Emel Fikir Kültür Konferanslarımızdan:
TORUNU TAMARA BEXLEY CENGİZ DAĞCI’YI ANLATIYOR*
Tercüme ve Yayına Hazırlayan: Melek MAKSUDOĞLU
Melek Maksudoğlu- İyi akşamlar, çok özel bir konuğumuz ile birlikteyiz. Ama ilk başta sözü Emel Kırım Vakfı Başkanı Zafer Karatay’a vermek istiyorum. Buyurun Zafer bey,
Zafer Karatay- Herkese iyi akşamlar, elbette bugün çok anlamlı bir gün. Bize Kırım’ı sevdiren, Kırım’ı tanıtan yazarımız Cengiz Dağcı’nın 10. vefat yıldönümü. Bu anlamlı gecede onun sevgili torunu Tamara Bexley hanım bizlerle birlikte ve kendisi torunu gözüyle dedesini anlatacak, anılarını bizimle paylaşacak. Aslında Cengiz Dağcı severler için, Kırım için bence tarihi günlerden birisi olacak bu akşam. Hakikaten Cengiz Dağcı ne kadar Kırım’dan uzakta yaşasa da Kırım’ı kendi dünyasına götürdü ve onu muhteşem sözleriyle. muhteşem kelimeleriyle yazıya dökerek, dünyaya bizlere Türk edebiyatına, Kırım edebiyatına büyük miras bıraktı. Kendi deyimiyle Cengiz Dağcı’nın eserleri okundukça, o yaşayacaktır. Onun eserleri okunmaz olduğu takdirde o ölecektir. Ama biz inanıyoruz ki, Cengiz Dağcı asla ölmeyecek, o muhteşem kalemi ile hala gelecek nesillere Kırım’ı sevdirmeye, Kırım Türklerinin yaşadıkları çileleri anlatmaya devam edecektir. Cengiz Dağcı’yı okumayan bir insan edebiyat okudum, ben Türk Edebiyatında şunları şunları okudum diye övünmesin. Cengiz Dağcı’yı okumayan bir insanın okuma dünyasını sevdiğini iddia eden bir insanın Cengiz Dağcı okumadığı için çok büyük bir boşluk var. Cengiz Dağcı bir ölçüde şanslıydı. Vefat ettiğinde bir mucize gerçekleşti. 10 sene önce 2 Ekim’de vatanı Kırım’da toprağa verildi. Toprağa verilişinde birçok insanın emeği geçti. Melek Maksudoglu’nun pasaportuna işlendi, Kırım’a getirilip defnedildi. Ama biz Cengiz Dağcı’yı unutmuyoruz. Cengiz Dağcı’nın mezarı şimdi işgal altında, onun o güzel vatanı, bize anlattığı vatanı Rusya işgali altında. Cengiz Dağcı, seneler sonra kavuştuğu vatanda ne zaman rahat uyuyacaktır? Ancak Rusya işgalinden kurtulduktan sonra, özgür olduktan sonra rahat uyuyacaktır. Dolaysıyla, her Cengiz Dağcı’nın eserlerini okuyan her bir insan Rus işgaline güçlü bir şekilde karşı gelse, karşı çıksa, isyan etse, şimdi onun akrabalarına Kırım’da yapılan zulümlere karşı çıksa aslında çok şey değiştirirdik. Ben sözlerime son verirken, Cengiz Dağcı’nın ruhu için, şehitlerimizin ruhu için, bütün geçmişlerimizin ruhu için hep birlikte el Fatiha okuyalım istiyorum.
M.M.- Zafer Karatay beye teşekkür ediyoruz. Şimdi Cengiz Dağcı’nın torununu dinleyeceğiz. Tamara Bexley’den dedesini dinleyeceğiz. Bildiğiniz gibi Cengiz Dağcı hayatının çok büyük bir bölümünü Londra’da geçirdi. Tek bir kızı var, kızından da tek bir torunu, Tamara Bexley var. Kendi gözüyle dedesi Cengiz Dağcı’yı anlatacak, ben size tercüme edeceğim.
