Yazan : Karp GULAK, Hazırlayan: Nail AYTAR.
1944 yılının Mayıs ayında Akyar’da Karadeniz kalesinin Alman işgalcilerinden kurtarılması şerefine yapılan top atışlarının tamamlanmasından sonra, içinde benim de bulunduğum (Yevpatoriya) Gözleve Kızılbayraklı 50. Muhafız Avcı Tümeni’nin askerleri uzak cephelere gitmek için hazırlıklara başlamıştı. Bir kaç gündür Voinka istasyonunun civarında Baltık ülkelerine gitmek için tren temin edilmesini bekliyorduk. Fakat bir türlü vagonları vermiyorlardı. Uzun bekleyişlerden sonra kendi imkânlarımızla Snigurivki istasyonu rayonuna gitme emrini aldık. Rotamız Herson üzerinden kuzey istikametine doğruydu. Bir gün sabahın erken saatlerinde bir trenin sinyal düdüğünü duyduk ve çok geçmeden demiryolunun viraj noktasında trenin kendisi de göründü. Askerlerden birisi: “Trenimiz geldi, bize ise kendi imkânlarımızla gideceksiniz denmişti” dedi. Fakat tren durunca içinden, bizim bir zamanlar haki renkli olan cephe üniformalarımızdan çok farklı görünen yepyeni üniformalar giymiş, otomatik silâhlı askerler çıktı. Önlerinde “Nereye gidiyorsunuz? Vagonların yanından çekilin” diye bağırarak silâhını bize doğrultan genç bir teğmen vardı. Vagonlardan ise ağlama sesleri, anlaşılmayan yanık sesler, inlemeler ve haykırışlar geliyordu. Şimdi Kazan’da yaşayan Kazan Tatarı asker Raif İsmailov yavaş bir sesle, “Kavga ediyorlar, birilerine soğuyorlar” dedi. Leningradlı subay Volohov kendinden çok genç, oğlu yaşlarındaki binbaşıya, “Binbaşı arkadaş, vagonlardaki insanlar su istiyorlar, izin verin onlara su verelim” dedi. Binbaşının cevabı ise kısaydı: “Onlar insan değiller, onlar hainler.” Arkasından da çok kaba bir üslûpla “Gidin burdan” dedikten sonra, bana dönerek “Bana kumandanınızı çağırın” emrini verdi.
Benim çağırdığım tabur karargâhımızın kumandanı muhafız yüzbaşı Avilov gelerek askerî hiyerarşiye uygun bir şekilde, “Buyurunuz binbaşı arkadaş” dedi. Binbaşı ona, “Silâh kullanmamızı istemiyorsanız derhal askerlerinizi alıp buradan gidin. Bana üstlerimden böyle emir verildi” dedi, Ardından da bazı silâh sesleri duyuldu. Bunlar ihtar atışlarıydı.
O sırada meseleyi anlayan bizim askerlerimiz fakir azıklarından çıkardıkları peksimet, ekmek ve şeker parçacıklarını hayvan vagonlarının yüksek ve dar pencerelerine uzatıyorlar, yarı aralık kapılardan su kaplarıyla içerdekilere su veriyorlardı. Buna kızan binbaşı “Bu iş güzellikle bitmeyecek, derhal bana Smerş** temsilcisini çağırın” diyerek trenlerin harekete hazırlanması emrini verdi. Pavel Avilov Smerş temsilcisi muhafız yüzbaşı Kokovkin’in komşu köyde olduğunu söyledi. Ardından binbaşı Kırım Tatarlarına yardım eden Volohov’u ve Sibiryalı Kuzakov’u işaret ederek “Bunun ve bunun adlarını söyleyiniz” dedi ve olanlar için kumandanlığa bir rapor yazılmasını istedi. Volohov ve Kuzakov askerlerin içinden ayrılarak bir kenarda beklemeye başladılar. Bizim kumandanımı: Avilov askerlere ceza verilmemesini rica etti. Genç kumandan önce uzun süre razı olmadıysa da, sonra bloknotundaki isimlerin yazılı olduğu say fayı yırtarak attı.
İçimizdeki en yaşlı asker olan telefoncumuz Leningradlı Volohov’un “Ölüm Katarı” ismini verdiği katar hızını arttırıyordu. Dar ve pis kokulu vagonlardan duyulan çocukların ve kadınların sesleri yüreklerimizi bıçakla keser gibi yaralıyordu. O ana kadar dahî liderlerimizin haklılığın can ve yürekten inanagelmiş bu yaşlı Komünist Partisi üyesi asker gözlerinden yaşlar damlayarak “Bunlar nasıl düşman olur?” diye sorarak gen kendi cevap verdi “Muhasara altındaki Leningrad’da yaşayan çocuklarımı faşistlere nasıl düşman iseler, bunlar da bize öyle “düşman”dırlar. Orada faşistler vardı, burada ise kendimizinkileri, suçsuz insanları yok ediyorlar”.
