RUSYA’NIN DEMOKRATİK GELECEĞİ MOSKOVA’DA BAŞLAMAYACAK*
Leyla LATIPOVA**
Türkçeye Çeviren : Bülent TANATAR
Hapisteki Kremlin eleştirmeni Aleksey Navalnıy’ın Rus hapishane servisi tarafından öldüğü açıklandığında, Rusya’daki liberal muhalefetin çoğu destekçisi umutsuzluğa kapıldı.
Bazıları “artık Putin’le başbaşa kaldıklarını” fark etmenin yarattığı boğucu korkudan bahsederken, diğerleri Navalnıy ile birlikte Rusya’nın demokratik geleceğine dair umutların da öldüğünü iddia etti.
Ancak kahramanlığına rağmen Navalnıy Rusya’nın demokrasiye dair tek umudu değildi.
2000 yılında Sırbistan’daki Buldozer Devrimi’nde diktatör Slobodan Miloseviç’in devrilmesinden Ukrayna’nın 2014’teki Haysiyet Devrimi’ne kadar, Rusya’nın çevresindeki en başarılı şiddet içermeyen devrimci hareketler, tek bir lider tarafından değil, daha iyi bir yarına yönelik ortak bir vizyon tarafından yönlendirilen tabandan gelen öz-seferberliğe dayanıyordu.
Bugün Rusya’da en azından böyle bir hareket var.
Moskova’da değil, Türklerin çoğunlukta olduğu Başkurdistan’da.
Başkurdistan’ın uzun süredir devam eden, çeşitli ve temelde şiddet içermeyen protesto hareketi şu anda Rusya’nın demokratik değişime yönelik en büyük umudu olabilir. Ancak Rusya’da Yerli [indigenous] haklarını ve bölge düzeyinde demokratikleşmeyi savunan diğer popüler hareketler gibi bu hareket de Batılı gözlemciler ve onun yerine Moskova’yı selamlayan ana akım Rus liberal muhalefetiyle yakınlaşmayı tercih eden politika yapıcılar tarafından bir kenara itildi ve ciddî şekilde yanlış yorumlandı.
Rusya’nın en kalabalık etnik cumhuriyeti Başkurdistan, batıda Volga [İtil] Nehri ile doğuda Ural [Yayık] Dağları arasında yer almaktadır. Bölgenin 16. yüzyılda Ruslar tarafından fethedilen yerli Kıpçak Türk etnik grubu Başkurtlar, cumhuriyet nüfusunun yüzde 31,5’ini oluşturuyor. Ruslar (yüzde 37,5) ve Volga Tatarları (yüzde 24,2) diğer en büyük iki gruptur; onları Mari, Çuvaş ve Udmurtlar takip etmektedir.
Sovyetler Birliği’nin ilk özerk cumhuriyeti Başkurdistan, Ekim 1990’da bir devlet egemenliği beyanı yayınladı, ancak kısa süre sonra Moskova ile federal bir yetki paylaşımı anlaşması imzaladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 2000 yılında göreve gelmesinden bu yana, bölge yavaş yavaş neredeyse tüm egemenlik haklarından yoksun bırakıldı.
Ocak ayında birkaç gün boyunca binlerce Başkurdistan sakini, bölgenin Yerli haklarının en sesli savunucularından biri olan ve Kremlin’in ve yerel yandaşlarının doğanın yağmalanmasına dayalı [extractivist] sömürge politikalarının şiddetli eleştirmenlerinden biri olan Başkurt aktivisti Fayil Alsınov’un hapsedilmesini protesto etmek için bir araya geldi.
Alsınov’un “etnik gruplar arası nefreti kışkırtma” suçlamasıyla cezalandırılmasının beklendiği 15 Ocak’ta bölgenin güneydoğudaki Baymak ilçesindeki adliye binasının önünde 5.000’e yakın kişi toplandı. Muhtemelen dışarıdaki kalabalığın büyüklüğünden şaşıran Yargıç Elina Tagirova, son duruşmayı 17 Ocak’a erteledi.