Tamara Bexley- İyi akşamlar. Beni çağırdığınız için teşekkür ediyorum. Bana karşı biraz sabırlı olmanızı istiyorum. Çünkü çok heyecanlı ve çok duygusal bir durumdayım. Benim burada olmam, sizlerle tanışmam benim için çok şey ifade ediyor, tekrar teşekkür ediyorum.
Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Dedemin muazzam çalışmaları ve dedem için burada toplandığımızdan dolayı çok heyecanlıyım. Hepinizin karşısında olduğum için, bu benim için çok büyük bir şereftir. Kalbim çok hızlı çarpıyor. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. İçimden geldiğince, kalbimden geldiğince büyük babamı anlatmak istiyorum.
Dedem, benim için çok önemli, benim hayatımda çok etkili birisidir. Küçük çocukken büyürken dedeme çok yakındım. Ben yetiştirilirken anneannem ve dedem tarafından büyütüldüm ve dedem benim için bir tür babaydı, babalık vazifesini yerine getirdiğini şimdi fark ediyorum. Çünkü maalesef babam tarafından, babamın ailesi tarafından büyütülmedim, onlara çok yakın değildim.
Bazı komik anıları hatırlayarak başlamak istiyorum. Dedem çok onurlu bir insandı. Dışarıya çıkarken bizim resimlerden gördüğümüz şapkasını takmadan çıkmazdı, çok şık bir şekilde giyinirdi. Kravatı, ceketi ve pardösü ile tam takım giyinir, öyle çıkardı sokağa. Ben küçükken birlikte parka giderken dedemin koluna girmeyi çok severdim ve dedemin bu haliyle, birlikte parka doğru sokakta yürüyüşümüzden çok onur duyardım, anlatamayacağım kadar çok haz alırdım.
Dedemin benim çok küçüklüğüme dair anlattığı şeylerden biri de, dedem beni omuzlarına almayı ve öyle taşımayı çok sevdiğidir. Sokakta bu şekilde yürürken, yolda geçen insanlara dedemi göstererek “Bu, benim büyükbabam! Bu, benim büyükbabam!” nidaları atıyordum. Dedem bu durumdan çok hoşlanırdı.
Ben, bu yaşa gelene kadar geçirdiğim bütün bu yolculuklar, içsel gelişmeler her şey benim dedeme niçin bu kadar hayran olduğumu sorgulamama ve düşünmeme sebep oldu. Dedem, beni ben çocukken parka götürüyordu, Polonyalılar Kulübüne götürüyordu ve hikayeler anlatıyordu. Ben o hikayelerle büyüdüm ve on bir yaşımda şiir yazmaya başladım. Yazmaktan hoşlandığımı on bir yaşlarımda fark ettim ve yirmili yaşlarıma kadar sürekli şiirler ve öyküler yazmaya devam ettim. Yazdıklarımı hiç kimseye göstermiyordum. Bu yazma isteği, bu şevk nereden geliyor anlayamıyordum. Sonra dedemin yanına gittim, baktım dedem her zamanki gibi daktilosu masanın üzerinde ve yazdığı birçok kitabı olduğunu biliyorum. Ondan esinlendiğimi anladım. Ona yazdıklarımı göstermeye karar verdim. Dedeme yazdıklarımı gösterince çok sevindi, pek mutlu oldu, gülümseyerek bana baktı ve yazmam için teşvik etti. Yazmaya devam etmemi söyledi, lütfen yazmaya devam et ve bana söz ver kendi kitabını bir gün yazacaksın dedi ve bunu ben hep kalbimde taşıdım. Yazmak için dedemin hep yanımda olduğunu, ruhunun benimle olduğuna inanıyorum.
Dedemin yazdıklarını henüz okuyamıyorum, anlayamıyorum ama insanlara faydalı olduğunu biliyorum, insanları çok etkilediğini biliyorum. Ben de onun gibi yazmak istediğim kitabı henüz yazamadım fakat on bir yaşımdan beri bir şeyler yazıyorum. İnsanlara faydalı olacak, insanları etkileyecek, insanların yararına olacak bir şeyler yazmak istiyorum ve bu karakterimin, bu yanımın dedemden geldiğine inanıyorum.
