardır. Bir dönem Gotların hâkimiyeti olsa da 7.yy îtibârıyla Hazarlar, Peçenekler ve Kıpçaklarla birlikte bölgede Türk hâkimiyeti sağlanmıştır.[3] Daha sonra Kırım, Altın Orda Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu himâyesinde bulunmuştur. Kurucusu Hacı Giray olan Kırım Hanlığı ise Altın Orda Devletinin yıkılmasıyla ortaya çıkmıştır.[4]
Türkler, Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ve azınlık konumuna düştükleri 1783 Rus işgâline kadar buranın aslî unsuru olarak yaşamışlardır. 1783 ve 1897 yılları arasında Kırım’daki Türk nüfûsu %98’den %35’e düşmüştür.[5] Bununla beraber özellikle 1944 yılındaki sürgünden sonra isimleri Rusça olarak değiştirilen yerlerin eski isimleri dikkate alındığında Kırım’daki Türk varlığı daha iyi anlaşılacaktır. Ne var ki Sovyetlerin propaganda silâhını hayli başarılı kullanması netîcesinde Kırım, binyıllardır Rus toprağı sanılmaktadır. Kırım’daki okullarda öğrenciler, bu bilinçle yetiştirilmektedir.[6]
Çarlık Rusyası’nın Kırım’ı ele geçirmesiyle Osmanlı topraklarına ilk büyük çaplı göç hareketi gerçekleşmiştir. Kırım Tatarları, psikolojik baskılar uygulanarak bölgeden uzaklaştırılmaya zorlanmıştır. Kuzey illerine sürgün dedikodularının yayılması, Kırım topraklarının yağmalanması ve toprakların hükûmet tarafından devlet arâzisine çevrilmesi siyâseti, göç hareketlerinin teşekkülünde belirleyici etkenler olmuştur.
Gelecekte Kırım’ı anlatırken güzelliklerinden daha fazla söz edeceğimize dâir inancımı saklı tutarak şimdilik, orada yaşananların bilincinde olmanın ve bu anlamda mesûliyet altına girmenin doğru olduğuna inanıyorum. Ne yazık ki Kırım denince akıllara evvelâ yüzbinlerce insanın mâruz kaldığı “sürgün” hâdisesi gelmektedir. Gerçi buna sürgün deyip geçmek fazla iyimserlik olur. Ben “İçinde dünyânın en acı kelime oyununu barındıran ifâde: Soykırım” diye nitelendiriyorum.[7]
1944 yılının 18 Mayıs gecesi insanlar yurtlarından koparılmakla kalmadı, birçoğu zor şartlar altında geçen yolculuklarında ne yazık ki hayâtını kaybetti. Kimi hastalıktan kimi havasızlıktan kimi açlıktan, susuzluktan son nefesini verdi. Çocuklarına yiyecek, içecek bir şeyler aramak için trenden uzaklaşıp geri dönemeyen ebeveynler oldu. Hayatta kalanlar ömür boyu kendilerini rahat bırakmayacak binbir hastalıkla boğuştu. Yakınlarını kaybedenler, onlar için bir mezar taşı dahi dikemedi. Böylece, bir gün geri dönmek umûdu içlerinde hep var olsa da toprağa düşen kahraman bedenlerin meçhûliyeti bu geri dönüşü buruk kılacaktı. Yediden yetmişe her birinin farklı biçimlerde yaşadığı psikolojik buhrâna bakılırsa bu insanlık suçuna sürgün deyip geçmeye benim içim el vermez. Mâmâfih “soykırım” tâbirinin çeşitli yayın organlarında kullanılan “zorunlu göç”[8] deyimine göre daha yerinde ve insaflı olduğu da bir gerçektir.
