Kırım’ın Ebedî Ateşi Yanmaya Devam Edecek mi?
Bülent TANATAR
Filiz Tutku Aydın, Émigré, Exile, Diaspora, and Transnational Movements of the Crimean Tatars. Preserving the Eternal Flame of Crimea, Palgrave Macmillan, 317 s.
Kırım Tatarları, mensubu oldukları, kuzey Karadeniz bölgesindeki, merkezi Kırım yarımadası olan ve çeperleri, bir ucu güney-doğu Avrupa’daki Besarabya’ya basan, diğer ucu arada bugünkü Rusya içlerine dalan sivri bir bombeyle genişleyerek Azak’a dek inen, Deşt-i Kıpçak tabir edilen bozkırca sarılan geniş bir coğrafî alanı kontrol eden Kırım Hanlığının 350 yıla yakın süren bölge hâkimiyetini kaybetmesinin ardından XX. yüzyıl başına dek nüfusunun yarıdan fazlasını kendisi ve müttefiki ve hamisi Osmanlı devleti karşısında amansızca genişleyen Rus imparatorluğu[1] tarafından zorlandığı ardışık göçlere ve acımasız sürgünlere kurban veren, günümüzde uzun mücadeleler sonucunda döndüğü öz vatanı saydığı “yeşil ada” Kırım yarımadasında horlanan bir azınlık olarak yaşamaya mahkûm edilmiş talihsiz bir Müslüman Türk halkı.
1783’teki birinci Rus ilhakıyla beraber sürekli tekrar eden iki döngü bütün sonraki süreçleri karakterize etti: ilhakı ve onu izleyen yeni hâkimiyet yapılanmalarını kabul etmeye yanaşmayan ya da isyan çıkarma potansiyeline sahip her türlü cemaat önderlerinin fiziksel olarak veya mümkünse satın alma yoluyla bertaraf edilmesi ve bölgenin uygun iktisadî, sosyal, hukukî ve demografik politikalar (yeni göçmenler alma, yerli halkı göçe zorlamalar, kitlesel sürgünler, vb.) yoluyla Tatarsızlaştırılması. Uzun vadede bu politikalar başarılı oldu, ilk ağızda yarımadaya büzüşen Tatar halkı bilahare burada da ana kitle olarak topraksız ve cahil bir durağan azınlığa düşürülerek kendi geleceği hakkında söz söyleyemeyecek bir konuma indirgendi. İsmail Gaspıralı’nın bir yanı modern bilime diğer yanı toplumsal ilişkilerde müzakereye dayalı yaklaşımının başlattığı aydınlanma hareketi mevzi kazanmasaydı Kırım’da Tatar halkının erimesi nerede dururdu bilmek zor. Ama yavaş adımlarla serpilen bir tarım ve ticaret burjuvazisinin yanı sıra mesafeleri kısaltan, insanların ve fikirlerin seyahatini kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin de uyardığı bu konjonktürdeki değişim kökleşen ceditçi mektepler, evlere girmeye başlayan gazeteler, yaygınlaşan cemiyet-i hayriyeler, siyasete görece daha rahat adım atılmasına yol açan 1905 devrimi (her ne kadar ardından bir geri çekilme gelse de Pandora’nın kutusu bir kez açılmıştı), Türkiye’deki 1908 devrimi, vb. gibi bir diziyle tırmanışa geçerek Kırım Tatar halkında bir millî benlik duygusunun oluşması sürecini tetikledi ve zigzaglar çizerek yolunu bulmaya çalışan bir millî hareketin ilk tohumlarını yeşertti. İmparatorluklar arası[2] hareketlerin ivmesiyle de zenginleşen bu süreçte Romanya ve Türkiye’den bu millileşme inşasına öğretmen ve memur kadrosu oluşturmak üzere önemli katkılar sağlandı.
Dünya-tarihsel gelişmelerin yarattığı momentum yeterli hazırlıklar yapmasına bile fırsat vermeden bir öncü milliyetçi kadroyu Kırım’da öncelikle Tatar halkının, ama belli ölçülerde de bizatihi yarımadanın kaderinde başrole soyundurdu. İşin sonu iyi bitmedi, büyük sayılar kanunu uyarınca, kısa zaman sonra, yeni Bolşevik giysileriyle Beyazlardan daha az şovenist ve emperyalist olmadıkları görülecek olan Rusların başını çektiği örgütlü bir köksüzler ordusu Kırım’da egemen oldu. Tatar halkı bunu izleyen, rejimin ihdas ettiği yerlileştirme (korenizatsiya) politikası uyarınca oluşan Milli Fırka veteranları, Tatar Bolşevikleri ve Moskova merkezince atanan komünist kadroların bir modus vivendi’sinin için için alaşağı edilmesiyle başlayıp kolektivizasyon dönemecinin, zirvesinde Alakat direnişinin kırılmasının bulunduğu tam tekmil Stalinizme evrilmesinden geçerek ziyalıların toptan yok edilmesiyle devam eden süreçte de erimeye devam etti ve sonunda İkinci Dünya Savaşı’ndaki Romen destekli kısa süreli Alman işgali devrinde seraba kapılanlar bahane edilerek topyekûn Kırım’dan sürüldü.