Ben de aynen büyükdedem gibi doğrunun peşindeyim. Doğruyu söylemeyi seviyorum, bir bakıma asi sayılırım çünkü kurallara olduğu gibi inanmıyorum, gerektiği gibi gerçeğini anlamaya uğraşıyorum, gerçeğin peşindeyim ve bu huyumu dedemden aldığıma inanıyorum. Yaşım ilerledikçe, olgunlaştıkça bunu fark ediyorum.
Büyükannem ve büyükbabam, ikisi de İngiltere’ye geldiklerinde çok büyük zorluklar çektiler, daha çok bunu büyükannem anlattı. Onların o yaşadıkları zorlukları ve ben küçüklüğümde hatırladığım kadarıyla çok çalışıyorlardı, çok zorluk çekiyorlardı ve bu her zaman benim için önemli bir rol olmuştur. Ben hayatta zorluklarla karşılaştığım zaman, her zaman onlar gözümün önüne geldi ve bana cesaret verdiler bir nevi olgunlaşmamı onlara borçluyum.
Dedemi herkese anlatamıyorum, herkesle paylaşamıyorum, o yüzden burada olmak, sizin aranızda olmak, dedem hakkında, onu tekrar anmak benim için çok büyük bir şeref. O yüzden çok duygu yüklüyüm şu an, çok teşekkür ediyorum. Eğer birileri soru sormak isterse, elimden geldiğince cevaplamaya uğraşacağım.
MM- bir soru soracağım. Seni Polonyalılar Kulübüne götürdüğünü söyledin. Hep merak etmişimdir, nasıl bir yerdi? Arkadaşları nasıl ve kimlerdi? Neler yaparlardı?
Tamara: Benim hatıralarımda kalan, her cumartesi akşam üzeri giderdik ve dedem çok şık olarak giderdi. Dedem her zamanki gibi şık giyinirdi. Anneannem gelmez, evde kalır bizi beklerdi. Southfield’s istasyonundan Earl’s Court’a giderdik eğer yanlış hatırlamıyorsam. Çok rahat ve davet edici bir ortamı vardı. Beni götürdüğü zamanlar küçük bir kız çocuğu idim. O sebeple çok detaylı hatırlayamıyorum. Hatırladığım kadar her zaman kocaman, lezzetli pasta olması. Dedem, orada çok seviliyordu, her zaman çok iyi karşılanıyordu. Arkadaşları ile saatlerce satranç oynardı. Satranç oynamaya bayılırdı ve saatlerce orada kalır, oynardı. Satranç oynarken puro içerdi.
Biraz daha yaşım ilerleyince ve çocuklarım olduktan sonra beraber, Hamersmith’te bulunan öteki Polonya Kulübüne gitmeye başladık. Orada yemek yiyorduk. Çocuklarımla ve dedemle beraber oturur, sohbet eder, güzel vakit geçirirdik. Dedem her zaman hayata pozitif bakardı, pozitif enerji ile doluydu. Kalbi çok genişti, sevgi doluydu. Her zaman öyleydi.
Anneannemle dedemin ilişkileri çok özeldi, çok güzeldi ve onlara özeniyordum. Hep büyüyünce benim de böyle bir ilişkim olsun istiyordum.
Her yaz, İngiltere’nin Güney’ine Bournemouth şehrine giderdik ve sahilde küçük kulübe gibi yerler vardı ve ben hep orada anneanneme ve dedeme şarkılar söyler, danslar ederdim. Onlar çok mutlu olurlardı. Beni çok severlerdi. Hatırladığım, aklımda kalan hatıralar bunlar. Her zaman güler yüzlüydü benim dedem ve sürekli şakalar yapardı. Benim hatırımda sürekli tebessüm eden, esprili biri olarak kaldı.
MM: Sayın İsa Kocakaplan’ın bir sorusu olacak. İsa Kocakaplan, dedenin eserleri üzerine çalışan bir hocamızdır.
İsa Kocakaplan: Frank Posner bana gönderdiği e-mailde Cengiz Dağcı üzerine bir kitap yazdığını belirtmişti. Bu konu hakkında bir bilginiz var mı?
Tamara: Maalesef, Frank Posner’in dedem hakkında yazdığı kitaptan haberim yok. Üzgünüm ki Frank Posner artık bizimle beraber değil, vefat etti. Fakat Frank ile dedem çok iyi anlaşıyordu, araları çok iyiydi.