Yeri gelmişken, Rusların, soykırımı yalnızca Kırım halkına değil, Kırım’ın târihî değerdeki mimârî yapılarına karşı da uyguladığını söylemek zorundayız. Ruslar, yüzyıllardır bölgedeki Türk-Tatar emârelerini yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu minvâlde, Kırımlıları sürgün etmekle kalmamışlar; târihî değeri büyük olan eserleri de imhâ ve yıkıma yönelmişlerdir. Geçmişte defâlarca restorasyona mâruz bırakılan Han Sarayı, birkaç yıldır yine aynı kültürel soykırıma uğratılmaktadır. Restorasyon adı altında sarayın bütün târihî izleri yok edilmekte; tâdîlât yerine tahrîbât gerçekleştirilmektedir. [9]
18 Mayıs 1944’e geri dönersek; Sovyet ordusu, o gece, insanlar uykudayken düğmeye basmış, Kırım Türklerini yurtlarından gönderme planını uygulamaya koymuştu. Kendi toprakları olduğunu savundukları Kırım’ı ele geçirdiklerini ve insanlık suçunun hâd safhaya ulaştığı sürgünü meşrû bir zemîne oturttuklarını sanıyorlardı. Kırım Türklerini Alman câsusluğuyla, Sovyet halkına ihânetle ithâm ediyorlardı. Böylelikle hâin olarak gördükleri bu insanları Kırım’dan gönderirken dünyâya rahatlıkla hesap verebileceklerini düşünüyorlardı. Hâlbuki Sovyet ordusunda resmî rakamlara göre yaklaşık 80 bin Kırım Türkü Almanlara karşı savaşmaktaydı. Kızılordu’da can alıp can veren, hattâ aralarında madalya kazananların da bulunduğu (En yüksek ödül olan Sovyetler Birliği Kahramanı unvânı alanlar vardı. Pilot Ahmet Han Sultan, pek çok Alman uçağı düşürdüğü için bu ödüle iki defâ lâyık görülmüştü.[10]) Kırımlıların hâin oldukları iddiâsı gülünçtü. Rusların gerçek niyeti ise özellikle 1853-1856 Kırım Savaşından beri süregelen anlayışla Kırım’dan Türk-Tatar izlerini koşulsuz, şartsız silmek ve Stalin’in Türkiye’ye karşı başlatmayı düşündüğü savaşta Türkiye’yi destekleyebilecek halkları sınır boylarından temizlemekti. Zirâ anılan dönemde İkinci Dünyâ Savaşı devam etmekte; Türkiye ise savaşa katılmamış vaziyetteydi. Türklerin savaşa girmeyişi, Ruslar için fırsat kaybı anlamına gelmekteydi. Ruslar, Türklere karşı bir savaş başlatamasa da hâlihazırda devam eden harp vesîlesiyle Kırımlıları savaş suçlusu olarak gösterip emellerine rahatlıkla ulaşmış görünüyordu.
Şunu da eklemek gerekir ki sürgün mağdûrları yalnız Kırım Türkleri değildi. Aynı yıl içerisinde Ahıska’daki Türk varlığı da silinmeye çalışılmış, takvimler 14 Kasım’ı gösterirken Ahıskalı onbinlerce Türk “sınır güvenliğini tehdît ettikleri gerekçesiyle” Kırım Türkleriyle benzer bir sürgüne tâbi tutulmuş; Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a gönderilmiş; birçok soydaşımız sürgün sırasında hayâta vedâ etmiştir.[11] Yine aynı yılın 8 Mart’ında yüzde 82’si kadın ve çocuk olan 38 bin Balkar Türkü “Alman ordusuyla işbirliği yaptığı” iddiâsıyla sürgün edilmiştir.[12] Vatanlarına geri dönemeyen büyük bir çoğunluk hâlâ diasporada yaşamaktadır.
Her ne kadar Ruslar göz boyamalarla dünyâdaki îtibârını olumlu hâle getirmeye çabalasa, 1944’teki insanlık suçu unutulamaz, elbette. Bilâkis çeşitli yollarla, bugünkü haklı mücâdelelerinde Kırım Tatarlarının yanlarında olmak gerekmektedir. Yapılacak ilk iş ise yaşatılan insanlık dramını elden geldiğince idrâk edebilmektir.