Büyük kısmı milletleşme süreci öncesindeki bütün bu longue durée[3] içinde Kırım Tatarları Dobruca ve Anadolu’nun birçok köşesinde uluslararası gelişmelerin yol açtığı yeniden göçleri de içerecek şekilde diasporik cemaatler oluşturdular. Dobruca’da her ne kadar 1878’de Romanya’nın Osmanlı’dan kopuşu ve 1911-12 Balkan Savaşları sonrasında Türkiye’ye doğru önemli miktarda göçler olsa da Kırım Tatar kitlesi büyük ölçüde Hıristiyanlarla çevrili olarak kompakt bir halde yaşadığından kimliğini korumada daha şanslıydı.
Oysa “Hak Toprak” Anadolu’da daha geniş Müslüman havuz içinde dağınık halde yerleştirilen kitleler erimeye daha açıktılar ve zamanla dil ve adetlerini de içerecek şekilde kültürlerini güçlü bir şekilde işleyen asimilasyon süreci içinde en fazla folklorik düzeyde koruyabildiler. Bu uzun dönemde, muhacirlerin ana gövdesi o zamanın temel uğraşı uyarınca kırsalda yerleşerek yerel koşullara uyum sağlama ve yaşamı idame ettirerek kökleşme çabasıyla cebelleşti. Bu noktada onları Romanya’daki soydaşlarından ayıran bir şey yoktu. Zamanla, ağırlıklı olarak XX. yüzyıl başından itibaren ticaretle uğraşan zümreler ile öğrenciler de geçici ya da kalıcı göç kervanına katılarak bu kez daha çok Türkiye’nin şehirlerinde kendilerine bir gelecek kurmak için gelmeye başladılar. Millet bilincine en büyük katkılardan biri de bu ara kesitten doğdu.
Kırım’ın Bolşevik Rusya’nın hâkimiyetinde giderek geri döndürülmezliği açığa çıkan bir tarzda esaret altına girdiğinin anlaşılmasıyla birlikte Türkiye’de yepyeni bir olgu olarak dar bir émigré zümresi hâsıl oldu. 1917’de Kurultay’ı gerçekleştirip Kırım Halk Cumhuriyeti’ni kuran kurucu heyetin beyni sayılabilecek en önemli siması Cafer Seydahmet’in [Kırımer] etrafında, gerek henüz sınırların kevgir gibi olduğu bir dönemde Kırım’dan taze gelen, gerekse ataları bir zamanlar Kırım’dan gelmiş yeni bir genç nesil, “Kırım İstiklâl Davası” şeklinde özetlenen şiarlarıyla bir émigré milliyetçiliği odağı meydana getirdiler. Cumhuriyet Türkiye’sinin Sovyetler Birliği’yle dostane ilişkilerinin “dış Türkler”in mücadelesini hoş görmediği bu dönemde faaliyetlerin kumanda merkezi olmasa da üssü Pilsudzki Polonya’sının himayesindeki Sovyet-karşıtı alternatif Enternasyonal[4] Prométhée oldu. Az çok aynı esnada Romanya’nın Tatarlarla meskûn Dobruca bölgesinde bir süre önce Tatar Kırım’ın kalkınmasına katkıda bulunmak üzere Kırım’a yerleşip öğretmenlik yapmış ve Kurultay sürecine canlı tanıklık etmiş şair Mehmet Niyazi’den aldığı ilhamla Emel adıyla bir Kırım Tatar dergisi çıkartma girişiminde bulunan, kendisi de 1918’den itibaren 1920 sonlarındaki Bolşeviklerin kesin zaferine dek Kırım’ın kalkınması hareketine katılmış olan Müstecib Hacı Fazıl ve arkadaşları da vatanı Kırım olarak tanımlayan bir gurbette milliyetçilik hareketi geliştirdiler. Çok ilginç biçimde, Dobruca’da, gurbette doğmuş olan bu neslin Kırım’a yönelik geliştirdiği bu aidiyet duygusu tıpkı bilahare Orta Asya’daki sürgünde gelişen uzak mesafe milliyetçiliğinin bir önceli olarak modern eğitim imkânlarından dışlanmış, ağırlıkla köylü kitleler nezdinde karşılık buldu. İkinci Dünya Savaşı’nın onlar bakımından umulmadık bir sonucu olarak ev sahibi ülke Romanya “Demir Perde”nin içinde kalınca lider Müstecib bey Türkiye’ye göç etti, geride kalan kadrolar susturuldu ya da susmak zorunda kaldı. Yeni rejim yeni uyarlanmalar yarattı.