MM: İnci Bowman, Amerika’dan katılan International Crimean Committee kurucusu, Kırım Tatar aktivisti öncellikle bizimle olduğun için teşekkür ediyor ve ismini, Tamara’yı kimin verdiğini soruyor.
Tamara: Benim için hassas bir konu. Bana Tamara ismini ailem vermedi. Daha sonra ben kendim aldım bu ismi. Uzun bir hikâye ve detaylara girmeyeceğim fakat daha sonra fark ettim ki Rus kökenli bir kelime.
Soru; Türkçe öğrenmeyi planlıyor musun? Dedenin kitaplarını okumak planların arasında mı?
Tamara: Evet, beni bu programa çağırdığınız için şeref duydum ve çok mutlu oldum ve Türkçe öğrenmeyi uzun zamandır düşünüyordum ve karar verdim. Geçen hafta başladım daha çok yeniyim. Dedemin bütün kitaplarını okumaya niyetim var.
MM: Umarım kitaplarını İngilizceye tercüme edeceğiz.
Zafer Karatay; Benim bir sorum var. Dedenin bir restorantı vardı. Aslında iki tane ve bildiğimiz kadarıyla çok iyi bir aşçı. Yemeklerinin tadı nasıldı? Belki senin için özel bir yemek yaptı?
Tamara: Evet, hakikaten çok iyi bir aşçıydı. Pagoda isimli bir kafeleri vardı Kew Gardens’ta ve ben her cumartesi sabahı oraya giderdim. Dedem özellikle bana kahvaltı hazırlardı ve ben pencere kenarına otururdum. Dedem yemek yapmasına bayılırdı. Yemek her zaman bizim için özeldi ve ben büyürken sürekli yemekler hazırlardı. Sadece Noel için değil, ne zaman onu ziyarete gitsek hep yemekler hazırlardı. Koca tavuğu fırında pişirir ve bizi beklerdi, eve götürmemizi isterdi.
Soru: Dedeniz, Kırım hakkında size neler anlatıyordu?
Tamara: Şimdi geriye bakıp düşündüğümde, belki çok küçüktüm o sebeple her şeyi kavrayamıyordum. Fakat anladığım kadarıyla dedem, ben büyürken bana bazı şeyleri anlatırken seçerek anlatıyordu. Hissettiğim kadarıyla her ikisi de anneannem de, dedem de beni korumak adına, üzmemek adına çok fazla anlatmazlardı, özellikle çok derinlere inmezlerdi. Elbette konuşuluyordu ama seçerek konuşurlardı. Anlıyorsunuz değil mi?
Dedem bildiğiniz gibi çok derin bir adamdı. Ve her şeyi kitaplarında, eserlerinde ifade etti. Bana günlük olarak, her şeyi açıkça orta yerde anlatmıyordu. Bunu anlayabiliyorum, ben de dedem gibiyim, o sebeple yazmanın güzelliği bu, her şeyi içinizden geldiği gibi ifade edebiliyorsunuz.
Zafer Karatay: Dedenizi şarkı söylerken görür müydünüz? Biz belgesel çekimi için Londra’ya evine ziyarete gittiğimiz zaman bizim için harika bir Kırım türküsünü harikulade okudu. Aqtaban türküsüydü:
Ey Aqtaban, aktabaaaan,
men atımnı maqtamaaaam
men atımnı maqtar isem,
oraya barmay toqtaaamam
Bu şarkıyı, söylemiş miydi?
Tamara: Harika bir şarkı. Hayır, ilk defa duyuyorum ve benim için söylediğiniz için teşekkür ederim.
Zafer Karatay; Belki İngilizce olarak şarkı söylüyordu?
Tamara: Yok, hayır. Hiç şarkı söylerken duymadım fakat çok gülerdi. Gülmesini severdi.
MM: Tiyatroya giderlerdi sıklıkla değil mi? Cengiz Dağcı’nın bana bahsettiğini hatırlıyorum.
Tamara: Evet, biz tiyatroya gitmeyi severdik. Ben çocukken giderdik ve anneannem beni utandırırdı. Tiyatroda oyuna ara verildiğinde ben dondurma almak isterdim. Anneannem, hayır dondurma yok. Yemek getirdim der ve çantasının ağzını açardı. İçinden kekler, sosisler her şey çıkardı.