Binbaşının isimleri yazdığı kâğıdı yırttığını gören İvan Kuzakov “Galiba bir belâdan kurtulduk” dedi. Volohov ise moral bozukluğu ile, “Be öyle düşünmüyorum; bu çocukların hafızası iyi, kolları serttir. Tezkereyi yırttı ama adları aklında tutuyor” diye fikrini söyledi. Nitekim, arada bir kaç gün geçmeden Volohov ve Kuzakov yine aynı yerde, Voinka’da Alay Kumandanı’nın siyasî konularla ilgili yardımcısı Brodskiy ve Smerş temsilcisi Kokovkin’in önünde esas duruşta durarak “halk düşmanları”na yani Kırım Tatar çocuk ve kadınlarına neden yardım ettikleri konusunda sorgudaydılar. Binbaşı Brodskiy çok hiddetliydi, ama her işi düşünüp taşınıp yapan Kokovkin bu işten çıkış yollarını araştırıyordu. Ve buldu da. Tam o sırada yakınlarda bir yerde bir el bombasının patladığı işitildi. Oralarda otlamakta olan bir at el bombasına basmış ve telef olmuştu.
Kokovkin Volohov ve Kuzakov’a dönerek, “İşte at öldü, sizler ise atın otladığı yerin yakınında bulunduğunuz için yaralandınız. Sizi revire yollarız, yaralarınızı tedavi ederler.” Brodskiy’nin itirazına rağmen, Kokovkin sorumluluğu üzerine alacağını söyleyerek “İnsaniyet ve merhamet duygularını cezalandırmak mümkün değildir. Siz de biliyorsunuz ki, onlar en azından ceza taburuna gönderilirler” diye ekledi.
Volohov hüngür hüngür ağlıyordu: “Bu nasıl şey, çocukları ölüme götürüyorlar onlara su vermek bile yasak. Aynı Leningrad’da faşistlerin yaptığı gibi çocukları yok ediyorlar.” Vefatından önce Sergey Petroviç Kokovkin bana yazdığı ve hayatındaki son mektubu olan mektubunda o dehşetli olayları hatırlatarak “Biz o zaman Kırım’da bir yanlışlık yaptık” diye yazarken bir bakıma günahlarından arınmak ister gibiydi.
Ölüm katarları ise Sibirya’ya, Kazakistan’a, Özbekistan’a sürgün edilen Kırım Tatarlarını taşıyorlardı. Bütün bir halkı “satılmışlar” diyerek cezalandırıyorlardı.
Savaştan sonra biz 24. Muhafız Tümeni mensupları her yıl Gözleve’de şehrin kurtuluş günü bir araya geliyorduk. Kırım’dan sürgün ve “halkların dostluğu” şiarı altında yapılan soykırım meselesini sık sık konuşuyorduk. Ağır Topçu Bataryası’nın sabık kumandanı ve Lugansk Pedogoji Enstitüsü hocası Aleksey Andreyeviç Mihho bir kaç kere şöyle demişti: “Bu nasıl şey? O vakitlerde Kırım’da bizim ordu, 2. Muhafız Ordusu, 51. Muhafız Ordusu, Özel Primorsk Ordusu, Karadeniz Filosu ve çeşitli özel birlikler bulunmaktaydı. Yüz binlerce asker ve subay vardı. Biz o zaman herkesi ‘Sen kimsin? Almanlara hizmet ettin mi? Cevap ver!’ diye sorgulayabilirdik. ‘Eğer hizmet etmediysen rahat yaşayabilirsin’ diyebilirdik. Bu sürgün meselesi bizim Perekop’a [Orkapı’ya] hücum edip orayı ele geçirmemizden çok önceleri Kremlin’de plânlaştırılmış olmalıdır.”
Biz çoğu halde “dahî liderlerimizin” canavarlık iradesini hayata geçiren kör adamlardık. Zamanında Ukrayna’da ve Kuban’da söz dinlemeyen, kolhoza girmekte acele etmeyen köylüleri yok eden, Kırım, Kalmukistan ve Kuzey Kafkasya halklarını İkinci Dünya Savaşı yıllarında soykırıma uğratanlar bu dahi liderlerimizdir. Bu bakımdan, sizler totaliter dönemde çok zarar gören insanlar biz başkalarının kör icracılarını bağışlayınız. 18 Mayıs 1944 tarihinde Kırım’dan sürgün edilen halkların hatırasına yaktığım meşalem, bugün geri dönebilen Kırım Tatarlarına küçük bir adalet kıvılcımım, benim yürek yanığımdır. Hem Kırım’a geri dönenler, hem de Sibirya, Kazakistan, Özbekistan yollarındaki küçük tren istasyonlarının etrafındaki, gamlı ölüm katarlarının geçtiği bütün yollar boyunca yeri belirsiz kabirlerde yatanlar bizleri bağışlayınız. Artık hür ve mutlu yaşayın Kırım sakinleri!
* “Sürgün Hatıralarından” başlıklı bölümümüzde bu sefer yayınlanmakta olan hatıranın özelliği, öncekilerin aksine, sürülenler değil, sürenler arasında bulunmuş birisine ait oluşudur. Hatıranın yazarı Karp Gulak 1944’de Kızıl Ordu’daki Kızılbayraklı 24. Yevpatoriya (Gözleve) Tümeni’nde takım kumandan yardımcısıydı. Kırım Tatar Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktardığımız bu hatıranın orijinali Akmescit’te yayınlanan Yañı Dünya gazetesinin 7 Temmuz 1995 tarihli nüshasında derc olunmuştur (Nail Aytar).
**Smerş: Sovyet askerî karşı casusluk teşkilatı; Rusça Smert şpionam [Casuslara Ölüm] sözlerinden gelir (Hazırlayanın notu).
Emel Dergisi , Sayı:216 Eylül-Ekim – 1996. Sayfa 35-38.