Kırım Tatar Millî Meclisi (KTMM) Türkiye Temsilcisi ve Emel Kırım Vakfı Başkanı Zafer Karatay, sürgünün dehşetini gerçek mânâda ilk defâ hissettiği anları bir makâlesinde kaleme almıştır. Karatay, 1989 yılının Haziran ayında, Türkiye’ye gelen Kırım Tatarlarından Arire Nezetli’yi ziyâretinde bir 18 Mayıs türküsü okudukları sırada, zaman kavramının hükmünü yitirdiği o anları fevkalâde bir üslûpla anlatıyor: “Ağzımızdan çıkan ‘18 Mayıs…’ sözleriyle birlikte bir insanın yüzündeki ifadenin böylesine değiştiğine hayatımda ilk defa tanık oldum. Bu değişim bir saniye bile sürmedi. Bir anda Arire Nezetli’nin yüzündeki mutluluğun yerini dehşet, gözlerindeki pırıltıların yerini, çekilen acılar ve üzüntülerin yüzünde yer ettirdiği derin çizgilerden aşağı süzülerek inen gözyaşı seli almıştı. Az önce mutluluk yansıtan bu yüzde bu derin çizgiler de yoktu. Bir an yüzünde beliren bu çizgilerin, tıpkı yağmur sularının ve sellerin dümdüz, verimli ovalarda, sarp ve çiçeklerle dolu yamaçlarda meydana getirdiği dereler gibi, yıllardır gözlerinden akan yaşlar tarafından meydana getirilmiş çizgilermiş gibi geldi. Boğazıma bir şeyler düğümlenmişti. Sanki zamanla birlikte her şey durmuştu. Şarkıyı söylemeye devam eden arkadaşlarımın sesleri bir uğultu ve vagonların gıcırtısı gibiydi. Sadece ağızları açınıp kapanıyor, dudakları bir şeyler mırıldanıyor gibiydi. Orada var olan ve yaşayan, hareket eden Arire Nezetli’nin gözyaşları ve yüzündekilerdi; …” Ve ekliyor Karatay: “… 18 Mayıs sözünün Arire Nezetli’de hatırlattığı her şey, onun gözlerinden akan gözyaşlarıyla damla damla bana aktı.”[13]
Kırım ve Türk âlemi için aktif mücâdele içerisinde olan Karatay, 1993 yılında TRT için bir belgesel hazırlamıştır. Kırım Belgeseli,[14] Türkiye’de Kırım Sürgününü ele alan ilk belgesel olma husûsiyetinin yanında sürgünün 50. yılına girilirken hâfızaları tazeleyerek yaşananların unutulmamasına katkı sunması bakımından önem taşımaktadır. 1994’te TRT’de ilk yayını yapılan 6 bölümlük belgeselin 4 ve 5. bölümlerinde sürgün fâciâsını, şâhit olanlar anlatmıştır. Takdîr edilir ki bir hâdiseyi bizzât yaşayanlardan dinlemek, gerçekliği husûsunda şüpheye yer vermediği gibi, etkileyici bir yöntemdir. Sürgün sahneleri Çatalca tren istasyonunda canlandırıldığı hâlde izleyene gerçek olduğu izlenimi vermektedir. Belgeselin tesîr kuvveti buradan anlaşılmaktadır. Az evvel adı geçen Arire Nezetli’nin de yer aldığı sürgünzedeler ile gerçekleştirilen röportajlarda anlatılanlar, âdetâ kan dondurucu cinstendir.
Sürgünün dehşetini daha belirgin hissedebilmek için karşı taraftan, yani Rusların dilinden dinlemenin de faydalı olacağı inancındayım. Bu niyetle Kırım ve Kafkasya’da görevli bir NKVD subayı Grigory Burlitsky’nin 1952 yılında anlattıklarına dikkati çekmek istiyorum: “Ateş edilmeyecekti. Seyyar gaz odaları gibi insanlarla dolu hayvan vagonlarında yapılan ölümün hep yanı başlarında olduğu bir yolculuk oldu. Yolculuk üç dört hafta sürdü ve onları Kazakistan’ın sıcaktan kavrulan yaz bozkırlarından geçirdi. Kırım’ın kızıl çetecilerini, Bolşevik yeraltı savaşçılarını, faal Sovyet ve parti mensuplarını da sürmüşlerdi. Sakatları ve ihtiyarları da. Geriye kalan erkekler cephede faşistlere karşı çarpışıyorlardı, fakat harbin sonunda onları da sürgün bekliyordu. Bu esnada onların kadınları ve çocuklarını –ki çoğunluğu bunlar teşkil ediyorlardı- vagonlara doldurmuşlardı. Ölüm, yaşlıları, küçükleri ve zayıfları biçiyordu. Susuzluktan, havasızlıktan ve pis kokudan ölüyorlardı… Uzun molalarda cesetler hemen vagonların yanı başlarında gömülüyorlardı, yiyecek ve su dağıtılan kısa molalarda ise ölülerini gömmeye müsaade etmiyorlar ve demiryolu raylarının yanına bıraktırıyorlardı.”[15] Burlitsky’nin sözlerinde “seyyar gaz odaları” benzetmesi hayli ilginçtir. Bununla birlikte sözlerinin devamında, uygulanan metotların Kuzey Kafkasya’daki ile aynı olduğunu da ekliyor.