Kırım Derneği Ankara Genel Başkanı Mükremin Şahin: Ben de bir şey sormak isterim. Cengiz Dağcı çok yazan bir insan. Okur muydu? Çok okur muydu? Ya da şöyle sorayım daha çok ne tür kitaplar okurdu? İngiliz Edebiyatı, Rus Edebiyatı ya da Polonya Edebiyatı?
Tamara: Doğrusunu söylemek gerekirse ne okuduğunu bilmiyorum. Benim anneannem çok okurdu. Her zaman üç, dört kitap muhakkak yanı başında olurdu. Dedemin okurken zamanlara ilişkin bir hatıram yok, belki masasında oturup okuyordu. Maalesef hatırlamıyorum, üzgünüm.
Birşen Açar: Dedenin vatanı Kırım’a gitmeyi hiç düşündünüz mü?
Tamara: Evet, Kırım’a gitmeyi istiyorum, dedem hakkında her şeyi öğrenmek istiyorum, yaşadığı yerleri görmek, gezmek istiyorum.
MM; Deden ve anneannen mantar toplamasını seviyordu değil mi?
Tamara: Ah! Evet evet. Yüzlercesi. Plastik torbalara koyar ve evin her tarafında kuruması için asarlardı. Bir kere Wimbledon Common’a mantar toplamaya gittiler, mevsimiymiş. O zaman mantar turşusu, mantar çorbası, mantar bilmem nesi, sürekli mantar yemiştik.
Uşak Üniversitesi Öğretim üyesi Niyar Kurtbilal; Tamara hanımın gülümsemesinin dedesine benzediğini ve çok hoş olduğunu söylüyor. Bizimle olduğu için şeref duyduğunu belirtiyor.
Tamara: Teşekkür ederim.
Gültekin Mehmet: Dedenizin Türkiye hakkında ne düşündüğünü biliyor musunuz? Ya da Türk dünyası hakkındaki düşüncelerini?
Tamara: Dedemin gerçekler hakkında koşturduğunu biliyorum. Kitaplarını okumadığım için tam olarak bilemiyorum. Genel olarak bildiğim, dedemin niyeti insanlara yardım etmek ve önemli olayları hatırlatmak maksadıyla yazdığı ve inançları uğruna dik durduğu fakat detaylı olarak bilemiyorum.
MM; Bir takipçimiz sizi çok sevdiğimizi ve Türkiye’de sekiz milyon akrabanız olduğunu, yalnız olmadığınızı ve her zaman Türkiye’ye beklendiğinizi belirtiyor. Ayrıca Emine Useyin, Kırım’dan selamlar yolluyor.
Tamara; Bu güzel sözleriniz için çok tesekkür ediyorum. Çok memnun oldum.
Niyar Kurtbilal; Cengiz Dağcı, hanımıyla yani anneannenizle hangi dilde konuşuyorlardı?
Tamara: Çoğunlukla Polonya dilinde. Kendi aralarında Polakça konuşurlardı. Anneannem benimle bazen İngilizce bazen Polakça konuşurdu. Fakat ilk tanıştıklarında kendi aralarında Rusça konuşmuşlardı diye biliyorum. Galiba öyleydi. Ben Polakçaya hakim değilim çünkü benimle çoğunlukla İngilizce konuşurlardı. Öğrendiklerim birkaç polakçayı geçmez şimdi.
Gültekin Mehmet: Cengiz Dağcı neden eserlerini Türkçe yazdı?
Tamara: Bilmiyorum maalesef. Bunu bende öğrenmek istiyorum.
Türkeş Atsız; Cengiz Dağcı’nın eserlerinin İngilizceye tercümesi girişimleri var mı?
Tamara: Bu çok iyi olurdu kesinlikle tercüme edilmeli ve bunda benim katkımın olmasını çok isterim, dünya çapında tanınmasını isterim elbette.
Soru: Cengiz Dağcı’nın yayıncıları sizinle irtibat halindeler mi?
Tamara: Benimle değiller ve dedemin kitaplarının basılması ve dağıtılması hakkında hiçbir fikrim yok, benimle irtibata geçilmedi.