İkinci Dünya Savaşı’nın en civcivli zamanlarında, gerek Alman işgali döneminde Ost-Arbeiter olarak gerekse yaklaşan Sovyet Kızıl Ordu’sunun önünden çekilerek Kırım’dan kopmak zorunda kalıp savaş bitiminde Almanya ve Avusturya’da Müttefiklerin denetimindeki kamplarda toplanan ve Yalta Antlaşması uyarınca Sovyetler Birliği’ne iade edilmekten kurtulan çeşit türlü meşrepten birkaç bin kişilik Kırım Tatar ahalisinin büyük kesimi Türkiye’ye geldi. Bunların ezici çoğunluğu 10 yıl içinde ABD’ye göç ederek cehennem yollarından geçerek koptukları Kırım’dan getirdikleri travmalarını kalplerine gömüp (bu hissiyat Cengiz Dağcı’nın neredeyse bütün eserlerine sinmiştir) yeni bir hayat kurma uğraşılarını “Yeni Dünya”ya taşıdılar. Bu arada aralarında Türkiye’de var olan kurulu millî harekete alternatif oluşturma girişimleri akamete uğrayan, politik olarak aktif bir kesim (Mehmet Sevdiyar başta olmak üzere) de mücadelelerini ayrı bir örgütlenme inşa ederek burada sürdürmeyi denediler.
Fakat en kritik süreci yaşayanlar, feleğin çemberinden geçmek zorunda kalan, sürgüne uğratılıp soylarını sürdürme kabiliyetleri her bakımdan ellerinden alınmak istenen Kırım Tatarları oldu. 12 yılı komendatura rejiminde olmak üzere sürgünlükte geçen 45 yıl mucizevî bir şekilde ters tepti, Kırım Tatarları arasındaki yöresel/dilsel ayrım çizgileri yok olmaya yüz tuttu, vatan duygusu büyüklerin hafızalarında yeniden yaratılarak genç nesillere aktarıldı, vatana geri dönüş mücadelesine kilitlenen halk bir bütün olarak hareket etmeye başladı. Üzerlerine yüklenen suçtan arındırılma, vatana toplu olarak geri dönüş ve el konulan varlıklarının iadesi veya tazmini, lağvedilen Muhtar Cumhuriyet’lerinin yeniden ihdası yolunda eski Tatar Sovyet yöneticileri, partizan ve/veya savaş kahramanları öncülüğünde üst makamlara dilekçelerle başvurma şeklinde tezahür eden meşruiyetçi yaklaşımın yanında 1960’ların sonuna doğru insan hakları temelli, daha talepkâr ve Sovyet sisteminin sacayaklarını sorgulayan cefakâr yeni bir nesil alternatif olarak doğdu. Sovyetler Birliği’nin yıkıma sürüklendiği tarihsel süreçte her mahalde örgütledikleri inisiyatif grupları ve bilahare merkezî bir hüviyete kavuşturdukları teşkilâtları eliyle sürgündeki millî harekete yön vererek Kırım Tatar ana kitlesini vatan Kırım’a akıtan, en sivrilmiş liderleri Mustafa Cemiloğlu olan bu nesil oldu. İşte yüzyıllara yayılan bir süreç içinde göçe zorlanan ve sürgüne uğratılan Kırım Tatar halkının bütün nesillerinin uzak diyarlarda dahi Kırım’ı kalplerinde yaşatmaya devam etmelerini sağlayan “sönmeyen ateş” mecazının ilk kez bütün diasporalarda gerçekliğinin kanıtlanmasını uyarmak da bu nesle nasip oldu.