Hayvan vagonlarında açlığa, susuzluğa, hastalığa ve ölüme terkedilerek meçhûl bir karanlığa sürüklenen Kırım Tatarlarının geleceği belirsizdi. Yolculuk nihâyete erdiğinde, varacakları yerde her şeye rağmen belki de yepyeni bir hayâta başlama umûdunu taşıyanlar, yanılmaktaydı. Rusların propaganda silâhı burada da devreye girmişti. Kırım Türklerini, götürdükleri yerde halka kötü bir imaj çizerek tanıtıyorlardı. En iyi bildikleri işi yapıyor, soydaşların arasına nifak tohumlarını ekiyorlardı.
Sürgünden sonrası çok daha kötü günlere gebeydi. Yine “karşı tarafın” ifâdelerine başvuralım: “Sürgün olayı sona ermişti, fakat halkın toptan imhası daha yeni başlıyordu. Hükümet makamlarının mahallî halk arasında yaptıkları propagandadan dolayı Tatarlar düşmanca karşılandılar. Sıcağa, sıtmaya ve her şeyden önce Kırım’dakinden daha az temiz olan suya alışık olmayan Tatarlar hastalandılar, zayıf düştüler ve çoğu öldü. … 1944-1945 yıllarında sürgünler ağır kayıplar verdiler.”[16] Benzer anlatımlarla, Karatay’ın mezkûr belgeselindeki röportajlarda da karşılaşabilmekteyiz. Söylenenler, Kırım Türklerinin verdiği röportajlarla örtüşmektedir.
Gelgelelim sürgün mağdurları arasında bu karanlığın netîcesinde bir aydınlık olduğunu bilenler de vardı. Onlardan biri, sürgün sırasında acunda henüz altı ayını doldurmuş bir çocuktu. Vatanında geçirdiği altı ay dahi kendisine çok görülmüştü; lâkin bu insanlık suçunun hesâbını Ruslardan sormak üzere bir gün geri dönecekti. O, Kırım Sürgünü konuşulurken mutlakâ değinilmesi gereken, sürgünün akabinde verilen mücâdelenin merkezinde konumlanmış Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu nâmıdiğer Mustafa Aga idi.
Dünyâya silâhsız mücâdele yöntemini öğreten Kırımoğlu, henüz altı aylıkken vatanından koparılmıştır. Kaderin bir cilvesi gibi, ömrünün ancak üçte birini vatanında geçirebilmiştir. Ömründen geriye kalan günler ise hapishâne ve sürgünlerde geçmiştir. Kırım Sürgünü ve sonrasındaki mücâdele sırasında yüzbinlerce vatandaşını kaybetmiş; ancak katiyen eline silâh almamıştır. Bu özelliği cihâna bir örnek teşkîl ettiği gibi mücâdil bütün Kırım Türklerinin yansıması olarak anlaşılmalıdır. Kırım Türklerinin –sözde- aşırıcı ve terörist olarak nitelendirilmelerinin altında yatan sebeplerden biri, onların her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen karakterlerinden ödün vermeden mücâdelelerine devam etmeleridir.
Kırımoğlu ve vatanına hasret kalmış Türk-Tatar milletinin mücâdelesini bilenler maalesef konuya ilgi duyan bir avuç insandan ibârettir. Birtakım çevreler de meseleye Rusların gözüyle yaklaşmaktadır. Sahte, sözde soykırım iddiâlarıyla gündemi sürekli meşgûl edenlerin Kırım’da yaşananlara kulaklarını tıkaması, gözlerini yumması ise hayret vericidir. O hâlde Kırım’ı unutmamak ve orada yaşananlara kâniâtın dikkatini çekmek; ömrümüz yettiğince ve elimizden geldiğince Kırım millî mücâdelesine destek vermek, bizim en önemli görev ve sorumluluklarımızdan biri olmalıdır.