Soru: Cengiz Dağcı’nın eserlerinin konusunu tam olarak biliyor musunuz?
Tamara: Bildiğim kadarıyla onun toprakları hakkında, halkı hakkında, kendi yaşadıkları gerek savaş sırasında, savaş sonrası. Anneannem hakkında yazdığını biliyorum ve bildiğim her zaman onlara yardımcı olmak istediğini, gerçek yaşanmışlıkları yazdığını biliyorum.
Soru: Kırım’dan bir akrabanızla tanıştınız mı?
Tamara; Hayır, henüz tanışmadım.
Zafer Karatay: Cengiz Dağcı, Chelsea futbol kulübünü seviyor ve Chelsea takımını tutuyordu. Hiç onunla beraber maç izlemeye gittiniz mi?
Tamara: Dedem tam bir Chelsea takımı tutkunuydu. Maalesef biz beraber hiç gitmedik. Restorantı, Chelsea futbol sahasının yanındaydı. Restorantın ismi Anabel idi ve bana da Anabel ismi verilmişti. Dedem, her Chelsea oyununa gitmişti, hiç kaçırmazdı. Fakat hiç birlikte gitmedik. Benim futbola ilgim yok ona rağmen ben de dedemin hatırına hala Chelsea takımını tutuyorum.
Tamara: Sizinle bir şey paylaşmak istiyorum. İki yıl önce Anabel restoranın olduğu yere gittim. Chealsea stadyumun yanında. Dışarıdan baktım ve içeriye girdim. Şimdi dekoratif eşyaları satan bir yer. Yeni sahibiyle konuştum. Burası benim dedemin yeriydi. Bende hâlâ bir fotoğrafı var, dükkânın önünde, aşçı önlüğü ile çekilmiş fotoğrafı var.
Sahile gitmesini, denize girmeyi çok severlerdi. Oralara ait de dedemle anneannemin fotoğrafları var.
Mustafa Salih Solakgir; Londra’da yaşadığı ev duruyor mu? Müze yapılabilir mi? Kültür Bakanlığından müze ev olmasına ilişkin talep olmuş mu?
Tamara; Keşke duruyor olsaydı, fakat maalesef satıldı. O ev ile ilgili o kadar çok anım var ki, satılmış olduğu için üzgünüm. Her Southfield istasyonunda geçişimde kalbim sızlar. Keşke duruyor olsaydı.
Soru: Cengiz Dağcı hiç Londra’dan ayrıldı mı?
Tamara; Hayır, hiç ayrıldığını zannetmiyorum. Tatil için İngiltere’de Bournemouth’a giderlerdi başka yere değil. Hayır, hiç İngiltere’den dışarı çıkmadılar.
Soru: Tamara dedesinin Kırım’a gömüleceğini öğrendiğinde tepkisi nasıl oldu?
Tamara: Zor, çünkü o benim anneannemle gömülmek isterdi fakat Kırım’a gömülmesi doğru bir yerdir. Doğru bir karar.
Soru: Eğer Türkiye’ye davet edilirseniz, gelmek ve akrabalarınızla tanışmak ister misiniz?
Tamara; Tabii ki isterim.
Murat Kandemir: Hiç çiborek’i duydunuz mu? Hiç denediniz mi?
Tamara: Hayır.
Murat Kandemir: Çiborek, içinde kıyma olan bir hamur işidir ve Kırım Tatarlarına özgün çok lezzetli bir börektir. Eğer nasıl yapıldığını öğrenirseniz size çiborek pişirmek için şöyün kazan hediye etmek isteriz.
Tamara; Anneannem Polaklara özgü kiyamki yapmasını öğretmişti. Lahanayla yapılan bir yemek.
Soru: Hiç kitap müzesi var mı? Kitaplarının sergilendiği, veya onun hakkında yazılan kitapların olduğu?
Tamara: Hayır yok ama ben de her kitabı var evimde fakat müze sayılmaz.