Filiz Tutku Aydın’ın birkaç ülkeye yayılan 20 yılı aşkın gözlem ve araştırmanın ürünü olan kitabı bu birbirinden çok farklı coğrafyalara dağılmış 4 temel diasporada gelişen millî hareketlerin vatan olarak tanımlanan Kırım’a yönelik tasavvurlarını, birbirlerinden nerede ayrıştıklarını mercek altına alıyor. Bunu yaparken sosyal hareketleri incelemekte kullanılan, Erving Goffman’ın geliştirdiği ve modern Amerikan siyaset bilimi teorileri içinde öne çıkan çerçeveleme (framing) teorisinden yararlanıyor. Bu bağlamda diasporalardaki hareketleri derinlemesine ve mukayeseli olarak irdeleyerek sorduğu temel soru olan vatandan uzaktaki diasporaların 1990’lı yıllara girerken nasıl ve niçin eşanlı biçimde siyasal bir kimlik geliştirip seferber olabilmelerine cevap arıyor. Bu ulusaşırı (transnational) seferberlik durumu acaba ulusaşırı bir milletin doğuşunu mu muştuluyor? Diasporalar içinde niçin ve nasıl sadece SSCB’deki sürgün milliyetçiliğine dayalı millî hareket ev sahibi ülkedeki diaspora kitlesini vatana döndürmeyi başardı ve diğerleri farklı nitelikte bir milliyetçilik geliştirerek vatanla daha değişik bir ilişkiye razı oldu? Aydın bu sorulara cevap ararken önce inceleme alanı diaspora, milliyetçilik ve millî hareketler olduğundan millet oluşumu, diaspora ve kimlik konularında var olan literatürü gözden geçiriyor ve bunlardan analizinde, aracılığıyla diasporik millî hareketleri veya B. Anderson’un deyişiyle uzak mesafe milliyetçiliğini masaya yatırdığı çerçeveleme teorisine eşlik etmek üzere, hangi yaklaşımları neden benimsediğini belirtiyor. Daha sonra çerçeveleme teorisinin ayrıntılı bir analizini yaparak devam ediyor ve teoriyi Kırım Tatar diasporalarındaki millî hareketlere uygulamak için tarihsel perspektifi devreye sokarak dinamik süreçte test ediyor.
Başta ana çerçeve olmak üzere, bir süreç şeklinde oluşan çerçeveler zaman ve mekân sınırları içinde çekirdek bir önder grubu tarafından belli bir amaca yönelik olarak potansiyel taraftarları seferber etmek, kamuoyunun desteğini yanına çekmek ve rakipleri devre dışı bırakmak için üretilen fikirlerdir. Çerçeveleme sürecindeki faaliyetlerin pozitif olanları çerçeve hizalama, negatif olanları ise karşı çerçeveleme olarak anılır. Hizalama yolları olarak çerçeve dönüştürme, genişletme, büyütme ve köprüleme süreçleri söz konusudur. Çerçeveleme süreçlerinde değişimler meydan okuyan siyasal ve söylemsel fırsat yapıları tarafından uyarılsa da çerçevelerin başarı kazanması illâ aldığı yankıyla ölçülmez. Diasporada seferberliğe katılım üç düzeyde gerçekleşir. Bu düzeyler arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmaz, aralarında daha çok bir işbölümü söz konusudur. Buna göre çerçeveyi bir elit grup ya da lider kadro inşa eder, orta düzeyde kitleyle hizalamayı sağlayan aktarma kayışları olarak insan devşirmeye yönelik faaliyetler yürüten kadrolar katmanı bulunur, en alt düzeyde de amorf bir kitle görünümündeki izleyici-katılımcılar vardır. Kabaca özetlemeye çalıştığımız bu kavramsal yapıdan hareketle Aydın anılan 4 diasporayı tarihsel sürece yerleştirerek 4 mini-vaka kurguluyor ve bunların doğuş, gelişme ve akıbetlerini tartışarak bir uzak mesafe milliyetçiliği tipolojisine ulaşıyor. Bu tipolojiyi hareketin hedefi, ev sahibi ülkeyle bütünleşme, vatana bağlılık, örgütlenme şekli ve kitle nezdinde aldığı karşılık/yankı (resonance) gibi kriterler üzerinden bir matrise yerleştirdikten sonra diasporaların tarihsel perspektifte hangi dönemde hangi tip milliyetçilikle tanımlanabileceklerini ortaya koyuyor.