Günümüzde hâlâ yetersiz olsa da Kırım Sürgününü konu edinen yayınlarda bir artış söz konusudur. Bunda Zafer Karatay’ın 1993 yılında hazırladığı belgeselin payının büyük olduğuna inanıyorum. Benzer şekilde Neşe Sarısoy Karatay’ın yönetmenliğinde hazırlanan, Kırımoğlu – Bir Halkın Mücadelesi belgeseli de aynı etkiyi yapacak bir çalışmadır. Kırım Tatarlarının yaşadıkları büyük haksızlıklara ve baskılara rağmen şiddete, teröre başvurmadan tamâmen barışçı ve demokratik yollarla haklarını aradıklarını göstermek, belgeselin temel amaçlarından biri olarak görülmektedir.
Bu çalışmada röportajları bulunan onlarca Kırımlının sözlerine kulak verdiğinizde her birinin derdiyle dertlenmek, hüznüyle hüzünlenmek; onlarla aynı duyguları paylaşmak mümkün oluyor. Sürgün gerçeğiyle yüzleşerek mağdûrlarıyla empati kurmak; onların yüreğinden damlayanları yüreğinizde hissetmek ve bu mâlûm hâtırayı unutmamak, gelecek nesillere aktarmak gereğini kuvvetle hissediyorsunuz.
TRT’de yıllardır başarılı belgesellere imza atan Neşe Sarısoy Karatay, 2000 yılında “Osmanlı Devleti’nin Doğuşu”, 2007 yılında “Özü Türk-Karaylar” ve 2017 yılında “Halil İnalcık Yüzyıllık Çınar” belgeselleri ile Türkiye’nin en prestijli ödüllerinden Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin Sedat Simavi Ödüllerinde, üç kez “Yılın En İyi TV Programı” ödülüne lâyık görülmüştür.[17] Târih belgeselciliğinin zorlukları göz önüne alındığında ödüllerin ve belgesellerin kıymeti daha iyi anlaşılacaktır. Kırımoğlu – Bir Halkın Mücadelesi belgeseli, metin yazarlığını ve yapımcılığını üstlenen Zafer Karatay imzâsıyla 2019 yılında kitaplaştırılmıştır.
Hem görsel hem de yazılı çalışmanın önemli bir işleve mâlik olduğunu ve büyük yankı uyandırdığını hatırlatmakla birlikte, kitapta fazladan 4 bölüm ile önsöz, giriş ve sonuç bölümlerinin de yer aldığını belirtmeliyiz. Belgeselin çekimleri 2011 yılında tamamlandığı için, içeriğinde 2014’teki işgâl dönemi mevcût değildir. Kitaba işgâl ve sonrasındaki millî mücâdele dönemleri de eklenmiştir.
Belgesel ve kitaplaştırılmış hâliyle Kırımoğlu – Bir Halkın Mücadelesi, Kırımoğlu’nun ve Kırım halkının mücâdelesini en iyi şekilde ele alan çalışmalardandır. Kırım’da sürgünden bugüne yaşananlara değinilen kapsamlı çalışmada Kırım Tatarlarının sürgünü ve geri dönüş mücâdelesi ile Kırımoğlu’nun hayâtı ve Kırım’ın bağımsızlığı için mücâdelesi bir arada işlenmiştir. Kırım Türkleriyle yapılan röportajlara yer verilmiş, ara ara yazarın kaleminden mâlûmât aktarılmıştır. Kitapta 223 adet fotoğraf ve belge yer almaktadır. Bu hâliyle bir sözlü târih çalışmasını da andırmaktadır. Yine Kırımoğlu hakkında ayrıntılı bilgiye erişmek, aynı zamanda bir Kırımoğlu portresi çizen bu eserle mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla Kırım Sürgünü ve Kırımoğlu’na dâir yapılacak her türlü çalışmada başvurulabilecek bir kaynak hüviyetindedir.