17 Ocak’ta çok daha büyük bir kalabalık, bölge polisinin resmî uyarısına, aktivistlere yönelik önleyici tutuklamalara ve donmuş Urallarda eksi 21 santigrat dereceye varan sıcaklıklara rağmen olay yerinde yeniden toplandı. Bazıları sabahın erken saatlerinde Başkurdistan’ın güneydoğusundaki karlı yollarda birkaç saat yolculuk yapmıştı.
Alsınov’un ana destekçileri Başkurt arkadaşlarıydı ancak protestocular arasında etnik Ruslar ve Volga Tatarları da dahil olmak üzere başkaları da vardı. Her yaştan erkek ve kadın, beyaz yakalı işçiler, çiftçiler, öğrenciler, okul öğretmenleri, muhalif politikacılar, işletme sahipleri, blog yazarları, kıdemli aktivistler ve daha pek çok kişi de öyleydi.
Birçoğu Alsınov’un cezasının ertelenmesini umut etse de, aktivist sonunda ceza kolonisinde dört yıl geçirmeye mahkûm edildi. Kararın ardından protestocular olay yerinden ayrılmayı reddedince çevik kuvvet polisi kalabalığı dağıtmak için sis bombası, göz yaşartıcı gaz ve cop kullandı. Polisle yaşanan çatışmaların ardından 40 kadar kişi tıbbî yardıma başvurmak zorunda kaldı.
Baymak’taki protestolar ve ardından Başkurdistan’ın başkenti Ufa’da düzenlenen daha küçük ölçekli dayanışma mitingi, bölge çapında benzeri görülmemiş büyüklükte bir tutuklama dalgasını tetikledi. Bağımsız gözlemci OVD-İnfo’ya göre yetkililer protestoculara karşı en az 163 idarî ve 34 ceza davası açtı.
Gözaltına alınan kişilerden en az biri gözaltında hayatî tehlike oluşturacak şekilde yaralandı ve cezaî soruşturmaya tabi tutulan iki adam, 37 yaşındaki Rıfat Dautov ve 65 yaşındaki Minniyar Bayguskarov belirsiz koşullar altında hayatını kaybetti.
Hem Kremlin yanlısı hem de Putin karşıtı liberal kamplardaki Rus yorumcular, Başkurdistan’daki protestoları beklenmedik biçimde alevlenmiş gibi görünen “etnik milliyetçi” ve “ayrılıkçı” alt tonlara sahip “isyanlar” olarak etiketlediler. Hatta bazıları olayları, geçen Ekim ayında Rusya’nın Kuzey Kafkasya cumhuriyeti Dağıstan’ın başkentini kasıp kavuran Yahudi karşıtı ayaklanmalara benzetti.
Ancak son protestolar -orada yıllarca süren araştırmalarım ve bölge siyasetine olan yakın aşinalığım sayesinde- bunların ikisi de değildi. Alsınov’un hapsedilmesinin ateşlediği protestolar “milliyetçi” olmak bir yana, Başkurdistan’ın kaynaklarının Kremlin ve onun yerel yandaşları tarafından acımasızca sömürülmesine karşı derinlere kök salan hoşnutsuzluğun bir tezahürüydü.
Başkurdistan, petrol, doğal gaz, kömür ve kireçtaşı da dahil olmak üzere çok sayıda doğal kaynağın keşfedilmesi ve II. Dünya Savaşı sırasında Ukrayna, Belarus ve Batı Rusya’daki çok sayıda sanayi tesisinin buraya taşınmasıyla birlikte hızlı bir Sovyet sanayileşmesine girişti.
Onlarca yıl süren kontrolsüz endüstriyel gelişmenin neden olduğu çevresel zararın kapsamı, çevrenin korunmasını ve Yerlilerin toprak haklarını cumhuriyetin 1990’lardaki bağımsızlık mücadelesinde ön sıralara koydu.