Zafer Karatay; Cengiz Dağcı’nın Kızıltaş’taki evini 2 Ekim’de defnettiğimiz zaman o zamanın Dış İşleri Bakanı talimat verdi, oradaki evi satın alınıp müze olarak yapılması için girişimler yapıldı. Maalesef bu bir ev içerisinde 3 aile yaşıyor ve bizim de talip olduğumuzu öğrenince fiyatları çok yükseltmişlerdi. Fakat onunla ilgili olarak hazırlıklar yapılırken, evinin müze yapılması girişimleri varken, evi de mezarına çok yakın Kızıltaş’ta, maalesef Rusya tarafından Kırım işgal edildi ve müze projesi de şimdilik bekliyor. Biliyorsunuz, Rusya işgali altında Cengiz Dağcı müzesini gerçekleştirmek mümkün değil.
Bizim bildiğimiz Cengiz Dağcı’nın iki dünyası vardı. Biri, fiziksel sizin ile olan dünyası, diğeri ise eserlerinde yazdığı ve yaşadığı. İki farklı Cengiz Dağcı var ve biz sadece romanlarındaki Cengiz Dağcı’yı tanıyorduk. Ve şimdi sizin anlattıklarınızla diğer Cengiz Dağcı’yı tanıma fırsatı bulduk. Bu sebeple minnettarız.
Tamara; Bu çok güzel bir söz benim için. Çok teşekkür ederim.
Soru: Kaç çocuğunuz var?
Tamara; Benim iki çocuğum var. Oğlum 28 yaşında ve kızım 18. Oğlumla eşinin bir kız çocuğu oldu, yani ben de bir babaanneyim. Yani dedem hayatta olsaydı, büyük büyük baba olacaktı. Torunumun ismi Penopela Pi ama biz Neli diye sesleniyoruz.
Mustafa Salih Solakgir: Cengiz Dağcı, İngiliz Edebiyat çevresinde tanınıyor mu?
Tamara: Hayır, henüz İngiliz Edebiyatında tanınmıyor. Henüz ama tercüme edildikten sonra tanınacağına inanıyorum.
Soru: Cengiz Dağcı hakkında bir belgesel film yapıldı Türkiye’de Zafer Karatay ve Neşe Sarısoy Karatay tarafından. İzlediniz mi?
Tamara; Bazı bölümlerini gördüm fakat İngilizce olmadığı için anlayamadım ama izlemek isterim elbette.
MM: İngilizce alt yazılı Cengiz Dağcı belgeselini Zafer Karatay ve Nese Sarısoy Karatay hazırlamıştı. İngilizce altyazılı bu belgeseli kendisine ileteceğim.
Başka sorular yok ve hepimiz bizimle bu programa katıldığınız için, dedeniz hakkındaki anılarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.
Tamara: Ben çok çok memnun oldum. Benim için de çok özel bir gece oldu. Türkçe öğrenmeye ve Türkçe pratik yapmaya devam edeceğim. Sizin aranızda olmaktan çok memnun oldum. Dedeme daha yakın hissettim özellikle dedemi tanıyan ve seven sizlerle birlikte olduğum için çok şanslıyım ve ben çok teşekkür ederim.
Dedemin ruhu şad olsun.
Zafer Karatay: Cengiz Dağcı’nın Londra’da iki tane torunu var ama Türkiye ve Kırım’da yüzbinlerce çocuğu, torunu var onun için hepimiz Cengiz Dağcı’yı hep anıyoruz onun kitaplarını okuyoruz ve okutuyoruz.
* Emel Kırım Vakfı olarak düzenlediğimiz Emel Fikir Kültür Konferansları etkinliğimizin konuşmacısı Cengiz Dağcı’nın Londra’da yaşayan torunu Tamara Bexley hanımdı. Cengiz Dağcı’nın vefatının 10. yılında 22 Eylül 2021 akşamı Zoom üzerinden yapılan ve vakfımızın Facebook sayfasından canlı yayınlanan programımızın İngilizce sunuş ve yürütücülüğünü Emel Kırım Vakfı genel sekreteri Melek Maksudoğlu yaptı ve İngilizce olan bu yayının çözümlemesini, Türkçeye çevirisini hazırladı. Orijinal yayını Emel Kırım Vakfı YouTube kanalından izleyebilirsiniz (EMEL).
https://www.youtube.com/watch?v=RLjZd5Q_tYM
Emel KIRIM VAKFI