Kırım millî mücâdelesinin bir anlamda Kırımoğlu ile bütünleştiği söylenebilir. Hürriyet ateşini yakanlar ise Kırımoğlu ve etrâfındaki cefâkâr insanlardır. Kırım sevgisi iliklerine işlemiş güzel yürekli insanların her biri “vatan” kelimesinin anlamını kendilerine has üslûplarıyla dile getiriyorlar. Merhûm Kemal Çapraz’a Kırım Türk’ünün vatan sevgisinin derecesini daha iyi anlatan şu sözler, ayazda, toprağa kuyu kazıp içinde gecelemek mecbûriyetinde olan Kırım Türkü İlver Ganioğlu’na âittir: “Vatan toprağıdır, bizi üşütmez, ısıtır. Bu topraklar asla bizi hasta etmez.”[18] Benzer şekilde vatanı için hapiste yatan ve defâlarca Kırım’dan çıkarıldığı hâlde yılmadan geri dönen Eldar Şabanoğlu’nun “Vatan elmasıdır, yarar, güç verir.”[19] ve Abdurrahman isimli Kırımlı bir gencin “Vatan sevgisi bize anne sütüyle birlikte geliyor.”[20] sözleri Kırımlıların vatan sevgisine işâret eden hoş misâllerdir. Kırım mücâdelesinde bayraklaşan bir başka vatansever Musa Mahmut, kendisini yakarak protestosunu gerçekleştirmiş; âdetâ ölüme kucak açmıştır. Bu eylem, Kırım Türklerinin mücâdelesini alevlendirecek bir etki husûle getirmiştir. “Ben bir kıza sevdalı olmuş gibi Kırım’a sevdalıyım.”[21] diyen Musa Mahmut’un vatan sevgisini anlatmak için başka bir argümana ihtiyaç yoktur.
Sürgünden yetmiş yıl sonra vatan, Rusların işgâline uğramıştır. Dahası, mücâdelenin hiçbir evresinde kaostan nemâlanmayı düşünmeyen Kırımlılar, “aşırıcı” diye nitelendirilmişlerdir. Onur kırıcı eylemlere mâruz kalmaları, sindirilmeye çalışılmaları ve inançlarını yaşama haklarına yönelik engellerle karşılaşmaları da cabası… İşgâl yönetimi idâreyi ele alır almaz çıkardığı bir kararla Kırım’da toplantıları, mitingleri yasaklamıştır. Amaç, 18 Mayıs Kırım Sürgününü Anma Mitinginin gerçekleşmesini önlemektir. Sürgünün 70. yıl dönümünde millî rûhu hâiz Kırım Tatarları etraflarındaki silâhlı askerlerin ve askerî helikopterlerin tehdîdine aldırmadan ellerinde bayraklarla sürgün kurbanlarını anmışlardır.[22]
Her yıl 18 Mayıs târihi yaklaşırken Kırım millî mücâdelesinin faâl isimlerine işgâlciler tarafından îkâz ve tehdîtler yağmaktadır. Ruslar, meydanlarda kutlama, gösteri ve anma programları düzenlerken Kırım Tatarları sürgün kurbanlarını anmaktan men edilmiştir. Sürgün anıtlarında ancak birkaç kişilik gruplar hâlinde anma yapılabilmektedir. Bununla beraber, Kırım Tatar Bayrak Günü ve Hıdırellez kutlamaları ile Uluslararası İnsan Hakları Günü için KTMM’nin düzenlemek istediği toplantılar da yasaklanmıştır.[23] Tümüyle silâhsızlandırılmış ve etkin bir ayaklanma girişiminde bulunamayacak hâlde olmalarına rağmen Kırım Türklerine yaşatılanlar, ancak ve ancak korkunun, geçmişten gelen bir kuyruk acısının tezâhürü olarak açıklanabilir.
Kırım millî mücâdelesi bugün olduğu gibi hür Kırım’a kavuşuncaya dek sürecektir. Kırım Tatar Millî Meclisi’nin faâliyetleri ve Kırımoğlu’nun başarılı siyâsî yaşamı özgürlük yolunda dikkate şâyân adımlar olarak târihte yerini alacaktır. Kadîm Türk-Tatar yurdu, işgâlden kurtulacak; Kırım’da gök mâvisi üzerine altın sarısı renkli Tarak Tamga yeniden, gururla dalgalanacaktır. Kırım Tatarlarının yılmaz yolbaşçısı Kırımoğlu, KTMM Başkanı Refat Çubarov ve KTMM üyeleri ile bütün Kırım Tatarları sürgünden dönecek; yüreklerinin en derininde muhâfaza ettikleri Tarak Tamga’yı vatanlarında göndere çekeceklerdir. Meclis, yine Akmescit’te toplanacak; Bahçesaray’da toylar düzenlenecek, Han Câmiinde namazlar kılınacaktır. Noman Çelebi Cihan’ın mîrâsı Kırım Tatar Millî Marşı Ant Etkenmen’in sedâsı semâya yükselecektir. Vatan, yeniden vatan olacaktır. Bu esnâda Kırım Sürgünü unutulmayacak, ebediyen hatırlanacaktır. Mustafa Aga’nın liderliğinde ve bu kutsî mücâdeleye yüreğini koymuş vatanseverlerin eşliğinde Kırım’ın bağımsızlığını göreceğimiz günler pek yakındır.