Buna göre, başlangıçta bütün diasporalar farklı tipte milliyetçilikler (Romanya’da yaklaşık 20. yüzyılın başından sonra ve Sovyetler Birliği’nde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gurbette/sürgünde milliyetçilik, Türkiye’de Vatan Cemiyeti’nin kuruluş döneminden itibaren kesikliklerle ve ABD’de 1960 sonrasında émigré milliyetçiliği, Romanya’da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından teritoriyal milliyetçilik) geliştirmişlerken, aynı zaman dilimine rastlayan Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve dünya çapında küreselleşmenin başat bir nitelik kazanması olgularının milliyetçilik tipinde bütün diasporalarda bir yakınsamaya yol açtığı ve önce diaspora milliyetçiliğinin ön plana çıktığı, ama gelişmelerin (süreci hızlandırıcı bir faktör olarak Kırım’ın 2014’te yeniden işgali ve Ukrayna anakarasında yeni bir diasporanın uç verdiği de göz önünde bulundurulursa) hızla bir ulusaşırı milliyetçiliğe evrildiği öne sürülüyor. Kırım Tatar Millî Meclisi’nin Kırım’da fiilen çalışamaz duruma gelişi ve ikame olarak, işgale karşı mücadelede daha geniş bir zemin ve destek oluşturmak, Kırım Tatarlarının yerli halk olarak birlik halinde Rusya işgaline razı olmadıklarını göstermek amacıyla, diasporaları da içerecek şekilde, tasarımlanan Dünya Kırım Tatar Kongresi’nin yeni işlevlerle zenginleştirilerek donatılmasının da bu sonucu destekleyip desteklemeyeceğini zaman gösterecek. Dolayısıyla, anılan diasporalarda vatan Kırım’a yönelik milliyetçilik anlayışlarının bilinç düzeyindeki tezahürlerinin artarak ya da azalarak folklorik, nostaljik, duygusal düzlemde mi yoğunlaşacağı yoksa iyi-kötü siyasal bir töz içermeye devam mı edeceği sorunsalı bölge jeopolitiğinin içine düştüğü hâlihazırdaki açmazdan kurtulup kurtulamayacağına bağlı olmanın yanı sıra biraz da Kırım Tatarlarının bir bütün olarak önlerinde duran en keskin kader sınavında (mitik bir vatan mı, teritoriyal bir vatan mı?) kendilerine biçecekleri rol tarafından belirlenecek gibi görünüyor.
Kırım Tatar diasporaları hakkındaki bu meşakkatli çalışma öncü olduğu kadar, kapsamı, derinliği ve ileri sürdüğü argümanları itibariyle de meydan okuyucu. Tarihsel ve biyografik verileri kullanımında kimi pürüzler bulunduğu gibi itirazlar kitabın ileri sürdüğü ana fikirlere ve dönemlemelerine halel getirmez. Kitap, uzun yıllar belge ve bilgi yokluğu (özellikle Türkiye’deki Millî Merkez Arşivi’nin kurumsal bir yapının dışına çıkması ve ulaşılmazlığı, hatırat yazılmaması, ketumluk, vb.) gibi kısıtlayıcı sebepleri aşmaya yeltenecek akademik bir ilgiden mahrum kalmış bir konunun gediklerini mülâkatlar (maalesef bunların bir listesi kitapta nedense verilmemiş) yoluyla kapatmayı deneyerek ve bulgularını içsel tutarlılığı olan teorik bir zemine oturtarak ve geleceğe yönelik kritik çıkarsamalarda bulunarak çok başarılı bir iş çıkartmış. Umarız en kısa zamanda Türkçeleştirilerek savları ve öngörülerinin daha geniş ölçekte tartışılması mümkün olur.
[1] Rus İmparatorluğu’nun uzun vadeli tarihsel yayılma ve genişleme sürecini “büyük strateji” kavramı etrafında inceleyen önemli bir çalışma için bkz. John P. LeDonne, Rus İmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi 1650-1831, Avangard Kitap, 2016.
[2] James H. Meyer, İmparatorluklar Arası Türkler (1856-1914), İş Bankası Kültür Yayınları 2021.
[3] Fransız Annales tarihyazım okulunun bir izleyicisi olan Fernand Braudel tarafından geliştirilen, uzun erimli dönemleri peş peşe sıralanan bir otonom olaylar dizisinden çok yapısal unsurlar, trendler ve kalıpların ağır etkisi altında devinen otonom değişkenlerce belirlenen süreçler bütünü şeklinde tasvir eden bir kavram.
[4] Marcel Radosław Garboś, “An Alternative Internationalism: The Main Lines and Legacies of Polish Sovietology, Promethean Orientalism and the Soviet ‘Southern Bordeland’, 1926-1939”, Europe-Asia Studies, Vol. 71, No. 9, 2019, s. 1584-1608.