Cumhuriyet, otuz yılı aşkın bir süre içinde çok sayıda özerk karar alma yetkisine sahip olmaktan çıkıp tamamen Kremlin’in kontrolüne tabi hale gelirken, Başkurt dilinin kullanımına ve Yerli kültürlerinin gelişimine yönelik yeni kısıtlamaların yanı sıra çevre sorunları da devam etti. Bu da yerel çevre ve Yerli hakları hareketlerine verilen desteği genişletti.
İki hareket arasındaki simbiyotik ilişki, on yıldan fazla deneyime sahip Başkurt hakları savunucusu Alsınov’un öncü bir rol üstlendiği Kuştau kireçtaşı dağını savunmak için yapılan 2020 yılındaki protestolarla doruğa ulaştı. Protestoların daha sonraki başarısı, Alsınov’a etnik Başkurt çevrelerinin çok ötesinde bir ün ve hayranlık kazandırdı.
Alsınov, yetkililerin kendisine karşı doldurduğu Başkurdistan’ın güzel manzaralı ve kaynak zengini Baymak bölgesindeki yasadışı altın madenciliğine karşı mücadelede de kritik bir rol oynadı.
Başkurdistan’ın Kremlin yanlısı yetkilileri, Alsınov’un Kafkaslar ve Orta Asya’dan gelen göçmen işçilere kara halık (Başkurt dilinde “siyah insanlar”) diyerek “insanlık onurunu ihlal ettiğini” ve Nisan 2023’teki protestolarda yaptığı konuşmada tüm Başkurt olmayanların Cumhuriyetten sınır dışı edilmesi çağrısında bulunduğunu iddia etti.
Alsınov, konuşmasının hükümete bağlı bir dil uzmanı tarafından ana dili Başkurt dilinden “ciddî şekilde yanlış tercüme edildiğini” söyleyerek kendisine yöneltilen tüm suçlamaları reddetti. Aktivist ayrıca cumhuriyette “[Başkurt olmayanların] yaşama veya çalışma hakkı olmadığını söylemediğini”, bunun yerine Başkurtların yaşayacak başka yerleri olmadığı için kendi topraklarını korkusuzca korumaları gerektiğini kastettiğini açıkladı.
Alsınov’un kullandığı Başkurtça ifade olan Kara Halık, ırksal bir hakaret değil, aslında birçok Türk dilinde var olan ve sıradan insanlara atıfta bulunmak için kullanılan bir deyimdir.
Bazı gözlemcilerin Başkurdistan’daki toplantıları şiddet içermeyen protestolar yerine “ayaklanmalar” olarak sunma çabaları da “milliyetçilik” suçlamalarından daha az saçma değil.
Egemenlik yanlısı protestolardan Kuştau’daki çekişmelere ve geçen yılki madencilik karşıtı mitinglere kadar Başkurdistan’daki aktivistler şiddet içermeyen direniş yöntemlerini kullanmakta tutarlı davrandılar ve kötüleşen baskılar ve yetkililerin katılımcılara tavizler vererek hareketi bölme girişimleri karşısında şiddet içermeyen disiplinlerini sürdürme konusunda kararlılık gösterdiler.
Başkurt aktivistleri, şiddet içermeyen araç kitlerini oluştururken, yüzyıllardır süren yiyinler, yani münferit bir klan, bir köy ve hatta ülke düzeyinde gerçekleşebilecek önemli siyasal ve sosyal meseleleri çözmeyi amaçlayan halk toplantıları aracılığıyla özyönetim uygulama pratiğine dayandılar.