* “Kitap Şuuru” Proje Editörü. Sakarya Üniversitesi Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama Önlisans Mezunu (2009), Kırıkkale Üniversitesi İstatistik Lisans Mezunu (2013), Anadolu Üniversitesi İşletme Lisans Mezunu (2013), İstanbul Üniversitesi AUZEF Tarih Lisans Bölümü Öğrencisi, İstatistikî Analiz ve Raporlama Uzmanı – İstanbul, omerkarabayir28@gmail.com, omerkarabayir@windowslive.com
[1] “Kırım”, https://islamansiklopedisi.org.tr/kirim#1, E.T.: 06.06.2020
[2] Zafer Karatay, Kırımoğlu – Bir Halkın Mücadelesi, s.6, Dinç Ofset, İstanbul, Kasım 2019
[3] a.g.e., s.6
[4] Kemal Çapraz, Haz: Bayram Akcan, Kuzeydeki Yavru Vatan – Kırım, s.28, Kocav Yayınları, İstanbul, Ekim 2016
[5] Kemal Çapraz, Sürgünde Yeşeren Vatan Kırım, s.17, Ötüken Neşriyat, İstanbul, Ağustos 2012
[6] Kırım Türklerinden yakın bir arkadaşım, Kırım’ın “ezelden beri Rus toprağı olduğu” yalanının öğrencilerin zihinlerine kazınmaya gayret edildiğini beyân etmiştir.
[7] Ömer Karabayır, “Vatandır Kırım”, http://uctugmedya.com/vatandir-kirim/, E.T.: 06.06.2020
[8] Moskova merkezli Rus haber ajansı “Sputnik”in 1944 Sürgününü “zorunlu göç” diye adlandırması hayli ilginçtir. Bkz. https://tr.sputniknews.com/analiz/201903071038077188-kirimin-rusyanin-bir-parcasi-olarak-besinci-yili-kirim-neden-bu-karari-aldi/, E.T.:06.06.2020
[9] Ömer Karabayır, “Kırım’ın Gözdesi Hansaray”, Telmih Dergisi, 7.Sayı, s.56-61, 2018/1
[10] Zafer Karatay, Kırım Belgeseli, TRT, 4.Bölüm, 1994
[11] “Ahıska Sürgünü’nün Yıldönümü”, https://www.ytb.gov.tr/ozel-gunler/ahiska-surgununun-yildonumu, E.T.: 06.06.2020
[12] “Balkar Türkleri Sürgününün 75. Yıl Dönümü”, https://qha.com.tr/haberler/balkar-turkleri-surgununun-75-yil-donumu/8008/, E.T.: 06.06.2020
[13] Zafer Karatay, “Sürgün Faciasını Yaşayanları Tanımak”, https://emelvakfi.org/emeldergisi/surgun-faciasini-yasayanlari-tanimak/, E.T.: 06.06.2020
[14] Zafer Karatay, Kırım Belgeseli, TRT, 1994. Belgeselin 4 ve 5. bölümlerinde sürgünün tanıkları yaşanan faciayı anlatmışlardır. Kırım Belgeseli DVD’sine www.trtmarket.net internet sitesinden ulaşılabilir.
[15] Alan Fisher, Çev: Eşref B. Özbilen, Kırım Tatarları, s.237, Selenge Yayınları, İstanbul, 2009
[16] a.g.e., s.243
[17] “Belgesel Hakkında”, http://www.kirimoglu.org/hakkinda/, E.T.: 06.06.2020
[18] Kemal Çapraz, a.g.e., s.36
[19] a.g.e., s.41
[20] a.g.e., s.60
[21] Zafer Karatay, Kırım Belgeseli, TRT, 5.Bölüm, 1993
[22] Zafer Karatay, a.g.e., s.240
[23] Gönül Şamilkızı, Kırım Ateşi – Bir İşgalin Anatomisi, s.121, Ötüken Neşriyat, 2.Basım, İstanbul, 2018