Geleneksel, sadece erkeklerden meydana gelen yiyinlerinden farklı olarak, artık kadınların aktif katılım üstlendikleri yiyinlerin modern biçimleri daha kapsayıcıdır; ancak kıdemli erkekler ve köklü cemaat liderleri hâlâ uygulamalar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Başkurdistan’daki aktivistler de 17 Ocak’ta Baymak’ta düzenlenen mitingde şiddetsizliğe bağlılıklarını gösterdiler. Ajan provokatörler kalabalığa sızıp güvenlik servisine kartopu atmaya başladığında, protesto liderleri ve deneyimli katılımcılar defalarca çevredekileri fiziksel çatışmalardan uzak durmaya teşvik etti ve büyük kalabalık içinde disiplini korumayı büyük ölçüde başardı.
Dünyada ve yakın çevresinde şiddet içermeyen hareketlerin elde ettiği başarılara tanık olan Kremlin, ülke içindeki şiddet içermeyen muhalefeti bastırmak için fazla mesai yapıyor.
Başkurdistan’da bölge başkanı Radiy Habirov’un ekibi, hareketi katılımcılarını siyasal istikrarsızlaştırma ve Rusya’dan şiddet kullanarak ayrılmayı amaçlayan İslamcı aşırıcılar olarak göstererek defalarca itibarsızlaştırmaya çalıştı.
Habirov’un meşhur eski Halkla İlişkiler şefi Rostislav Murzagulov, Kusşau Dağı’nın korunması için yapılan 2020 yılındaki protesto hakkında “Başkurdistan’ı Nazilerden, Vahhabilerden ve oligarklara yalakalık yapanlardan kurtaralım” diye yazdı.
Benzer bir propaganda taktiği Kremlin tarafından yıllar önce Çeçenistan’da denenmiş ve test edilmiş; Moskova, bölgeye askerî müdahaleyi meşrulaştırmak ve Çeçen bağımsızlık hareketinin itibarını zedelemek için teröre karşı savaş masallarını ve giderek artan İslamofobik duyguları büyük bir başarıyla kullanmıştı.
Başkurdistan örneğinde, bağımsız Yerli medya kuruluşlarının ve Yerli aktivistlerin sesini ülke çapında yükseltmeye istekli platformların eksikliği ile birleştiğinde, bu propagandanın oldukça etkili olduğu kanıtlandı.
Hareketin dünya çapındaki katılımcıları ve sempatizanları için yazık ki, Alsınov’u destekleyen son protestolara ilişkin analiz ve haberlerin çoğu da hükümetin onayladığı gündemi besliyor. Örneğin bu raporlar, protestocuların dinî eğilimlerine özel olarak dikkat çekiyor ve Alsınov’un daha önce parçası olduğu bir hareket olan Başkort‘un 2020’de “aşırılıkçı örgüt” olarak tanımlandığını vurguluyor, ancak sadece bir yıl sonra aynı bahaneyle yasaklanan Navalnıy’ın Yolsuzlukla Mücadele Vakfı’ndan söz etmiyor.
Başkurdistan’ın şiddet içermeyen protesto hareketine ilişkin ısrarla yanlış ve aşağılayıcı haberler, belki de Batılı politika yapıcıları ona değerli bir ortak olarak davranmaktan caydıran en önemli nedenlerden biridir.
Ancak yerli aktivistler Başkurdistan’daki olaylar hakkında farkındalık yaratma ve tutuklanan aktivistleri ve ailelerini destekleme çabalarını ikiye katlarken, Batı’nın Rusya’nın demokratikleşme sürecini yeniden tasarlama ve ona en çok ihtiyacı olan bölgesel hareketlere yardım eli uzatma konusunda eşsiz bir şansı var.
* Aslı 21 Şubat 2024’te Foreign Policy’de çıktı. Çeviriye esas alınan internet yayını için bkz. https://foreignpolicy.com/2024/02/21/russia-democracy-bashkortostan-protests-navalny/
** Başkurdistan doğumlu bir Tatar olan Leyla Latıpova yayınını Amsterdam’da sürdüren The Moscow Times’ın özel muhabiri olup aynı zamanda University College London, School of Slavonic and Eastern Europe Studies’de lisansüstü eğitimine devam etmektedir.